Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“AB’nin ‘güvenlikçi’ göç politikaları, aksine, insan kaçakçılığı endüstrisini besliyor” – Gönüllü kurtarma dalgıcı Sean Binder ile söyleşi

Eğitimli bir kurtarma dalgıcı olan Sean Binder ve Suriyeli mülteci ve aktivist Sarah Mardini, 2016-2018 yılları arasında Yunanistan’ın Midilli adasına ulaşmayı başaran mültecilere yardım ettikleri için, kurtarma faaliyetlerine gönüllü olarak katıldıkları sivil toplum örgütünün diğer 22 çalışanıyla birlikte Yunanistan’da yargılanıyorlar. Binder ve Mardini’nin hikayesini geçen yıl, haklarındaki suçlamalarla ilgili ilk duruşma görüleceği gün Dünyanın Gidişi programıma konu etmiştim. 18 Kasım 2021 tarihli o ilk duruşma, prosedürel eksiklikler gerekçesiyle 10 Ocak 2023’e ertelendi. Bu duruşma öncesinde Sean Binder ile konuştum. Binder mülteci sorununu hak odaklı değil güvenlikçi bir yaklaşımla ele alan ve sığınmacılara insani yardım götüren sivil toplum gönüllülerini de mesnetsiz suçlamalarla yıldırmaya çalışan Avrupa Birliği ve üyesi devletleri, kendi yasalarına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uymaya davet ediyor. Binder, mülteci sorununun güvenlikçi bir yaklaşımla, sınırları kapayarak, geri itmelere başvurarak ve mültecileri üçüncü ülkelere göndererek neden çözülemiyeceğini de anlatıyor. Sean Binder ile İngilizce yaptığım mülakatı Türkçe altyazı seçeneği ile yayınlıyoruz.

Yayın metni:

IŞIN ELİÇİN (IE): Herkese merhaba.

Denizde ya da karada zor durumdaki insanlara yardım etmek hem ahlaken hem de yasal olarak bir zorululuktur. Yapılması doğru olan şeydir. Böyle bilinir. Ama Avrupa’nın pek çok ülkesinde mültecileri kurtarmış, onlarla dayanışma göstermiş insani yardım çalışanları suç işlemekle itham ediliyor. Haklarında açılmış davalar var. Bu kişilerden biri, 2017-2018 arasında Yunanistan’da bir sivil toplum kuruluşununun gönüllüsü için çalışan Sean Binder ve Sean bu yayında konuğum. Hoş geldin.

SEAN BINDER (SB): Hoş buldum. Teşekkürler.

IE: Sean 2018 yılında Yunanistan’da gözaltına alındın ve 100 küsur gün cezaevinde tutuldun. Seninle beraber, seyircilerimizin “Yüzücüler” isimli Netflix dizisi vesilesiyle tanıdığını sandığım Sarah Mardini de gözaltına alınmıştı. Aynı STK’da çalışan Sarah, sen ve 22 kişi daha yargılanıyorsunuz değil mi Yunanistan’da açılan davada.

SB: Doğru. Evet. Sarah ve ben iyi arkadaşlarız. İkimiz ve Yunan vatandaşı olan arkadaşımız Nassos, hepimiz, Emergency Center International adlı STK için çalışıyorduk. Sarah ve beni 2018’de tutukladılar ve çok ağır suçlamalar yönelttiler: Ülkeye yasadışı girişe yardım etmek, suç örgütü üyesi olmak, para aklamak, sahtecilik, radyo frekanslarını yasadışı kullanmak, hatta çocukluk hayalim olan casuslukla bile suçlandık. Bu suçlardan herhangi birinden suçlu bulunursak, 20 yıldan fazla hapis cezası almamız sözkonusu ve dava öncesinde üç buçuk ay cezaevi tutukluluğumuz var. Bu dava ile ilgili akılda tutulması gereken en önemli şey, kanımca, davalılar olarak epey kalabalık, 24 kişi olmamıza rağmen, ben sadece içlerinden biriyim. Avrupa’nın dört bir yanında Avrupa yasalarının yapmamızı söylediği şeyi yaptığı için hakkında dava açılmış çok fazla sayıda insan var.

IE: Bu davalara dair sorular da sormak istiyorum ama sizinkine dönersek. Aleyhinizde soruşturma açılalı 4 yıl oldu ve 10 Ocak’ta görülecek olan sadece ikinci duruşma. Çok yavaş işlemiyor mu süreç. Dört yıl uzun zaman. Sizi arafta tutuyorlar, STK’nız çalışamıyor… Yunan makamlarının sizi yargılaması neden bu kadar uzun sürüyor?

SB: Eğer iddia edildiği gibi ben insan kaçakçılığı ve casusluk yapan bir şebekenin lideri olsam, yetkililerin beni bir an önce hapise atmak isteyeceklerini düşünürsünüz değil mi? Ve eğer kanıtları da varsa, davayı bir an önce sonuçlandırmaları beklenir.  Yıllardır bekliyor oluşumuzun sebebi, kanımca yetkililerin emin olmayışı. Çünkü biliyorlarki “casusluk” yaptı deseler, kanıt diye ellerinde whatsapp yazışması var. Hiçbir mahkeme bunu delil saymaz. İnsan kaçakçılığı yaptığım iddia ediliyor. 12 kez yasadışı girişe yardım etmişim. Ama biliyorlar ki bu iddanın da dayanağı yok çünkü altı seferinde zaten Yunanistan’da dahi değildim, diğer altısı için de yetkililerle iletişim halinde olduğumu kanıtlayabiliyoruz. Dolayısıyla tüm suçlamalar boş.

IE: Türkiye’deki siyasi durum nedeniyle çoğumuz bu tür dayanaksız, uydurma suçlamalara, mesnetsiz iddialara alışığız. Bir de şuradan bakalım. Sizi neden aklamıyorlar, ya da suçlamaları geri almıyorlar? Bana kalırsa, böyle tam yargılama yapmadan, iddianamelerle sizleri arafta tutmak, örgütünüzü işinden alıkoymak işlerine gelir. Çünkü dayanışmayı adını koymadan bir suç haline getirmiş ve engellemiş oluyorlar. Yok karar çıkarıp size hüküm verirlerse, o zaman bizim de burada gıpta ettiğimiz “Avrupa Birliği değerleri”ni hiçe saymış olacaklar. Ne dersiniz?

SB: Kesinlikle katılıyorum. Ben AB’den ya da üye ülkelerden ütopik ya da naif bir şey yapmalarını beklemiyor. Ben AB’den kendi yasalarına uymasını, kendi değerlerine sahip çıkmasını istiyorum. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi herkesin sığınma hakkını tanır ve korur; Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu herkesin yaşam hakkını korur; 2002 Göç Direktifi zor durumdaki insanları kurtarmak için insani yardım görevini korur. Tek istediğim bunların uygulanması. Yasaları uygulayın. Bence mahkeme de bunu yapacaktır. Bu nedenle de dava süreci bir türlü beklemiyor, yıllarca bekletiliyoruz. Çünkü bizim suçsuzluğumuzu ilan ettikleri gün, arama-kurtarma çalışmalarına katılmaktan korkutulmuş, uzaklaştırılmış herkes -ki Midilli’de herkesi korkuttular, uzaklaştırdılar- geri dönecek. Çünkü doğru olanı yaptıklarını biliyorlar. Savcılık bu nedenle işi uzatıyor. Bu iddianameler, suçlamalar Avrupa’daki insani yardım çalışmalarını baltaladı.

IE: Sean, bildiğim kadarıyla mültecilere yardım etmek üzere Midilli adasına 2015’teki mülteci krizi ertesinde gittin. Çok sayıda mülteci karadan ve denizden Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçmeye çalışıyordu ve yaşadıkları, ölümleri, çok sayıda gazeteci ve yardım çalışanı da alanda olduğu için, görüntüleniyor belgeleniyordu. Ama aradan geçen süreçte -2017’de Akdeniz’de hayat kurtaran Alman kaptanlar Pia Klemp and Carol Rakete, 2018’de sizler ve daha bir çok kişi hakkında dava açılmaya başlandıktan sonra- yardım kuruluşları ve gazeteciler mültecilerle ilgili çalışamaz hale geldiler. Ve o arada Frontex gibi AB kurumları, kıyı ülkelerin yetkilileri geri itme gibi pek çok insan hakları ihlaline imza atarken, gazeteciler ve sivil toplum alanda olmadığı için fazla haberleştirilemediler. Ne dersin?

SB: Evet kesinlikle bu şekilde ilerledi. 2014 ve 2015’te Avrupa’nın krize yanıtı insani zorunluluktan doğmuştu. Örneğin İtalya’daki Mare Nostrum operasyonu övgüyü hak ediyor, çünkü hayat kurtarmaya odaklıydı -ki meselenin özü de bu. Fakat bunu yerini, bu sorunu bir kaçakçılık meselesi olarak gören Frontex operasyonu aldı. Dolayısıyla insani yardım yerine sınırların korunması öncelik oldu. Bu da insani bir felaketin, göç ve iltica meselesinin bir kaçakçılık ve güvenlik sorunu olarak yeniden tanımlanmasını getirdi. Hemen ertesinde de, sınırlarımızda olan hemen herşeyin bir anda kriminalize edilmesine olanak tanıyan, istenmeyen sığınmacıları geri-itmeyi normalleştiren yeni bir dizi politika yürürlüğe girdi. Kurnazca bir değişiklik… Sınırları geçmeye çalışan insanlar için kullanılması gereken normal sözcükler ya mülteci ya da sığınmacıdır. Bu kelimeler kullanıldığında beraberinde karşı tarafın sorumluluklarını da hatırlatır: Açık olun, koruma sağlayın, haklarını tanıyın. Ama şimdi dikkat ederseniz “yasadışı göçmen” denmeye başlandı. Hatta teröristler bile deniyor. Çünkü bu sözcükler desteği, yardımı, dayanışmayı hak etmedikleri iması içeriyor. Dolayısıyla geri-itmeler yaygınlaştı, mesele insan kaçakçılığına indirgendi. Çok ürkütücü. Ama aynı zamanda ters de tepecek bir yaklaşım. Çünkü eğer gerçekten kaçakçılığı önlemekle ilgileniyor olsaydınız, benim gibi insanları tutuklamak ve sığınmacılara kapıları kapatmak yerine, insanlara iltica hakkı için güvenli yollar açardınız. Çünkü insan kaçakçılığını engellemenin tek yolu, insanlara hakları olan sığınma hakkına erişim için kaçakçılık dışında yol önermektir. Dolayısıyla, Avrupa’nın güya insan kaçakçılığı ile mücadele adı altında yürürlüğe soktuğu sistem tam da Avrupa sınırlarında insan kaçakçılığı endüstrisini besliyor.  Belirtmeliyim ki, insan kaçakçılarının insanlara korkunç, insanlık dışı muamelesine defalarca tanık olmuş biri olarak, kesinlikle kaçakçılığı sona erdirmek gerektiğine inanıyorum. Ama bunun için insanların en temel insan hakkı olan sığınma hakkına erişebilecekleri güvenli bir yol sunmak zorundasınız.

IE: Türkiye ile ilgili de sorum var. İktidar defalarca mülteci meselesini AB ile ilişkilerinde koz olarak kullandı. Ya sınırları açarım yollarım mültecileri silah gibi kullanarak diye tehdit etti ya da mültecileri kendi topraklarında tutmak için AB’den birtakım imtiyazlar koparmaya çalıştı. AB de Türkiye’nin mültecileri yollayabileceği üçüncü ülke olmasından memnun görünüyor. Senin gözlemlerin nasıl?

SB: Sana katılıyorum. AB’nin Türkiye’yi üyeliğe kabul etmeme gerekçelerinden bir, insan hakları sicilinin çok kötü olması yahut AB üyeliğine yeter düzeyde olmaması. Ama ne ilginç ki AB, Türkiye gibi, daha uç bir örnek olarak Libya gibi, insan hakları sicilini beğenmediği ülkeleri mültecilerin gönderilmesi açısından “güvenli” buluyor. Buradaki ikiyüzlülük aşikâr. Türkiye’nin insan hakları sicili AB’nin söylediği kadar kötüyse, Türkiye kimse için güvenli ülke olamaz. Mültecilerin Türk hükümeti tarafından siyasi amaçlar için araçsallaştırılabilmesi de zaten Türkiye’nin güvenli ülke olmadığını gösterir. Özellikle Libya’da bu argüman daha da bariz. Ama AB yine de insanları geri göndermek istiyor. Bu da en kırılgan insanların Türkiye, Libya ya da başka ülkeler tarafından araçsallaştırılmaya, silah olarak kullanılmaya devam edeceğinin göstergesi. Avrupa tarafından da… Eğer en temel haklarını tanıyıp korumuyorsak, biz de onları araçsallaştırmış oluyoruz, en azından saygı duymuyoruz.

IE: Son soru. AB’nin sığınmacı politikalarını -hakların ihlali ve sizler gibi dayanışma gösterenlerin kriminalize edilmesi- aşırı sağın, faşizmin yükselişi ile ilişkilendirebilir miyiz?

SB: Bence aşırı sağ partilerin yükselişi AB’nin “kolektif değerleri” olarak bildiğimiz barış ve adaletin anti-tezi olarak görülebilir. Bence yükselişin gerisinde korku var. Ben insanların hissettiği bu korkuya gerçek çözümler önererek yanıt vermek istiyorum. Sınırları kapamak, kriminalize etmek, bölüp yönetmek… Sorunlarımıza yanıt bunlar değil. Sorunlarımıza yanıt hukukun üstünlüğüne, yasalara ve her bir bireyin haklarına saygı duymaktan, adil ve eşit bir toplum yaratmaktan geçiyor. Dolayısıyla sağcıların çözüm diye sundukları çare değil ve çok insanın hayatına mal oluyor. Onlar yükseldikçe, sığınmacılar daha derine düşecek ki bu ölümcül. Ama kendi adıma ben Avrupa değerlerinden ümidimi kesmedim. Bence insanların çoğunluğu, ister sağcı ister solcu olsunlar, çoğunluk kimselerin boğulmaması gerektiğini düşünür ve savunur.

Işın, ben özel biri değilim. Benim gibi insanlar çok. Çoğunluktayız…

IE: Teşekkürler Sean.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.