Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: İmamoğlu’na ceza ABD’de nasıl yankılanır? Suriye operasyonu erteleniyor mu?

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yargılandığı davada karar çıktı. Mahkeme heyeti İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası verdi ve siyasi yasak getiren TCK’nın 53. maddesi uygulandı. İmamoğlu’nun cezası istinaf süreci ve Yargıtay’ın kararı onamasının ardından kesinleşecek. Bu karar Amerika’da nasıl yankı bulur?

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırıları devam ediyor. Savaş, Ukrayna’nın güneyinde yoğunlaşırken Batı da Kiev’e destek vermeye devam ediyor. Amerikan basınında çıkan haberlere göre Biden yönetimi bu hafta içerisinde Ukrayna’ya Patriot füzesi gönderecek. Bu yardım ne anlama geliyor? Savaşın seyrini değiştirebilir mi?

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan’ı “Tayfun” füzesiyle hedef alabileceklerini açıklamasının ardından Ankara ile Atina hattındaki ilişkiler bir kez daha gerildi. Erdoğan’ın sürekli Atina’yı hedef alması ne anlama geliyor?

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Tuğgeneral Patrick Ryder, Suriye’nin kuzeyinde Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile ortak devriyelerinin yeniden başladığını açıkladı. Söz konusu operasyonlar, Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta düzenlediği hava saldırılarının ardından askıya alınmıştı. Peki Suriye’ye olası operasyon ertelendi mi?

Ruşen Çakır ve Ömer Taşpınar değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik” ile karşınızdayız. Bu hafta Washington’da sâdece Ömer Taşpınar var. Ömer, merhaba!

Ömer Taşpınar: Merhaba Ruşen!

Ruşen Çakır: Bugün Türkiye için biraz olağanüstü bir gün: Şu anda Ekrem İmamoğlu’nun mahkemesinde,  mahkeme başkanı karar için yarım saatliğine salonu boşalttı. Biz bu yayını bitirdiğimizde herhalde karar da açıklanmış olur ve gerçekten ilginç bir durum. Bu arada Kemal Kılıçdaroğlu’nun Berlin’de olduğunu biliyorsundur. Meral Akşener, Saraçhâne’ye İmamoğlu’nun yanına gitti, Kemal Kılıçdaroğlu Berlin’den kısa bir video yaptı ve desteklerini iletti. Şunu sorayım: Bir siyâsî yasak gelmesi durumunda ne olur? Oralardan tepki gelir mi gelmez mi? Bir de tabiî sana, Ömer Taşpınar olarak sorayım: Bu, Ekrem İmamoğlu’nun bir anlamda siyâseten önünü açacak bir hamle olur, değil mi?

Ömer Taşpınar: Evet, önce buradan ne tepki gelir onu konuşalım. Bana göre Amerika’dan gelecek tepki çok güçlü olmayabilir. Yani beylik anlamda, hep alıştığımız, işte, “Kınıyoruz” diyebilirler; Türkiye’de ifâde özgürlüğünden bahsedebilirler, belki yargı bağımsızlığının öneminden bahsedebilirler; ama cılız kalır Amerika’nın göstereceği tepki, çünkü Biden yönetiminin genelde insan hakları konusunda çizdiği profil beklendiği gibi güçlü bir profil olmadı. Bunu uzun dönemde konuşabiliriz; ama çok daha önemli konularda ᅳSuudî Arabistan olsun, Mısır olsunᅳ, Türkiye’den çok daha otoriter ülkelerde, diktatörlük gibi ülkelerde Amerika sonuçta kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyor; Türkiye ile de çıkarları doğrultusunda hareket etmeye devam eder. Nereden daha sert bir tepki gelir? Avrupa Birliği’nden daha sert tepki gelir. Bu birazcık daha önemsenecek bir tepki olabilir; yani Türkiye’nin hâlâ bana göre Avrupa Birliği konusunda çok cılızlaşmış, çok azalmış olsa da bir perspektifi var. Böylesine önemli bir siyâsetçiyi siyâset dışı bırakmak, Avrupa Birliği’nde hem Brüksel çapında hem de bugün Kılıçdaroğlu’nun olduğu Almanya’da, Fransa’da, zannediyorum İngiltere’de tepki toplar. Ama nihâyetinde öyle bir dönemde yaşıyoruz ki Ruşen; Türkiye’nin dışarıdaki, Batı’daki imajı içerideki imajından çok farklı. İçeride de tabiî herkes otoriterleşme olduğunun farkında; fakat Washington’da ve Avrupa’da görebildiğim kadarıyla Türkiye’de seçimle iktidârın değişeceğine inananların sayısı çok yüksek değil. Yani ben her katıldığım konferansta buna şâhit oluyorum: Batı, bir otoriter yapı çiziyor, o otoriter yapının içinde Rusya da var Türkiye de var. Rusya ile Türkiye arasında fazla bir ayırım gözetmiyorlar meselâ. Yani Putin’in nasıl seçim kazandığını, Putin’in muhâlefet ile nasıl mücâdele ettiğini hatırlattığımızda, Türkiye’nin oralarda olmadığını, Türkiye’de her şeye rağmen organize olabilen ve kazanma ihtimâli olan bir muhalefet olduğunu hatırlattığımızda, buna şüpheci gözle bakan çok sayıda Batılı siyâsetçi, gözlemci, gazeteci var. Ben kendi adıma ne düşünüyorum diye sordun, teşekkürler onu da sorduğun için. Bana göre, yani önce şunu söyleyeyim: Kılıçdaroğlu’nun daha ciddî bir şekilde destek vermesi gerekirdi, yani şu anda Berlin’de olmak yerine o da Akşener gibi mahkemede olmalıydı, bunu hissettirmeliydi. Bana göre gereksiz yere sanki bir gerilim varmış görünümü ortaya çıkıyor, böyle bir algı ortaya çıkıyor; algı da bâzen kendi gerçeğini oluşturuyor. Öte yandan, “CHP içindeki dinamikler dışında Türkiye açısından ne ifâde eder?” diye baktığımızda, zannediyorum İmamoğlu da bunun altını çizdi, herhangi bir mahkûmiyet karârı geldiğinde, bu aslında sâdece popülaritesini artırır İmamoğlu’nun. Yani Erdoğan’ın başına gelenlere ve Erdoğan’ın kariyerine baktığımızda, kendisinin belediye başkanıyken yaptığı bir konuşma nedeniyle üç-dört ay hapis yatması, Erdoğan’ın sonuçta önünü açmıştı. Tabiî yani kritik mesele şu: Türkiye çok önemli bir seçime giriyor; bu seçimlerde İmamoğlu’nun aday olma ihtimâli var ve adam aday olursa da Kılıçdaroğlu’nun göstereceği performanstan daha yüksek bir performans gösterebileceğini kamuoyu yoklamaları bize gösteriyor. Dolayısıyla böyle bir siyâsetçinin siyâsetten men edilmesi her şeyden önce AK Parti’nin isteyeceği, Erdoğan’ın isteyeceği bir şeydir. Türkiye’de yargının durumuna baktığımızda, yargının bağımsızlığına inanan şu anda sâdece iktidar. Yargının bağımsızlığına inanan Türkiye’de başka hiç kimse yok. Dünyada da başka kimse yok. Dolayısıyla buna, “Yargı böyle karar verdi” demek mümkün değil Türkiye’de. Bu toplumsal anlamda bir mağduriyet yaratır İmamoğlu için. Bu tür bir mağduriyet İstanbul Belediyesi seçimlerinin ilk turunda da yaşanmıştı ve o mağduriyetin ikinci turda 13 bin 500’den 800 bine giden bir dalga yarattığını, çok daha büyük bir dalgayla kazandığını görmüştük İmamoğlu’nun. Orada bir mağduriyet ve haksızlık vardı; burada o mağduriyet ve haksızlığın çok daha büyüğü de yaşanabilir siyâset konusunda bir yasak getirilirse. O nedenle kısa dönemde zorlayabilir İmamoğlu’nu, fakat uzun dönemde önünü daha da açar diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi bu arada gelen bir habere göre, Kılıçdaroğlu galiba dönüyormuş akşam. Gitmesi bir dert, dönmesi bir başka sorun olacak. Neyse, hızlıca gidelim; ben çünkü şu anda odadan yayın yapıyorum farkındaysan, işyerindeyim; çünkü iki stüdyomuz da dolu. Bugün hakîkaten olağanüstü bir gün ve Medyascope için de olağanüstü bir gün ve bu yayın biter bitmez ben de ana yayına, canlı yayına dâhil olacağım. İmamoğlu’yla ilgili saat 16.00’dan beri arkadaşlarımız canlı yayın yapıyor konuklarla; ben de herhalde karar çıkmış olur, o zaman yorumlayacağım, ama her hâlükârda yasaklı olsa da olmasa da bu dâvâ ᅳki çok uyduruk bir dâvâ aslındaᅳ, yani bu dâvâ İmamoğlu’nu iyice parlattı, ama bu seçime ama bir sonraki seçime. Herhalde bayağı önemli bir figür olacak. Şimdi kara harekâtı meselesini konuşalım. Son konuştuğumuzda, sen de Gönül de net bir şekilde, “Seçimden önce belki olur, ama şimdi olmaz” demiştiniz. Halbuki Türkiye’deki hava çok farklıydı. “Bir gece ansızın gelebiliriz” lâfının her an gerçekleşebileceğini düşünüyorduk ve açıkçası ben sizin bu kadar kendinizden emin olmanıza da biraz şaşırdım, “Acaba riske mi ediyorlar kendilerini?” diye. Öyle bir havaydı ki, meselâ yayın yaptığımız gece harekât olabilirdi; yani öyle bir hava yaratmıştı Erdoğan. Şimdi en son haber ne? Amerikan ordusu Suriye’nin kuzeyinde YPG güçleriyle ᅳki onlar SDG diyorᅳ biliyor musun? Onlarla tekrar devrelere de başlamışlar. Çok açık net karşı çıkışlar geldi. Ne diyorsun? ABD’nin tavır almasıyla mı bu olay en azından şimdilik yattı? Yoksa bir daha olmayacak mı, devredışı mı kaldı bu olay?

Ömer Taşpınar: ABD’nin tavrı önemli; zîra bence Amerika’dan iletilen mesaj gayet netti. Yani “Hava operasyonuna evet, kara operasyonuna hayır” mesajıydı. O nedenle ben Türkiye bu mesajı dinleyebilir diye düşünüyordum; çünkü hava operasyonuna evet, yeşil ışık yakması aslında bir bakıma beklenmedik derecede toleranslı bir davranıştı. Bunun nedenini sorduğumuzda da, “Kara operasyonunun önünü almak” cevâbını alıyordum. Bu Amerika açısından mantıklı bir strateji ve Amerika’nın, Türkiye’nin bu operasyonunu engellemek için elindeki en büyük koz da F-16’ları satmama kartı. Bu konuda geçen hafta da konuştuk, Kongre’deki gelişmeler Türkiye lehine gözükse de, bu karar nihâyetinde siyâsî bir karar olacak ve Biden’ın vetolaması gerekecek. O nedenle Kongre’den negatif bir karar çıkarsa Biden’ın vetolaması da Türkiye’nin Amerikan ulusal çıkarlarına aykırı hareketler yapmamasına bağlı. Burada, Türkiye’nin bu operasyonu Menbiç, Kobani bölgesinde olacak ve Türkiye’nin saldırılarının Amerikan askerlerine yakın bölgelere de gelebilme riski var. Bu hep devam eden bir mesele; Amerika ile koordinasyon olmadıkça bunun yapılması çok zor. Bir de işin içinde Rusya ayağı var. Rusya da bence mutlaka Erdoğan’ın önce Şam’la diyalog kurmasını istiyor; yani bir bakıma Rusya’nın da bâzı şartları var; bunlardan bir tânesi de Esad’la Erdoğan’ın bir şekilde ya telefonda ya bir konferansta bir şekilde konuşmaları. Bu, Rusya açısından da başarı teşkil edecek. Ona da şu anda Erdoğan, her ne kadar zemin hazırlasa da, bence o konu için de henüz erken. Nihâyetinde bir de tabiî Türkiye’nin dış politika meselesi var; iç politikada bu tür harekâtların etkisi birkaç hafta içinde dağılıyor, yani milliyetçi bir dalga yaratıyor fakat o etki kalıcı olmuyor. Dolayısıyla eğer Erdoğan iç politikada bunun meyvelerini toplamak istiyorsa, onun zamanlaması seçimlere daha yakın olmalı diye düşünüyorduk. Şu aşamada da bana göre oraya doğru gidiyoruz. Tabiî içeride Türkiye Erdoğan ile yatıp Erdoğan ile kalkıyor; yani basın Erdoğan’ın her söylediğini aktarıyor, biz burada sürekli Erdoğan’ın ağzından çıkan her şeyi duymuyoruz. Meselâ bu hafta sonu ben Erdoğan’ın konuşmalarını dinlemedim; ama Yunanistan ile ilgili yaptığı konuşma… 

Ruşen Çakır: Tam da onu soracaktım, evet, birdenbire ben de kaçırmışım Ömer ve hattâ bir baktım: Yunan basınındaki tepkiler falan. “Ya, bunu ne zaman söyledi? Kabine sonrası mı?” dedim. Meğer hafta sonu söylemiş, yani kaçırmaya gelmiyor! 

Ömer Taşpınar: Yani evet, hafta sonu zannediyorum Samsun’da gençlerle buluşma diye bir video gördüm ben, öyle bir toplantıda söylüyor bunu. Tabiî yani Türkiye’de bu tür konuşma ve Türkiye’nin başındaki tek adam böyle şeyler söylediğinde, “Atina’yı vururuz tabiî” gibi bir lâf ettiğinde veya “Suriye’ye her an girebiliriz” dediğinde, bunu tabiî ki kamuoyu belirli açılardan ciddîye alıyor, ama dünya o kadar ciddiye almıyor. Yani ciddîye alan meselâ tabiî ki Yunanistan var; ama bana göre Yunanistan da alışıyor yavaş yavaş Türkiye’den gelen böyle çıkışlara ve işin ilginci Amerika da yavaş yavaş alışıyor. Yani Türkiye“nin bu yaptığına provokasyon diyor, kınıyoruz diyor; ama bir alarma geçmiyor, “Acaba Türkiye Tayfun füzelerini Atina üzerinde kullanacak mı?” diye. Yani Erdoğan’ın ilginç bir siyâset tarzı var; yani nev’i şahsına münhasır bir konuşma stili var. Bu bâzen siyâsette, yani kahve toplantılarında, belki miting meydanlarında geçerli olabiliyor; ama uluslararası ilişkilerde, her kelimenin önemli olduğu bir ortamda bu kadar sert, yani “züccâciye dükkânındaki bir fil” gibi konuşmak tabiî ki dünya kapsamında bakıldığında, yani “Erdoğan gene konuşuyor” diyorlar, ama Türkiye’nin başındaki liderin nasıl bir ruh hâli içinde olduğu, neler yapabileceği konusunda endîşeler yaratıyor. Dediğim gibi, bu, Amerikan resmî otoritelerinde bir panik yaratmıyor; fakat şunu söyleyebilirim: Meselâ Washington’da think tank’lerde son zamanlarda, “Türkiye ve Yunanistan arasında Ege’de veya Doğu Akdeniz’de bir çatışma doğarsa Amerika ne yapar?” konulu tartışmalar daha arttı. Yani: “Bunun riskleri nedir? Amerika nasıl müdâhale etmeli? Bunun Türkiye boyutu ne olur? Yunanistan boyutu ne olur” yönünde konuşmalar, sempozyumlar, fikir tartışmaları, yazılar çok arttı. Dolayısıyla Türkiye’nin, Erdoğan’ın kullandığı bu ton bir bakıma bana göre basında ve araştırma kuruluşlarında ciddîye alınıyor; fakat ülkeler çapında o kadar da ciddîye alınmıyor. Ciddîye alınan mesele bana göre Erdoğan’ın aslında yaptıkları — söyledikleri değil yaptıkları. Neler yapıyor Erdoğan? Erdoğan’a baktığımızda, çok çabuk geri adım atabilen bir siyâsetçi. Yani bir sürü konuda çok rahat geri adım attı. Bunu Suudî Arabistan’la ilişkilerde gördük; Birleşik Arap Emirlikleri’yle ilişkilerde, Mısır’la ilişkilerde, İsrail’le ilişkilerde gördük. Fakat benim ilgimi çeken bir konu, Yunanistan konusunda bunu görmüyoruz. Yunanistan konusunda henüz frene basmıyor, geri adım atmıyor. 

Ruşen Çakır: Çünkü Ömer, sanki biraz burada şöyle bir şey olabilir — yani bu konuların uzmanı sizsiniz, ama bu yeni konu, tâze konu, diğerlerinin hepsini eskitti; yani meselâ Mısır, biliyorsun kaç yıllık mesele, ya da Suriye ya da İsrail. İsrail’inki one minute’a kadar gidiyor. Birleşik Arap Emirlikleri var; Yunanistan meselesi belki bir yıl bile değil, yani özellikle de solun iktidârı kaybetmesinden sonra adım adım gelişti — ki ilk aşamalarda, Miçotakis’in ilk dönemlerinde de yoktu ve bence bunun henüz tam tadını almadı, öyle söyleyeyim. 

Ömer Taşpınar: Olabilir Ruşen. Fakat yani Doğu Akdeniz’de gaz yataklarının çıkması, Yunanistan ile Kıbrıs üzerinden yaşanan sorunlar, yani genelde baktığımızda Türkiye’nin Kardak krizi gibi krizleri, aslında bu yapısal bir mesele Türk-Yunan ilişkilerinde. Yani tabiî ki senin dediğini anlıyorum, şu anki konu tâze bir konu; fakat baktığımızda, bu meseleye Türkiye’de “millî dâvâ” olarak bakabilen bir kesim var. Yani Suriye’ye, İsrail’e, Suudî Arabistan’a, Birleşik Arap Emirlikleri’ne millî dâvâ olarak bakılmıyor. Bu, Erdoğan’ın İhvan, Müslüman Kardeşler ve Arap baharındaki yanlış politikaları çerçevesinde geri adımlar olarak görülebilir. Yani sen şimdi bana belki diyeceksin ki gene Avrasyacı damarın tuttu, Avrasyacılar’ı konuşacaksın. Ama bana göre içeride Erdoğan’ın kurduğu koalisyonun bir ayağı, Avrasyacılar’la bir koalisyon — “Avrasyacı” derken de bir bakıma Mavi Vatan ve TSK içindeki kesimden bahsediyorum, Hulusi Akar’dan bahsediyorum. Türkiye’nin aslında her şeye rağmen bir askerî-sivil bürokrasisi var; o askerî-sivil bürokrasinin gözünde Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Mısır ile çatışması gereksizdi. Ama Yunanistan’ın adaları silâhlandırma politikası, Kıbrıs meselesi, bunlar bu Avrasyacılar’ın gözünde çok daha ciddî bir mesele. Orada geri adım atması bana göre biraz da o nedenlerle. Yani içerideki koalisyonun MHP boyutu da var; ama dediğim gibi bunun TSK boyutu, Ulusalcılar ve bir bakıma Avrasyacılar — Hulusi Akar’ı da katıyorum ben buna; çünkü Hulusi Akar şu anda Türkiye’de bana göre Genelkurmay’ı temsil ediyor, yani Genelkurmay’ın bakış açısını temsil ediyor. Bu koalisyonun içinde Yunanistan’a bakış çok sert ve Yunanistan’a Adalar konusunda, Kıbrıs konusunda, Doğu Akdeniz konusunda herhangi bir şekilde tâviz vermek söz konusu değil. Bunun yanına bir de şunu eklemek lâzım — o da belki benim biraz korkan ve komplocu tarafım: Türkiye’de eğer Erdoğan seçimleri kaybedeceğine inanırsa, acaba bir şekilde bir delilik yapar mı? Yani Yunanistan’a savaş açmaz, ama “Türkiye’yi Kardak krizi tipi bir krize götürüp olağanüstü hal îlân eder mi?” diye bir korkum var, bir endîşem var. Bu çok gerçekçi olmayabilir; bir ihtimal verecek olsam, buna ben belki yüzde 20-30 ihtimal derim. Fakat Batı’da da konuşulan bir mesele olduğu için burada dile getirmek istiyorum. Erdoğan’ın kaybedeceği seçime girmeyeceği yönünde böyle bir beylik söylem var Batı’da. Bu neden dediğimizde, “Nasıl olabilir böyle bir şey?” dendiğinde, Yunanistan meselesi ve bir ada üzerinden bir kriz yaratıp, savaşa gitmeden bir kriz yaratmak, yani Kardak krizini hatırlıyorsun, yaşı uygun olanlar hatırlar, yani bir şekilde orada bir formül bulunmuştu savaşın köşesinden dönülmüştü, ama mobilizasyona geçmişti. Hatırlamıyorum olağanüstü hal îlân edilmiş miydi? Fakat bu tür bir ortamı Türkiye’de hazır tutmak, yani Yunanistan’la her an sanki bir sorun yaşanabilir ve bu nedenle de işte Türkiye’de olağanüstü hal îlân edilebilir, belki de seçimler bir süre ertelenebilir gibi bir senaryo. Dediğim gibi bu bana çok gerçekçi gelmiyor; çünkü seçimler böyle bir şey nedeniyle ilelebet ertelenemez, fakat Türkiye de bunun olağanüstü bir durum olacağı, Yunanistan ile böylesine savaşa doğru gitme potansiyelinin olduğu küçük bir kriz yaratmak ve bunu olağanüstü halle bir şekilde taçlandırıp seçimleri ertelemek gibi bir senaryo; yani bu Suriye çapında olmaz, Suriye’ye yapılan bir operasyonla bu gerçekleştirilemez bence; çünkü Suriye operasyonu üç tâne yapıldı şu âna kadar ve Türkiye’de bir olağanüstü hal îlân edilmedi, ama Yunanistan ile yaşanacak bir krizde işin içine NATO, Amerika gireceği için tırmanma riski uluslararası açıdan yeni, senin deyiminle “tâze” bir kriz olacağı için oradan bir olağanüstü hal çıkabilir ve bunun iç siyâsette etkileri, ya milliyetçi bir dalga olur, o işine yarayabilir, ya da ümitsizse Erdoğan seçimleri iptal bile edebilir. Bu arada yani şunu da konuşalım; bugün için sözleşmedik, ama enflasyon düşüyor dünya genelinde. Erdoğan da Türkiye’de enflasyonun düşeceğinden bir şekilde ümitli; gerçi bu konuda hep fazlasıyla optimist beyanlar veriyor, fakat yani Haziran’a geldiğimizde ekonomik ortamın biraz da rahatladığı bir ortamda seçimin iptal edilmesi gibi bir şey söz konusu olmaz. O nedenle bundan küçük bir ihtimal olarak bahsediyorum. Bana göre enflasyondaki düşüş, Amerika’da ve dünya genelinde petrol fiyatlarındaki düşüş Türk ekonomisine de olumlu, daha düşük bir enflasyonla yansıyacaktır. Erdoğan da, “Bakın, ekonomik politikalarımız…” ᅳhattâ kendisinin o çok övdüğüᅳ “fâizlerle ilgili politikalarımız işe yarıyor” diyerek de girebilir seçimlere.

Ruşen Çakır: Ömer, biraz hızlı geçelim. Son olarak şu savaşı konuşalım: Amerika Birleşik Devletleri’nin Ukrayna’ya Patriot vermesi söz konusu. Bu bayağı kritik bir karar olacağa benziyor. Netleşti mi ve bu neyi nasıl değiştirir?

Ömer Taşpınar: Netleşmedi. İsmini vermeyen yüksek seviyedeki yetkililerin beyanları üzerinden giden basın haberleri üzerinden yorum yapıyoruz burada. Fakat bir ivme var bu konuda; yani Patriot’ların verilmesi konusunda bir ivme var. Bunlar eğer Amerika’nın kendi elindeki Patriot ise gelmesi daha uzun süre alabilir; zâten yapılma meselesi varsa yani bunun üretilmesi gerekecekse bir iki yılı bulabilir. Ama acil olarak, ki gerekiyor bu Ukrayna’ya, acil olarak gerekiyorsa o zaman Polonya üzerinden veya Almanya üzerinden aktarma yapılabilir Patriot’ları. Neden bu konuşuluyor şu anda? Çünkü savaşta yeni bir aşamaya geldik. Savaşta Ukrayna ordusunun oradaki sâha başarılarına karşı Rusya’nın sivil enerji ağlarını sabote eden yüksek yoğunlukta füze saldırılarına mâruz kalan bir Ukrayna ekonomisi var. Şu anda Ukrayna’nın bir sürü şehrinde geceleri karanlık, elektrik yok, ısı yok ve sonuçta altyapısı çökmüş bir duruma doğru gidiyor. Yani bir yandan bu enerji ağlarını vurma, elektrik ağlarını vurma; öte yandan altyapıyı çökertmeye çalışması… bütün bunlar Rusya’dan gelen füzelerle oluyor ve bombalamalarla oluyor. Bu füzelere karşı bir füze savunma sistemi gerekiyor. Rusya’nın kullandığı uçaklar veya füzelere karşı da Amerika’nın elindeki Patriot’lar etkili olabilir. Dolayısıyla Ukrayna bir yandan sanki savaşı kazanıyor gibi gözüküyor, yani en azından Rusya’ya önemli cephelerde yenilgiler tattırdı ve bunları başarılı olarak gösterebiliyor. Gerçekten de sâhada bir başarısı var Ukrayna ordusunun; fakat Ukrayna ekonomisi ve Ukrayna halkının morali çökmüş durumda ve bu Rusya’ya da uzun dönemde bir başarı getirebilir. Ona karşı ne yapılabilir meselesine verilen cevap: İşte şu anda Ukrayna’ya daha ciddî füze savunma sistemi gerekiyor. Fakat bu füze savunma sistemi bir savunma sistemi. Amerika, Ukrayna’nın yüksek yoğunlukta ve uzun menzilli saldırılara geçmesini istemiyor; bundan bir hafta önce veya on gün önce, Moskova’ya sâdece iki yüz kilometre uzaklıkta olan bir askerî depo Ukrayna tarafından vuruldu. Ukrayna’dan gelen drone’lar tarafından vuruldu. Rusya toprakları içinde Ukrayna’nın yaptığı bâzı saldırılar var. Amerika da bunları desteklemiyor. Yani Amerika’nın korkusu, “Eğer Ukrayna’ya biz uzun menzilli füze verirsek; füze savunma sistemi değil uzun menzilli saldırı yapabilecek füze verirsek veya roketatar verirsek, bunları Ukrayna, Rusya topraklarında da kullanabilir, Rusya’ya kendi topraklarında saldırı düzenleyebilir” korkusu. O nedenle aslında bir yandan Ukrayna’yı askerî açıdan dengede tutmak istiyor; ama bir yandan da Amerika Ukrayna’nın kendisini şu yoğun Rusya füzelerinin enerji ağını çökertmesinden, korumasını da istiyor. O nedenle Patriot’lar gündemde ve benim tahminim bu önümüzdeki iki üç ay içinde gerçekleşebilir ve Rusya’yı bir bakıma zorlar; çünkü Rusya’nın şu anda elindeki önemli koz, Ukrayna ekonomisini bu tür füzelerle paralize etmek.

Ruşen Çakır: Ömer, bu arada Ekrem İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay 15 gün ceza verilmiş siyâsî yasak kısmı henüz netleşmedi, birazdan o da netleşir. Gerçekten bir akıl tutulması yaşıyor Türkiye. Ortada tabiî ki bir hukuk devleti falan yok, onu biliyoruz; ama karârın siyâseten alınması bir acayip. Bakalım ne olacak? Bugün ilginç olacak. Tabiî ki Ekrem İmamoğlu Saraçhâne’ye çağırdı, insanlar toplandı, o bir konuşma yapacak. Herhalde çok önemli bir konuşma olacak. Meral Akşener belki konuşur, bilmiyoruz ya da yanında fotoğraf verecek en azından. İlginç bir döneme girdik; yeniden Allah sonumuzu hayır etsin diyelim. Ama biz “Transatlantik” gemisini yüzdürmeye devam ediyoruz.

Ömer Taşpınar: Keşke Türkiye’de ana akımda Medyascope gibi bâzı medya kuruluşları olsa da Erdoğan’a bu soruyu sorabilseler: “Sizin başınıza gelenler şu anda Ekrem İmamoğlu’nun başına geliyor, o da İstanbul’u kazandı, ne diyorsunuz?” diye biri sorabilse bunu. 

Ruşen Çakır: Evet, belki bir gün sorarız, biz sorarız. Evet Ömer, çok teşekkürler, Gönül’e de selâmlar. Evet, “Transatlantik”i böyle hızlı bir şekilde yaptık. Ömer Taşpınar’a çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.