Elif Gökçe Aras yazdı: Nefretinden öldük

Türkiye’nin on ilinde birden gerçekleşen depremle gelen korkunç yıkım sonrasında daha önceki tecrübelerimizde olduğu gibi bir an önce göçük altında kalan insanları kurtarmak, kurtarılan insanların haberleriyle moral bulmak, bir yandan da dayanışmayla yaralarını sarmakla meşgul olmak isterdik. Bunu bile çok gördüler. Sadece acımızı yaşamayı ve zamanla yarışmayı bile çok gördüler. Ülkenin gelmiş geçmiş en büyük nefret jeneratörü olay mahallini yardımseverlere kapattı. Her yerden yardım çığlığı geliyordu ama bir yerden sonra insanlar fark etti, en çok Hatay’dan geliyordu yardım talebi. Bilim insanlarının, arazi uygun olmadığı için yapılmaması konusunda uyardıkları havaalanının zemini çatlamış, yolları parçalanmış Hatay’a ulaşılamıyordu da o yüzden oraya müdahale edilemiyordu sözde. Denizden ulaşsaydınız, gurur kaynağı damadınız helikopterleri ile ekipleri alana indirseydi? Tüm deprem bölgesi ama en çok CHP’li bir belediyenin yönettiği Hatay, onun yazdığı kadere, ölüme terk edilmişti. Kendinden olmayanları gözünü kırpmadan soğuğa ve ölüme terk etti. Durum anlaşılınca sivil inisiyatifle geç de olsa bölgeye girildi. Kötülüklerinin boyutlarıyla tanış olmadığımızdan olayın sebebi sonradan düşüyor beynimize. Aklımız havsalamız alamaz çünkü böyle bir zihniyeti.

HDP’li Ağrı Patnos Belediyesi’nin yardım araçlarına kaymakamlık tarafından el konuluyor, Bodrum Belediyesi’nin yardım konvoyunun üzerine Muğla Valiliği brandaları geriliyor. Çünkü valiler onların valileri, devlet onların, vatandaşın aklına da böylece kazınsın istiyorlar. “Cumhur İttifakı sahada” diye söze başlayarak böyle bir zamanda siyaset güdenler, bu mezalim karşısında isyan edenlere “Böyle bir günde siyaset yapmayın” diyorlar. Akılsızlıklarından, vicdansızlıklarından aklımızı kaçırmamızı istiyorlar. Deprem paralarını çılgın projelerini yürüten patronlara, din ve parti propagandası yapan vakıflara, kendi belediyelerine, saraylarına, beş maaşlı bürokratlarına peşkeş çekenler, kendi yarattıkları inşaat sektörünün altında kalan vatandaşın hesabını soranlara “Siyaset yapmayın” diyorlar.

Yandaş kanalları daha ilk günden her enkazın başında bir ekip olduğunu duyuruyor. Gerçekliğini araştırma, öğrenme ihtiyacı hissetmeyen ve cehaletlerine güvendikleri seçmenlerini dikkate alıyorlar sadece. Selâlar okutuluyor ölüme terk ettiklerinin ardından ve duaya çağırılıyor müminler. Anlasınlar istiyorlar, daha ilk günden, her şey bitti, yapılacak tek şey bu. Ama bağımsız gazetecileri takip eden biz Twitter halkı biliyorduk yapılabilecek çok şey olduğu halde yapılmadığını. İnsanların artık güvenmediği için Kızılay’a kanını bile bağışlamadığı ortamda, birçok kişi çözümü Ahbap gibi sivil organizasyonlara bağış yapmakta buldu. İkinci gün kızımın okulundan yapılan çağrı üzerine ihtiyaç malzemeleri hazırlamaya başladım. Annem şaşkın şaşkın bakıyor, neden ki? E hani devlet her şeye müdahale ediyordu ya, her şey yolundaydı. Bütün gece bu haberleri izlemişti, içi rahattı. O an babamı düşündüm. 99 depreminde büyük bagajlı aracının içini, üzerini, sadece kendisinin oturabileceği kadar bir yer bırakıp, doldurabildiği kadar eşyayla doldurup deprem akşamı kurtarma faaliyetlerine katılmıştı. Abim hiçbir tecrübesi olmamasına rağmen gitmiş, arama-kurtarma ekiplerine destek olmuştu. Şimdi kimsede en ufak bir hareket yok. Ne bir tedarik peşindeler, ne de gidip ne yapabiliriz kaygısındalar. Çünkü devletleri baktıkları tek ışık kaynağı yandaş medya kanallarından gereken her şeyi yaptıklarını duyuruyor, televizyona çıkardıkları deprem uzmanlarına AFAD övdürüyor, bu afet neden yaşandı hiç bahsetmeden konuyu kapattırıyorlardı. Zamanında tıkır tıkır işleyen AKUT’u, başkanı muhalif diye kıskançlıktan by-pass edip, yerine hiçbir tecrübesi olmayan AFAD’ı kurmuşlardı. Ancak depremde müdahale etmesi beklenen AFAD binası yıkılmış, acil yardım malzemeleri de altında kalmıştı.

Yayına bağlanan AFAD görevlisi, haşmetlilerinin tensipleriyle ve emirleriyle zaten gereken her şeyi yaptıklarını söylüyordu. Hadi o emir vermese neyse ama neyse ki o da gereken tüm emirleri veriyordu ve insanlar onun sayesinde kurtuluyordu. Çünkü yoksa o emir vermese, haşa asla böyle bir kurtarma gerçekleşemezdi ve her şey mahvolurdu, mahvolurdu. Valisi, bakanı, acil yardım ekipleri komple parti propagandası yaparken yardım gönderilmeyen yerlere isyan eden halka “Bugün bari siyaset yapmayın” diye cık cık yapılıyordu.

Neden sonra para istemek zamanı gelince, beceriksizlikler ayyuka çıkınca, gördüğümüz en büyük felaket ilan edildi. 130 atom bombası gücünde dendi. Bu yüzden yetişemiyorlardı. Yoksa, onlar var ya onlar, üff!!

Hava soğudukça, yağmur ve kar bastırdıkça, insanlar göçük altında ölüme terk edildikçe, vatandaş kendi imkânlarıyla birlik olmaya çalışıyordu ama haşmetlimiz yeniden koca dev vücuduyla araftakiler ve yardımseverlerin arasında dur işareti yapıyordu.

“Durun bir dakika ya! Ben size tensiplerimle izin verdim mi? Siz kimsiniz ki kader planlarını çizdiğim ‘benim milletimle’ arama girmeye çalışıyorsunuz? Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?”

Yardımseverler âlicenaplarını dikkate almadan, her türlü tehdit ve hakarete rağmen yardım etmeye koşuyor. Bölgeye ulaşmaya çalışanlar, saatlerce hava alanlarında bekliyor, ulaşanlar kendilerini yönlendirecek birilerini arıyor, insanlar sosyal medyada isim ve adres paylaşıyor, aman Ya Rabbi nasıl bir çaresizlik. Bağıra bağıra ağlayan bir adamın yanında telefonlarıyla oynuyorlardı. Çok önemli bir işleri vardı, bir dakikaydı. Sırtını dönüp o adama sarılamazdı, sorsanız telefonundan ilgili mercilere durumu bildiriyor, derhal gelinmesini istiyordu muhtemelen.

Türkiye böyle bir kötülük, böyle bir nefret çukuru hiç görmedi. Hakkında binlerce insanın hakaret ettiğinin zaptını tutturan şahsım, her birimize nefret dolu bakışlarla bakıyor, sizi de defterime yazdım diyordu. Bile isteye soğuktan donarak ölüme terk edilen binlerce insanı da yazdı hanesine. Ahh, şu durdan, sustan anlamaz asileri ne kadar yok etse az.

Bu keşmekeşte vatandaş elinde avucunda ne varsa birlik olmaya çalışıyor, elden ele notlar dolaşıyor. Ekonomik krizden beli bükülmüş vatandaş sıfır mont, battaniye almaya çalışıyor. Twitter’da büyük marketler, büyük kurumsal firmalar neden battaniye, kıyafet, ısıtıcı, gıda, su, hijyen malzemeleri, temizlik maddeleri gibi şeyleri tedarik edip göndermiyor diye isyan ettim. Parça parça şu firma şunu gönderdi, filan market iki tır gönderdi şeklinde yanıtlar geldi. Bu depremde anladık ki bizim işgücü ve yardımseverlikle ilgili bir sorunumuz yok. Asıl sorun yüksek riskli deprem bölgesi olduğumuz halde imar dönüşümünü yapmamış olmamız, denetimsizlik ve kriz anlarında yardımseverleri yönlendirecek bir kuruluş olmadığı için topyekûn organize olamamak, küçük gruplar halinde kendi kendimize organize olmak.

Şu anki idarecilerden ümidi kestik, gelecekte bizi yönetecek akıllı, mantıklı, vicdanlı, ahlaklı olmasını umut ettiğim idarecilere sesleniyorum. Madem deprem ülkesiyiz ve bu işi hiçbir zaman çözüme kavuşturamadık, artık Deprem ve Afet Koordinasyon Bakanlığı lazım bu ülkeye, işleri tamamen düzeltene kadar. Deprem vergileriyle binaların onarımı, güçlendirilmesi veya yıkılıp yeniden yapılması tamamen gerçekleşene kadar. Bu bakanlık afet anında seferberlik ilan edip, belli bir standarda oturttuğu acil eylem planlarını devreye sokmalı. Mesela, zincir marketler kafalarına göre seçtikleri malzemeleri karmakarışık göndermesin de bu bakanlık aralarında iş bölümü yapsın. Sen şu kadar hijyen malzemesi, sen şu kadar gıda, sen şu kadar temizlik malzemesini şu bölgeye gönder. Hatta bu ürünleri üreten firmalarla önceden birtakım protokoller yapsın. Şu firma şu kadar battaniye, şu firma şu kadar mont tedarik etsin, afet bölgesine ulaştırsın. Bu bakanlığın deprem, yangın ve diğer doğal afet anlarında müdahale etmeye hazır, profesyonel eğitimli ekipleri ve gönüllü vatandaşları eğitip örgütlediği ağları olsun. Kriz anında nereden kimler göreve çağırılacak belli olsun. Kriz anında bu kişilerin ulaşım planı bakanlıkça belirlenmiş olsun. Geriye kalan vatandaş maddi bağış yapsın ve biriken parayla eksik kalanlar tedarik edilsin. Gönüllü sivil toplum kuruluşlarını muhatap alsın ve çözüm ortağı ilan etsin. Bu bakanlığın işi, depreme dayanaksız binaları onarmak, yapım aşamasındaki inşaatları sıkı sıkıya denetlemek, sahtekâr müteahhitleri tespit etmek ve kriz anında kriz yönetimini tek elde toplamak olsun.  

Bu ülkede artık sorumsuzluk, vurdumduymazlık, işgüzarlık, boş vermişlik, hırsızlık hâkim olmasın. Akıl, bilim, vicdan, ahlak hâkim olsun. Yirmi yıllık lakaytlığın ardından yönetimi devralmaya heves edenler, küçük hesapları ve didişmeyi bırakın lütfen, bu başımıza gelen size ve bize en büyük uyarıdır. Asıl şimdi siyaset konuşma zamanı. Bu yıkım, derinde yaşanan yıkımın yeryüzüne tezahürüdür. Eğer siz almanız gereken inisiyatifi almaz, bu son şansı da kaçırırsanız ardımızdan ağlayacak bir Allah’ın kulu kalmayıncaya kadar uğraşacaklar bizimle.

Yönetici takımında bu iştah, sadece iaşesine bakan halkın bir kısmında bu tamahkârlık olduğu müddetçe bu ülkede hükümetler ancak depremlerle yıkılmaya devam edecek.

Dondurucu soğukta insanlar sıkıştıkları yerlerden bu zalimlere seslendiler.

-Sesimi duyan var mı?

Yok.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.