Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Eva Illouz: “İsrail’deki protestolara katılanlar devleti kurmuş olanlar”

Entelektüel solun çehrelerinden Fransız-İsrailli sosyolog Eva Illouz’a göre on yedi haftadır sokakta olan protestocular Binyamin Netanyahu’nun tasarılarına karşı çıkıyorlar elbette. Fakat aynı zamanda aşırı-ortodoks Yahudiliğin bazı akımlarının radikalleşmesine ve siyasallaşmasına da karşılar. René Backmann’ın Eva Illouz ile Mediapart’taki söyleşisini Haldun Bayrı çevirdi.

8 Mayıs’ta gün doğmadan önce Gazze Şeridi’ne yapılan hava saldırılarında dördü çocuk 10 kişiyle birlikte İslami Cihad’ın üç kadrosunun öldürüldüğü, bölgeyi denetiminde tutan Hamas tarafından açıklandı. Gazze’deki İslami Cihad savaşçılarıyla İsrail arasında bir ateşkes anlaşmasına varıldığının açıklanmasının üzerinden daha bir hafta geçmeden yapılan bu saldırı, yeni bir şiddet döngüsüne girilmesi korkusuna neden oluyor. Filistinliler’le ilişkileri üzerine İsrail toplumundaki tartışmanın keskinliğini de gün ışığına çıkarıyor bu. 

Fransa’daki Sosyal Bilimlerde Yüksek Araştırmalar Okulu EHESS’te araştırma yöneticisi ve İsrail entelektüel solunun çehrelerinden, Fransız-İsrailli Eva Illouz, ülkesine işgal gerçeğiyle yüzleşme çağrısı yapanlardan. “Bir başka halka zulmetmeyi sürdürdükçe İsrail demokrasisi savunulamaz” diyor Mediapart’a verdiği söyleşide.

Kısa süre önce “Demokrasi Karşıtı Heyecanlar” (Les Émotions contre la démocratie, éd. Premier Parallèle) adında bir kitabı yayımlanan sosyolog, İsrail’de on yedi haftadır her hafta sonu yaşanan protestoları da tahlil ediyor. Göstericilerin hedefinde elbette Binyamin Netanyahu’nun tasarılarının olduğunu söylüyor. Fakat aşırı ortodoks Yahudiliğin bazı akımlarının radikalleşmesine ve siyasallaşmasına da karşı çıktıklarını belirtiyor.

Mediapart: 17 haftadır her hafta sonu gösteri yapan İsrailliler gerçekte ne istiyorlar?

Eva Illouz: Olup bitenleri anlamak için, kimlerin gösteri yaptığını görmek gerek. İsrailliler’in şimdiye kadar hiç bu kadar dinci ve aynı zamanda Sefarad bir hükûmeti olmadığını da tartmak gerek. Gösterilere katılanlar, orta sınıflardan ve orta üst sınıflardan kimseler, Aşkenazlar, laikler —hem Sefarad hem Aşkenaz. Aslında tüm üretim sektörü bunlar.Demokrasi kümesi, çalışan ve orta sınıfa mensup olan kimselerin kümesidir. Oysa aşırı ortodokslar ve dinci Siyonistler benzeri görülmemiş kaynak aktarımlarından istifade etmişlerdir. Devleti kurmuş olanlar ve devlet kurumlarını hep denetimleri altında tutmuş olanlar gösterilere katılıyor. Devletin kasalarını yağmalamış olanlar ise hükûmette. Hayli paradoksal bir isyan söz konusu. Sokakta olanlar önceki duruma (statu quo ante) dönmek istiyorlar.

Eva Illouz Kudüs’teki evinde, Nisan 2020. Fotoğraf: Emmanuel Dunand/AFP

M: Oyunun kuralları değişmesin istiyorlar…

E.I: Evet. Kesinlikle. Esaslı bir değişim istemekte olan birçok ses de çıkıyor. Ama aslında neredeyse herkes, darbeden önceki İsrail’in demokratik olduğunu düşünüyor [“Darbe” terimi, Binyamin Netanyahu’ya muhalefet edenler tarafından, oylanarak kabul edilip uygulanırsa çoğunluğa ülkeyi Yüksek Mahkeme’nin denetimi olmaksızın tek başına yönetme imkanı verecek reform denemelerini nitelemek için artık düzenli olarak kullanılmaktadır — Fr. Ed. N.].

Aslında kurumlarda iki hukuk sisteminin bir arada var olmasından memnunlar. Batı Şeria’da uygulanmakta olan sistem, sıkıyönetim yasası ve Yahudi üstünlüğü üzerine kurulu askerî işgalin hukuk sistemidir. Diğeriyse, “Yeşil Hat”tın içinde uygulanan güya demokratik hukuk sistemidir.

Bu iki yargı yetkisini birbirinden ayırmanın mümkün olmadığını söylemek, hakikat adına zorunlu. Düşünce ve davranış şemaları ve alışkanlıkları yaratıyor bunlar. Zîra zamânın akışıyla, sonunda biri diğerini etkilemiştir. Zihniyetleri de değiştirmiştir. 2016’daki Elor Azaria davası sırasında bunu açıkça gördük: O İsrailli genç asker, yerde hareketsiz ve yaralı halde yatan 21 yaşındaki bir Filistinli’yi yakın mesafeden vurarak öldürmüş ve tehdit altında olmamasına rağmen kendisini savunduğunu iddia etmişti. O sırada ülke derinlemesine bölünmüştü. Asker 18 ay hapis cezasına çarptırılmış ve cezâsının yarısını yattıktan sonra serbest bırakılmıştı.

O sırada birisi, İsrail’in Dreyfus Dâvâsı olduğunu söylemişti bunun — ve bu karşılaştırmada bir hakikat payı vardı. Zîra bu dâvâ ülkeyi, hukuk devleti sorunu konusunda, bir grubun ve bir dinin bir diğeri üzerindeki tahakkümü konusunda derinlemesine bölmüştü. Elor Azaria’dan yana çıkanlar, Yahudiler’e Araplar’dan fazla haklar verilmesinden de yanalar. İşgal altındaki topraklarda hukuk devletinin askıya alınmasını dert etmiyorlar. O zaman, herkes bir tarafı seçmek zorunda kalmıştı. Bir taraf, Yahudi ve İsrailli tarafına bağlılığıyla tanımlıyordu kendini. Diğer taraf ise, evrensel değerlere ve insan haklarına bağlılığıyla tanımlıyordu kendini.

Birinci taraftan olanlar Elor Azaria’yı bir kahraman gibi görüyorlardı. Ötekiler ise onun yaptığını kendi değerlerine bir saldırı telakkî ediyorlardı. İşgalin ülkenin diğer kısmından ayrı tutulamayacağının bilincinde olmak gerek. İsrail solu bunu uzun süredir söylüyor; fakat kimse, ya da neredeyse hiç kimse bizi dinlemedi.

Anne Sinclair ve Alain Finkielkraut [Fransa’daki bir gazeteci ve bir filozof] hayal kırıklığına uğrayıp şaşırmışlar. Ama biz yıllardır alarm vermeye uğraşıyoruz. Onlar neredeydi? İsrail’de sayısı git gide artan bir kesim –gençler, ama sâdece gençler değil– ülkenin Yahudi karakteri için demokrasiyi fedâ etmeye hazır olduklarını söylüyorlar. Büyük bir değişim bu.

M: Bu protesto hareketinde “İsrailli Araplar”ın, yani İsrail’in Filistinli yurttaşlarının büyük ölçüde namevcut olmalarını da açıklayabilir bu. Onların gözünde, “Yahudiler arasındaki bir dâvâ” mı bu?

E.I: Evet. Ama bunun bir hata olduğunu düşünüyorum. Zaten onlar da bunu tartışmaya ve bu tutumu gözden geçirmeye başladılar. Uzun süre boyunca solla sağ arasında fark olmadığını düşünmüşlerdi. İktidarda şunun ya da bunun olması onların alt statüde bulunmasını değiştirmiyordu. Bunun içindir ki İsrail’deki politik tartışmaya karışmamak gibi fütursuz bir tercihte bulunmuşlardı. Bunu anlayabilirim. Fakat proto-faşistler (hâlihazırdaki hükûmet) ile bundan önceki mükemmel olmayan demokrasi arasındaki farkı git gide daha iyi anlıyorlar artık.

M: Ama 2018’deki “Yahudi halkının ulus-devleti İsrail” üzerine ayrımcı yasa, onlar için eşitliğin tahammül edilmez bir inkârı ve bir aşağılama oldu.

E.I: Kuşkusuz. Fakat bildiğiniz gibi, bir “İsrailli Arap” olmak, uzun zamandır yarı-yurttaş olmaktan ibâret bir durum. Dolayısıyla bu yasa, zaten hayli ağır olan bir geçmişin üzerine gelerek durumu daha da ağırlaştırıyor. 2018’deki oylamanın, İsrailli Arap orta sınıfın büyümekte olduğu bir durumda yapıldığını da gözden kaçırmamak gerekir. Nüfus bakımından Yahudiler kendilerini daha çok tehdit altında hissediyorlar — ABD’de Beyazlar’ın kendilerini “Latinolar” ya da “Afrika kökenli Amerikalılar” karşısında tehdit altında hissetmeleri gibi.

Bu nüfus tehdidi duygusu biraz her yerde yayılmaya başlıyor. İsrail’de, ama aynı zamanda ABD’de, Fransa’da, Macaristan’da, İtalya’da da… Karışım korkusu, toplumda birden sayıca azınlığa düşme ve azınlığın altında kalma korkusu çok güçlü. O yasa bu yüzden oylandı. Bunun bir aşağılanma olarak yaşandığı da doğru.

Ama bunu biraz ayrıntılı incelemek de gerektiğini düşünüyorum; zîra bugün orta sınıfa erişen Araplar geçmişe nazaran çok daha fazla ve Yahudiler’le Araplar arasında eskiye nazaran çok daha fazla evlilik oluyor.

“Laiklerle dinciler arasındaki toplumsal sözleşmeye bir karşı çıkış da var”

M: Gösterilerdeki “Suçbakan Netanyahu” (“Netanyahou Crime minister”) gibi sloganları görüp işitince, göstericilerin sadece bir sistemi muhafaza etmek istemediklerini, fakat adalet karşısında kendisine koruma sağlamak için iktidarı kullanmak isteyen açgözlü ve yolsuzluğa batmış bir politikacının işini bitirmek istedikleri düşünülebilir.

E.I: Muhtemelen doğru bu. Ama bu reddedişte başka şeyler var. Laiklerle dinciler arasındaki toplumsal sözleşmenin reddedilişi de var. Aynı zamanda özellikle varoluşsal bir başkaldırı da bu. İsrail’de, dincilerle toplum arasındaki alâkalarda, biraz Ortaçağ sistemini hatırlatan bir durum var bizde.

Yakın zamana kadar aşırı-ortodoks Yahudiler, Ortaçağ’da ondalık alan ruhban sınıfı gibi davranıyordu. Ama zamanla, ideolojilerinde ve siyasî alanda daha radikalleştiler. Bazı gruplar ise Şabat (Kutsal Cumartesi) günü mağazaların açılıp açılamayacağı üzerine, eşcinsellik üzerine, kadınların politikaya katılımının yasaklanması üzerine kendi anlayışlarını laiklere dayatmaya uğraştılar.

İsrail’deki hiçbir dinci partinin aday listesinde kadınlara yer verilmediğini unutmayalım. Demokratik ülkelerde anayasaya aykırıdır bu. Laikler artık bunu kabul etmiyorlar. Aslında, bir tür sözleşme ihlâli oldu. Şimdiye kadar, laikler ses çıkarmıyor ve kendilerine musallat olmasınlar diye dincilere para veriyorlardı. Ortodokslar parayı alıyor ve gitgide biraz daha fazla yetki ve nüfuz tırtıklıyorlardı. Öyle bir noktaya geldi ki, daha belirgin taleplerle ısrarcılaştılar.

İnsanların sokağa dökülmesinin bir nedeni bu. Zîra Ortaçağ’da değil bir demokrasi ve küreselleşmiş kapitalizm durumundayız. Netanyahu’nun îlan ettiği reform tasarılarının yol açtığı krizin sonuçlarından biri, İsrail’in ekonomik statüsünün sorgulanması oldu. Tehdit de zâten burada. Para değer kaybetti. Çok sayıda yüksek teknoloji şirketi merkezlerini yurtdışına taşıdı. Şimdiden milyarlarca İsrail Şekeli kaybedildi.

Ülkenin meşruluğu tehlikede. İsrail’in, belki de ertesi gün var olmayabileceğinin aşırı akut bilinciyle yaşayan çok genç bir ülke olduğunu anlamak gerek. Meşruluğu ise demokratik doğasına bağlıdır. Kusursuz bir demokrasi olmasa bile. Buradaki algıya göre, demokrasi yüz üstü bırakılırsa, bunun sonu ölümdür. Fransa’daki veya Almanya’daki durum böyle değil. O ülkeler “esmerleşseler” bile, var olmayı sürdürecekler. Netanyahu’nun tasarılarının bu kadar yaygın bir seferberliğe yol açması bu yüzden.

M: Bu başkaldırıyı varoluşsal diye nitelemeniz de bunun için mi?

E.I: Evet. Gerçekten varoluşsal bir hedef tartışması bu. Aynı zamanda Yahudiliğin karakteri üzerine de bir tartışma. Asıl görülmemiş şey, bugün son derece anti-modern Yahudilik biçimlerimiz var — İslâm’da bulunabilenlere benzeyen. Pratiklerini radikalleştirdiler ve Yahudiliği bir siyasi teori hâline getirdiler. Radikal Yahudilik siyasileşti.

M: İslam’ın İslamcılığı doğurması gibi mi?

E.I: Tam olarak. Yahudilik siyasileşmektedir. Ama buna paralel olarak, Yahudiliğin bağrında tam tersine modernleşmiş çok önemli Yahudi grupları da var. Bunlar laiktir ya da muhâfazakâr hahamlıktaki veya ABD’nin reform geçirmiş hahamlığındaki Yahudi ilâhiyatının çok sayıda unsurunu yeniden formülleştirmişlerdir. 

Ve bu akım öncekilerden o kadar farklı Yahudilik biçimleri arz etmektedir ki, Yahudi halkı arasında daha önce benzeri hiç görülmemiş bir doktrin krizine tanık olmaktayız bugün. 17. yüzyılda Hasidikler’le (İbrânîce “Hasidut”tan: “Dindarlar Hareketi”) Mitnagdimler (“Karşı Olanlar”) arasındaki bölünme, modernlik karşıtlarıyla modernistleri ayıran bölünmelerle karşılaştırıldığında önemsiz kalır. Bu kriz aynı zamanda günümüzde tanık olduğumuz varoluşsal başkaldırının da bileşenlerinden biri.

“Bir başka halka zulmetmeyi sürdürdükçe İsrail demokrasisi savunulamaz”

M: Bu başkaldırıdan ne gibi çıkış yolları mümkün?

E.I: Hükümetin çökmesi (çünkü bazı hükümet üyeleri hükûmetin politikalarını desteklemeyi reddediyor) ve yeni bir seçim imkanı dışında, bence üç varsayımda bulunulabilir.

1) Taraflardan biri, “Dur, ben yanılmışım” der. Başka deyişle, taraflardan biri ötekinin lehine her şeyden ya da çok şeyden vazgeçer. Çatışmanın doğası ve hedefi göz önüne alındığında, gerçekleşmesi çok az muhtemel bir varsayım bu.

2) İki tarafın radikalleşmesi zamanla artar ve şiddet patlaması yaşanır. Şimdiye kadar göstericiler inanılmaz disiplinli ve barışçıl bir tutum içindeydiler — ki bir bakıma umutsuzluğa sevk ediyor bu beni. Gösteri yaparken bile, ülke kurumlarının sorumluluğunu taşımayı sürdürüyor izlenimi veriyorlar. Zîra onlar aynı zamanda budur da, çünkü devlet aygıtı sokakta: ordu, gizli servisler, elit birimleri, sanayiciler, bankacılar. Yoksun bırakılanlar da iktidarda bir nevi. Bu çelişkiler patlak verene ve beraberinde şiddeti getirene kadar daha ne kadar zaman geçebilir?

3) Vazgeçildiği, tevekkül edildiği, insanlar yorulduğu için şeyler yatışır. Ya da bir komşu ülkeyle çatışma patladığı için ortalık yatışır — ki bu da protestoculardaki coşkunluğu köreltip hükûmetin bundan istifade ederek istediğini Knesset’ten geçirmesine imkan verebilir. Ülkenin tedricî olarak düşkünleşmesine yol açacak çok kötü bir sürecin başlangıcı olur bu.

Kısa süre önce okuduğum bir iktisatçı analizine göre, insani sermayede kritik sektörlerdeki 20 bin kişinin (mühendisler, bilişimciler, hekimler, araştırmacılar, öğretim üyeleri) ülkeden gitmesi ülkenin çok zor bir krizle karşı karşıya kalması ve çöküş sürecinin başlaması için yeterli. Bu çöküş mukadder hale gelebilir.

M: Bu arada, göstericiler eylemlerini demokrasiyi savunmak adına sürdürdüklerini söylüyorlar hep. Bu da büyük ve kaçılması imkansız bir sorun çıkarıyor: İşgalle ve bir başka halkı baskı altına almakla demokrasinin bağdaşmaz olduğu görülemediği zaman İsrail demokrasisini savunmaya devam edilebilir mi?

E.I: Hayır, buna devam edilebileceğini düşünmüyorum. Bir başka halka baskı uygulamayı sürdürdüğü müddetçe İsrail demokrasisinin savunulamaz olacağını düşünenlerdenim. Bir halka askerî işgal uygulayan, içerideki demokrasi değerlerini bozup yıkmadan duramaz.

Filistin halkına uygulanan baskı haklı gösterilemez bugün. Filistinliler’in Yahudiler’i denize dökmekten asla vazgeçmediklerini ileri sürenlerin gerekçeleri hiç bugünkü kadar az inandırıcı olmamıştı. Filistinliler de yorgun ve bir çözüm istiyorlar. Ve onlarla İsrail arasındaki güç dengesi hiç bu kadar ölçüsüzce İsrail’in lehine olmamıştı.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.