Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Moskova’dan abim gelmiş, yurtta bir bayram havası

Seçim başarısının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Rus, İsrailli ve Mısırlı muhatapları Putin, Netanyahu ve Sisi’ye davet iletildiği haberleri yalanlanmadı. Aksine, Putin’e yönelik olan Moskova’dan doğrulandı bile.

Netanyahu ve Sisi görece izah edilebilir. Esat madem naz yaptı, madem İsrail’le arayı düzeltmek Vaşington’da beklenen “plasebo” etkisini yaratmadı, doğrudan Netanyahu’yla Beştepe’de verilecek bir fotoğraf, “bu da mı gol değil?” dedirtebilir. Üstelik, Doğu Akdeniz gazı ve belki silah sanayisi dahil teknolojik işbirliği konularında açıklanacak olası işbirlikleri, cabası da olabilir.

Sisi’yle verilecek resim de bir yandan heybedeki daha iri turplar görünümündeki MBS (Suudi Arabistan) ve MBZ (BAE) üzerinde olumlu etki edecektir. Erdoğan’ın söz konusu iki ülkeye “şükran” ziyaretleri yapacağı da keza seçim başarısı bağlamında paylaşılmıştı. Entelektüelimsi yorum da eklersek, Sisi’nin olası Ankara ziyaretinin AKP’nin Müslüman Kardeşler’den “boşanmasının” da tescilini oluşturacağı iddia edilebilir.   

Buna karşılık Putin’i davetin aynı sepette değendirilmesini gerekçelendirmek güç. Erdoğan işgalin başlamasından hemen önce çok zamanlı ve doğru bir hamleyle Kiev’e gitmişti ve Bayraktar SİHA’ları da o ara teslim edilmişti. Ardından “denge siyaseti” adı altında Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenskiy ülkemize davet edilmediği gibi, TBMM’ne uzaktan da olsa hitap etmesine bile olanak yaratılmadı.

Bir önceki yazımda, “Dışişleri yeniden gerçekten dışişleri mi olacak, yoksa başkanın dış ilişkileri olarak mı sürecek? Bu biraz da ‘Şimşek neye, nereye kadar hayır diyebilecek?’ sorusunu andırıyor. Öte yandan küresel eğilim demokratik ülkelerde dahi diplomasinin artık tepeye, bir numaralar arasına sıkışması yönünde” demiştim.

Dışişleri Bakanı Fidan spotlar altında yürütülen diplomasiyle, perde gerisinden sürdürülen “istihbarat diplomasisi” farkını gözetebilmeliydi. Ayrıca dış politika yapımında hariciyeyi olması gereken yere geri getirecekse Erdoğan üzerindeki etkisini bu yönde kullanarak bu makus diplomatik girişimi engelleyebilmeliydi. 

Hakan Fidan

Yalnızca “Biden’in nasırına öyle bir basayım ki beni Vaşington’a davet etmemek neymiş anlasın” itkisiyle bu hamle yapıldıysa, Batı’dan geri beslemesi Şimşek’in sıcak para bulma çabalarına varıncaya dek etkisi çok olumsuz olur. Oysa ABD’nin F-16 kararı belirginleşmeden İsveç’e temmuz ayındaki NATO zirvesinde bile engel olmak, dozu yeterince iyi ayarlı bir ayak sürüme ve pazarlık etmeni olarak görülebilirdi. Böylece o olanak da yitirilmiş oluyor.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile II. Dünya Savaşı aynı şey değil. O gün kafasını Rus tehlikesine karşı bir sundurma altına uzatamamış genç cumhuriyet ile bugünün Türkiye’si de farklı. Dolayısıyla, daha önce pek çok yerde vurgulandığı üzere, “aktif tarafsızlık” ile “denge siyaseti” de öyle.

Özcesi, NATO müttefiği olan ülkemizin komşusunda işgal sürerken işgalciye şimdi böylesine bir podyum sunması ciddi hata olacak. Bu hatanın sonuçlarını görmek için de fazla beklemeyeceğiz.     

Yapay zekâyı da yanlış anladık

AB Parlamentosu üç yılı bulan müzakerelerin ardından yapay zekâ konusunda dünyada ilk yasayı çıkaran kurum oldu. Benim için öne çıkan yön yüz tanıma işlevinin AB ülkelerinde kesinlikle kullanılamayacak oluşu.

Aynı konuda ABD’de de farklı yaklaşımlar var. Örnekse, yüz tanıma teknolojisini Kaliforniya yasaklarken, Florida polisi etkin ve yaygın biçimde kullanıyor.

Bu alanda en kötü örnek herhalde Çin. Orada yaşamı boyunca, beşikten mezara her yurttaş her an izleniyor.

Fransa’daki tartışmada aksine yüz tanıma teknolojisini devlet kullanırsa, bunun özellikle gösteri ve yürüyüş yani protesto hakkını engelleyici bir adım olarak anayasaya aykırılık oluşturacağı ve siyaseti sakatlayacağı savı öne çıkıyor.

Demokratik ülkelerde yüz tanımanın özel şirketler tarafından ve bireysel kullanımı ile devlet tarafından güvenlik gerekçesiyle kullanımı arasındaki fark da konuşuluyor. Keza, sınır kapılarındaki pasaport kontrolü gibi tümüyle teknik alanlarda kullanıma da karşı çıkan yok.

Hakkı Alkan ve Süleyman Soylu

Bizdeyse kimsenin hayırla anmadığı sabık İçişleri Bakanı kendi cep telefonuna yüklediği, hangi ülkeye siparişle yaptırıldığı bilinmeyen, yasal çerçevesi de olmayan bir yazılımı canlı yayında kullanmaktan çekinmemişti.

Mehmet Y. Yılmaz da “ses analizi” yöntemiyle dolandırıcılıkla mücadele örneği üzerinden benimkine benzer kaygısını köşesine taşıdı.  

Yapay zekânın tıp başta çeşitli alanlarda çığır açmakta olduğu gerçek. Kubrick’in “HAL” bilgisayarı gibi yapay zekânın dünyayı ele geçireceği iddiaları da abartılı.

Buna karşılık “aman MOBESE keşfolundu, kente dirlik-düzen geldi” coşkusu yerine, yapay zekânın zaten güdük ve ağır baskı altındaki hak ve özgürlüklerimizi nasıl etkileyeceğini açıkça tartışmamızın zamanıdır.

“Güvenlik-Özgürlük Dengesi” denilen, ürküterek yurttaşı devletinin kollarına iten bayat bir Soğuk Savaş taktiğinden, bir galat-ı meşhurdan ibarettir.    

İslâmcı entelektüel olur mu?

Bu sorunun “islâmcıdan veya ülkücüden adam olmaz” önyargısıyla ilgisi yok.

“İslâmcı entelektüel” terimi ancak bir “oxymoron” olur.

İslâmcı demagog, islâmcı propagandist veya islâmcı vaiz/tebliğci olabilir.

Müslüman entelektüel de olabilir. Ancak “bir entelektüelin hangi dine mensup olduğunu belirtmek neye gerekir –yahut- neden gereksin?” de geçerli sorudur.

İslâmcı, inancıyla düşüncesi çeliştiğinde zoraki inancını; sekülerle dinsel arasında tercih yapması gerekirse keza zoraki dinsel olanı seçen kişidir.

Öyleyse islâmcı aklını işine öyle geldiğinde veya belirli durumlarda askıya almak zorundadır.

Esasen İslamcının, hele o islâmcı laik bir devletin yurttaşıysa başlıca “burulması”, aşılamayacak çelişkisi de budur. Çünkü kutsal kitapla anayasa arasında kaldığında mutlaka ilkini seçmek zorundadır. Kutsal kitap değişemeyeceğine göre, anayasa değiştirilmelidir. 

“Entelektüel” ise onun yerli karşılıkları olan “münevver” veya “aydın” sözcüklerinden farklı olarak içinde nur, ışık, aydınlık saçmayı değil duyumsama yerine anlamayı, kavramayı yani aklı barındırır.

Aklı kullanarak düşünmek ise çok zahmetli ve bedeli de ağır olan ömürlük bir uğraştır.

Çocukken, delikanlıyken rahmetli babam bana “kullanmayacaksan o omuzlarının üzerindeki saksıyı neden gezdiriyorsun?” diye takılırdı yeri geldiğinde.    

İşin ciddi yönü ise laik cumhuriyetin hiçbir dinle, o bağlamda İslâmla da kesinlikle sorunu olamayacağı ancak islâmcılığın, onu içinden kemiren bir hastalık gibi, laik cumhuriyete ölümcül bir tehdit oluşturduğu gerçeğidir.

Bu tehditle mücadelenin yolu ise yasama veya güvenlik etkinliği değil açık, kamusal tartışmadır. 

Benzeri, Soğuk Savaş döneminde, üstelik özellikle solun kendi içinde de, komünizm bahsinde Batı’da yaşanmıştır.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.