Bu hafta ekonomik gelişmeler bakımından hareketli geçti. Önce asgari ücretin tespiti, ardından TCMB’ni yeni para politikasının ipuçlarını veren faiz kararı gündemi meşgul etti.
Yeni asgari ücret meselesi daha seçim süreci içinde gündeme gelmişti. Seçimlerin hemen ardından da yasanın belirttiği şekilde taraflar masaya oturup, ülkenin ekonomik koşullarını dikkate alarak bir pazarlık sürecine başladılar. Süreç oldukça hızlı başladı ve hızlı sonuçlandı. Anlaşılan çok da tartışma olmadı. Netice yüzde 30’ları aşan bir oranda asgari ücretin arttırılmasına karar verildi ve net ücret 11 bin 402 TL olarak belirlendi. Sonrasında da çok büyük bir tartışma yaşanmadı doğrusu.
Asgari ücrette yapılan bu artış, aslında iktidarın vatandaşın “gönlünü alması” olarak anlaşılmalı. Bir süreliğine eriyen refahının iyileştirilmesi olarak da düşünülebilir. Ama bizimki gibi bir ekonomide bunun çok uzun sürmesini beklemek saflık olur elbette.
Bu ücret artışını işgücü piyasasının yapısal sorunlarının çözümü için yapılmış kapsamlı bir politikanın önemli bir parçası olarak düşünmek doğru değildir. Ülkenin diğer ekonomik kesimlerindeki gelişmelerden bağımsız, tamamıyla tek kişinin inisiyatifiyle tespit edilmiş bir ücrettir sadece. Amaç, çalışan kesimleri bir süreliğine memnun edip, kamuoyu rızasını iktidar lehine değiştirebilmektir.
Ülke genelinde artık ciddi bir “gelirler politikası sorunu” yaşanıyor. Bu yeni asgari ücret böyle bir politika değişikliğinin izlerini taşımamaktadır. Dolayısıyla, bu yapılan zammın çok kısa sürede enflasyon ve kur artışları karşısında erime ihtimali vardır. Netice olarak çalışan kesimler için “sıfıra sıfır, elde var sıfır” durumunun gerçekleşmesi kaçınılmazdır.
Ama bu süreçte çarpıcı olan bir gelişme de yeni ücretin, Asgari Ücret Komisyonu üyelerince değil de, doğrudan Saray’da Sayın Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmesidir. İlgili sendika yöneticisinin görüşmeler esnasında Saray’a gidip gelmesinin ardından ücretin açıklanmış olması bu görüşü destekler niteliktedir. Sanki yeni asgari ücret, kritik TCMB faiz kararından önce hızla açıklanması istenmiş gibi.
Zira bu telaşın nedeni, TCMB’nin politika faizini açıklamasının ardından anlaşıldı. Bir süredir 23 TL seviyelerinde seyreden dolar yüzde 5’leri aşan bir değer kaybına maruz kalarak 25 TL seviyesini aştı. Bu da daha önce tespit edilen asgari ücretin dolar olarak karşılığının 450 dolar seviyelerine gerilemesine yol açtı. Bu arada dolardaki haraketlilik bu yazı yazıldığı sıralarda hala devam etmekteydi.
Kurlardaki bu artışın nedeni ise TCMB Para Politika Faizi Belirleme Komitesi’nin (PPK) almış olduğu faiz kararının piyasalardaki beklentileri karşılayamamasıdır. Ayrıca enflasyonla mücadeleyi kendime amaç edinen bir merkez bankasının açıkladığı faiz seviyesinin ülkede geçerli olan resmi enflasyon rakamına bile yaklaşamamış olması iktisadi aktörlerde ciddi bir güven ve hayal kırıklığına yol açtı.
Ülke ekonomisinin ciddi miktarda kaynak açığı var ve bu kaynağın içeriden bulunabilme ihtimali çok zayıf. Özellikle önümüzdeki yıl yapılacak olan yerel seçimlerin oluşturduğu siyasi kısıt altında bu parayı içeriden, seçmende memnuniyetsizlik yaratmadan bulabilme olanağı da yok. Bu durumda iktidarın ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın bugüne kadar savuna geldiği “yüksek faiz yüksek enflasyonun sebebidir” şeklinde tanımlanan faiz anlayışını terk ederek, bu konuda daha alışılmış bir anlayışı benimsemekten başka seçeneği kalmadı. Amaç, seçime kadar herhangi bir dış ödemeler krizi yaşamamaktır. Bunu engelleyebilmek için de, Türkiye’ye kaynak sağlayabilecek ülkeler nezdinde güven oluşturabilecek “şahsiyetleri” kullanarak dış dünyaya mesaj vermek ve onları ikna etmektir.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
TCMB PPK’nın faizler yüzde 15 seviyesine çekmesi Sayın Cumhurbaşkanı nezdinde verilmiş önemli bir taviz. Fakat bunu daha çok ülke içinde bir anlamı vardır. Şahsen ben bunu önemsiyorum. Ama çok fazla da umut bağlamıyorum. Siyasi koşullar değiştiğinde daha önce başka örneklerde de görüldüğü üzere Sayın Cumhurbaşkanı’nın çok hızlı geri dönüşler yapabildiğini gördük. Faiz konusunda da bunun bir örneğini bizlere gösterebilir. “Tek adam rejiminin” bulunduğu siyasi yapılarda bunu engelleyebilecek hiçbir kurumsal yapı yok. Zaten para politikasının belirlenmesi için kullanılan kurumsal yapıda da çok fazla değişiklik yaşanmadı. Eski politikanın mimarları bu yeni politikanın da karar vericileri olmaya devam ediyor.
TCMB PPK’nın basın açıklamasında da belirtildiği gibi, ileride enflasyonda kat edilen mesafeye bakarak ek parasal sıkılaştırmaların ve faiz artırımlarının yapılabileceği ifade edilmektedir. Ama bu açıklamanın ardından insan ister istemez soruyor: Maden faiz artırımında enflasyonun izleyeceği yol esas alınıyor, o zaman neden enflasyonun şimdiki seviyesiyle uyumlu bir faiz artırımı yapılmamıştır? Zira yabancı yatırımcıların bu faiz toplantısından beklentisi yüzde 40 ve üzerinde bir faiz idi. Elbette yurtiçindeki aktörler ülkenin siyasi ve ekonomik koşullarını çok daha iyi bildikleri için böyle bir artışın, ne siyaseten ne de iktisaden şu anda uygulanamayacağı görmüşlerdi. O yüzden beklentilerinin düzeyini daha makul seviyelere çekmişler, yüzde 20-25 bandından bir faiz beklemeye koyulmuşlardı. Neticede bu beklenti de boşa çıktı ve faiz yüzde 15 olarak açıklandı. Ardından beklentileri karşılanmayan tarafalar dövize yönelerek, kurlarda artışa yol açtılar. Anladığımız kadarıyla yetkililer de bu talep artışına müdahale etmeyerek, kur seviyesinin 25 TL’yi aşmasına izin verdiler.
Ekonomi şu an için daha yüksek faiz ve daha yüksek kur seviyesinde yeni bir dengeye doğru gidiyor. Muhtemelen sonuçlarını geç göreceğimiz daha yüksek fiyatlar da bu dengeyi tamamlayacak. O zaman da bu gelişmelerin öncesinde belirlenen nominal gelirlerin vatandaş açısından hiçbir önemi kalmayacak. Diğer bir deyişle, sabit gelirlerin durumu ya değişmeyecek, ya da faiz artırımı öncesi durumlarından daha kötü olacak.
Yeterli görmesek de, TCMB faiz belirlerken izleyeceği kuralı kamuoyuna yazılı olarak açıkladı. İtiraf etmek gerekirse, ben bu belgede yazılanları faiz kararının kendisinden çok daha fazla önemseme eğilimdeyim. Buna göre Sayın Cumhurbaşkanı’nın aksine, enflasyonla mücadele için düşük faizin değil, yüksek faizin bir mücadele araç olarak kullanılacağı ifade edildi. Normal koşullarda bu önemli bir dönüş olarak görülebilir. Ama ülkemiz koşullarında buna bile temkinli yaklaşmakta yarar var.
Ancak bu belge ile kamuoyunda ortaya çıkan bir başka belirsizlik de bu belgede imzası olan PPK üyelerinin, daha önce bugünküyle taban tabana zıt bir politikaya da imza atmış kişiler olmalarıdır. Bu fikir değişikliklerinin nedeni kamuoyunda tam olarak anlaşılamadı. Bu da ilgili metinde ifade edilen görüşlerin güvenilirliği konusunda şüphe oluşturdu. Siyasi rüzgârın estiği yöne göre karar verebilen bu üyelerin, yeni dönemde bu söylediklerini ne derecede kabullendikleri ve inanarak söyledikleri meçhul. Yarın çıkıp bugün açıkladıkları görüşlerin tam tersini ifade eden bir başka belgeye imza atmayacaklarının hiçbir garantisi yok.
Dolayısıyla TCMB politikalarının kamuoyu tarafından güvenilirliği sorunu hale devam etmektedir. Belki de bunu bilediği içindir ki, Sayın Mehmet Şimşek faiz kararının açıklanmasının hemen ardından bu kararı destekleyecek ve piyasa beklentilerini yönlendirecek nitelikte birtakım piyasa dostu açıklamalar yapmayı uygun görmüştür. Ancak kurları verdiği tepki düşünüldüğünde, bu açıklamanın da etkisinin sınırlı düzeylerde kaldığı anlaşılmaktadır.