Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yazdı: Hizbullah mı, PKK mı?

HÜDA PAR’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceğini açıklaması ve milletvekili seçimleri için de Cumhur İttifakı ile görüşüyor olması doğal olarak Hizbullah’ı tekrar gündeme taşıdı.

Yıllar öncesine gidelim. Neredeyse 40 yıl olacak. Genç bir gazeteci olarak İslami hareketleri çalışmaya başladığım 1980 ortalarında, Hizbullah’ın Kürtler arasında örgütlü, İran İslam Devrimi ve dolayısıyla Tahran çizgisinde bir yapılanma olduğunu duymuştum fakat ülkenin batısındaki radikal İslamcı gruplar ve tabii ki Güneydoğu’da epey etkili olan PKK ile kıyasla çok da önemli olmadığı kanısına varmıştım. Çok kötü yanıldığımı anlamam için 1990 başlarında Hizbullah ile PKK arasındaki çatışmanın çıkması gerekiyormuş. Galiba o konuda ilk haberi ben yazmıştım. Fakat haber kaynağım Hizbullah’ın “esrarengiz” bir örgüt olduğunu, başıma iş alabileceğimi söylediği için -ki haklı olduğunu kısa süre içinde anladık- Cumhuriyet gazetesinde haberim imzasız çıkmıştı. O günden bu yana bu örgütü anlamaya ve anlayabildiğim kadarıyla anlatmaya çalışıyorum. 

Hizbullah’ın yeniden gündeme gelmesinin ardından Medyascope’ta iki yayın yaptım, bu yazıda, orada söylediklerimi mümkün olduğunca tekrarlamamaya çalışarak son tartışmaların ışığında Hizbullah ile PKK arasındaki benzerlikler ve farklılıklar hakkında bazı notlar aktarmak istiyorum.

“Kürtçü” görünmeme kaygısı

Hizbullah gerçekten “esrarengiz” bir örgüttü. PKK’nın ve diğer radikal İslamcı grupların aksine görüşlerini yasal zeminde anlatma diye bir kaygısı hiç yoktu. Ortada örgütle irtibatlandırılabilecek herhangi bir yazılı metin olmadığı için hakkındaki bilgiler hep dolaylı ve çoğunlukla da yanlıştı. Hizbullah hakkında öğrendiklerimden bu örgütün PKK ile birçok ortak noktası olduğu sonucunu çıkardım: İkisi de 1970’li yılların ortasından itibaren Kürt gençleri içinden çıkmıştı. Hatta ikisi de Diyarbakır, Batman, Mardin gibi illerde daha güçlüydü.

Fakat ikisi de “Kürtçü” görünmekten çekiniyordu: PKK Marksist-Leninist, Hizbullah ise radikal İslamcı ideolojiyi esas alıyordu. İkisinde de liderlik (Abdullah Öcalan ve Hüseyin Velioğlu) merkezi bir öneme sahipti. İki örgüt de devletin sızmasından endişe duyuyor, bu nedenle şüphelendiklerini en sert şekilde tasfiye ediyordu. İkisi de kendilerine yakın gibi gözüken diğer gruplardan biat istiyor, yanaşmayanları cezalandırıyordu.

Kürt hareketinin liderliği

Fakat bunlardan PKK, Kürtlerde açık ara en güçlü örgüt haline gelirken Hizbullah hep onun gölgesinde kaldı. Bunun birçok nedeni olduğu muhakkak. Öncelikle her iki örgütün de “silahlı mücadele” perspektifine sahip olup ona göre örgütlendiğini fakat Hizbullah’ın silahı bir propaganda aracı kullanmaktan, dolayısıyla devleti doğrudan hedef almaktan ziyade esas olarak “cezalandırma” (PKK yanlısı olduğunu düşündüklerini, ajan olduğundan şüphelendiklerini ve Velioğlu’nun intikamı için Gaffar Okan ve koruma polislerini) aracı kullandığının altını çizelim.

Bir diğer önemli fark ise, Öcalan’ın Sovyet blokunun yıkılmasının ardından PKK bayrağından orak-çekici çıkarması ve Kürt hareketinin (sadece Türkiye’de değil tüm bölgede) liderliğine soyunması. Buna karşılık Hizbullah, Kürt sorununu hep ön plana çıkarmaya çalışmakla birlikte esas olarak İslamcı bir örgüt olmakta ısrar etti. Bu noktada çok yakın ilişki içinde oldukları İran’daki İslami rejimin ciddi bir krize girmesi ve daha önemlisi, önce El Kaide, ardından IŞİD’in radikal İslamcı hareketin küresel merkezleri haline gelmesi Hizbullah’ı çok zorladı. Hizbullah’ın zorlanması El Kaide ve IŞİD’in Kürtler arasında ciddi bir taban bulmasını kolaylaştırdı; bu Selefi cihatçı örgütlerin güçlenmesi (ki Hizbullahçıların çocukları için de çekici olabildiklerini biliyoruz) örgütü iyice zayıflattı.

Yasal faaliyetlerin öne çıkması

2000’li yılların ikinci  yarısından itibaren Hizbullah yasal alanda çalışmayı temel aldı. Benim “Üçüncü Hizbullah” diye adlandırdığım bu dönemde önce Mustazaflar Derneği ve Hz. Muhammed’i anma etkinlikleriyle dikkati çeken örgüt, yeni lideri Edip Gümüş ve arkadaşlarının 2011 Ocak ayında tahliye olmasından yaklaşık iki yıl sonra HÜDA PAR aracılığıyla yasal siyasi arenaya çıktı. (HÜDA PAR yöneticilerinin son günlerde kendilerini Hizbullah ile ilişkilendiren içeriklere mahkeme kararıyla erişim engeli çıkarttıklarını biliyoruz. Kimbilir bu yazıyı da benzer bir akıbet bekliyordur fakat HÜDA PAR’ın Hizbullah ile ilişkisi olduğundan bahsetmesek hakkında söyleyecek fazla bir şey kalmıyor.)

Edip Gümüş tahliye olduktan sonra kendilerini karşılayanlara hitap ediyor.

HÜDA PAR Aralık 2012’den beri varlığını sürdürüyor, kimi zaman kendi adıyla kimi zaman bağımsız adaylarla epey seçime de girdi ancak başarılı olamadı. Bununla birlikte, bu partinin Cumhur İttifakı ile (daha doğrusu AKP listelerinden) birlikte seçime girmesi halinde AKP’nin Diyarbakır, Batman, Bingöl, Şırnak, Mardin gibi yerlerde milletvekili sayısını artırabilir ve bunlardan bir kısmını da kendisi kapabilir.

HÜDA PAR’ın kurulma fikrinin HEP-DEP-HADEP-HDP çizgisinden esinlenerek çıktığını tahmin edebiliriz. Ama HÜDA PAR’ın bu partilerden (günümüzde HDP’den) en büyük farkı, içinde yer aldığı siyasi hareketin “merkez üssü” olması. Evet Hizbullah’ın lideri (rehberi) yurtdışında yaşayan Edip Gümüş. Örgütün yurtiçi ve yurtdışında hücreleri olduğu da muhakkak ama herhangi bir (silahlı) faaliyet içinde olmadıkları için unutulmaya yüz tutmuş durumdalar.

Fakat HDP için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Her ne kadar o hareketin de fiili “merkez üssü” yasal siyasi faaliyetler ve dolayısıyla HDP olsa da İmralı’daki Öcalan ve Kandil’deki PKK/KCK yönetiminin (Cemil Bayık, Murat Karayılan…) gölgesinden kurtulabilmeleri mümkün değil.

İttifaklar ne getirecek, ne götürecek?

Hizbullah yerine HÜDA PAR’ı, PKK yerine HDP’yi konuşuyoruz. Ve her iki parti de önümüzdeki kritik seçimlere başkalarıyla birlikte giriyor. Ama arada çok büyük farklar var: HÜDA PAR anlaşıldığı kadarıyla pek bir şart dayatmadan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığını desteklerken HDP henüz gerçekleşmemiş olan buluşmada Kemal Kılıçdaroğlu’ndan bazı sözler almak isteyeceğe benziyor. Öte yandan HÜDA PAR, TBMM’ye girebilmek için MHP, BBP gibi hoşlanmadığı partilerle aynı ittifaka dahil olma hesapları yaparken baraj diye bir sorunu zaten olmayan HDP, öncülüğünü yaptığı ittifakta yan yana durmaktan rahatsız olmayacağı parti ve grupları bir araya getirdi.

Eğer Erdoğan yeniden seçilirse HDP tabii ki memnun olmayacaktır ancak yeni dönem bu partinin zaten alışık olduğu bir dönem olacaktır. Öte yandan Kılıçdaroğlu seçilirse bir anlamda HDP de kazanmış sayılacak.

Buna karşılık Erdoğan’ın yeniden kazanması halinde HÜDA PAR’ın fazladan kazanacağı pek bir şey olacağa benzemiyor. Yine de “bizim sayemizde kazandı” demeyi herhalde ihmal etmeyeceklerdir. Öte yandan AKP ile anlaşıp TBMM’ye birkaç milletvekili sokarlarsa bunun Hizbullah tarihinde yepyeni bir dönem olacağı muhakkak. Fakat Kılıçdaroğlu kazanırsa HÜDA PAR da (dolayısıyla Hizbullah da) kaybetmiş sayılacak ve bunun bazı sonuçları olacak. Birkaç milletvekili için bu riski göze alıyor olmaları HÜDA PAR’ın tam bir tıkanma içinde olduğunun kanıtı olarak görülebilir.

e-mail: rusencakir@medyascope.tv

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.