Deprem sonrası sorulması gereken sorular | Ruşen Çakır yorumluyor

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) açıklamasına göre dün (6 Şubat) saat 04:17’de merkez üssü Kahramanmaraş-Pazarcık olan 7,7 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Deprem Kahramanmaraş, Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya ve Adana’da yoğun şekilde hissedildi. Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde saat 13.24’te 7,6 büyüklüğünde bir deprem daha meydana geldi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada “10 ilde üç ay süreyle OHAL ilan edildiğini açıkladı.

“Cumhuriyet tarihinin en büyük felaketlerinden biri yaşandı. Binlerce ölü ve yaralı var. Sayıları artmaya devam ediyor. Türkiye deprem bölgesinde olan bir ülke. Fakat yaşanan bu depremin yarattığı siyasi sonuçları konuşmamız ve dolayısıyla siyasetin alanına girmemiz gerekiyor. Genellikle ilk sorulan soru, ‘Devlet gerekeni yaptı mı?’ sorusu oluyor ama asıl ‘Devlet elinden geleni yaptı mı?’ sorusunu sormamız lazım.”

1999 Marmara Depremi’nden sonra konuşulan önlemler neden alınmadı? 

Toplanan deprem vergileri ne oldu? 

Uzmanların uyarılarına rağmen nasıl böyle büyük bir yıkım oldu? 

Devletin elinden geleni yapıyor mu? 

Erdoğan’ın 35 saat sonra ‘her şeyin kontrol altında’ olduğunu söylemesi, vatandaşı ikna ediyor mu?  

İktidar ve muhalefet ne yapıyor? 

Ruşen Çakır, Cumhuriyet tarihinde yaşanan en büyük depremin siyasi sonuçlarını yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Cumhuriyet târihinin en büyük felâketlerinden birini yaşıyoruz. Üst üste gelen iki deprem Güney’de, Doğu Anadolu’da ve Güneydoğu Anadolu’da 10 ilimizde çok ciddî zararlar verdi. Hâlâ kurtarma çalışmaları sürüyor. Binlerce kişinin öldüğünü biliyoruz. Sayı her geçen gün artıyor. Umarız bir ân önce en az kayıpla ve yaralıların bir ân önce sağlığına kavuştuğu bir ortama döneriz. Böyle durumlarda tabii ki birlik berâberlik, tasada birlik hususu öne çıkıyor ve genellikle de deprem döneminde siyâset konuşmak doğru değil gibi yaklaşımlar var. Ama bu çok gerçekçi değil. Deprem tabii ki bir felâket, bu bambaşka bir şey; ama sonuçta Türkiye’de, bir deprem bölgesinde olduğunu bildiğimiz bir ülkede olayın, bu yaşanan depremin yarattığı bu sonuçları konuşmamız gerekiyor ve dolayısıyla siyâsetin alanına girmemiz gerekiyor.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Genellikle ilk sorulan soru; ‘‘Devlet gerekeni yapıyor mu?’’ sorusu oluyor. Ama ondan önce; ‘‘Devlet elinden geleni yaptı mı?’’ sorusunu sormamız lâzım. Zîrâ Türkiye’de çok deprem yaşandı. Özellikle Marmara depremi hafızalarda hâlâ büyük iz taşıyor. Ardından başka depremler de oldu; Van’da, İzmir’de de oldu yakın dönemlerde ve oralardan sonra, özellikle Marmara depreminden sonra çok şey konuşuldu. Uzmanlar uyarılarda bulundu. Hazırlıklar yapılması istendi. Kentsel dönüşüm projeleri yapıldı. Deprem vergileri toplandı vs. Ama sonra bakıyoruz ki uzmanların uyardığı yerlerde yaşanan depremlerde çok büyük zararlar var. Çok büyük yıkımlar var. O zamân demek ki eksik giden bir şeyler var. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. Tabii ki kötü inşaatlarda vatandaşın, müteahhitin payı var; ama aynı zamânda devletin de payı var. Kaldı ki bâzı resmî kurumların da hattâ Hatay’da havaalanının da depremden zarar gördüğünü biliyoruz. Bunların çoğu da yeni yapılan binalar ya da yerler, öyle söyleyelim. Dolayısıyla bu olayın ardından çıkan fotoğraflar, görüntüler devletin bugüne kadar, deprem olana kadar gerekeni tam yapmadığını gösteriyor. Gerekli hazırlıkların da tam alınmadığını gösteriyor. Yakın zamânda biliyorsunuz bir tatbikat da yapılmıştı ülke çapında. Her şey hazırmış gibi gözüktü, ama her şeyin hazır olmadığı, hele bir de sabah saat 4’ü biraz geçe yaşanmış olması işi daha da zorlaştırdı. Hava şartları da işin maalesef bir başka olumsuz yönüydü. Ama devletin gerekeni, elinden geleni yaptığına inanmamızı mümkün kılacak bir tablo ortada yok. 

Peki devlet elinden geleni yapıyor mu? Bugünün sorusu bu. Çok itiraz var, çok eleştiri var. Yapılamayan kurtarma çalışmaları, sosyal medyada görüyorsunuzdur, yardım çağrıları var. Bunların hepsini görüyoruz. Ama diğer yandan büyük bir hareketlilik de var bütün illerde. Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan uzun uzun konuştu, rakamlar verdi ve her şeyin kontrol altında olduğunu söyledi. Fakat kontrol altında olduğuna emin olmamıza yetecek materyal yok. Özellikle bizim orada, deprem bölgesine yolladığımız muhabir arkadaşlarımız bize çok sayıda şikâyeti, yakınmayı, çoğu insan dramını aktarıyorlar ve buralarda birtakım şeylerin tam da yerinde gitmediği sonucu çıkıyor. 

Peki devlet ne yapıyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan ne yapıyor? Normal şartlarda Erdoğan bundan önceki örneklerde, böyle büyük krizlerde bir süre ortada gözükmezdi. Bu sefer de öyle olacak sandık. Ama yaklaşık 35 saat sonra televizyon karşısına çıktı. Prompterdan uzun uzun bir konuşma yaptı. Yapılanları anlattı. Gelen yardımları anlattı ve her şeyin kontrol altında olduğunu, yaşanan felâketin çok büyük olduğunu ama her şeyin bir şekilde kontrol altında olduğunu söyledi. Burada açıkçası tüm ülkeyi, hangi partili olursa olsun, her ne kadar parti ayrımı gözetmeksizin belediyelerle iş birliği yapıldığını söylemiş olsa da burada tüm ülkeyi sembolize eden, kendinden hoşlanmayan muhâliflerin de bu hayâti durumda kendisine hak vereceği bir çıkış yapmadı. Hattâ bir yerde, ‘‘Şu ânda tuttuğumuz defterleri daha sonra açacağız’’ diye onun bildiğimiz tehditlerini de gördük. Burada depremden hareketle yapılan birtakım kara propagandaları kastediyor. Bugün uğraşamayacaklarını, ama sonra uğraşacaklarını söylüyor. Yani depremin bir siyâsî muhasebesinin de sonra yapılacağını söylüyor. Erdoğan daha önce genellikle beklerdi ve bir müddet çıkmazdı. Sonra çıkardı ve daha sonra da olay yerine, facia bölgesine — bu bir maden faciası olabilir ya da deprem felâketi olabilir — daha sonra giderdi. Şimdi erken çıktı kameraların karşısına, promterdan okudu konuşmasını. Bir ihtimal çok geçmeden bölgeye de gidebileceğini tahmin edebiliriz. Ama hâlâ tam anlamıyla tüm Türkiye’yi kucaklayan, tüm Türkiye’nin ortak dayanışma duygularını teşvik eden bir lider konumunda görmedim ben. Şunu söylemek de doğru olmaz; tabii ki sivil toplum kuruluşlarına teşekkür etti, uluslararası yardımlara da teşekkür etti ama öncelikle böyle bütün herkesi kapsayan tavrı olmadı. Meselâ Devlet Bahçeli’nin dün yaptığı grup konuşmasındaki gibi cümleler görmedik. Bahçeli, bugün her türlü siyâsî meselenin geride bırakılması gerektiğini vs. söylemişti. Böyle bir durum var. 

Peki muhâlefet ne yapıyor? Muhâlefetin ne yaptığına gelince çok ilginç aslında. Herkes tabii ki bir şekilde bölgeye heyetler yolladı, bütün partiler. HDP’si de Türkiye İşçi Partisi de İYİ Parti de CHP de MHP de AKP de hepsi bölgede milletvekilleriyle, yöneticileriyle bayağı bir çalışıyorlar, ulaşmaya çalışıyorlar. İnsanlarla konuşmaya çalışıyorlar. Yardımlar da düzenliyor siyâsî partiler. Özellikle belediyeler çok ciddî bir şekilde aktif vs. Ama muhâlefetin birlikte hareket ettiğini burada da görmedik. Millet İttifâkı, iki büyük parti, CHP ve İYİ Parti. Şimdi önce Meral Akşener bir açıklama yaptı. Dedi ki: ‘‘Böyle bir durumda kurtarma çalışmalarına zarar vermemek için bir müddet deprem bölgesine gitmeyeceğim.’’ Olabilir. Bu söylediği doğru ya da yanlış, açıkçası bilmiyorum. Ama Kılıçdaroğlu, diğer önemli parti tam tersine, belediye başkanlarıyla berâber bugün Adana’ya gitti. Gâlibâ Hatay’a da geçecek. Şimdi bunun hangisi doğru? İkisi birden doğru olamaz. Birisi doğru birisi yanlış. Tamâmen tercihi size bırakıyorum. Ben de açıkçası emin değilim. Ama en azından insanlar böyle hayâti bir olayda, seçimleri etkilemesi kesin olan, yani depremle ne alâkası var seçimlerin dememiz mümkün değil. 3 ay sonra ülkede seçim olacağı söyleniyor ve böyle büyük bir olay yaşanıyor. Böyle büyük bir olayın seçimleri şu ya da bu şekilde etkilememesi mümkün değil ve seçimlere berâber girme irâdesi gösteren Millet İttifâkı’nın liderleri aynı ânda deprem bölgesini ziyâret etmek ya da etmemek kararı bile almıyorlar. Buna ihtiyaç bile duymuyorlar. Bu başlı başına ilginç bir olay. 

Sivil toplum ne yapıyor? Ülke çapında çok büyük bir hareketlilik var. İnsanlar yardım etmeyi, gönüllü olarak çalışmayı, olay yerine gitmeyi istiyorlar. Ama açık söyleyelim, ben öyle düşünüyorum katılır mısınız bilmem; bir Marmara depremindeki kadar büyük bir sivil toplum hareketliliği göremiyoruz. Marmara depremi öyleydi ki sivil toplumun rüştünü ispat ettiği yer olarak kayıtlara geçti. Burada tam öyle bir şey yok. Bunun birçok nedeni var. Öncelikle bu tek adam rejimi bu tür faaliyetleri de dayanışma faaliyetlerini de tek çatı altında toplamaya çalışıyor; AFAD diyor. Onun dışındaki birtakım yerlere bâzı alanlar sunuyor, ama olabildiğince kendi kontrolünde olmasını istiyor. Marmara depreminde tamâmen farklı siyâsî görüşlerden ya da hiç siyâsetle ilişkisi olmayan vatandaşların inisiyatifleriyle enkaz kaldırmadan tutun, daha sonra insanların barınma ihtiyacı, yiyecek ihtiyacı gibi birçok alanda faaliyet yürütmüştü sivil toplum. Burada daha çok AFAD gölgesinde, onun çizdiği sınırlar içerisinde bir şey var ve eskisi kadar da güçlü değil. Bunun bir diğer nedeni de tabii ki AKP iktidârı döneminde, özellikle son yıllarında sivil toplum kuruluşlarının alanının iyice daraltılması, imkânlarının iyice kısılması ve tabii ki insanların iktidârı rahatsız etme ihtimali olabilecek sivil faaliyetlere girişmekten çekiniyor olmaları. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. Bir diğer husus da bence, bilmiyorum katılır mısınız ama, sosyal medya bu tür olaylarda çok önemli bir fonksiyon görüyor. Evet, haberleşme açısından, birçok açıdan sosyal medya çok önemli bir görev icra ediyor. Ama diğer yandan sosyal medya birçok vatandaşın, yurttaşın kendini gösterdiği yer olmakla yetindiği bir yer olabiliyor. Biraz zor bir cümle oldu farkındayım. Şöyle söyleyeyim; Marmara depreminde bugünkü gibi sosyal medya olsaydı, o kadar etkili bir sivil toplum olmayabilirdi. Sosyal medyanın sağladığı birtakım imkânlar var, örgütlenmeyi kolaylaştırması vs. var ama Marmara depremindeki o kendiliğindencilik çok muazzam bir şeydi. Şimdi şöyle bir şey oluyor; birçok insan kendini sosyal medyada ifâde ettiği için yapması gerektiğini yaptığını düşünüyor olabilir. Bu benim kişisel bir gözlemim, bilmiyorum katılır mısınız.

Burada şöyle bir soru var, başta bir ara değindim; bu olay seçimleri nasıl etkiler sorusu. Önümüzdeki günlerde bunu çok konuşacağız. Kimileri insanların yaşadıklarından dolayı iktidâra öfkeli olabileceğini söylerken, kimileri de tam tersine böyle bir dönemde güçlü devlet arayışının daha fazla öne çıkabileceğini söylüyor. Burada bence önemli olan, siyâsî aktörlerin bu olay üzerinde nasıl bir duruş sergiledikleri olacak. Bu olayın, bu facianın Türkiye’de zâten var olan ekonomik krizi daha da derinleştireceği muhakkak, orası muhakkak. Ama bunun kolay bir şekilde, iktidârın aleyhine ya da lehine olduğunu söylemek, şimdi bunu bâzıları çok abes de görebilir; ama ister istemez herkesin aklına bu geliyor, şu aşamada bunu söylemek mümkün değil. Peki seçim zamânında olacak mı? Bu başlı başına önemli bir soru. 10 ilde 3 aylık OHAL ilân etti Erdoğan. Şimdi konuşulan, 14 Mayıs’a denk gelmiyor; ama 14 Mayıs’ta seçim yapılacaksa seçim kampanyası dönemine denk geliyor tabii ki. Bu 10 il öyle azımsanacak iller değil. Türkiye’nin en üst, yani İstanbul, Ankara, İzmir gibi en büyük metropolleri olmasa da bunların her birinin ayrı bir önemi var. Yani Türkiye’nin orta büyüklükteki illeri büyük çoğunluğu. Belli sayıda milletvekili çıkartan yerler buralar ve bu 10 ildeki seçmen tercihleri cumhurbaşkanlığı seçiminde de herhâlde önemli olacaktır. Dolayısıyla seçim zamânında yapılsa bile, yani zamânı derken 14 Mayıs’ı kastediyorum, olağanüstü hal şartlarının bu illerde en azından durumu etkileyebilme ihtimâli var. Bir diğer ihtimâl de tabii ki seçimin 14 Mayıs’ta yapılmayıp meselâ normal târihinde yapılması. Hattâ birileri daha da abartıp iyice normal târihinden de öteye erteleme ihtimâlini söylüyorlar. Bunun gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Normal şartlarda 14 Mayıs’ta olacaktır herhâlde. Ancak deprem, şu ânda yaşadığımız o kadar kötü bir olay ki daha şu aşamada siyâsete etkilerini görebilmemiz çok mümkün değil. 

Peki medya ne yapıyor? Hangi medya? Ana akım medya diye bir şey kalmadı. Marmara depreminde medya vardı. Ana akım dediğimiz medya – ki ben onların bâzılarında çalıştım ve hiçbirinin çok da matah yerler olmadığını biliyorum, ancak orada çok ciddî bir faaliyet yürütmüşlerdi. Halkın bilgilenmesi, özellikle sivil dayanışmanın örgütlenmesinde medyanın çok önemli bir rolü olmuştu. Şimdi baktım sosyal medyada bir şey var. İktidâr yanlısı birisi diyor ki: ‘‘Bu depremin en önemli özelliği Marmara depremine kıyasla devletin daha hızlı, ânında müdahale etmesi.’’ Bir başkası da ona cevap vermiş: ‘‘Hayır, bu depremin en önemli özelliği Marmara depreminde olan medyanın burada olmaması.’’ Bunu siz de görmüş olabilirsiniz. İsimlerini vermiyorum o tartışmayı yapanların ama buna benzer çok şey olduğunu biliyoruz. Yani şu ânda devlet her şeyi tam zamânında, ânında müdahalelerle yapıyor demenin zemini medya açısından var. Çünkü bunu güçlü medya kuruluşları, ‘‘Öyle diyorsunuz ama burada bu var, şurada şu var’’ diyemiyorlar. Çünkü güçlü medya kuruluşlarının büyük bir çoğunluğu iktidâr denetiminde. Bir diğer husus da şu; olaya eleştirel bakanlar da ‘‘Ya şimdi biz bunları dersek insanlar rahatsız mı olur?’’ diye depreme siyâset bulaştırma gibi bir endişe var. Yanlış anlaşılma vs. gibi bir duygu var. İşte bu bağlamda Medyascope gibi bağımsız medya kuruluşlarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Biz ilk günden îtibâren bu konuda tamâmen serinkanlı ve sorumluluk bilinci içerisinde ve olayı yerinde gözlemeyi temel alarak bir yayıncılık izlemeye çalışıyoruz, fark ediyorsunuzdur. Şu ânda Ankara’dan Hıdır Göktaş ve Enes Berk Demirkol saatler süren bir yolculuk sonunda Kahramanmaraş’a geçtiler ve oradan çok önemli videolar çekiyorlar, röportajlar yapıyorlar. Ufuk Çeri ve Edanur Tanış İstanbul’dan Hatay’a gittiler. Onlar da Hatay’da yerinde gözlüyorlar. Bu arada gördüğünüz fotoğrafların hepsini Hıdır ve Enes Berk Kahramanmaraş’ta çektiler. Onu da özellikle vurgulayayım. Evet, Ufuk Çeri ve Edanur Tanış Hatay’da. Dilek Şen ve İbrahim Yayan Gaziantep’te. Ali Macit ve Ayşegül Karagöz de şu ânda ulaşmış olmaları lâzım, Adıyaman’dalar. 4 yere, İstanbul ve Ankara’dan ikişer kişilik ekipler yolladık. Diyarbakır’da Ferit Aslan arkadaşımız, hep orada zâten. O başından îtibâren Diyarbakır’dan anlatıyor. Bir de Doğu Eroğlu da şu ânda gitti, Adana’da. Oradan büyük bir ihtimâlle Malatya’ya geçecek. Burada tamâmen olayı doğrudan yerinden izleyerek, insanlarla, mağdurlarla doğrudan konuşarak, oradaki yetkililerle konuşarak en açık ve net hâliyle sizlere aktarmaya çalışıyoruz. Bunun bir kamu görevi olduğu bilinciyle hareket ediyoruz. Bunları yaparken sizlerin desteğine ihtiyacımız olduğunu bir kere daha tekrârlayayım. 

Evet, çok zor, çok kötü bir dönemden geçiyoruz. Umarım, inşallah bunu Türkiye en az zararla atlatır. Ama çok büyük kaygılı bekleyiş var. Özellikle ateş düştüğü yeri yakıyor. Enkaz altındaki ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını bekleyenler, onlar için dua edenler, onlar için çırpınan yüzlerce belki de binlerce insan var. Böyle bir olaydayız. Umarım en kısa zamânda olabildiğince çok kişi sağlıklı bir şekilde kurtarılır. En az zararla, özellikle can kaybı anlamında en az sayıyla Türkiye bunu atlatır. Bu anlamda burada emek veren herkesin Allah yardımcıları olsun diyorum. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. Gerçekten ülke olarak hepimizi üzen bir olayla karşı karşıyayız. Ama bu olayda da maalesef bir ülke olarak hep birlikte, yan yana durmayı tam olarak becerebildiğimizden emin değilim. Keşke olabilseydi. Hâlâ birtakım siyâsî vs. hesaplaşmalar, yarına yönelik birtakım pozisyon almalar vs. bunların izini görüyoruz. Tekrâr Erdoğan’ın söylediği, ‘‘Şu ânda tuttuğumuz defterleri açacağız’’ lâfını, keşke böyle bir lâfı etmeseydi. Yine defter açacağı varsa açsaydı, ama yani böyle bir günde bunları duymak çok iyi bir şey değil. Böyle bir şeyde güç gösterisi bana çok doğru gelmiyor açıkçası. Yarın saat 20.00’de ‘‘Adını Koyalım’’ da Ayşe Çavdar, Burak Bilgehan Özpek, Kemal Can’la olabildiğince sâkin ve serinkanlı bir şekilde deprem, siyâset ve sivil toplum ilişkisini konuşmaya çalışacağız. Ama gün boyu Medyascope’ta, özellikle sahadaki arkadaşlarımızın katılımıyla ve uzman konuklarla da yayınlarımız bugün olduğu gibi sürecek. Bugün 11.00 ve 15.00’te yaptık. Birazdan Ana Haber Bülteni de yapacağız. Yarın da aynı şekilde deprem konusunu yerinden izlemeye devâm edeceğiz. Tekrâr tüm Türkiye’ye geçmiş olsun, Türkiye’nin başı sağolsun diyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.