Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İran: İtaatsizlikten devrime

Farhad Khosrokhavar

Yoğun baskıya rağmen hareket sürüyor; çünkü şimdisiz ve geleceksiz bir toplum olma duygusu, hem gençler için hem daha az gençler için, öfkelerini ifâde edebilecekleri tek yer hâline getiriyor sokağı.

Ölümünün kırkıncı gününde Mahsa Amini’nin doğduğu şehir Sakkız’a akın eden göstericiler, 26 Ekim. (AFP)

Farhad Khosrokhavar (Ferhad Hüsrevhaver) Sosyal Bilimlerde Yüksek Araştırmalar Okulu EHESS’te araştırma yöneticisi

21 Kasım 2022

İran’da Eylül ayında başlayan ve üçüncü ayına giren hareketin karakterini belirleyen üç dönem var. Bir iki hafta sürmüş olan ilk döneme, “Jin, Jiyan, Azadi” (Kadın, Yaşam, Özgürlük) sloganıyla protestoyu başlatan kadınların toplum sahnesine sökün etmesi damga vurmuştu. Erkeklerin onları izlemesi çarpıcı bir gerçekti — bunlar özellikle gençlerdi. İkinci döneme damgasını vuran slogan ise “Diktatöre ölüm” olur. Hepsi genç çok sayıda kadın ve erkek görülmektedir; bunlara ek olarak, ilk kez ufak yaşta (12-17 yaş arası) katılımcılar da vardır. Üniversite ve lise öğrencileri en önde yer alırken, iki etnik eyâlette, İran Kürdistanı (İran’ın batısı) ve Belûcistan’da gösterilere her yaştan insan katılır.

Tahran’daki Ahlâk Polisi merkezinde ölen Mahsa Amini Kürdistan kökenli olduğundan, gösteriler onun doğduğu şehir Sakkız’da ve Kürdistan’ın başkenti Senendec’de doruk noktasına varır. Belûcistan’da ise, polisin tecâvüzüne uğrayan bir genç kızın öldürülmesi İslâmî teokrasiye karşı gösterileri başlatır. Protestolar sırasında, içinde ufak yaşta gençlerin de bulunduğu altmıştan fazla protestocu öldürülür. Orada da, gösterilerin çoğalarak eyâletin başkenti Zahidan’da yayıldığı duyulur. İran’ın etnik bölgelerinde devlet şiddeti daha yoğundur. Ülkenin her tarafındaki halkın tepkisi, etnik azınlıklarla birleşme yönünde olur. Atılan sloganlar buna tanıklık eder: “Zahidan ile Senendec İran’ın gözbebeğidir” ya da “İran’ı hep berâber [teokrasinin elinden] geri alacağız”.

Geçen hafta başlayan üçüncü döneme ise önce grevler ve çarşının kapanması damga vurur. Bu önemlidir; çünkü vaktiyle sâhip olduğu ekonomik önemi yitirmişse de çarşının, geçmişte İran’daki hareketlerdeki rolü nedeniyle (hem 1950’de Musaddık’ın hareketinde, hem 1979’daki Devrim’de) esaslı bir simgesel kapsamı vardır. O noktaya kadar, devrimden sonra doğmuş gençlerin üçüncü kuşağı protestolara katılmaktaydı. Ondan sonra, işçiler (ikinci kuşak) ve pazarcılar (çarşıdaki ikinci ve birinci kuşaklar) onlara katılır. Bozulan bir ekonomiye ek olarak siyasallaşan bir toplumsal hoşnutsuzluğu da ortaya sermektedirler. Gösterici ölümleri yas törenlerini ve uzantılarını başlatır (özellikle simgesel önemi olan kırkıncı günde çoğu zaman rejim karşıtı gösterilere dönüşür).

Ölümün iktidar mercii (TanatokrasiÇ.N. mercii)

Artık politika doğrudan, ölüm merciine dönüşmüş teokratik devletin ölümcül şiddetine (49’u ufak yaşta 350’den fazla ölü) ve kitlesel baskı yöntemlerine (işkenceye ve 15 binden fazla kişinin tutuklanmasına) rağmen yatıştıramadığı hiddet dolu bir sokakta tatbik edilmektedir. Yaşam mekânları bile yok edilmektedir (Tahran’daki Ekbatan mahallesinde alt ve orta sınıflardan on binlerce kişi kötü muameleye tâbi tutulmuştur) ve gerçek mermiler kullanılmaktadır; üstelik Besic milisleri (kentsel ayaklanmaları bastırmakla görevli örgüt) ateş açarak motorlarını göstericilerin üzerine sürmekte, bâzen de onları ezmektedir. Çocuklar da bundan esirgenmemektedir.

İmhâ ile birlikte yürütülen bu kıyımda, İran’daki kavimler, özellikle de İran’ın batısındaki Kürdistan’da yaşayan Kürtler ve İran’ın güneydoğusunda, en yoksul vilâyeti Belûcistan ve Sistan’da yaşayan Sünnî Belûcîler asıl hedeflerdir. Hem ırkçılığın hem de umumî bir ayaklanma çıkması korkusunun sonucu olarak özellikle gençlerin seferber olduğu İran’ın geri kalan kısmından farklı biçimde, bu iki bölgede genç yaşlı herkesin sokaklara döküldüğü ve içlerinde kolluk kuvvetlerinin açtığı ateşle öldürülenlerin olduğu görülmüştür.

Kürdistan’ın şehri Mahabad’da, 21 Kasım günü kolluk kuvvetleri tanklar ve ağır makineli tüfeklerle sokağa çıkmış ve sokakta gördükleri herkese ateş açmıştır; elektrik ve internet kesilmiş ve göstericiler, gözü dönmüş baskıya direnmek için derme çatma barikatlar oluşturmuşlardır. Kezâ Belûcîler’de de, Eylül ortasından beri öldürülen 400 kişinin içinde nüfuslarına nazaran orantısız bir sayıda ölümler olmuştur (100’den fazla).

Suriye senaryosu

Ne lideri (iktidar 2015’ten beri çıkan her lideri sistemli bir şekilde etkisiz hâle getirmiştir) ne örgütü (rejim hiçbir özerk siyâsî yapıya müsâmaha göstermemektedir) olmasına karşın, dayanıklılığıyla bu hareket yeni bir karakter arz etmektedir. Fakat protestocuları temsil edebilecek hiçbir “muhâtap” olmaması, diyaloğu imkânsız kılmaktadır. İktidar hoşgörüsüzlüğünden ötürü kimi muhâtap alacağını bilmemekte ve yıldırma eylemleriyle ölüm saçarak protestoları bastırma girişimini sürdürmektedir. Her şey, göstericilerle teokratik rejim arasında hiçbir uzlaşmanın mümkün olmadığını göstermektedir. Talepler radikalleşmiştir ve rejim, verebileceği her tâvizin bir zayıflık belirtisi gibi algılanacağına ve gösterilerin radikalleşmesini artıracağına kanaat getirmiştir.

Rejimin gözünde Suriye senaryosu kendini dayatmaktadır: Radikal İslâmcılar’ı silâhlandırarak topluma bir tehdit olarak ortaya sürmek ve eylemlerini yapay bir biçimde şişirmek (Şiî bir toplum olan İran’da Sünnî cihadcılar çok azınlıktadır), güçlü bir iktidar olmazsa İran’ın içindeki kavimler tarafından parçalanacağı korkusunu halka salmak, yalan haberler yaymak (ölümlerin göstericilerin şiddeti yüzünden olduğu gibi). Kısacası iletişim doktrini mertebesine konulan devlet yalanları İran resmî televizyonu ve basınındaki hâkim unsur hâline gelmiştir. İnternet kesintileri, resmî basındaki tam sansür, tutuklanmış ve güya “pişmanlık getirmiş” bireylerden işkence altında alınmış îtiraf “şovları”, ayrıca gösterilerin ABD, İsrail ve daha küresel olarak yabancıların çevirdikleri dolaplara bağlanması artık olağanlaşmıştır.

Yoğun baskıya rağmen hareket sürüyor; çünkü şimdisiz ve geleceksiz bir toplum olma duygusu, üstelik en ufak yasal muhâlefetin tasfiye edilmesi, hem gençler için hem daha az gençler için, öfkelerini ifâde edebilecekleri tek yer hâline getiriyor sokağı.

Umut veren hiçbir mesaj yok

Buna bir de İran devletinin özgül bir gerçeği eklenmektedir: Gençler tarafından bu devlet, sâdece iliğine kemiğine kadar yolsuzluğa batmakla kalmayıp daha toptan bir biçimde yaşama sevincine karşı bir devlet olarak algılanmaktadır. İslâm’ın başka bir çağda kalmış bir anlayışına atıfla fosilleşmiş bir görüş adına, yönetim yeni nesiller tarafından saçma bulunarak yaşanan kısıtlamalar dayatmaktadır. Suudî Arabistan’da bile kaldırılmış olmasına rağmen sürdürülen örtünme zorunluluğu buna örnek verilebilir. Sürekli tâciz ettiği gençlere yönelik olarak rejimin umut veren hiçbir mesajı yoktur. Bu iktidârın gözünde sevinç tamâmen yasağın ihlâli çerçevesine düşmektedir: Her türden halk coşkusu (futbol maçı gibi vesîlelerle) hem toplu hem bireysel düzeyde bastırılır. Yaşamı kutlamak isteyen gençlerin yaşadıklarının böyle bir anlayışsızlıkla karşılanması, var olmaya susamış bir toplum ile nemrut iktidar arasına fazladan bir set çekmektedir. Son olarak 2009’da, kaskatı bir teokrasiye nazaran kabul edilebilir bir alternatif gibi algılanan reformcular hîleli bir başkanlık seçimiyle tasfiye edilmiş ve Devrim Muhâfızları ordusu ile Yüce Rehber’in aktif desteğiyle popülist Ahmedinejad seçimi kazanmıştır. Bunun üzerine gençler, “Benim oyum nereye gitti?” sloganını çıkarmışlardır. O zamandan beri, 2015, 2016, 2018, 2019 ve 2021’de protestolar art arda gelerek sürmüş ve her seferinde sert biçimde bastırılmıştır (2015’teki protestolarda 300’den fazla, 2018-2019’dakilerde ise 1500 kişi ölmüştür).

Artık diyalog ve uzlaşma yolları tıkanmıştır ve rejimin baskısı, kendi kuyruğunu ısıran bir yılan gibi kendine karşı dönmektedir. O baskıya başvurdukça toplum başkaldırmaktadır. Bu da rezilâne bir rejimle uzlaşmayı daha az mümkün kılmaktadır. Suriye’deki baskı modelinden dersler çıkaran rejim ise, “değiştirilmesi gerekenler değiştirildi” diyerek bu modeli İran toplumuna uygulayabileceğini zannetmektedir. Bu noktadan sonra, gösteriler birkaç hafta daha devam ederse, rejimin baskı güçlerinin azar azar yıpranma belirtileri göstermesine ramak kalmıştır. Ölümü dayatan bu tanatokratik rejimin sonu olur o zaman. Ç.N.Ç.N. Tanatokrasi: Halkın önemli kesimlerine karşı işlenen kitlesel cinâyetlere dayalı iktidar aygıtları. Yunanca ölüm anlamına gelen “Thanatos”tan.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.