Kahramanmaraş’ta meydana gelen 7,7 büyüklüğündeki depremden en çok etkilenen şehirlerden biri olan Adıyaman’da ikinci günümüz. Adıyaman’da can kaybının 896 olduğu belirtildi. Vatandaş ekmek ve su değil, kurtarma ekibi istiyor.
7 Şubat Salı günü saat 16.00’da Adıyaman merkeze vardığımızda bir grup gönüllünün koşarak bir yöne doğru gittiğini görüyoruz. Arkalarından ilerlediğimizde bir binanın enkazından ses geldiğini ve içeride iki çocuk olduğunu öğreniyoruz. Muhammet Aykut Ayaz (15) ve Hikmet Uraz Baltacı (7) enkazın altından dışarıdakilere ses veriyor. AFAD gönüllü ekibi ve çevre illerden gelen ekipler hemen seferber oluyor. Çıkışa en yakın olan Muhammed Aykut Ayaz’ın sesi duyuluyor. Annesinden 300 TL istiyor. Anne dışarıda ağlıyor, çocuğunun ve yeğeninin kurtulması için dua ediyor.
Aykut Ayaz’ın enkaz altındaki mücadelesi
Saatler geçiyor, Aykut Ayaz ses veriyor ancak bir türlü dışarı çıkarılamıyor. Üzerinde kolon parçası var, kolon kesiliyor. Yanına dolap düşmüş, çıkarılıyor.
Saatler geçiyor. Çocukların enkazdan çıkarılması için umutlu bekleyiş sürüyor. Ateşler yanıyor, sönüyor. Yeniden tahta bulunuyor etrafı duman kaplıyor, gözlerimiz yanıyor. Keskin soğuğu kelimelerle tarif etmek pek mümkün değil. Üzerinden saatler geçiyor, çalışmalar devam ediyor. İnsanlar soğuktan tir tir titriyor.
Annenin üzerinde bir battaniye, ekiplere yalvarırcasına bakıyor. Enkazdan aşağıya inen her görevliye “Çıkacak mı?” diye soruyorum. Cevap belli: “Bunun için uğraşıyoruz.”
Gecenin ilerleyen saatlerinde insanlara yorgunluk çöküyor, dışarısı zifiri karanlık, buz gibi keskin. Soğuktan ayağımı hissetmediğim için yanan ateşe yaklaşıyorum. Botum yanıyor ancak hissetmiyorum.
Yavaş yavaş insanlar dağılıyor, bu esnada saatler sabaha karşı 6’yı gösteriyor. Çevre illerden gelen gönüllüler etrafta bekleyen insanlara meyve suyu, kek, su ve ekmek dağıtıyor. İnsanlar azalıyor ve sabah işe koyulmak üzere arabaya dönüyoruz. Aklımız enkazda yatan iki çocukta. Sabah kalkar kalmaz ilk işimiz aynı enkaz bölgesine gitmek oluyor. Çocuklar hâlâ çıkmamış. Akşam dönüşte aynı soruyu soruyoruz, Muhammed Aykut Ayaz’ın çıktığını öğreniyoruz.
Sabahın ilk ışıklarıyla şehrin bulunduğu durumu daha rahat görebiliyoruz. Sağlam ev neredeyse kalmamış. İnsanların yüzlerine çöken bir sessizlik ve çaresizlik var. Soğuk ve daha soğuk. Her evin başında birkaç ceset görüyor ve ağlamalar işitiyoruz. Gün ışığıyla Adıyaman’ın aldığı hasarı görüyoruz. İkimiz de birbirimize bakıyoruz ama konuşmuyoruz. Adıyaman merkez kalmamış. Enkazdan yakınlarının çıkmasını bekleyen aileler, içeride kurtulmayı bekleyen insanlar, ambulans sesleri, ağlayan anneler, gözümüzün önünde eriyen babalar…
Geceyi dışarıda geçirdikleri için artık soğuğu hissetmeyen insanların önünden geçiyoruz. İnce montları ve sönmeye yüz tutmuş ateşleriyle birlikte enkazdan gelecek iyi bir haber bekliyorlar.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Yanına yaklaşıp durumlarının nasıl olduğunu sorduğumuz bir vatandaş, eliyle binasını gösterip “Bu sizce kader olabilir mi?” diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“Beşli çeteyi zengin edebilmek için cinayet işlendi resmen. İnsanlar kaç gündür buz gibi bir yerde, hiç kimse gelmedi. Bu binada milletvekili vardı, geldiler, çıkardılar, poz verip götürdüler. İlk gün AK Partili milletvekilini çıkardılar, ondan sonra da bırakıp gittiler.”
“Şehre yardım geldi mi?” sorumuz üzerine vatandaş, elindeki ekmeği göstererek “Bu, gelen önümüze ekmek sokuyor” diyor.
Arama kurtarma ekiplerinin yeni geldiğini söyleyen vatandaş, “Hükümet enkaz altında kaldı, fakirler kaldı. Zenginler de arabalarının içinde deprem bölgelerini terk ettiler” diye konuşuyor.
Ardından Adıyaman Valiliği’ne gidiyoruz. İçerisi kalabalık. Valilik binasının iç tarafı yıkık olmasına rağmen bir köşede askeri personel bir köşede vatandaşlar kalıyor. Karışıklık ve uğultu hakim. Dışarıda gönüllüler tarafından getirilen kıyafetler yere serilmiş, insanlar tarafından alınıyor. İleride çorba dağıtıldığını görüyoruz ve bir tabak çorbayla biraz ısınıyoruz. Konuştuğumuz vatandaşlardan biri Çarşı’ya gitmemiz gerektiğini, orada daha fazla enkaz göreceğimizi söylüyor ve oraya doğru yürümeye başlıyoruz.
Yol üzerinde bir annenin bağırışı ile duraklıyoruz. Anne çocuğunu arıyor. Bir gün önce enkaz altında ses verdiğini ama artık sesini duymadığını söylüyor. Anne çocuğunun ismini defalarca tekrarlıyor ve ondan ses almayı umut ediyor.
“Bize yemek, kıyafet getirmeyin. Bize yardım edin”
“Kızım ne olur bir sesini duyayım, sandım ki sesi hep gelecek. Sesi gelecek sandım. Kızım ses ver kızım” diye inleyen anne, bir süre sonra sinir krizi geçirerek yardımın geç geldiğinden yakınıyor:
“Bize yardım gelmedi, çok geç geldi. Artık kimse gelmesin. Dün kızımın sesini duyuyordum bugün duyamıyorum. Neden yardım gelmiyor? Üç gün yemek yemezsek ölmeyiz. Bize yemek, kıyafet getirmeyin. Bize yardım edin.”
Tekrar valiliğe gitmek için enkazın yoğun olduğu bölgeye doğru yürürken toplanan bir kalabalık görüyoruz. AFAD çadır getirmiş. Ancak çadırlar kısıtlı sayıda ve insanlar çadırlardan birini almak için birbirlerini itiyor.
Valiliğe geldiğimizde ağlayan bir erkekle karşılaşıyoruz. Kendisine niye ağladığını soruyoruz:
“Deprem olduğu zaman ben oradaydım. Saat 5’e kadar hiç kimse oraya uğramadı. Devlet adına ekipman, vinç veya hiç kimse sormadı. Biz kendi ellerimizle insan çıkardık. Ertesi güne kadar hiç kimse gelmedi. Sonra bir ekip geldi kazmaya başladılar, iki torunum vefat etti. Kızımı da Mersin’e hastaneye gönderdik. Oğlum da içeride, cenazesinin üstü açık. Ama sıkıştığı için çıkaramıyoruz diyorlar. Ekip dedi ki ‘Biz gidip kesici alet getireceğiz.’ Gittiler, bir daha gelmediler. Emniyet müdürüne söyledim. ‘Kendini benim yerime koy, ondan sonra benimle konuş’ dedim. Emniyet müdürü gözlerime bakıyor, hiçbir şey demiyor.”
Başka bir vatandaş, “Bize vinç göndersinler, yemek, ekmek göndermeyin. Bize sadece teknik destek gönderin. Teknik adam gönderin. Canlarımızı çıkaralım, ölü varsa defnedelim. Bir an önce bu enkazı kaldıralım. İnsanlar aç ve sokakta. Bakkal, market yok. Her taraf yağmalanmış. Güvenlik yok, öncelikle güvenlik sağlasınlar. Adıyaman tamamen bitmiş. Adıyaman’ın dörtte üçü yerle bir olmuş. Bize acilen teknik destek göndersinler. Vinç, kepçe ve ekip göndersinler. Ve sahra hastanesi kursunlar. Başka bir şey istemiyoruz” diyor.
Konuştuğumuz diğer bir vatandaş ise “Adıyaman gündemde yoktur. Adıyaman’ın yüzde 10’u sağlam kalmamış. İnan ki şu anda üzülerek söylüyorum, yüzde 10’u kalmamıştır. Bu kadar olmaz. Türkiye’nin gücü yok mudur? Adıyaman haberlerde çıkmıyor. Hatay’ın buradan hiçbir farkı yok ki. Orası da bizim insanımız. Oranın lafı geçiyor Adıyaman’ın lafı geçmiyor. Niye Adıyaman Türk vatandaşı değil mi?” diye soruyor.
Ardından Küçükboyalı Köyü Mezarlığı’na doğru yola çıkıyoruz. Depremde enkaz altında kalarak vefat eden Ahsen Doğan, Ömer Doğan ve Fatma Doğan, Küçükboyalı Mezarlığı’na defnediliyor. Aileler, yaşadıklarını anlatırken gözyaşlarına hâkim olamıyor.
Adıyaman’ın bugün iki önemli ziyaretçisi var. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu, halkın sorunlarını dinliyor.
Adıyamanlılar ve yardıma gelenler, Adıyaman Üniversitesi’nin yemekhanesinde kalıyor. Sabah, öğle ve akşam olmak üzere günde üç öğün yemek hazırlanıyor. İnsanlar aynı zamanda bu yemekhanede uyuyorlar. Çocukların motivasyonu ve şok etkisinden kurtulması için etkinlikler düzenleniyor ve oyunlar oynanıyor.
Ancak tüm bu olanların yanında Adıyaman’da ciddi sorunlar yaşanıyor. Bu sorunların başında temel insani ihtiyaçlara ulaşımdaki ciddi zorluklar geliyor. Vatandaşlar öncelikle yemek ve suya erişmekte büyük sıkıntılar çekiyor. Afet bölgesine gelen gazeteciler ve gönüllüler de bu sorunları yaşıyor. Öte yandan şehirde tuvalet sıkıntısı var. İnsanlar ihtiyaçlarını giderebilmek için tuvalet bulmakta büyük problem yaşıyor. Mevcut tuvaletler ise hijyenik ve kullanılabilecek durumda değil.
Sokaklar hayatını kaybeden insanların cansız bedenleri ile dolu. Battaniyenin altında uyuduğunu sandığınız insanlar, bazen gerçekten uyuyan insanlar olmuyor.