Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Emre Erdoğan yazdı: Atom bombası kadar tehlikeli fikirler…

Henüz seyretmemiş olanlar için sonunu söylemeden bir tavsiyede bulunalım, Christopher Nolan’ın yönettiği atom bombasının mucidi Oppenheimer’ı anlatan filme mutlaka gidin. Sinema denen sanatın neler yapabileceğini görmek ve hiç de üç saatmiş gibi geçmeyen bir üç saati defterinize yazmak isterseniz daha iyisini bulmanız pek mümkün değil, kaçırmayın. Öte yandan baktığı her yerde siyaset, ama “o dedi, bu dedi” siyaseti değil, gerçek, yaşama anlam veren siyaseti görenler için de alınacak çok dersler var. En önemlisi, fikirlerin dünyayı nasıl inşa edebildiğini hatırlatması açısından çok kıymetli, hafızanın bir kenarına koymak lazım.

Bir sinema filminin neden siyasi olduğunu söylemeye gerek yok, sonuçta eldeki malzeme bir Hollywood ürünü bile olsa sayısız kişinin sayısız siyasi tercihinin çatışması sonucunda ortaya çıkan bir eser bu, siyasi mesaj vermesi ya da siyasi bir konuya değinmesine ihtiyaç yok. Bir sinema filmi, bir dünya çizer bize, olabilecek alternatif dünyalardan sadece biri olması sebebiyle eksik ve kusurlu olur her zaman. Aynı konuya dair başka bir film, başka dünyaların da mümkün olabileceğini gösterir, ama o da her zaman eksik kalır. İnsan düşüncesinin üretimi olan her şeyi anlattıkları ve anlat(a)madıkları üzerinden “okumak” mümkün olduğundan, yazılmamış metinler de yazılanlar kadar anlamlı olabilir.

Oppenheimer filminin de anlattıkları kadar anlatmamayı tercih ettikleri var, burada senarist-yönetmenin tercihini elle tutulur bir şekilde görmekteyiz, bir eleştirenin söylediği üzere filmde hiç beyaz olmayan aktör yok mesela, çünkü Nolan’ın inşa ettiği o bilimsel, askeri, siyasi ve endüstriyel komplekste beyaz olmayanlara yer yok; ya da bombaların yarattığı etkileri gösteren birkaç kuple de yok, kahramanların yaratılan yıkımı bir filmde izleyerek yaptıkları dolaylı şahitliğe biz de sinemada dolaylı olarak şahitlik ediyoruz. Göstermemek, göstermek anlamına geliyor, bir kenara yazalım.

Nolan’ın resmettiği iş, yani “dünyaları yok edebilecek” bir silahın üretilme süreci başlı başına üzerine düşünmeye değer. Ordunun görev verdiği bir subayın koordinasyonunda, filmde anlatıldığı üzere Oppenheimer’ın liderliğinde çok farklı şehirlerdeki araştırma, tasarım ve üretim ekiplerinin dahil olduğu, toplam 2 milyar dolarlık maliyete sahip -bugünün parasıyla 33 milyar dolar- bir proje Manhattan Projesi. İktisatçıların sevdiği deyimle sayısız dışsallıkları olduğundan bu parayı çıkarıp çıkarmadığını söylemek mümkün değil; siyasi ve toplumsal etkileriyse saymakla bitmez.

Bu etkiler arasında en önemlisi olmasa bile, dikkat çekici olanlardan biri de bilim insanının değişen rolü… Filmde birkaç defa belirtildiği üzere fizikçilerin kuramsal tartışmalarının binlerce kişinin ölümüne yol açan pratik çözümlere dönüştürülmesi başlı başına bir iş. Bilinegelen “askeri-sınai” kompleksin görünmeyen ayaklarından biri de bilim insanları ve dahi akademi oluyor; medya da işi rıza üretmek olan başka bir görünmez ayak mesela. Önce nükleer silahlanma yarışı, sonra da uzay yarışı bilimsel ve teknolojik ilerlemenin başatı haline gelmiş durumda, Youtube’da kedi videoları seyretmemizi mümkün kılan, ABD Savunma Bakanlığı’nın desteklediği araştırma projeleri arasında bilgi paylaşımı yapılmasını arzulaması; yoksa hala dumanla işaretleşiyorduk bugün.

Akademik bilginin ve bilim insanının bir işe yaraması gerektiği konusunda bugün varılan uzlaşma bu dönemin eseri. Artık bilgi kendi başına değerli değil, ne yaparsanız yapın toplumun (devlet ya da hegemonyanın da diyebilirsiniz) işine yarayacağını göstermeniz bekleniyor. Öte yandan odasına kapanmış ve dünya halini koltuğundan yorumlayan entelektüel sayısının sınırlı olmasında yarar var, o başka.

Siyaset ve bilimin iki ayrı dünya olduğu yargısı çok uzun zamandır mevcut, Eflatun’un devlet yönetimini halktan alıp filozof-krallara devretme fikrinden itibaren -bunu söylerken kendisini işaret etmese iyiydi- siyasetçinin kendi çıkarını düşünen, kısa vadeye odaklanan çürümüş bir varlık olduğu algısı yaygın, bu kadar yıllık demokrasi pratiğinden sonra siyasetçiye güvenin yerlerde sürünmesinin sebebi de bu. O yüzden de devlet yönetimini siyasetçiler yerine daha güvenilir olduğu kabul edilen memur/bürokrat tayfasına bırakmak iyi bir fikir gibi gözükmüş her daim. Zamanla bürokratların da kendilerine ait çıkarları olabileceği idrak edilince, işe bilimin karışması elzem olmuş.

Yirminci yüzyılın başları nasıl işyerinin Taylor ve arkadaşları tarafından “akılcılaştırılması” eğilimine sahne olmuşsa, devletin akılcılaştırılması eğilimi de aynı döneme denk gelmiş. Politika Analizi adlı disiplinin kurucularından Harold Laswell, 1930’larda edindiği deneyimle ”devlete aklı geri getirmek” niyetiyle bilim insanlarını politika yapım sürecine davet etmiş. Bu davet, otomobil üreticisi Ford’un genel müdürlüğüne kadar yükselmiş Robert McNamara döneminde daha da somutlaşmış ve mühendislik ve işletme biliminin öğrettikleri devlet aklına dönüştürülmeye çalışmış. Daha erken dönemlerde bile Politika Analizi’nin akılsız ya da çıkarcı siyasetçileri doğru yola davet etmek gibi bir misyon üstlendiğini söyleyelim, zamanla daha iddiasız bir yaklaşıma, “fikirleri satmaya” dönüşse de…

Oppenheimer’ın siyasetçiler ve askerlerle “pazarlık yapma” görevini filmde sık sık görüyoruz, bu pazarlıklar nükleer silah tercihlerinden iç güvenlik meselelerine kadar geniş bir yelpazede uzanıyor. Arkadaşlarından birinin Oppenheimer’ı “sen siyasetçi oldun” diyerek suçlaması aslında hakaret değil, iltifat. Daha sonra Foucault ve Latour’un da göstereceği gibi bilim insanları zaten siyasetten uzak değil, Oppenheimer belki de siyasetçi olduğunu idrak etmesiyle diğerlerinden ayrışıyor. Zaten Manhattan Projesi’nden sonrasında soyunduğu rol de, siyasetçilere bilimsel aklı gösteren kişi olmak.

Filmde hayli değinilen ahlaki ikilem de burada aslında. Bilim insanın görevi atom bombasının yapılacağını göstermek mi, yüz binlerce kişinin ölümüne yol açacak o bombayı -ve takip eden yüz binlerce bombanın- yapımını sağlamak mı? Matematiksel formülleri kullanarak inşa edilen dünya, neden olduğu ölümler konusunda hiç sorumluluk sahibi değil mi? Siyaset ve bilimi iki ayrı dünya olarak gören yaklaşımda bilim insanının sorumluluğu çok fazla değil, çünkü onun işi seçenekleri sunmak olarak görülüyor, karar siyasetçinin, çoğunlukla irrasyonel olsa da… Öte yandan, siyasetin ve bilimin iç içe girdiğini düşünenlerdenseniz, hangi seçeneklerin sunulacağı da siyasi bir mesele, hangi seçeneklerin sunulmadığı da…

Devlet yönetimini akılcılaştırmayı hedefleyenler, siyasetin içine bilimden renkler katmaya çalışıyorlar, tabii ki ütopyaları da siyasetten sıyrılmış bir bilim devleti. Her türlü bilimsel faaliyette siyasetin izlerini arayanlarsa, bilimsel/akılcı olarak sunulan alternatiflerin altındaki siyasi tercihleri anlamaya çalışıyorlar, yanıt aradıkları soru da “cui bene?”, yani kimin yararına. Akıl ve bilim adına konuştuğunu iddia eden herkesin aslında belli bir hegemonyanın siyasi tercihlerini seslendirdiğini düşündüğünüz zaman nihilizme, ahir zaman peygamberlerine ve gerçek-sonrası dünyasına kapıyı açıyor olabilirsiniz aslında. Yine de parmağın gösterdiği kadar parmağın sahibine bakma eğilimindeyseniz, naif bir bilimcilikten çok daha sağlıklı bir tutumda olabilirsiniz.

Oppenheimer, kendi düşünsel eylemlerinin, kara tahtadaki beyaz tebeşir izlerinin dünyaya neler yapabildiğini görerek öldü, pişmanlık taşıyor mudur, bilinmez. Çağımızın birçok kuramcısı söylediklerinin toplumsal izdüşümlerinden habersiz, karmaşa içerisinde kaybolan bir seda gibi gelebilir kendilerine söyledikleri, vicdan azabı çekmeleri beklenmez. Bir de bilim yapar gibi siyaset yapanlar var ki, onların zaten amacı dünyaya sözleriyle biçim vermek, sözlerinin sonuçları yol kazası, göz ardı edilebilir kayıplar, pişmanlık defterlerinde olan bir değer değil.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.