Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Olivier Abel’e göre aşağılamanın yol açtığı tahrîbat

Kişisel yaşamda ya da politikada, aşağılama toplumsal bünyeyi içten içe çatlatıyor. Paul Ricœur’ün çizgisini izleyip uzun süre Emmanuel Macron’a yakın olan filozof Olivier Abel, “Aşağılama Üzerine” (De l’humiliation, Les Liens qui libèrent, Şubat 2022) adlı denemede bu tahrîbâtın nabzını tutuyor. Antoine Perraud’nun Mediapart‘daki yazısını Haldun Bayrı çevirdi.

Hayatlarımızın merkezinde aşağılamanın bulunduğu çıkıyor ortaya; bunun bilincine ise daha yeni yeni varmaktayız. Çünkü bir yandan, bunu kesin olarak ölçmek imkânsız: Meteoroloji bültenlerinde olduğu gibi, “hissedilen” bir aşağılama var. Ama diğer yandan da bu pek kabullenilmiyor: Kendini aşağılanmış hissetmekte aşağılayıcı bir şey var.

Bununla birlikte, toplumlarımız alabildiğine eşitsiz iki kategoriye ayrılmış durumda. Aşağılamanın hiçbir zaman erişemeyeceği varlıklar dorukta (gerçek ya da hayal ürünü) kamp kurmuş: Kesinliklerle donanmış bu kişiler, her eleştiri karşısında, sersemin teki tarafından salak yerine konmaktan daha zevkli bir şey olmadığına kanaat getirmişler. Altta ise, –toplumsal ya da kültürel– sınıfsal küçümsemeden ırkçılığa varıncaya kadar bütün mümkün hakaretlerin ağırlığına katlanan kimseler var.

Çok üstünler çevresi, aşağılanabilir insan varlıklarını eziyor. İnsanın kendine saygısında açılan ve göründüğünden çok daha fazla siyâsî olan yaraların bohçasıyla duyguların mücâdelesi böyle bir şey.

Avishaï Margalit : « La Société de décence » (1996).

Filozof Olivier Abel, bir yandan, bu yolda kendisinden önce yer almış Avishaï Margalit gibi düşünürlere borcunu teslim ederken, aşağılama denen o şirretliğin gözünün içine bakma cüretini de gösteriyor. Bunu da, Fransa Cumhuriyeti’nin sömürgecilik mîrâsından sıyrılmakta güçlük çektiğini göz önünden ayırmadan yapıyor; çünkü “barışılmış olan” Öteki, sözüm ona yükselmesi
adına, gerçekten alçaltılmıştır.

“Aşağılama Üzerine”de Olivier Abel, “azat edilmiş bireylerden başkasını görmek istemeyen cumhuriyetçi ve laikçi muayyen bir Fransız ideolojisi”ni kınıyor sonunda: “Ayrım yaratan bâzı giysileri yasaklamak ister, ama bunu ayrımcı bir biçimde yapar; bâzı özgürlükleri savunmak ister, ama en az bunlar kadar temelli başka özgürlüklerin aleyhine yapar bunu.”
Ve filozof devam ediyor: “Giysi zorunlulukları ve yasakları, aşağılamaya iyi örneklerdir; nüfûsun bir kesimi, kendisinin giyinme şekli olmayan bir şekilde giyinmeye mecbur edilir ya da istediği gibi giyinmesi yasaklanır.”

Olivier Abel, bir bekleme kuyruğuna hükmeden gişe memurunun ufak iktidârından, “zararlı unsurlar”ı insansız hava araçlarıyla gözetleyen ya da “etkisiz hâle getiren” orduların ya da polislerin kullandığı o zor kullanma tekeline varıncaya kadar, bizi köleleştiren, bir disipline tâbi kılan, kullanan, idâre eden, yere seren ve susturan her şeyi tek tek elden geçiriyor.
“Söz söyleyebilecek durumda olmayan, karşılık veremediği için sorumsuz kılınan, kendine saygısı bırakılmayan ‘ezilmiş ve aşağılanmışlar’ın kendi tasarrufları, ‘hüsnüniyetleri’ ellerinden alınmıştır. O zaman kendilerine biraz önem sunacak her şeye bağlanmaya hazır olurlar: Tutuculuğun her çeşidine, itaatin her türlüsüne hazır olurlar” diye yazıyor filozof.
Şöyle de ilâve ediyor: “Söz dünyası her zaman iyilik yanlısı değildir. Belki de müthiş bir îtibar edinme mücâdelesidir. Zor kullanmanın gaddarlığıyla sözün uygarlığını yavan yavan zıtlaştıramayız. Hayli sıkça –kıyas, tafra ya da haset unsuruyla; yani dilin başlattığı yüzleşme unsuruyla– sözdür çatışmayı alevlendiren.”

Hayal güvenliğine halel getirilmesi

Denemesinin altbaşlığı da böylece aydınlanıyor: Toplumumuzun Yeni Zehiri. Aslında aşağılanan insan varlıklarını sonunda yerlerine mıhlayan bir tür travma-sonrası siyâsî ayrıştırma, bir nevi “eşzamansız şiddet” vardır. O zaman da bu insanlar, tanınma arayışları ile dinmek bilmeyen öç alma kaygıları arasında kalırlar: “Aşağılanmanın muhayyel karakterinden bahsedilebilir. Ama
dikkat: Hayal gücü vardır ve bunun korkunç sonuçları olabilir” diye uyarıyor Olivier Abel. Şu sözleriyle âdeta günümüzdeki tiksinçliğe ışık tutuyor: “Kendi kendine teşneliğinde uyuyakalmış bir çoğunluğun, savunmadan çıkıp mütehakkimleşecek kadar cesâret bulan etkin bir azınlık tarafından aşağılandığı bile olabilir. Zîra çoğunlukların da toplaşmaya, inandırıcı biçimde bir araya gelmeye ihtiyâcı vardır. Bir çoğunluk tehlikeliliği hâricinde bir araya gelmekten âciz olduğu vakit tehlike uç vermiş demektir. O zaman o çoğunluk kendisi için ve ötekiler için ‘tehlikeli’ olur.”

Yazar devam ediyor: “Çoğu zaman rövanş peşindeki o seçmen çoğunlukları, bu toplu aşağılanmayı ele geçirmeyi becermiş kişilikleri iktidâra taşıyabilir ve o aşağılanmanın talep ettiği rövanşı verebilir —kaldı ki o rövanş da genellikle muhayyel ve kısa ömürlüdür.” Bu kısa panoramaya bir de, çıkıntılık yaptıkça başı dönerek sâdece herkesi susturmaya uğraşan söz üzerine, “aşağılayıcı bilgi” üzerine aydınlatıcı sayfaları da eklersek, ultra-çağdaş bir ibret hikâyesinin tüm malzemesi veriliyor bize. Özellikle, aşağılananların da aşağıladığı göçmenlere zarar veren bir aşağılanma birikimiyle — aksine öte tarafta, üsttekiler yetkileri istiflerken…

Olivier Abel’in denemesi, temas ettiği noktalarla, ne kadar sadist, çürümüş, zâlim bir dönemde yaşadığımızın; kendi çöküşleriyle sarhoş olup “haz ilkesi”ne teslim olan “kırmızı topuklar” [Versailles seçkinlerinin modası, Eski Roma’daki kırmızı topuklu ayakkabıları yeniden kullanıma sokmuştur – Ç.N.] döneminde yaşadığımızın bilincine vardırıyor. Tamâmen bilinçli olarak ve
şehvetle aşağılıyorlar: 1789’dan beri, bir ayaklanmanın başarısızlığa uğramaya mahkûm olmadığını, hattâ bâzen bir devrimin, buna müstehak olan bâzılarının kırpılmasıyla sonuçlandığını bilmekten ilâve bir ürperti duyuyorlar âdeta. Burada kaçınılmaz biçimde, sözde Jüpitervâri yücelerinden süzdüğü bir halkı, kâh bâriz biçimde aşağılayan, kâh avutucu rolü yapan Emmanuel Macron geliyor akla. Öyle ki, bugünün ezilmiş ve aşağılanmışları, “Hepimiz Sarı Yelekliyiz!” diyerek ayak diremekteler.

Emmanuel Macron bâzı şeylere duyarlı, ama başkalarına da duyarsız görünüyor. Acaba fazla hafif bir tecrübe birikimi olmasından mı bu?

Olivier Abel

Oysa Paul Ricœur’ün (1913-2005) açtığı çığırda, Abel ile Macron’un yolları kesişmiş. Senli benli bir ilişkileri var hâlâ. Devlet Başkanı’nın düşünüre hâlâ danıştığı oluyor — tavsiyelerine kulak asmasa bile. Aynı zamanda hem Ricœur’ün iz bırakmış olan iki denemesini, Başkası Olarak Kendisi (çev: Hakkı Hünler, Doğu Batı Yay., 2010) ya da Sevgi ve Adalet’i (çev: Aziz Ufuk Kılıç, Sel Yay., 2019) benimseyip, hem de Emniyet Müdürü Lallement [Sarı Yelekliler gösterileri sırasında polisin başvurduğu şiddet yüzünden çok eleştirilen Paris Emniyet Müdürü; daha sonra Başbakan tarafından Deniz Bakanlığı’nın başına getirilmiştir – Ç.N.] haddinden fazla desteklenebilir mi? Macron’un büründüğü kılıklarla geçirdiği evrimi görmüş olan filozof Abel, şu Başkan Macron hakkında ne düşünüyor? Kendisinden daha önemli her şeyin gözüne girmeyi çok iyi bilirken, 39 yaşında en yüksek iktidar makamına seçilmesinden beri bu zat, âlî şahsının altında sıkışıp kalmış insanlığı sürekli aşağılamıyor mu?

Mediapart’ın temâsa geçtiği Olivier Abel metni ve alt-metni ilişkilendirmeyi kabul ediyor: “Sarı Yelekliler hareketi, muzafferâne bir başkanlık seçimi ve çoğu zaman küstah olarak algılanan bir başkanın açtığı çığırda bir geri tepme gibi belirdi: 2018’de bir gün, işsiz kalmış bir bahçıvana dediklerini hatırlıyoruz: “Bir sürü iş var. Aramak lâzım! Oteller, kafeler, restoranlar: Şu caddeye bir baksam, size hemen bir tâne iş bulurum!” Böyle bir cümlenin riski, cesâret vermek yerine susturmasıdır, ortadan toz etmesidir, utançtan bir fare deliğine sokmasıdır. Aşağılamadaki sorun, tanınma sahnesini yıkmasıdır. Daha sonra, ilgi ve dikkat için, sâdece
ücretten de ibâret olmayan bir tanınma için kime nasıl yönelebilir ki artık o insan?”
Olivier Abel ekliyor: “Emmanuel Macron bâzı şeylere duyarlı, ama başkalarına da duyarsız görünüyor. Acaba fazla hafif bir tecrübe birikimi olmasından mı bu? Hissetmeyi öğrenmek için zaman gerek. Ve duyarlılığın eylemle bağdaşması zordur. Dikeyliğe gelince, o da Napolyonvâri ve monarşik olarak algılanıyor; demokraside aşağılayıcı, karmaşık, zîra eylem insanının bir nevi kendisinin üzerinde ve seleflerince (ve de Machiavelli, Balibar, Ricœur gibi akıl hocalarınca) yükseltilmiş bir dikeylik olduğunu kabul etmesi gereğini hatırlatıyor. Asıl tehlike, tanıma dikeyliğinden kararcı bir dikeyliğe sert düşüştedir; ötekileri karşı-güçten yoksun bırakmaktır. Onlara, gerçeklikten habersiz hayalciler muamelesi yapmaktır. O zaman aşağılamayı onarmak zor olur.”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.