Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Adını Koyalım (101): Seçim ikinci tura kalır mı?

14 Mayıs’ta yapılacak parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine 40 günden daha az bir süre kaldı. Cumhurbaşkanı adayları netleşti, şimdi partiler ve ittifaklar listeler üzerinde çalışıyor.

Muharrem İnce’nin adaylığı cumhurbaşkanlığı yarışını nasıl etkiler, seçimi ikinci tura bıraktırır mı? Seçim ikinci tura kalırsa sonuç ne olabilir? Ortak ve ayrı liste tartışmalarında son durum ne?

Ruşen Çakır, Ayşe Çavdar, Kemal Can ve Edgar Şar, Adını Koyalım’da tartışıyor.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Edgar Şar: İyi akşamlar. “Adını Koyalım”dan herkese merhaba. Ruşen Çakır ve Kemal Can’la stüdyodayız. Uzaktan bize bağlanan Ayşe Çavdar ile de birlikteyiz. Hoş geldiniz.

Can-Çavdar-Çakır: Hoş bulduk.

Edgar Şar: Bugünkü başlığımız: “Seçim ikinci tura kalır mı? Kalırsa ne olur?” — bu konuya bakacağız. Bir de liste tartışması var biliyorsunuz. Bir hafta gibi bir süre içinde listelerin netleşmesi bekleniyor ve hem muhâlefette hem iktidarda, listelerde ortaklaşma olacak mı? Bu denklemler kurulmaya çalışılıyor. “Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalır mı?” meselesinde ilk önce Ruşen Abi’ye söz vereceğim. 

Ruşen Abi, sen Trabzon’da İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu’nu tâkip ettin. “Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalır mı?” sorusunun cevâbını verirken, ilk parametre Muharrem İnce gibi görünüyor. Ama sâdece Muharrem İnce’nin yapıp yapmadığı değil, “Kılıçdaroğlu ilk turda alabilecek mi?” meselesi de ayrıca düşünülebilir. Çünkü Erdoğan’ın ilk turda alma ihtimâli Kılıçdaroğlu’ndan daha az — hattâ çoğu araştırmaya göre hiç yok. Ama biz matematiksel konuşalım: “Daha az” diyelim. Trabzon’da aldığın izlenim, “Kılıçdaroğlu ilk turda seçimi alabilir mi?” sorusuna bir cevap veriyor mu?

Ruşen Çakır: Yakın bir zamâna kadar, hem gittiğimiz yerlerde hem de sıradan insanların hani “Sen gazetecisin, bilirsin” kabilinden sorduğu soru, “Kim kazanır?” sorusuydu. Şimdiyse “Cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turda biter mi?” sorusu soruluyor. Bir de biz İsmail Saymaz’la berâber dolaştık. Zâten İsmail’i herkes Halk TV’den dolayı biliyor ve etrâfımıza çok insan geldi. Hattâ daha uçağa biner binmez başladı bu sorular. Ama sorular daha çok, “Kim alır?” yerine, “Seçim ilk turda biter mi? İkinci tura kalır mı, kalacak mı?” oldu. “Kalacak mı?” diye soranların büyük bir kısmı da, kalacakmış gibi davranıyor. Açık söylemek gerekirse, bizimle konuşanların büyük bir kısmı da bundan endîşeyle bahsediyorlar. Çünkü şöyle bir hesap var: Senin de dediğin gibi, “Erdoğan ilk turda kesin kazanamaz. İlk turda biterse Kılıçdaroğlu lehine biter. Ama ikinci tura kalırsa, sanki Erdoğan kazanır” gibi bir hava var. Bu, çok yaygın bir düşünce; âdeta bir şehir efsânesine dönüştü bu. Şöyle bir şey var: “Erdoğan, Muharrem İnce sâyesinde bunun ikinci tura kalmasını bekliyor. Bu arada Cumhur İttifâkı Meclis’te çoğunluğu alırsa ya da Meclis’e daha fazla milletvekili sokarsa, onu da kullanarak, o aradaki geçen süre içerisinde ne yapıp edip ikinci turu alır”. Bir de Muharrem İnce, “İkinci tura ben kalırsam Kılıçdaroğlu’nu destekleyenler bana oy verir. Ama Kılıçdaroğlu kalırsa, bana verilen oyların hepsini Kılıçdaroğlu’na taşıyamam, seçim riske girer” gibi acayip bir lâf etti. Bu açıklamayla birlikte, böyle bir hava var. Bence bu bir şehir efsânesi. İnsanlar genellikle cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalabileceğini, kalırsa da Erdoğan’ın kazanabileceğini düşünüyorlar.

Senin soruna dönecek olursak: Kılıçdaroğlu ve muhâlefet, özellikle Millet İttifâkı buna hazır mı? Ben geçen hafta Konya Ereğli’deydim, dün de Trabzon’daydım. İki farklı coğrafya, ama ikisinin de ortak özelliği: Cumhur İttifâkı buralarda çok güçlü. Trabzon’da %60’lardan bahsediliyor; hattâ Konya’da daha fazla. Buna rağmen, buralarda insanlar Kılıçdaroğlu’na, muhâlefete sâhip çıkıyorlar. Kılıçdaroğlu Konya Ereğli’de Atatürk Spor Salonu’nda konuştu. Aslında Trabzon’da da CHP’nin kuracağı çadırda yapılacaktı “Millet Buluşması”. Ama Belediye ve Vâlilik bir şekilde engel çıkartınca, son dakikada alanda platform kuruldu ve olay mitinge döndü. 

Bir de akşamları iftar oluyor. Aslında toplantılar ve iftarı birbiriyle aynı sanıyorsun, ama aslında iki farklı olay yaşanıyor. Birisi daha coşkulu, diğeri daha sâkin. Ama iftarlar birçok şeyin göstergesi bence. Önce, Konya Ereğli’de toplantı yapıldı. Sonrasında Konya’da Dedeman Otel’de iftar yapıldı. Aynı şey Trabzon‘da da oldu. Trabzon’daki iftar da Ramada Otel’de yapıldı. İftara katılanlar genellikle orta sınıf. Millet İttifâkı’nın diğer partilerinden de çok gelen var. İYİ Parti’den, Saadet Partisi’nden ve DEVA Partisi’nden insanlar da geliyorlar. Aslında orada şehrin esas dinamiklerini görüyorsun. Yani mitinge gençler de geliyor, köylüler de; ama iftara gelenler büyük ölçüde daha orta sınıf, hatta üst orta sınıf. Serbest meslek sâhipleri, sivil toplum kuruluşları, iş çevresi vs..

Edgar Şar: Bir zamanlar AK Parti’ye mutlaka destek vermiş insanlar var orada.

Ruşen Çakır: Evet, öyle insanlar da var. Meselâ karşılaştığım birisi, ülkücü bir âilenin çocuğu olduğunu söylüyor. Ya da daha radikal sol hareketten gelenler de var. CHP’ye gelenler, Saadet Particiler vs.. Ama onlar o şehrin varlığında önemi, yeri olan insanlar. Ben Kılıçdaroğlu’nu daha önce 2015 seçimlerinde de Trabzon’da izlemiştim. O zamanki nâfile bir mitingdi. Yani ne kadar çok oy alabilirse o kadar iyiydi; mecbûren yaptığı bir şeydi. Ama burada cumhurbaşkanlığını kazanma iddiası var ve insanlar da o iddiayı satın alıyor. Kılıçdaroğlu ile birlikte Ekrem İmamoğlu da vardı. Konya’da da vardı, ama Trabzon’da olması daha anlamlı; çünkü Trabzon… 

Edgar Şar: Şöyle bir tip insan var mı onu merak ediyorum: Meselâ bu aday tartışmalarında, “İmamoğlu olursa kazanır, ama Kılıçdaroğlu kazanamaz” diye iddia eden, sanki İmamoğlu’na oy verip Kılıçdaroğlu’na vermeyecek bir ekip vardı. Şimdi İmamoğlu onları iknâ edebiliyor mu Kılıçdaroğlu’na. 

Ruşen Çakır: Edip etmediğini bilmiyorum, ama İmamoğlu olayın bayağı önemli bir parçası. Açılış konuşmalarını o yapıyor, yani Kılıçdaroğlu’ndan önce o konuşuyor ve konuşmalarının her birinde de Kılıçdaroğlu’nu övüyor, ona bağlılığını gösteriyor. Hiç öyle kerhen yapılmış konuşma gibi görmüyorsun. Zâten “13. Cumhurbaşkanı” diye bahsediyorlar. Sonra Kılıçdaroğlu da topu alınca, o da İmamoğlu’nu aynı şekilde övüyor ve ondan da “Cumhurbaşkanı Yardımcısı” olarak bahsediyor. Birbirlerini böyle tamamlıyorlar. Sonuçta insanlar İmamoğlu’nun angaje olduğunu görüyorlar. Kılıçdaroğlu Trabzon’a İmamoğlu olmadan gelseydi, o dediğin olay olurdu. İnsanlar, “İmamoğlu olsaydı buralar şimdi dolup taşardı” diyebilirdi.

Bence şöyle bir şey fark var: Eskiden, CHP’ye ya da muhâlefet partilerine oy verenlerde umut vardı, şimdi daha çok inanç var. “Keşke bu iş olsa” düşüncesinden, “Bu iş oluyor” inancına geçmiş insanlar görüyorum. Meselâ Trabzon’da sorduk: Muharrem İnce’ye meyyal gençler varmış, ama ne kadar etkili olur çok emin değilim. Bu arada Samsun’dan, Sinop’tan, Rize’den, Artvin’den Trabzon’a bir yığın CHP’li gelmişti. O kadar çok aday adayı var ki… Kemal de bilir o bölgeyi. Meselâ Rize’den 3 milletvekili çıkıyor, üçünü de AKP alıyor. Hani taş çatlasa 1 kişi çıkacak. 

Edgar Şar: Onun için bile büyük yarış var.

Ruşen Çakır: Ama o da ancak ortak liste olursa olacak. Meselâ benim memleketim Artvin’de 2 milletvekili çıkıyor. 1-1 paylaşılıyor. O 1 olmak için mücâdele eden çok kişi var; ama herkes, “Ben olursam, İYİ Parti’nin filanın desteğiyle ikisini birden de alabiliriz” diyor. Trabzon’da, Samsun’da, Rize’de böyle bir aday olma yarışı varsa,  CHP’nin çok daha güçlü olduğu, diyelim ki Ege’de, Akdeniz’de, İstanbul’da, Trakya’da kim bilir neler oluyordur? Aslında konuştuğumuz CHP’liler şunu kabul ediyor tabiî, orada da o vardı: “Tamam, Trabzon Erdoğan’ın kalesi. Bu özellik bozulmayacak. Ama alınabilecek her oy –ki alacaklarını düşünüyorlar–, fazladan çıkarılabilecek her milletvekili bir şey. Ama cumhurbaşkanlığı seçiminde — ki Kılıçdaroğlu gazetecilerle sohbetinde de söyledi bunu: “Seçim kazanılmış gibi değil, hep 1 oya ihtiyâcımız varmış gibi çalışalım”. Orada da gördüğümüz bu. Normal olarak AKP’nin çok güçlü olduğu bir yerde, %50+1 oy gerektiği için, insanlar onu sağlamak için seferber olmuş durumdalar.

Sonuç olarak şunu söyleyeyim: Kemal’le bunu daha önce de tartıştık. Ben Muharrem İnce olayının ciddî bir olay olduğunu, yani cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci tura bıraktırabilecek bir olay olduğunu düşünüyorum. Seçime az bir süre kaldı. Ama zaman içerisinde, İnce’nin etkisinin, hele kendisi konuştukça, bu etkinin azalacağını düşünüyorum. Çünkü konuştukça hiçbir şey söylemiyor. Hattâ tam tersine, “Bir dakika! Ne oluyoruz?” duygusunu getiriyor. Özellikle belirli bir bilinçle hareket eden, böyle düz protest değil de, “Şöyle olursa böyle olur” yaklaşımıyla bakanların nezdinde, kendi kredibilitesini yıkan açıklamaları var.

Edgar Şar: Hep, neden aday olduğunu meşrûlaştırma tavrı. 

Ruşen Çakır: Ama Erdoğan’ın yaptığını yapıyor; CHP’nin HDP’ye bakanlık vereceğini söylüyor filan. Fakat 2018’de kendisi cumhurbaşkanı adayı olduğunda, Selahattin Demirtaş’ı Edirne Cezâevi’nde ziyârete gitti. Eşi, Demirtaş’ın eşini ziyâret etti. Şimdi bambaşka konuşuyor.  

“Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalırsa ne olur?” meselesine sonra bakalım, ama ben bunun birinci turda halledilebilme ihtimâlinin daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Yani %50 +1 olarak ilk turda Kılıçdaroğlu’nun lehine bitme ihtimâlinin daha önde olduğu kanısındayım. 

Edgar Şar: Peki. Kemal Abi, sence cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalma parametreleri nedir ve o parametreler nasıl ilerliyor, değişiklik var mı?

Kemal Can: Bu sürece bir matematiksel bir de siyâsî cepheden bakılabilir. Matematiksel olarak baktığımızda referans alabileceğimiz yer 2018 ise, yani anketler değil reel sonuçlar üzerinden gidelim. 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminde ne olmuştu? Muharrem İnce %30 civârında oy almıştı; Akşener % 7 civârında, Demirtaş %8’in üzerinde oy almıştı. % 51,5 gibi bir oy oranıyla Erdoğan ilk turda seçilmişti. Bu epey önceki bir resim. Ekonomik kriz, deprem, Cumhur İttifâkı’nın oy kaybı sürecinin öncesi bir zamandan bahsediyoruz. Akşener ve Demirtaş kendi partilerinin aldığı oy kadar oy almış olsalardı, artı, o zaman çok konuşulan ve son anda, çatı adaylık dışında hiçbir seçeneğe yaklaşmayacağını söyleyen Abdullah Gül, Saadet Partisi ile birlikte, Erdoğan’dan muhâfazakâr oy alabilecek bir seçenek olarak kendini gösterecek ekstra bağımsız aday olarak çıkmış olsaydı, sayısal olarak Erdoğan ilk turda kazanamıyordu. 

Şimdi bu matematik üstünden, bu köprünün altından akan bütün derelerin hesâbını da ekleyerek bugüne geldiğimde, Erdoğan’ın hiçbir ankette –ama anketlere hiç dokunmadan söylüyorum–  %45’ler seviyesine bile varamadığını, %40’ın biraz üstünde tutunduğu bir alan görüyoruz. Dolayısıyla çok açık biçimde Erdoğan’ın ilk turda kazanma ihtimâli sıfır. 2018’deki hikâyede, muhâlefet seçimi ikinci tura bırakmaya çalışıyordu. 

Edgar Şar: Evet, strateji oydu zâten.

Kemal Can: Şimdiyse, bütün denklem matematiksel olarak terse dönmüş durumda. Şu anda, ikinci turu çâre diye gören, iktidar. Dolayısıyla bu matematiksel tabloyla, şu anda Erdoğan’ın ilk turda kazanamaması, muhâlefetin de ilk turda kazanabileceği bir barajda olduğunu düşünüyorum. Bu, işin matematiksel kısmı. Bu matematiksel denkleme, Ruşen’in de işâret ettiği, herkesin de dikkat çektiği en önemli faktör olarak Muharrem İnce meselesini de ekleyeyim. Muharrem İnce için ölçülen oy potansiyelinin%5 olduğunu ya da %7 olduğunu düşünelim. Bu %7’nin tamâmının muhâlefetin havuzundan alındığını kabul etmemiz çok gerçekçi değil. Bunun içerisinde, ne olursa olsun tepki oyu olacak. Zâten Muharrem İnce aday olmasa da Kılıçdaroğlu’na oy atmayacak, mümkünse seçime katılmayacak bir seçmen olduğunu ve ikinci tur stratejisine bağlı olarak, bu potansiyelin içerisinde, birinci ve ikinci turda AKP’ye oy verecek bir seçmenin olduğunu… Bunun yüzdesi 1 puan ya da 2 puandır. Dolayısıyla, kaçınılmaz olarak o %7’yi saydığınız şeyin tamâmını, Kılıçdaroğlu oyundan kopmuş ve ikinci tur denklemini besleyen bir sayı olarak ifâde edemeyiz. Böyle bir matematiksel şey de var. Dolayısıyla %40-42 bandındaki Erdoğan’ın üstüne, 3-4, hattâ 5 puan İnce de koysak, matematik olarak ilk turda bitme olasılığı hiç küçük değil. En azından sürpriz olasılık bu değil; bu çok açık.

Gelelim işin siyâsî tarafına: Siyâsî tarafında, ikinci tur denklemini sağlayacak şeyler nedir? Yani, iktidârın ikinci tura zorlama seçeneğini güçlendiren politik argümanlara baktığımızda, birincisi Muharrem İnce faktörü. Bu konuda ben de Ruşen’e katılıyorum. Muharrem İnce’nin, bu süreçte ivme alarak değil, o köpüğün sönümlenerek ilerleyeceğini düşünüyorum. Ne kadar söner bilmiyorum, ama artmayacağını düşünüyorum. Çünkü artması için herhangi bir politik gerekçe görmüyorum. Eğer reaksiyon oyuysa bu; mevcut durumdan, Kılıçdaroğlu’na reaksiyondan, HDP ile ilişkiye alerjiden, her ne ise bu; zâten şu andaki resimde çıkmış durumda. Bu resmin üzerinde bu potansiyelin büyümesini yaratabilecek şey, alternatif seçeneğin kendi kazanabileceğini ve bunu kazanmak için ileriye sürebilecekleri argümanlara bağlı. Yani Muharrem İnce’nin özel bir performans göstermesi, iknâ etmesi gerekiyor. Çünkü Muharrem İnce’nin kendi söyledikleri, politik çizgisi, kadrosu ya da politik önermeleriyle bir potansiyel tuttuğunu görmüyoruz; tam tersi bir şey görüyoruz. O reaksiyon oyunun zâten biraz köpük olduğunu ve o köpüğün önemli bir kısmının giderek azalacağını düşünüyorum.

İkinci argümanı, iktidârın yürüteceği muhâlefeti yıpratma stratejisi. Seccâdeden Akşener’e tehditvâri çıkışlara veya bundan sonra buna benzer, seviyesi pek de yüksek olmayan, çok alışık olduğumuz, bildiğimiz stratejinin sonuç vermesi. Seccâde meselesi dâhil bu argümanların hiçbiri, anketlerde Kılıçdaroğlu’nun 50’nin üzerinde ölçülmesine neden olan bloka geçmiş olan oyların yer değiştirmesine yetecek bir şey değil. Bu ancak tıpkı HÜDA PAR ve Yeniden Refah Partisi ittifâkında olduğu gibi, zâten kendi tarafında olan, ama seçim motivasyonu düşmüş kesimleri tutar; yeni bir şey kazanma ihtimâli yok. “Kılıçdaroğlu’na oy verecektim, bak gördüm mü seccâdeye basmış” diye dönecek biri yok. Ama AKP için, o talep ettiği çok kritik — ki sâdece muhâsîlefet “Kritik seçim” demiyor buna, iktidar da “Kritik seçim” diyor ve “Bak kimler geliyor!” korkusuna cevap verebilecek ve bunun için motive olacak. Yani Yeniden Refah Partisi veya HÜDA PAR seçmeni olan, “Aman ha! Tamam, bizim de bunlarla sorunumuz var, ama CHP gelmesin” diyen kitleyi, o çok sevilen tâbirle konsolide etmekten daha önemlisi, motive etmek. Şu anda muhâlefetin heyecan yaratıp yaratmadığıyla ilgili tartışıyoruz; ama buna karşılık, tersine döndüğünde, iktidar seçmeninde ve iktidar partilerinde heyecânın ‘h’si yok. “Bu seçim çok kritik bir seçim. Beka seçimi” diyor ya Bahçeli? Muhteşem seçim makinesi olan AKP’nin çarklarının döndüğünü görmüyoruz. 

Ruşen Çakır: Ama Erdoğan’ın Yeniden Refah’a, BBP’ye ve Bağcılar Ülkü Ocakları’na ziyâretini görüyoruz. Bu çok acayip.

Edgar Şar: Bağcılar’da iyi bir kalabalık topladı aslında; ama o senin söylediğin grup zâten. Matematiği değiştiren bir şey. 

Ruşen Çakır: Ama Ülkü Ocakları’na gidiyor. Daha önce böyle bir şey var mıydı?

Kemal Can: Ben siyâsî denklemi, matematik tabloyu bozacak siyâsî müdâhaleyi… Ben böyle, “Daha provokatif işler yapılır mı yapılmaz mı? Acayip şeyler olur mu olmaz mı? Anti-siyâset ya da gayri nizâmî siyâset hamleleri nasıl sonuç verir?” meselesini dışarıda tutuyorum, onu ayrıca söyleyeceğim. Ama mevcut stratejilere baktığımızda, demin söylediğim matematiği değiştirecek, 2018’den bugüne kadar bütün anketlerde ve seçim sonuçlarında da görüyoruz ki neredeyse 3 seçmeninden birini kaybetmiş bir iktidar bloku var. Dolayısıyla bu denklemin terse dönmesi zor. O yüzden ben 1. turda muhâlefetin kazanmasının favori sonuç olduğunu, diğerinin özel sürprizlere bağlı olarak gelişebileceğini söylüyorum. Bu endîşeler üzerinden kurulan şeye de şu notu koyarak bitireyim: Burada da, bu sessizliğiyle de endîşe yaratabiliyor, konuşurken de endîşe yaratabiliyor. Sessizken de muhâlefet seçmenini tedirgin eden şeyler söyleniyordu. Şimdi konuşmaya başladığında da, “Bak, ne kadar kendinden emin. Karşısında zayıf aktörler var, ezip geçecek hepsini” deniyor. Bence bu noktada, tıpkı krizi atlatan muhalefet seçmeninin, kendi iç krizinde davrandığı gibi davranıp, artık bu endîşelerle meşguliyetini bitirmesi gerekiyor. Yani “Aktörler bize heyecan taşısınlar, bize canlılık getirsinler, bizi iknâ etsinler” meselesinden çıkıp, tıpkı nasıl muhâlefeti kendi krizinde “Saçmalamayın” deyip doğru bir hatta ittiyse, muhâlefet seçmeni partilerden ve aktörlerden daha doğru ve kararlı bir pozisyonda olduğunu gösterdiyse, burada da gösterebilir. Dolayısıyla, bir sinir harbi olarak geçecek bu 40 gün. Açıkçası atmosferi ve ruh hâlini tutan… ki bu illâ aktörler olması gerekmiyor; Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin ya da İYİ Parti’nin yapması gereken bir şey değil bu. Bu, seçmenin umuttan inanca dönen şeyi bir kararlılığa çevirmesiyle olabilecek. Ben bunun olabilme ihtimâlini güçlü görüyorum. Şu son düzlükte, bu adaylık ve listeler meselelerinde çok büyük bir maraza çıkmaz, orada herkesin bir mâkule gelmesi söz konusu olursa, tıpkı krizden sonra olan bir özgüven atağı gibi, “Hadi artık yürüyoruz” havasının oluşmasının bunu güçlendireceğini düşünüyorum. 

Özet olarak, ben muhâlefetin birinci turda kazanma ihtimâlinin hâlâ yüksek olasılık olduğunu, diğerinin sürpriz bir olasılık ve ancak şu andaki durumun değişmesiyle mümkün olacağını düşünüyorum. Şu andaki durum, birinci turda muhâlefete kazandırır.

Edgar Şar: Peki, Ayşe’ye dönelim. Ayşe, bizi çok bekledin, kusura bakma. 

Ayşe Çavdar: Estağfurullah.

Edgar Şar: “İkinci tura kalır mı?” sorusuna verilen cevaplara katılıyor musun? Bir de, izlediğin zaman muhâlefetin neyi eksik geliyor sana? Kılıçdaroğlu her gün bir yerde bir şekilde ya esnaf ziyâreti yapıyor, ya halka hitap ediyor, ya da kanaat önderleriyle buluşuyor. Akşam iftarlar oluyor filan. Muhâlefette ne eksik var? Ya da var mı?

Ayşe Çavdar: Önce, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması için hiçbir sebep görmediğimi söylemek istiyorum. İkinci tura kalırsa da, herhalde Meclis çoğunluğunu kimin kazanacağı belirleyecek ikinci turun sonunu. Ama ben böyle bir ihtimal olduğunu gerçekten düşünmüyorum. İkinci tura kalması için hiçbir sebep yok. 

Ben o kadar uzun konuşmayacağım; çünkü Ruşen ve Kemal aşağı yukarı bütün hesapları yaptılar. Sâsîdece Berlin’den azıcık bir şey söyleyebilirim. Berlin de çok heyecanlı. Dün, Kreuzberg’te bir pazardaydım. Daha çok Türkler’in bulunduğu bir pazar. Sanki Kılıçdaroğlu kabullenilmiş gibiydi. Bunu biraz sizlerin aktardığı Türkiye’deki havayla ilgili de söyleyeceğim. Kabullenilmiş diyorum, çünkü Kılıçdaroğlu’nun ne kadar iyi bir rakip olup olmadığı, bugüne kadar kaç seçim kazanıp kazanmadığıyla ilgili bir hayli tartışma orada da dönüyor. Ama en sonunda şu çok önemli bir ivme kazandırdı bence: Sonuçta muhâlefet bir karar verdi, adayını belirledi — en riskli adayını seçti esâsında. Yani kazanma ihtimâli en az olan adayı belirledi. Ama bu bile bir özgüven belirtisi. Yani “Biz böyle de kazanabiliriz” özgüveni. Dün insanlarla sohbet ederken işin bu tarafını gördüm. Bu enteresan geldi bana. Hâlihazırda zâten kazanacak adayın değil, kazanması daha zor olan adayın belirlenmesi, garip bir şekilde bir özgüven getirmiş vaziyette. “Bu kadarını da yaparız, bundan fazlasını da yaparız” hikâyesi galebe çalmış duruyor. Böyle düşünmemiştim; görmek duymak hoşuma gitti açık söylemek gerekirse. 

Muhâlefetin nesi eksik sorusuna gelince: Muhâlefet partilerinin, ikinci tura kalma ihtimâli hikâyesini ortadan kaldırmaları, kendilerinin en azından telaffuz etmemeleri, konuşmamaları, bunun birinci turda biteceği fikrine önce kendilerine alıştırmaları ve bunu sâhaya böylece aktarmaları lâzım. Umudun inanca dönüşmesi, bir taraftan çok iyi bir şey, bir taraftan ürkütücü de. Çünkü “Zâten kazanıyoruz” mevzûunun olmaması gerekiyor. Dolayısıyla hem “İkinci tura kalmayacak” deyip, hem de “Aman ha! Asılın! Şansa bırakmayın!” demek o kadar kolay değil. Ama bu dili bulmak zorunda. Şu anda bu dil yok, muhâlefet hâlâ ikisi arasında bocalıyor bence.

İkincisi, hem Millet İttifâkı hem Emek ve Özgürlük İttifâkı’nda liste meselelerini konuşurken, parti yönetimlerinin birbirinden daha çok haberdar olduklarını ve bizim düşündüğümüzden, bildiğimizden, etrâfa yayılandan, kamuoyuna görünenden daha sıkı bir işbirliği içerisinde oldukları görülüyor. Özellikle dün ve önceki gün, Emek ve Özgürlük İttifâkı’ndan birileriyle konuştum. Millet İttifâkı’ndan da dolaylı olarak haber aldım. Ama bu işbirliğinin detayları seçmene aktarılmış vaziyette değil. Dolayısıyla bizim daha evvel, “kazanacak aday, kazanmayacak aday” gibi saçma bir tartışma esnâsında gördüğünüz seçmen içi kutuplaşma, hizipleşme ne yazık ki devam ediyor. Sürecin bu kadar uzaması, aslında kısa olmakla berâber, tartışmanın harâreti o kadar yüksek ki sürecin bu kadar uzaması, tartışmayı da bir miktar canlı tutuyor. Ben bunun pek iyiye alâmet olduğunu düşünmüyorum. Ama “Seçimi bu yüzden kaybedeceğiz” de demiyorum. Sâdece, bunun üstesinden gelinmesi gereken bir sorun olduğunu düşünüyorum. Parti yönetimlerinin ittifak içi hesapları daha şeffaf hâle getirmeleri ve ortaklaşmaları, daha bilinir hâle getirmeleri lâzım ki seçmen arasında artık sertleşmeye başlayan tartışma da bertaraf olsun.

Şimdi bizim önümüzdeki en önemli avantaj, muhâlif olan seçmenin ittifak siyâsetini görmesi, onaylaması, detayına kadar öğrenmesi, öğrenmeye çalışması. Genel olarak ittifak içerisindeki partilerden memnûniyetsiz olsa bile, ittifak siyâsetinde umûdunun yüksek olması. Bu hem avantaj hem dezavantaj. Çünkü bir taraftan ittifak içindeki partileri seçmen gözünde de birbirine borçlu ve mahkûm hâle getirirken, bir taraftan da toplamda umûdu büyütüyor ve bu ikisi arasında denge bir türlü sağlanamıyor. Yani o beklentilerle, toplamdaki umut, o umûdun, kendi partisinin dediklerinin ön plana çıkması, listesinin ön plana çıkması gibi mevzûlar, seçmen arasında yine bir iç duygusal gerilim yaratıyor. Bunun da üstesinden ancak, ittifak içindeki bütün o hesapların biraz daha şeffaflaştırılmasıyla gelinir. İttifak içindeki pazarlık esnâsındaki tartışmanın ağyara açılmasından bahsetmiyorum. Onu yapmamaları gerekiyor; mümkünse onu yapmasınlar. Ama çalışmanın sürdüğü ve çalışmanın, müzâkerenin bir kopuş ya da bir ittifak içi yarış hâlinde değil, bütün ittifâkın yararını düşünerek devam ettiğini göstermek ve söylemek, bunu tekrar etmek çok önemli bence. 

Son bir şey söyleyeceğim: Bugün Meral Akşener’in konuşmasını da dinledim. Konuşması, İYİ Parti İstanbul İl Başkanlığı’na yapılan saldırının etkisindeydi ve ağırlıklı olarak Erdoğan’ın yer tuttuğu bir konuşmaydı. Şuna galiba hâlâ iknâ olmadılar — özellikle Millet İttifakı’ndan bahsediyorum: Bu işe seçmen el koydu ve seçmen bu ittifâkı bir arada tuttu. Her bir seçmen teker teker bir aktiviste dönüştü ve orada inanılmaz bir coşku, heyecan, gerginlik var. Endîşeyi katmıyorum bile. Endîşe tabiî ki var. Endîşenin olmasının sebebi de şu: Bir türlü, seçmendeki bu kazanma arzusuyla, âciliyet arzusuyla, partilerin, hem tek tek hem de ittifak olarak tam bir irtibâta geçememiş olması. Bence bu da önemli problemlerden bir tânesi.

Özetle söylemek gerekirse, bu, yaşam koçlarının sık sık söylediği bir şey. Partiler kendilerini seçmenin kendi yarattığı akışa bırakmamakta biraz ısrar ediyorlar, yani kontrolü ellerinde tutmaya çalışıyorlar. Zannediyorum ki o yüzden de bu gerilimler bir türlü ifâdesini bulmuyor. Dolayısıyla hem birbirleriyle daha ortaklaşmış, hem de seçmenin duygularını düşüncelerini daha fazla ön plana çıkaran, onların daha fazla duyulmasını sağlayan bir siyâsî iletişime geçmeleri lazım. CHP’nin özellikle siyâsî iletişim kadrosunu elden geçirmesi gerekiyor. Çünkü iktidar, seccâde benzeri krizler çıkaracaktır. İYİP’in başına gelen türde krizler ortaya çıkması da çok muhtemel. Dolayısıyla bütün bunların hesâba katıldığı birtakım iletişim stratejileri çıkarmaları lâzım. Genel olarak propagandada ne söyleyecekleri konusunda biraz fikirleri var, ama iletişim ekiplerinin kriz iletişimi konusunda fazla bir tecrübeleri ya da planları programları olmasa gerek ki seccâsîde meselesinin, özellikle Halk TV’de sonsuza kadar uzatıldığını, aynı şekilde CHP’nin de hâlâ şu anda bile cevap yetiştirmekte olduklarını gördük. Buna gerek yok. Çünkü o zâten o krizin yankısını bir gün içerisinde, yine kendi içine patlayarak, dışarıya da fazla patlamadan tüketmesi umut verici bir şey, onun devam ettirilmemesi lâzım. Ben de seccâde tartışmasını yapmak için söylemiyorum, örnek vaka olarak söylüyorum. Kriz iletişimi konusunda pek de düşünmedikleri, nerelerde nasıl krizler çıkacağını pek planlamadıkları, öngörmedikleri anlaşılıyor. Bunlara dikkat etmeleri lâzım.

Hülâsâ, eksiği şöyle özetleyebilirim: Bence eksiği duygu iletişimi. Bu zâten seçmende endîşe olarak, tedirginlik olarak, umut olarak, inanç olarak, öfke olarak var. Yani seçmende her türlü duygunun, üstelik seçime yönelmiş olarak vücut bulduğunu söylemek mümkün. Fakat bu henüz partilerin söylemlerinde karşılığını, yankısını bulmuş değil. Onun yerine, klasik, sanki bu seçim muhâlefete, seçmen tarafından krizleri çözülerek hediye edilmiş bir seçim değilmiş gibi, hâlâ başlıca aktörün kendileri olduğunu zannederek yaptıkları konuşmaların yabancılaştırıcı bir etki yaptığını söyleyebilirim. Teşekkür ederim.

Edgar Şar: Çok teşekkürler Ayşe. Ayşe, seçim ikinci tura kalırsa Meclis çoğunluğunun etkili olacağını söyledi. Sizden de çok kısa görüş alayım, sonra liste meselesine geçelim. İkinci tura kalırsa ne olur?

Ruşen Çakır: Ben bununla ilgili başlı başına bir yayın yapacağım. Çünkü hafta sonu yaşadığım bir olayla ilgili öyküsü var bunun. Ben, “Seçim ikinci tura kalırsa Erdoğan kazanabilir” önermesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu biraz bana, “Erdoğan İstanbul seçimlerini yeniletti, bir bildiği vardır. Ne yapar ne eder kazanır” söylemlerini hatırlatıyor. 

Edgar Şey: Ona benzer.

Ruşen Çakır: Tam birebir aynı değil tabiî, ama böyle bir şey. Ben kazanabileceğini sanmıyorum. Tabiî ki şu önemli: Milletvekili seçimlerinde listeler meselesinde ilk turda Cumhur İttifâkı net bir üstünlük sağlarsa, Erdoğan bunu, “Bakın, biz Meclis çoğunluğunu aldık. Siz cumhurbaşkanlığını başkasına verip kriz çıkartmayın” diye kullanmak isteyecektir. Ben Meclis’teki çoğunluğu net bir şekilde alacaklarını da çok düşünmüyorum. Öyle bir şey olsa dahi, insanların, “Şimdi sorun çıkmasın, oyumuzu Erdoğan’a verelim bâri” demeleri ya da Kılıçdaroğlu’na oy vermeyi düşünenlerin moral bozukluğuyla sandığa gitmemesi bana çok gerçekçi gelmiyor. 

Erdoğan’ın en büyük umûdunun ikinci tur olduğunu biliyoruz. Ama Erdoğan’ın umûdunun bu olması, Erdoğan’ın bunu yapacağı anlamına gelmiyor. Daha önce de onun hedefleri vardı, ama ulaşamıyor. Meselâ ekonomiyle ilgili târih vererek söylediği o kadar şey vardı, ama hiçbiri olmadı. Dolayısıyla iktidarın, “Seçim ikinci tura kalırsa kesin alırız” ya da muhâlefetin söylediği, “2. tura kalırsa Erdoğan kesin alır” gibi önermelere çok şüpheli yaklaşıyorum.

Edgar Şar: Sana da soracağım aynı soruyu Kemal Abi. Sonra liste konusunda yine seninle devam ederiz. Bu arada tabiî 2.tura kalırsa nasıl kalacağı da önemli. Biraz önce senin söylediğin, matematiği şu ya da bu şekilde aşıp, diyelim ki Erdoğan %47 civârı bir oy aldı. Kılıçdaroğlu %47,5-48 oy aldı. Tabiî bu durumla, Kılıçdaroğlu’nun 48 alıp, Erdoğan’ın 42 alarak ikinci tura öyle gitmesi arasında çok fark var. Bu da belirleyici olacak, ama sen ne diyorsun ikinci tura kalırsa?

Kemal Can: Evet, burada belirleyici olan, ilk turda konuştuğumuz matematiğin, diğer adayların etkisiyle ikinci tura bırakılması. Yani Muharrem İnce etkisiyle ikinci tura kaldığında, dediğin tablo var. Hakîkaten %49 sınırında kalmış bir Kılıçdaroğlu, toplam olarak 6-7 puan almış diğer adaylar… Dolayısıyla 6 puan farkı, Erdoğan Meclis’te çoğunluğu almış olsa bile garanti olarak görmek için hiçbir neden yok. İki nedenle yok; birincisi, eğer bu, Kılıçdaroğlu ve Erdoğan dışındaki aktörlerin etkisiyle olmuşsa ve o oyun ikinci turda tamâmen Erdoğan’a gideceği varsayılıyorsa, o oyun zâten Erdoğan’ın hânesinden gitmiş olduğunu varsaymamız gerekir. Dolayısıyla o blokun, olduğu gibi Erdoğan’a döneceği varsayımı çok gerçekçi bir varsayım değil bence. Çünkü o ara yeterince açıksa, o kabul edilemez. 

İkincisi: “Meclis seçimleri kaybedilirse, muhâlefet seçmeni cumhurbaşkanlığı seçimine asılmaz, bırakır” argümanı. Hayır, bence tam tersi olur. “Adam kazandı” olmayacağı için, Erdoğan kazanamamış olduğu için ve Erdoğan’ı durdurma motivasyonu muhâlefet seçmeni için… hattâ bu “Meclis önemsenmiyor; seçmen de bunu çok algılamıyor. Parlamenter sistem meselesi algılanmadı” meselesi çok tartışılıyor. Erdoğan’ı durdurma motivasyonu, bence ikinci turda muhâlefet seçmeni için, hattâ buna neden olmuş aktörlerin de sokağa çıkamayacağı bir tablo hâlinde realize olur ve muhâlefet seçmeninin bir motivasyon düşüşüne, bir yenilgi hissine girmeyip, “Mâdem Meclis’te çoğunluğu alamadık, cumhurbaşkanlığını vermeyelim” motivasyonunun çok daha kuvvetli olacağını düşünüyorum. Dolayısıyla ben iki argümanın da çok güçlü olduğu kanaatinde değilim. Ama çok ucu ucuna bir tablo, yine söylediğimiz gibi, birdenbire resmi değiştirecek sürprizler olursa başka bir şey konuşuruz. Ama şu andaki verili tablo ile ikinci tura kalmasını zayıf olasılık olarak görüyorum. İkinci tura kaldığında, iktidârın kazanma olasılığının da bir garanti içermediğini düşünüyorum.

Edgar Şar: YSK’nın açıkladığı verilere göre, yurt içinde aşağı yukarı 61 milyon seçmen var, yurt dışında da 3 milyon. Toplam 64 milyon civârı bir seçmenden bahsediyoruz. Eğer her zaman olduğu gibi %85’in üstünde bir katılım olursa, 50-55 milyonluk bir seçmen kitlesi oy kullanacak o gün. Bunun yarısı: 27,5 milyon. Kim 27,5 milyon oy toparlayabilecek? Erdoğan’ın bir önceki seçimde aldığı oy 26 milyon civârı. Sen “O oyların hepsini koruyup üstüne 1,5 milyon katmış olamaz” diyorsun. 

Kemal Can: Sayısal olarak bâzı anketlerde, zâten şu anda Kılıçdaroğlu’na oy verebileceğini söyleyen seçmenin potansiyel olarak 33 milyon civârına ulaştığı söyleniyor. Ayrıca bir şey daha var: Biz muhâlefet partilerinin bütün potansiyelini Kılıçdaroğlu arkasında biriktirip biriktirmeyeceğini tartışıyoruz, ama benzer bir şey Cumhur İttifâkı için de var. 2018’deki referandum sırasında da, meselâ MHP oylarının tamâmı Erdoğan’a gitmedi. Hep “Erdoğan kendi partisinin üzerinde bile oy kazanan bir aktör” deniyordu. Ama 2018 seçiminde, 1,5 puana yakın fark vardı. BBP’nin de dâhil olduğu mantıkla düşünürsen, öyle bir faktör de var. Dolayısıyla bu kayıp her zaman ihtimal dâhilinde. 

Edgar Şar: Yani Cumhur İttifâkı 26 milyon küsur oy alırsa, Erdoğan 25 milyonda da kalabilir. Geçen sefer öyle olmuştu.

Kemal Can: Evet.

Edgar Şar: Liste meselesinde yine seninle devam edelim Kemal Abi. Liste meselesi hem Millet İttifâkı’nda hem Cumhur İttifâkı’nda var. Cumhur İttifâkı, Bahçeli’nin tweet’lerinden sonra, hâlâ ayrı listeler olayını söylüyor. Şu anda adını hatırlamıyorum, MHP’nin bir yetkilisi, “87 seçim çevresinde kendi listelerimizle gireceğiz” diye açıkladı. Son anda bir gol olur mu bilmiyoruz. Bence olabilir de. Bilgilere göre, Millet İttifâkı’nda da bâzı yerlerde CHP-İYİ Parti ortak liste yapacak. Tahminim 1 ve 2 milletvekili çıkaran yerleri öncelik aldılar. Zâten 1 milletvekili çıkaran iki yer var galiba: Tunceli ve Batman. 2 milletvekili çıkaran da 15-20 seçim çevresi var sanıyorum. Herhalde oralara odaklanıyorlar. 

Bir de Emek ve Özgürlük İttifâkı var. En çok tartışılan, “TİP seçime ayrı girecek mi?” meselesi. En son onlardan da, “Biz sâdece HDP’ye değil muhâlefete de zarar vermeyecek bir hesap yaparak giriyoruz” açıklaması geldi. Bu güzel bir açıklama aslında ve mutlaka bunun altını da dolduruyorlardır. Ama bu denklem bu kadar kolay kurulabilecek bir denklem değil benim görebildiğim kadarıyla. Sen nasıl görüyorsun? 

Kemal Can: Seçim çevrelerine göre ince matematik, en avantajlı formülleri bulmak, çok anlaşılır bir şey. Ama bu seçimin özelliğinden ve biraz önce ilk turda konuştuğumuz gibi, seçmenin kazanmaya olan inancını güçlendirmek açısından, burada, matematiksel olarak çok mümkün gibi görünse bile, genel motivasyonda tedirgin edici bir soru işâreti yaratan seçeneklerden uzak durmak gerektiğini düşünüyorum. Matematik olarak, özellikle Emek ve Özgürlük İttifâkı konusunda, “Biz zarar vermeyecek en optimum formülü bulacağız” yaklaşımları var. Burada argüman zarar verme ihtimâline cevap vermek için kuruluyor. Ama daha güçlü kazanma ihtimâlinin seçenekleri daha basit. Ortak liste diğer bütün formülasyonlardan daha fazla kazanıyor yani. Tamam, daha az kazanmasına yol açmayacak bir sihirli formül bulunabilir. Ama niye şimdi bu sihirli formülü aramak lâzım?

Edgar Şar: Şeytanın avukatlığını yapmak için soruyorum: Bu dediğin matematiksel bir şey, siyâsî bir şey değil. Zaten bu ayrımı en çok yapanlardan birisin. Siyâsî olarak da mı öyle düşünüyorsun? 

Kemal Can: Siyâsî olarak daha da sorunlu görüyorum. Bunun bir benzerini, kriz dolayısıyla Millet İttifâkı’nda yaşadık. Ve seçmen, burada yapılan simülasyonların, “Biz Kılıçdaroğlu’na evet dersek, seçmenimizin bir kısmını küstürebiliriz” iddiasının çok da öyle olmadığını orada yaşayarak gördü. Yani tam tersi olduğunu gördüler. Çünkü o zamanki argüman neydi? “Aday belirleme sürecinde, kendi seçmenimizden kaybetmeyecek bir formülü ve yine aynı şekilde, ittifâka kaybettirmeyecek, ittifâkın kaybetmesini engelleyecek formülü arıyoruz.” “Kazanacak aday” tezinin arkasında bu vardı. Şimdi bu tarafta da aynı şey var. Bence burada ittifak bileşenlerinin birbirlerini, riskli, kazanamayacak, tehlikeli ya da bâzıları için alerjik göstermesinin, politik olarak yanlış olduğunu düşünüyorum. Millet İttifâkı’nda “kazanacak aday” meselesi, birilerini iknâ etmek için motive edici bir şey olmayıp, aslında birini yıpratan ve adayın arkasındaki desteğin motivasyonunu düşüren bir etki yaptı ve seçmen buna cevap verdi.

Benzer bir şey, “HDP’ye oy vermek istemeyen bir grup seçmen var. Biz onları başka bir seçenekle bu denkleme dâhil edeceğiz” iddiası, burada biraz örtülü bir siyâsî problemi de içeriyor. Bu hakîkatte böyle olabilir, ama siz yapmıyor olsanız bile, bunu açık bir politik tartışmanın ya da pazarlığın veya restleşmenin malzemesi hâline getirirseniz ya da böyle görünmesine izin verirseniz… Ayşe’nin işâret ettiği gibi, aslında masada daha fazla şey konuşuyorlar, ama bunun yansıması böyle olmuyor. O tedirginlik muhâlefet tarafında çok kolay harekete geçebilen bir şey ve tedirginlik bâzen karşılıklı olarak saldırgan bir şeye de yol açabiliyor. Dolayısıyla bu intibâı yaratacak hamlelerin politik olarak doğru olmadığını düşünüyorum. Tam tersine, en genel slogan olarak “Birlikte kazanacağız” fikrinin, hem her iki muhâlefet ittifâkının neredeyse sloganı olan, hem de muhâlefetin bütün sloganı olan “Birlikte kazanacağız” fikrinin realize edileceği bir zeminin, politik olarak daha doğru olduğunu düşünüyorum. Oradaki çapak, “Biraz alerjik bir seçmen var, orada ondan imtinâ eder…” Ama o seçmenin oy verebileceği pek çok seçenek var. 

Ruşen Çakır: Ama o alerjik seçmen, oy verdiği partinin alerjik olduğu parti sâyesinde barajı aşacağını da kabul edebiliyor.

Kemal Can: Bence, seçmenin alerjileri, tepkileri konusunun biraz istismar edildiğini ve onlar adına başka şeylerin vesîlesi olarak fazla kullanıldığı kanaatindeyim. 

Edgar Şar: Masadaki pazarlıkta koz olarak kullanma gibi. 

Kemal Can: Buna pazarlık gibi negatif bir şey kullanmak istemiyorum, ama pek çok şeyi argümante ederken buna referans veriliyor. Millet İttifâkı tartışmasında da böyleydi, burada da böyle. Bu, toplama bir zarar veriyor. Matematikte nasıl sonuç verdiğinden bağımsız olarak, bu ittifakların ve muhâlefetin, “Birlikte kazanacağız” fikrinin toplamına bir zarârı var. Şimdi herkes, “Matematik olarak biz en az zararsız formülü bulacağız” diyor; ama matematik formülü bulurken, başka yan zararlara da neden olunabiliyor — ki bu tartışmalar, herkesin üstüne açıklama yapmak zorunda kaldığı yanlış anlaşılmalarla, amacını aşan yorumlarla televizyon yayınlarına çıkınca bir rahatsızlık yarattı açıkçası. Çünkü “Bir îzah edeyim” meselesi, her zaman îzah etmeyle ortamı yatıştırmıyor. Yeni îzah gereken durumlar ortaya çıkarıyor.

Edgar Şar: Ayşe’ye söz vereceğim şimdi. Bu konuda Ayşe’nin mutlaka söyleyecekleri var. Birkaç şey de ekleyeceğim izninizle. Bence de asıl, ortak liste doğru çözüm ve “Bu sâdece HDP listesinden olabilir” gibi bir algı var, öyle olmayabilirdi. Ama bence orayı çoktan aştık. 

Kemal Can: Zâten HDP listesi de değil. Orada da “alerji” meselesi bir biçimde kendiliğinden çözülmüş durumda. 

Edgar Şar: Bilmiyorum, belki spekülatif olacak. Belki Ayşe oraya bir şey ekler bilemedim. Belki Yeşil Sol’a da alerjisi olanlar vardır. TİP’in logosunun oy pusulasında olmasının iyi bir katmadeğeri varsa, bu ölçüldüyse –olabilir, ben buna karşı değilim–, bunun ortak yolu yine bulunabilirdi. Ben bunu birkaç yerde söyledim de, bunun önemli olduğunu düşünüyorum, onun için tekrarlayacağım. Barış Atay’ın seçilmesi, TİP’in, bir örnek olay olarak üzerinde durması gereken bir şeydi. Hatay’da çok uzun yıllar HDP’nin bir oyu vardı; fakat bu, bir milletvekilinin seçilmesi için yeterli olmayan bir oydu. Barış Atay ilk defâ 2018’de kendi popülaritesiyle vs., bunu HDP’den bir milletvekili çıkabilecek seviyeye çekti. 

Kemal Can: Ama HDP’nin ortak listesinden girerek yaptı. 

Edgar Şar: Evet. Ama berâber olunca bir anlamı var bunun. Şimdi siz Hatay’da ya da başka yerde, Yeşil Sol Parti ile TİP’i yarıştırdığınız zaman, “kaybet-kaybet” stratejisi yapmış oluyorsunuz. Ama berâber yaptığınız zaman, meselâ Hatay gibi bir yerde –bunun gibi bâzı yerler bulunabilir– ve burada TİP listesinden girilebilirdi. Bunun imkânlı olması için, kaybettirmeyeceği 41 seçim çevresinde, TİP, yarı sembolik girebilirdi bence. Bu iyi bir müzâkere ile mümkün olabilirdi; HDP buna açık olabilirdi. Ama dediğin gibi, televizyon konuşmalarında, meselâ Sera Kadıgil’in yaptığı konuşma bence HDP’nin damarına bastı ve tam istemediği bir yöne gitti — onun algılanması ve söyleyiş tarzı. Neyse, ben o tartışmaya girmiyorum. Ve tıpkı Millet İttifâkı’nda olduğu gibi, Masa’da yeterince konuşulmayan şey televizyon ekranlarında konuşulunca o olay patladı. Şimdi ortak listenin tek seçeneği Yeşil Sol’dan girmek ve TİP için daha geri bir noktayı kabul etmek zorunda olma gibi bir sonuç getirdi. Ayşe sen, düşündüğümüzden daha çok birlikte iletişim hâlinde olduklarını söyledin ya? Buna İngilizce’de “Too little, too late” diyorlar. Ben kesinlikle öyle olduğunu düşünüyorum açıkçası. Şu andaki bir hasar kontrolü gibi oluyor sanki. Sen ne düşünüyorsun? Buradan geri dönüş olabilir mi?

Ayşe Çavdar: Her şeyden önce geri dönüş olamaz gibi geliyor. Bu saatten sonra TİP’in Yeşil Sol Parti listelerinden girmesi mümkün olmayacak. Çünkü baştan yaşayacağız her şeyi. O zaman da insanlar sevinmek yerine, “Biz size söylemiştik” diyecekler. Dolayısıyla listelerin birleştirilmesiyle kriz çözülmüş olmayacak ne yazık ki. O anlamda haklısın: “Too little, too late”. Seçmen içinde öyle bir tartışma koparıldı ki ve bu tartışma sıfır moderasyonla yürütüldü ki, hakîkaten, Yeşiller Sol Parti tarafı da, Türkiye İşçi Partisi tarafı da bu tartışmayı modere etmediler, edemediler. Moderasyona yönelik her türlü çaba da bir tür geri tepti. Dolayısıyla insanlar birbirlerine çok fenâ bilendi. Dediğim gibi, buradan geri dönüşün mümkün olduğunu zannetmiyorum. 

Edgar Şar: Çok somut bir şey var. Meselâ Hatay’da HDP ve TİP yarışacak, öyle mi?

Ayşe Çavdar: Onu daha bilmiyoruz. Bize hangi illerde ne olacağını daha söylemediler. Erkan Baş’ın açıklamasında, “Şuralarda gireceğiz, şuralarda girmeyeceğiz” diye birkaç şehirden bahsediliyor, ama o final liste değil. Final liste 9 Nisan’da olacak. Bugün ayın 5’i, daha 4 gün var. 9 Nisan’a kadar hesap devam edecek. Zâten benim dinlediğim, konuştuğum Türkiye İşçi Partililer de, Masa’da her şeyin yolunda olduğunu, en nihâyetinde ittifak protokolünün YSK’ya verildiğini, o andan îtibâren ve o verilirken de, bu hikâyenin yöneticiler arasında böylece bilindiğini, fakat nedense bunun tabana aktarılmadığını söylüyorlar. Dolayısıyla orada üzerinde durulması gereken bir şey var. Bu moderasyon niye yapılmadı? Belki bilerek yapılmamıştır, belki de böyle bir şeye ihtiyaç duyulmamıştır, bir şekilde hallolacağı düşünülmüştür. Ama olmadı; orada yanlış bir iletişim stratejisi izlendiği anlaşılıyor. 

Ben önce bunun riskli taraflarından bahsetmek istiyorum. Bir tânesi şu: Bu kopuş, yani Kürt seçmenle sosyalist, sol seçmen arasındaki kopuş kalıcı hâle gelebilir. Bu fenâ bir şey. Bu, iki tarafın da iyice oturup düşünmesi gereken bir şey. Sâdece sosyalistlerin değil, bence Yeşil Sol Parti, yani HDP tarafının da düşünmesi gereken bir şey. Ben yalnızca bunun oy çokluğuyla ilgili olduğunu da düşünmüyorum. Sonuçta bir siyâsî dil var orada. Yıllardır bir şekilde yan yana getirilmiş, iç içe geçirilmiş, hak siyâsetinde bir bakıma somutlaşmış bir dil var. Elbette ki iç gerilimler de var, hiç benzeşmedikleri yerler de var, tarafların birbirlerini beğenmedikleri yerler var — olacak bunlar. Ama bu ayrışmanın her iki taraf için de hayra alâmet bir ayrışma olduğunu düşünmüyorum. Sosyalistler için de Kürt siyâseti için de bu ayrışma doğru bir ayrışma değil. Çünkü biz daha evvel Kürt siyâsetinin başka siyâsî çevrelerle yaptığı göreli işbirliklerinin ya da müzâkerelerin sonuçlarına da tanık olduk son yıllarda. “Başkalarından ne hayır gördüler ki?” demiyorum. Hiç öyle bir şey değil söylediğim. Sâdece, Kürt siyâsetinin, sosyalistlerle, solla ilişkilerinin daha köklü, daha eski, birbirlerinin dillerinden daha iyi anladıkları bir siyâset olduğunu, bir anlaşma, bir müzâkere zemini olduğunu, bunu iki tarafın da kaybetmemesi gerektiğini düşünüyorum. 

Kürt siyâsetinin önemlice bir bölümünün, Kürt seçmenin çok önemli bir bölümünün, ekseriyetinin işçi olmasıyla, emekçi olmasıyla, hem de güvencesiz işçi olmasıyla, dolayısıyla doğrudan doğruya söylem ve siyâset anlamında sosyalist hareketin etki alanında olmasıyla ilgili. Öbür taraftan, dediğim gibi, Kürt siyâsetinin, bu hak siyâseti üzerinden sosyalist siyâsetle yaptığı işbirliği hep önemli kazanım yarattı. Sâdece Kürtler için değil, bütün Türkiye için. HDP’nin Kürt siyâsetinin biraz Türkiye siyâseti hâline gelebilmesinde bunun da çok önemli bir rolü var. Ben riskli iş derken, sâdece milletvekili sayısından ya da seçimin ikinci tura kalmasından, Meclis çoğunluğundan bahsetmiyorum. Bunlar zâten riskler; ama bundan daha önemli bir risk var bence. O da, dediğim gibi sosyalist hareketle Kürt hareketi arasındaki mesâfenin açılması. Bu, pek de öyle hayırla yâd edeceğimiz bir dönem olarak geçmeyecek kayıtlara gibi görünüyor. 

İkincisi, TİP’in sosyalist hareket açısından aldıkları risk, eğer bir kayıp yaşanırsa –bence yaşanmayacak, yaşanması için bir sebep yok–, her bir kayıp 5 milletvekili kazandırsa bile, tek bir bölgedeki bir kayıp bile, TİP’in yüzünden olmuş olacak. Dolayısıyla TİP, toplamda sosyalist ve sol siyâset adına orada da bir risk alıyor ve o riski biraz da büyütüyor. Çünkü bu ittifak hepimizin gözünde, şimdiye kadarki sol siyâset hakkında yaratılmış, “Onlar yan yana gelmezler, anlaşamazlar, beceremezler, yapamazlar” gibi etiketlerin üstesinden gelinebilecek bir zemindi. Dolayısıyla bu da şimdiden, daha seçimden önce, bu imkân ve ihtimal, bu imaj değişikliği olanağı bir miktar ortadan kalmış oldu ne yazık ki. Bunlar kötü tarafları. 

Mâdem bu kadar eleştirdim, azıcık daha eleştireyim. Açık söylemek gerekirse, HDP’nin ya da yeni adıyla Yeşil Sol Parti’nin, Kürt olmayan aday gösterirken kaydettiği isâbet de bir sorun. Dolayısıyla, seçilecek seçim çevrelerinde kimlerin aday gösterileceğine bakıp o listelerle karşılaştırdığımızda, aslında 9 Nisan’da, mevzûun daha büyük detayına, rakamların ötesinde, bu siyâsetlerin kendilerinden beklentileri konusundaki detayına biraz daha vâkıf olacağız; o zaman daha çok anlayacağız aslında. Yani listeler ortaya çıktığında, biz neden bu liste ayrılığının yaşandığını daha net anlayacağız. Bunu da bir tarafa kaydedelim.

Ben yine de kişisel kanaatimi söyleyeyim: Keşke ortak liste yapılabilseydi, hiç bu tartışmaya gerek kalmasaydı. Dediğim gibi, bu yalnızca seçimin kazanılması ya da kaç milletvekilinin nereden çıkarılacağıyla ilgili bir şey değil; sosyalist hareketle Kürt siyâseti arasındaki ortaklıkla ilgili… O da, şimdiye kadar kısmî bir ortaklıktı. Kürt siyâsetiyle hiçbir şekilde etkileşim içerisinde olmak istemeyen ve kendilerine sol diyen birtakım gruplar da var tabiî. Ama genel olarak bir tür diyalog, bir müzâkere, bir tür alışveriş vardı. Keşke o bu kadar zarar görmemiş olsaydı. 

Yeşil Sol Parti’yle ilgili bir şey daha söyleyeyim: HDP’yi anlatmak bir sürü yerde mümkün. Bırakın her yerin Diyarbakır gibi olmasını, Türkiye’nin her yerini Ankara İstanbul gibi de düşünemeyiz. Batı’ya doğru gittikçe, bazı yerlerde Yeşil Sol Parti’yi anlatmak, HDP’yi anlatmaktan daha zor olabilir. Yeni bir parti değil, ama daha evvelden bilinen bir parti olmadığı için. Bâzı yerlerde de Yeşil Sol Parti içinde siyâset yapanların, özellikle çevreyle ilgili meselelerde, yereldeki çevrecilerle uyuşmadığı yolunda da birtakım eleştiriler var meselâ. Dolayısıyla oralarda, Kürt seçmenin ağırlıkta olmadığı bâzı seçim çevrelerinde HDP’yi anlatmaktan bile zor olabilir. Bunu da bir kenara yazmakta fayda var. Ama dediğim gibi, bütün bu söylediklerim kanaatimi değiştirmiyor hâlâ. Keşke ortak liste yapılabilseydi. 

Millet İttifâkı’na gelirsek: Orada da meselâ CHP ile İYİP arasında, Masa’daki diğer partilerle CHP arasında, İYİP arasında, bizim bildiğimizden, görünenden çok daha yakın bir liste pazarlığı olduğu anlaşılıyor. Bâzı yerlerde hangi listeye kimin adayının gireceğinden, bâzı yerlerde kimin adayının, meselâ daha iyi olan öbür aday kazansın, oylar ona gitsin diye “kötü” bir aday gösterilmesi gibi, çok daha yakın bir çalışma olduğu anlaşılıyor. Bu tabiî ki kavgadan, gürültüden berî bir çalışma değil. Öyle de olmasını bekleyemeyiz. Ben, özellikle Millet İttifâkı için, hep bir şekilde bu liste tartışmasının üstesinden geleceklerini söyledim. Çünkü zâten siyâsetten anladıkları şey bu ve en iyi bildikleri şey de bu. Emek ve Özgürlük İttifâkı gibi değil bu. Millet İttifâkı söz konusu olduğunda, siyâsetten öncelikle anladıkları mevzû bu olduğu için, orada bir şekilde anlaşmanın yolunu bulacaklardır. O yüzden, benim Millet İttifâkı’ndaki listeler, tabanla ve teşkilâtlarla konuşması, nasıl konuşacağı konusunda yapacakları tercihlere güvenim, diğer tarafa göre biraz daha fazla. Çünkü orada hakîkaten saf matematik konuşacak. Oradaki matematikle siyâset arasında söyleyecekleri fazla bir şey olmadığı için, çok az bir şey var. Meselâ Kılıçdaroğlu her grup toplantısı yaptığında ya da partililerine hitap ettiğinde bir tâne slogan var. Herkes birden, bir sürü erkek ses, “İktidar, iktidar, iktidar” diye slogan atıyor. Dolayısıyla orada bir iktidâra adanmışlık, bu siyâsete, kazanmaya adanmışlık görmek mümkün. Siyâsal iletişim tarafı ayrı, onu beceremiyorlar. Söylenecek söze bir şekil şemâil vermek konusunda hakîkaten daha çok yol katetmeleri lâzım. Ne yazık ki buna zaman yok ve seçmen bunu da hoşgörmek zorunda.

Ama ortağıyla ya da teşkilâtıyla liste pazarlığı konusunda, Millet İttifâkı’nın gayet pragmatik davranacağından eminim. Şimdiye kadar aldığım izlenimle öyle görünüyor; bayağı yakın çalışıyorlar. Konuştuğum insanların anlattıklarından hareketle söylüyorum. Bu çalışma zaman zaman kimi yerlerde Emek ve Özgürlük İttifâkı ile haberleşerek de oluyor üstelik. Dolayısıyla, içeriden bakıldığında, liste pazarlıkları göründüğünden daha iyi gidiyor gibi görünüyor bana.

Edgar Şar: Teşekkürler Ayşe. Ruşen Abi, sana dönelim. 

Ruşen Çakır: Ayşe’nin söylediği husus –ki benim de izlenimim o yönde–, Millet İttifâkı tahminimizden daha başarılı bir paslaşma, paylaşma yapabilir. Ama şunu unutmayalım: Biraz önce aday adayları bolluğundan bahsettim. İttifak olsa da olmasa da her seçimde listeler sorunludur zâten: küsenler, kızanlar, kontenjan adayları vs.. Burada bu olay çok daha fazla olacak. Diyelim ki anlaştılar ve diyelim ki üç adayın kazanma ihtimâli yüksek. Hangisinden iki aday, hangisinden bir aday, hangi partideki 1. sırada, hangisi 2. sırada olacak gibi bir yığın sorun çıkar.

Edgar Şar: Şu an söylenen, 10 ilde kesin anlaşılmış. 7’sinde CHP’nin listesinden girilecek, 3’ünde İYİ Parti’nin listesinden. Belki artabilir de.

Ruşen Çakır: Biz Kemal Kılıçdaroğlu’na sorduk bunu dün. “Arkadaşlar üzerinde çalışıyor” dedi. Ben de çalıştıklarını biliyorum. Listeler üzerinde çalışan birtakım insanlarla da sohbet ettim. Çok fazla detay vermediler, zor ama iyi gittiğini söylediler. Kılıçdaroğlu’na en ideal olanın ne olduğunu sorduk; “Ortak liste” diye cevap verdi. Çıtayı o kadar yükseltmiş yani. Amaç, mümkünse her yerde girebilmek. Tabiî listeler konusunda mutlaka sorun çıkacak. İktidar medyası da bu sorunları iyice büyütecek. Ama ilk başta Millet İttifâkı’nın liste performansına baktığımızda, pek ortak girmeyeceklerini düşündük. Özellikle 3-6 Mart’ta yaşananlar ve İYİ Parti’nin oylarındaki düşüş nedeniyle ortak liste ihtimâli bence güçleniyor. Çok ciddî profesyonel destek aldıklarını da biliyorum. Bu konuda ciddî çalışmalar yapan kurumlarla görüşüyorlar, onların önerilerini dinliyorlar. Aynı zamanda kendi teşkilâtlarına da soruyorlar tabiî. Oradan bir şeyler çıkacağa benziyor. 

Cumhur İttifâkı’na gelince: Yeniden Refah Partisi nasıl son anda adaylıktan çekildiyse, orada MHP’nin bir şekilde çok da fazla inat etmeyeceğini ya da Erdoğan’ın MHP’yi bir şekilde iknâ edecek formüller bulma ihtimâlinin çok yüksek olduğunu düşünüyorum. 

Edgar Şar: Hele ki Millet İttifâkı bazı yerlerde ortak listeyle giriyorsa.

Ruşen Çakır: Evet. Hem o var, hem de…

Ayşe Çavdar: Ruşen sözünü keseceğim, çok özür dilerim ama, orada şu soru da var: Acaba AKP MHP’yi istiyor mu? MHP’yi kendi listelerinden sokmayı bir fayda olarak görüyor mu? Ben orada da bir şüphe duyuyorum.

Ruşen Çakır: Olabilir tabiî. Ama meselâ, “İkinci tura kalır mı?” diye konuşuyoruz. İkinci tura kalırsa, Cumhur İttifâkı’nın Meclis çoğunluğunu alması ikinci turu etkiler mi? Erdoğan milletvekili seçimlerine normalden daha fazla önemi ikinci tur hesaplarında da verecek ve bir şekilde Bahçeli’yi iknâ etmeye çalışacak. Muhtemelen başaracaklarını da düşünüyorum. Çünkü meselâ CHP’de örgüt var, örgütün insanları var, dışarıdan insanlara karşı alerji var. Ama ne AKP’de ne MHP’de böyle bir şey yok. Yani Devlet Bahçeli Ali’yi, Veli’yi, Ayşe’yi, Fatma’yı aday gösterdiği zaman kazan kaldıracak bir teşkilât durumu yok. Dolayısıyla onların işi daha kolay. Meselâ Erdoğan’ın eli, diyelim ki HÜDA PAR’a şu kadar milletvekili, Yeniden Refah’a bu kadar milletvekili verme konusunda çok daha rahat. Ama Kılıçdaroğlu Akşener’le anlaşsa dahi çok zorlanacak. Ortak liste yapacak olsa bile, orada çok ciddî sorunlar çıkacak. Çünkü parti içi dengeleri ve diğer dengeleri düşünmek zorunda kalacak. Dolayısıyla ben Cumhur İttifâkı’nın ortak liste konusunda kendileri açısından en elverişli şeyi, son dakikada da olsa bulma ihtimâlinin yüksek olduğunu düşünüyorum. 

Emek ve Özgürlük İttifâkı açısından çok da fazla bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü çok abes, baştan îtibâren yanlış bir şey var ortada. Yanlış iliklenen bir ceket durumu gibi. Kemal demin çok güzel bir şey söyledi. En kârlısını yapmak yerine, en az zararlısını yapmaya çalıştı. Niye böyle bir mecbûriyetiniz var ki? Kârı artırmaya çalışmak varken, niye zarârı azaltmaya çalışıyorsunuz? Bugün o bayrağı kaldıran insanlar, “Biz seçime ayrı gireceğiz” diyen insanlar… bugün bu çıkışı yapmalarını sağlayan siyâset, tamam. Doğru bir çıkış yaptı TİP. Ama geriye saralım: 2018’de Barış Atay bağımsız girseydi kazanabilecek miydi? Hayır. 

Edgar Şar: Zâten orada şöyle bir şey var: Liste konusunda bâzı şehirlerde dikkat edeceğiz diyorlar ya? Şu an senin en öndeki milletvekilin Barış Atay’ı normalde Hatay’dan koymak zorundasın. O zaman, o da HDP ile yarışmayı gerektirecek ve bir milletvekili kaybolacak. 

Ruşen Çakır: O kaybın dışında şöyle bir şey var: Tamam, bir şey yakalamış olabilir; Millet İttifâkı’ndan ya da Cumhur İttifâkı’ndan beklemediğimiz birtakım değerleri ben şahsen Emek ve Özgürlük İttifâkı’ndan beklerim, talep ederim. Nedir o? Meselâ en başta hakkaniyettir. Daha âdil olmak, daha paylaşımcı olmaktır. Bir de, Ayşe’nin söylediği, Kürt hareketiyle sosyalist hareketler arasındaki mesele. Tamam, bunların hepsi var; ama meselâ HDP’nin içerisinde siyâset yapan, Kürt olmayan ve bayağı da öne çıkan insanlar var: Saruhan Oluç, Garo Paylan, Sırrı Süreyya Önder, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Hüda Kaya, Filiz Kerestecioğlu gibi. Bu isimlerden kimisi çok eski, kimisi yakın dönemden.

Kemal Can: Bir dönem Halkevleri Genel Başkanlığı’nı üstlenen Oya Ersoy.

Ruşen Çakır: Evet. Burada başka bir şey var. Ben bunu 70’li yıllardan da çok iyi biliyorum. Neyse, çok da fazla konuşmak istemiyorum bunu. Verilen mesajlar, “İki tarafın da ittifak rûhuna zarar vermeyecek bir tutum içinde oldukları”nın mesajını veriyorlar, ama böyle bir fırsatı kaçırıyorlar bence. Son olarak şunu söylemek istiyorum: Bu ortak liste meselelerini çözmenin en kolay yolu, bence, herkes için, özellikle muhâlefet için, bir sonraki seçime odaklanmak. Ben Karadeniz’de bunu gördüm. Aday olmayı düşünmeyen birtakım insanlar var. Çünkü esas hikâyenin sonra olacağını düşünüp, şimdiden ona yatırım yapıyorlar. O klasik söz neydi? “Önce cehennemin kapılarını bir kapat, ondan sonra cenneti yapmanın yollarına bak.” Şu anda herkes bir şeye üşüştüğünde, sonrasında siyâset yapmanın imkânını ortadan kaldırıyorsun. Meselâ şöyle bir şey düşünülebilir — ki bunu yapanlar var: Biz bir Meclis’e girelim, 5 kişi de olur 10 kişi de olur… HÜDA PAR da, Yeniden Refah da buna râzı oldu meselâ.  

Edgar Şar: Onlar normalde yapamayacaktı zâten.

Ruşen Çakır: Evet. “Meclis’e bir girelim sonrasına bakarız. Erdoğan kazandı mı, kaybetti mi çok da dert değil.” Ya da İYİ Parti: “Ben iyi kötü bir grubumu yine kurayım, geçen seferkinden daha fazla milletvekili olsun tabiî ki. Ondan sonra zaten cumhurbaşkanlığını da biz alacağız. Genel başkanımız cumhurbaşkanı yardımcısı olacak, kilit bakanlıkları alacağız. Sonra da bir sonraki seçime hazırlanayım”.  Aynı şey CHP için de geçerli, Emek ve Özgürlük İttifakı için de. Ama sanki bu son seçimmiş gibi yapıp, bütün enerjiyi burada tüketip, sonucunda, onu kabul etme, bunu kabul etme, acayip bir mükemmeliyetçilik dayatması… Halbuki siyâset, özellikle ittifak, tam anlamıyla birilerinin bir şeylerden tâviz vermesidir; tek tek kazanılamayacak şeyi birlikte kazanabilmek için gerektiğinde bir şeylerden tâviz vermesidir. 

Edgar Şar: Tam da bu konuda, Ahmet Davutoğlu –Karar TV yayınında sanıyorum– şöyle demiş: “Ben görmek istemez miyim çınar yaprağını seçim pusulasında?” Yani kendi partisinin logosundan söz ediyor. “İsterim, ama bir de siyâsî realite var.” Zâten, orada DEVA Partisi hariç, diğerleri CHP listesinden girmeyi kabul etti. Bir de şunu demiş Davutoğlu, ittifakla ilgili olarak: “Milletin üç damarı varsa, açık ifâde ediyorum, kimse gücenmesin, bu üç damarın ikisi Millet İttifâkı’nda baskın olarak var. Sol seküler damar CHP’den, milliyetçi damar İYİ Parti bayrağı altında; muhâfazakâr ayak ise ittifakta yeterince temsil edilmiyor. Meclis’in büyük çoğunluğu sol seküler, milliyetçi kanatta, daha az temsil muhâfazakâr kanatta olursa, bu bir dengesizliktir”. 

Ruşen Çakır: Çok güzel, ben bunu gördüm. Davutoğlu’na, Ali Babacan’a ya da Temel Karamollaoğlu’na sormak lâzım: Siz seçmeni iknâ ediyordunuz da birileri kalkıp seçmenin cebine para koyup düşüncelerini mi değiştirdi yani? Zaten bugün hâlâ birtakım matematik hesapları yapıyorsak, bunun da en büyük nedeni, kendini muhâfazakâr olarak tanımlayan ya da öyle varsaydığımız partilerin bekleneni verememesi — bu kadar açık. Bu partiler gerçekten onlara atfedilen gücü ortaya koyabilselerdi, AKP’den birisi 4 puan, birisi 5 puan kopartabilseydi, şu anda hiçbir şey tartışmıyorduk. Muhâfazakâr kanat temsil edilmiyorsa, bunun nedeni muhâfazakârın kendisi.

Edgar Şar: Bir de, “Toplumda şu kadar muhâfazakâr var” diye, “Biz otomatik olarak şu kadar kontenjan hak ederiz” demek… 

Ruşen Çakır: Diyelim ki böyle. Ama önce “Niye yapamadık?” diye kendini sorgula. Önünü mü kesmişler?

Ayşe Çavdar: Muhâfazakâr kanadın neye dönüştüğü konusunda da bir öngörüsü yok şu anda. Karşılık bulamamasının sebebinin, muhâfazakâr kanadın dönüştüğü şey olduğunu, bu dönüşümün de bir zamanlar siyâset yaptıkları parti içerisinde gerçekleştiğini pek görmezden geliyor. Yani nesiyle temsil edilecek muhâfazakâr kanat orada? Onu da hesâba katmıyor. Enteresan bir şey.

Kemal Can: O yeni kurulacak şeyde muhâfazakâr kanat kendi temsiliyetini talep etse, zâten onlar o değişimin aktörü olarak öne çıkarlardı.

Ruşen Çakır: Yani aslında: “Bizi muhâfaza edin. Bize fazladan milletvekili verin” demek istiyor. 

Edgar Şar: Bu da bir sonraki seçimi hedeflemeyle ilgili.

Kemal Can: Bütün hikâye de şu: Hep “Görünenden daha iyi durumda” diyoruz ya? Aslında muhâlefetin, görüneni olandan daha iyi göstermesi konusunda hep bir zâfiyet yaşamasından yaşıyoruz sıkıntıları. “Masalarda iyi idâre ediyorlar, orada daha az sorun var. Çok iyi çalışıyorlar” diyoruz. Şu anda bence mesele bu değil, bunu geçirdik artık, bu hafta böyle kapanacak. Burada asıl olan, olandan daha iyi görünmeleriydi. Yani birlikte kazanmanın asıl anahtarı orada yapacakları matematik cinlikler değildi. Asıl olan…

Ruşen Çakır: Yani diyorsun ki: “İsterlerse orada kavga etsinler, ama bizim karşımıza…”

Kemal Can: Evet, ama tam tersi bir denklem kurdu. MHP ve AKP konusunda da şunu söyleyeceğim: MHP’nin tek liste karârını milletvekili sayısı ya da pazarlığıyla ilgili bir mesele olarak görmüyorum. Tamâmen oy oranının ve kendi yüzdesinin görünmesiyle ilgili bir mesele.

Edgar Şar: Görünmesini istemiyor, onun için berâber girmek istiyor.

Kemal Can: Hayır, ayrı girmek istiyor. Çünkü kendi aldığı oy oranının görünmesini istiyor.

Edgar Şar: Ama ya çok az çıkarsa?

Kemal Can: Bu konunun sâdece bir kapışma, gerilim değil, karşılıklı olarak bunun daha iyi olacağına… Yani nasıl olsa karşı taraf tek liste yapmadığı için bu konuda da elleri rahat. 

Edgar Şar: Ama bazı yerlerde yapıyorlar işte.

Kemal Can: Bâzı yerlerde yapıyorlar. Kılıçdaroğlu’nun dediği yapılmış olsaydı, bütün muhâlefet iki blok hâlinde giriyor olsaydı, mecbur kalırlardı. Şimdi, onlar da karşı yerleri yerleştirerek MHP’nin oy oranının bir seviyenin üzerinde görünmesini sağlıyor. Bu da aslında Erdoğan’ın işine yarayan bir şey. İki türlü yarar: biri, seçimin sonucu ne olursa olsun, sağ bloktaki milliyetçi patronluğunu tamâmen başka tarafa kaptırmamak için lâzım bir şey; ikincisi de, MHP’nin milletvekili sayısı vs. ile ilgili bir meselesi olduğunu sanmıyorum; tamâmen kendi oyunu gösterme ihtiyâcı. 2019’da olduğu gibi bir kez daha bunu yaparsa, o “Baş aşağı gittiği” spekülasyonunu bir tür kabullenmiş olacak.

Ayşe Çavdar: Sen “İnatlaşıyor, listeleri birleştirmez” diyorsun yani Kemal.  

Kemal Can: Evet.

Edgar Şar: Bugün eski bir bakan İYİ Parti’ye katıldı. İsmini hatırlayamadım şimdi.

Ruşen Çakır: Lütfullah Kayalar.

Edgar Şar: Yozgat’ta çok önemli bir figür.

Ruşen Çakır: Ama ismini unutuyorsun.

Edgar Şar: İsmini unutuyorum, çünkü sizin jenerasyonunuzun siyâsetçilerinden.

Ayşe Çavdar: Ama Edgar henüz genç. 

Edgar Şar: Evet, ben de onu söylüyorum.

Kemal Can: Siz bir Muharrem İnce’yi biliyorsunuz.

Edgar Şar: Onu bilmek için benden de genç olmak gerekiyor. Ben orada da yaşlı kalıyorum. Şimdi Yozgat’ta İYİ Parti listesiyle girilecek diyorlar. 1. sırada da Lütfullah Kayalar olacak. 2018’de, Cumhur İttifâkı ile Millet İttifâkı 4 milletvekilliğini 3-1 paylaşmış. AKP ve MHP ayrı liste yaparlarsa, 2-2 olması neredeyse kesin olur. Böyle şeyler birkaç yerde var. 

Kemal Can: İkisinin birlikte birinci ve ikinci parti olabileceği çok yer var; özellikle İç ve Doğu Anadolu’da, yani “Selçuklu coğrafyası” dediğimiz ve bâzen Karadeniz’de de böyle bir blok var. 

Ruşen Çakır: Kartlar yeniden dağıtılmış. Siz gençler bilmezsiniz, ama benim bildiğim, her seçim öncesi Lütfullah Kayalar bir ortaya çıkar, ama sonra… Neyse, bakalım, bu sefer başarılı olacağa benziyor

Ayşe Çavdar: Arkadaşlar, benim gitmem lâzım. 

Edgar Şar: Tamam, biraz uzattık zâten. Programı burada bitiriyoruz. Çok teşekkürler Ayşe Çavdar, Ruşen Çakır Kemal Can. İzleyicilerimize de çok teşekkürler. Herkese iyi akşamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.