Altılı Masa nihayet halaya durdu mu?

Altılı Masa’nın liderleri, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis cezası üzerine Saraçhane’de ortak miting düzenlendi. Mitinge çok sayıda vatandaş katılırken İmamoğlu, Altılı Masa’nın beş lideri ve Saadet Partisi Genel Başkanvekili Sabri Tekir konuştu. İktidara seslenen İmamoğlu, “Öyle kolay kaçmak yok” dedi.

Saraçhane’deki ilk ortak mitingin ardından Altılı Masa nasıl bir yol izleyecek? Altılı Masa böyle devam edebilecek mi? Yakaladıkları ivmeyi koruyabilecek mi? Son aylarda iktidar lehine esen rüzgarın kendilerine dönmesinin avantajından faydalanabilecek mi?

Ruşen Çakır yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Aranızda izleyenler olmuştur; Türkiye Raporu Direktörü Can Selçuki’yle çok da ilgi gören bir yayın yaptım. Özellikle endîşeli muhâfazakârlar üzerinden hareket ettik; ama seçmen eğilimleri üzerine kapsamlı bir yayın yapmıştık. Orada Can’a Altılı Masa’yı sorduğumda çok güzel bir tespit yapmıştı. Demişti ki: “Altılı Masa iyi, güzel; ama henüz halaya geçmedi, halay oynamıyor. O zaman işin rengi değişecektir, adaydan bağımsız olarak. Aday da önemli; ama esas olan birlikte bir şeyler yapmaları”. Ben de bunu daha sonra İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ile yaptığımız yayında Can’a referans vererek Meral Akşener’e sordum: “Böyle diyor Can. Ne zaman halaya duracaksınız?” diye sordum. O da aceleleri olmadığını, her şeyin kontrol altında olduğunu söyledi. Ama benim beklediğim cevap tam da o değildi. Beklediğim cevap daha sonra Saraçhâne’de geldi. Saraçhâne’de çarşamba günü bir başkaydı; ama esas olarak perşembe akşamüstü beş liderin, bir de Temel Karamollaoğlu hasta olduğu için ona vekâleten Sabri Tekir’in katıldığı, tabiî ki Ekrem İmamoğlu’nun ön planda olduğu o buluşma, bir halaya durma olarak tanımlanabilir. Hattâ bu yayınları tâkip eden bâzı izleyicilerimiz, Medyascope’tan canlı verdiğimiz bu Saraçhâne toplantısı hakkında chat bölümünde aynen, “Buna halaya durmak diyebilir miyiz?” diye sordular bizim yayınlara referans vererek. Evet, gerçekten bu oldu. Daha önce birlikte kamuoyunun karşısına çıkmak için başka fırsatlar vardı. Bu fırsatlara çok fazla îtibar etmediler. Örneğin mâden fâciasında bu olabilirdi ya da Beyoğlu’ndaki terör saldırısının ardından bu olabilirdi ya da yaptıkları o Altılı Masa toplantılarının öncesinde ya da daha çok sonrasında birlikte fotoğraf vermek, birlikte halka hitap etmek yoluna gidebilirlerdi. Hep bir şekilde bunlar atlandı.

Ama son Ekrem İmamoğlu olayında işin rengi değişti. Nihâyet Altılı Masa’yı halaya kim kaldırdı? Cumhurbaşkanı Erdoğan. “Ondan habersiz yapıldı, ona komplo kuruluyor” vs. gibi uyduruk komplo teorilerine îtibar etmemenizi öneririm. Böyle bir dâvânın, böyle bir önemli karârın, siyâsî sonuçlara yol açacağı belli olan bir karârın Erdoğan’ın bilgisi dışında, Erdoğan’ın haberi olmadan, hattâ Erdoğan’a zarar verecek şekilde çıkmasının imkânı yok. Burada şu ya da bu nedenle, öncelikle tabiiî ki İstanbul’u kaybetmiş olmanın verdiği bir öfkeyle, bir rövanş ve intikam duygusuyla; ama belki de muhâlefeti iyice karıştırmak için, başka başka nedenlerle bu hamle yapıldı. Çok sıradan bir olaydan, suç olmadığı belli olan bir olaydan çok ağır bir cezâyla, yargılanması bile söz konusu olmaması gerekirken çok ağır bir cezâyla Ekrem İmamoğlu’nun hem belediye başkanlığı hem de siyâsî hayâtı sonlandırılmak isteniyor. Böyle bir hamle yaptı Erdoğan, buna izin verdi ve buna izin vererek birçok şeyi birden tetikledi. Ne oldu? Öncelikle Ekrem İmamoğlu’nun siyâsî olarak önünü alabildiğine açtı. Yani yok etmek istediği birisinin önünü açtı. Bu anlamda İmamoğlu’nun bu yaşadığını zamânında Erdoğan’ın yaşadığıyla benzeştirmek bence hiç de haksız değil, hiç de isâbetsiz değil. Fazlasıyla isâbetli bir şey. Zamânında Erdoğan’a şiir okudu diye cezâ verenler, onun daha sonra ülkeyi 20 yıl ᅳve bunun özellikle son yıllarını tek başınaᅳ yönetmesinin de önünü açmışlardı. Bu dâvânın, ona yapılan bu hukuksuzluğun Ekrem İmamoğlu’nun önünü açtığı kesin; ama bunun ne gibi sonuçlar doğuracağı tabiî ki birçok faktöre bağlı. Öncelikle İmamoğlu’nun kendisinin göstereceği performansa bağlı. Bunu özellikle bir yere yazmamız lâzım. Yani: 1) İmamoğlu, 2) Masa’nın kendisi, yani muhâlefet. Muhâlefetin üzerindeki ölü toprağı atıldı. O nasıl oldu? Orada tabiî ki İmamoğlu’nun hakkını vermek lâzım. Mahkemeye gitmedi, onun yerine insanları mahkemenin karar için toplanacağı saatte Saraçhâne’ye, belediyeye çağırdı ve ardından karârı orada kendisine destek veren insanlarla berâber karşıladı ve yanında Meral Akşener vardı. Tabiî orada işin rengi biraz değişiyor, birazdan buna geleceğiz. Meral Akşener’in kendi partisinden olmasa da desteklediği bir isim. Mâlûm, yerel seçimde Millet İttifâkı olarak girildi ve İYİ Parti de İmamoğlu’na destek verdi. Onun kazanmasında İYİ Parti’nin de rolü çok büyük. Geldi ve burada büyük bir dinamizm, muhâlefeti, hattâ Altılı Masa’yı da aşan bir dinamizm. Çünkü HDP de İşçi Partisi de Memleket Partisi de, Türkiye Değişim Partisi de ᅳbaşka partiler de varᅳ İmamoğlu’nun yanında yer aldılar, ona destek verdiler ve bir ölü toprağı üzerinden kaldırıldı. Bir gün sonra da perşembe günü, Kılıçdaroğlu’nun da Berlin’den dönmesiyle berâber ᅳçarşamba gecesi döndü, dönmeden önce perşembe günü yine Saraçhâne’de bütün Altılı Masa’nın katılacağı bir buluşmanın dâvetini yaptı ve o buluşmada olduᅳ, perşembe günü ilk defâ Altılı Masa’yı böyle somut bir konuda bir arada gördük. Herkes üç aşağı beş yukarı eşit söz hakkı aldı. Sırayla, yine alfabetik sırayla liderler sahneye çıktılar, konuşmalarını yaptılar. Hepsi farklı farklı konuşmalar yaptı ve halay başladı. Ama böyle devâm edecek mi, edebilecek mi? Şimdiki soru bu. 

Evet, halaya durdular. İktidar onları zâten güçlü bir şekilde bir araya getirmişti, güçlü bir şekilde sokağa da taşıdı. Çok haklı bir zeminde, hiç îtiraz olmayacak bir zeminde, bir mağdûriyet üzerinden bir araya getirdi ve onların o konuşmaları peş peşe yapmalarını sağladı. Her bir lider, Saadet Partisi yetkilisi Genel Başkan vekili Sabri Tekir de dâhil olmak üzere kendilerini gösterdiler. İzleyicilere de, her partiden muhâlefete, Altılı Masa’ya destek veren, Altılı Masa’nın da ötesinde Altılı Masa partileri dışında da olsa kendini muhâlif hisseden çok sayıda kişiye hitap ettiler ve halay başladı. Ama halay böyle devam edebilecek mi? Başladığı andan îtibâren sorunla başladı ve iktidar da bu sorunları alabildiğine derinleştirmeye çalışıyor. Örneğin Devlet Bahçeli, bu olayların bir Meral Akşener-Ekrem İmamoğlu komplosu olduğunu ileri sürüyor. Farklı farklı kesimlerden çok kişi buna benzer şeyler söylüyor. Ortalığı karıştırmak istiyorlar. İşin ilginç yanı Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklediğini söyleyen bâzı kişiler de bu tür komplo teorilerine inanma eğiliminde. Bunu görmek mümkün. Yaptığımız yayınlara gelen bâzı tepkilerden bunu görüyorum. Burada tabiî çok önemli bir husus var; o da çarşamba günü Kılıçdaroğlu’nun Berlin’de, Meral Akşener’in Saraçhâne’de olması, yani mahkemenin olduğu gün Kılıçdaroğlu’nun Almanya’ya gitmiş olması. Bunun çok ciddî bir hatâ olduğu görüşümü daha ilk andan îtibâren dile getirdim ve bunun bir hatâ olmadığını kanıtlayabilecek herhangi bir husus çıktığı kanısında değilim. Kılıçdaroğlu’nun daha sonra Halk TV yayınında söylediği, “Biz beraat bekliyorduk” açıklaması da bu hatâyı telâfî etmiyor; hattâ tam tersine daha da derinleştiriyor bana göre. Yani böyle bir Türkiye’de, böyle bir dâvâda beraat çıkacağını düşünmek, buna göre hareket edebilmek pek akıl kârı değil. 

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Kılıçdaroğlu’nun daha sonra, döndükten sonra, özellikle perşembe günü akşam yaptığı konuşma da kendisinin hâlâ bu olayın etkisinden tam olarak kurtulabildiğini bence göstermiyordu. Çünkü bu olay, olayın kendisi Ekrem İmamoğlu’nun önünü açtığı gibi, Kılıçdaroğlu’nun o sırada burada olmamasıyla berâber yaşanan travma, o travmatik etki, Kılıçdaroğlu’nun adaylık iddiasını da çok ciddî bir şekilde zora soktu. Böyle ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Burada bu sorunu muhâlefetin kendi içerisinde, özellikle CHP’nin kendi içerisinde çözmesi gerekiyor. Dün, izlemediyseniz muhakkak izlemenizi tavsiye ederim: Bekir Ağırdır ile yaptığımız yayında Bekir Ağırdır, CHP tarafından belediye başkanlarının ᅳsâdece İmamoğlu değil aynı zamanda Mansur Yavaş’ın daᅳ dâhil edileceği birtakım süreçlerle bu konunun artık halledilmesi gerektiğini söylüyor. Öncelikle mesele, CHP’nin kendi meselesi. Çünkü adaylık için CHP’de adı geçen üç kişi de ᅳtabiî öncelikle Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğluᅳ, oturup kendi aralarında ᅳnasıl yapacaklar, nasıl edecekler bilmiyorum amaᅳ bu olayı artık bir sonlandırmaları gerekiyor. Kılıçdaroğlu da Masa’ya kendisini mi önerir, İmamoğlu’nu mu Mansur Yavaş’ı mı bilemiyorum, o CHP’nin oluşturduğu mutâbakattan hareketle Masa’ya artık bir şey söylemesi ve herkesin ona göre hareket etmesi; öncelikle CHP’nin, ardından Altılı Masa’nın senkronize bir şekilde hareket etmesi lâzım. İşte o zaman bu halay coşkulu bir şekilde devam edebilir. 

Ekrem İmamoğlu aday gösterilse de gösterilmese de ona yaşatılan mağduriyet muhâlefetin son derece işine yarayacak. Bunu açıkça görmek lâzım. Burada komplo teorileri vs.’nin hiçbir anlamı yok. Nasıl İstanbul seçimleri saçma sapan gerekçelerle tekrarlandı ve alabildiğine ara açıldıysa, burada da Ekrem İmamoğlu’na, hiçbir şekilde açıklanamayacak, îzah edilemeyecek bahânelerle cezâ verilmesinin sandıkta bir hesâbı olacaktır. İnsanların bu hesâbı sorması için illâki aday olarak karşısında Ekrem İmamoğlu’nu görmesi gerekmiyor. Önemli olan şu: Aday kim olursa olsun, şu anda yargı eliyle, taraflı ve siyâsallaşmış yargı eliyle mağdur edilmiş Ekrem İmamoğlu, bu süreçteki kampanyada aktif bir şekilde yer alırsa, muhâlefetin adayının işi alabildiğine kolaylaşacaktır. Tekrar ediyorum: Bu aday İmamoğlu da olabilir, Kılıçdaroğlu ya da Mansur Yavaş da. Önemli olan burada muhâlefetin o mutâbakata varabilmesi. Şu anda çok uygun bir durumla karşı karşıyalar. Çok büyük bir fırsat yakalamış durumdalar. Bu fırsatı Erdoğan onlara sundu. Dikkatinizi çekerim, son dönemde, “Erdoğan toparlıyor mu?” soruları çok vardı. Anketlerde AKP’nin ve Erdoğan’ın oylarının arttığı, kararsızların bir kısmının tercihlerini Erdoğan ve AKP’den yana yaptığı şeklinde değerlendirmeler oldu. Seçim ekonomisi uygulamaları yapıldı ve yapılacak. Bütün bunlarla berâber muhâlefetin de kendi içerisinde hâlâ sorunlarla uğraşıyor olmasıyla birlikte dengeler değişiyor mu diye bir soruyla karşı karşıyaydık ve birden bu hamleyle, bu yargı darbesiyle işin rengi tekrar muhâlefetin lehine bâriz bir şekilde döndü. Şu anda muhâlefetin önünde böyle bir seçenek var. Bu fırsatı sonuna kadar değerlendirecek mi? Yoksa iktidârın da teşvik ettiği, o yaydığı spekülasyonların etkisinde kalıp hedefini iktidar değil de kendi içerisinde birtakım iktidar savaşlarına mı yönelecek? Esas soru bu olacak. Şu hâliyle bakıldığı zaman, an îtibâriyle bakıldığı zamân muhâlefetin önü yeniden alabildiğine açılmış durumda. Ama bunu yine, “Kim aday olacak? O onunla birleşti, bunu tasfiye etmek istiyor” vs. gibi, özellikle de çok da fazla yetkisi olmayan birilerinin gerçek adlarıyla ortamı trollemesiyle berâber, olay tekrar muhâlefetin aleyhine bir yere doğru dönebilir. Buradaki meselenin tabiî ki eninde sonunda adayın kim olacağı meselesi olduğu ortada. Fakat CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bu son olayda yaşadığı “sıkıntıları” diyelim hadi, en yumuşak ifâdeyle, sıkıntılardan bir an önce arınıp, delikanlı bir şekilde bunu pozitif bir enerjiye dönüştürme imkânına sâhip. Ama ona mahkeme günü Berlin’de olmasında bir sakınca olmadığını söyleyen kişiler, yine aynı kişiler eğer bugün aynı perspektifle yaklaşırlarsa, buradan sonuçta muhâlefet, Altılı Masa istediği sonucu elde edemeyebilir. Şu hâliyle yakalanmış çok elverişli bir durum var. Hani ne diyorlar? “Momentum” söz konusu. Bunu heder edebilirler; ama buradan çok coşkulu bir halayı seçim gününe kadar sürdürebilirler ve böyle bir durumda iktidârın yapabileceği çok fazla bir şey yok. 

Tekrar şunu vurgulamak istiyorum: Ne zamandır, “Aday ne zaman açıklanacak?” sorusu ve Altılı Masa’nın söylediği, “Seçim târihi belli olsun iki gün içinde açıklarız” sözleri arasında tıkanmış bir durum var. Şahsen uzun zamandır adayın bir an önce açıklanması gerektiğini savunuyorum. Muhâlefet açısından bunun en hayırlısı olduğunu düşünüyorum. Aday kim olursa olsun hiç önemli değil, yıpratılır vs… Bunların çok ciddî bir mesele olduğu düşüncesinde değilim. Aday açıklanmadığı süre içerisinde muhâlefetin birbirini adaylık tartışması üzerinden yıpratmasının iktidârın çok işine yaradığı kanısındayım. Bu bağlamda Devlet Bahçeli’nin söylediği gibi, “Hadi bir an önce adayınızı açıklayın” ya da Erdoğan’ın söylediği gibi, “Hadi açıklayın” çağrılarının bir aldatmaca olduğu kanısındayım. Onlar mümkün olduğu kadar ismin açıklanmasının gecikmesini ve gecikirken de muhâlefetin enerjisini, “Kim aday olsun?” tartışmalarıyla harcamasını tercih ediyorlar. Şu hâliyle bakıldığı zaman, Kemal Kılıçdaroğlu olaya hızlı bir şekilde el koyar ve adaylık meselesini önce CHP içerisinde, ardından Altılı Masa nezdinde çözerse bu kendileri için en hayırlısı olacaktır ve Türkiye’nin önünü görmede işlerimiz son derece kolaylaşacaktır. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.