Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: Türkiye’nin ve dünyanın esas sorunu, “muhalefet”

Erdoğan, galiba beş-altı sene önce, “Türkiye’de muhalefet yok” dedi. 2018’de Denizli mitingindeki bu sözler, belki de ilk değildi ama o tarihten sonra, neredeyse her sene tekrarladı, baskın tema haline getirdi. 2019 seçimleri sırasında, muhalefet sorununu, beka meselesiyle eş değer saydı. Daha ileri gitti, her şeyi başardıklarını ama bir tek bu muhalefet işini çözemediklerini alaycı bir üslupla söyledi. Yerli ve milli muhalefeti de kendilerinin kuracağını iddia etti. Yine bu yıllar boyunca, seçim kampanyalarının ağırlıklı konusu hep muhalefetti. (Bu konuda yapılmış bir çalışma var mı bilmiyorum) Erdoğan’ın, (dünyada) muhalefet hakkında konuşma rekorunu, açık ara elinde tutuyor olduğuna bahse girebilirim. 

Erdoğan, “muhalefetten” bahsederken, kelimenin eylem (fiil) anlamından ziyade, özel ve tüzel şahısları işaret ediyor. Muhalefet, şahsileşmiş siyasetin dilinde, çeşitli partiler ve orada siyaset yapan insanlara -liderlere- dair bir kavram olarak kullanılıyor. Popülist demagojinin bütün etiketlerini kullanarak, muhalefet içindeki aktörleri ötekileştiriyor. Kökü veya ipleri dışarıda, bu ülkeye-millete yabancı, yetersiz, beceriksiz ve halkın karşısındaki bir avuç elit olarak gösteriyor. Kısaca muhalefet, “bunlaar” yekünü. Bazen onlara isim takarak aşağılıyor, bazen partilerin iç gerilimlerini açık ya da örtülü biçimde kurcalıyor. 

İki genel, iki cumhurbaşkanlığı ve bir yerel seçimi kapsayan bu sürenin ve özellikle 2023 seçiminin sonunda, Erdoğan’ın “muhalefet tezinde” geniş bir mutabakat oluştu. Seçim yenilgisinin ardından, seçmeninin çoğunluğu, artık Türkiye’nin en önemli sorununun muhalefet olduğunu düşünüyor. Sadece bu seçimin kaybedilmesinin değil, senelerdir bu otoriter iktidarın devamının ve yapabildiklerinin sorumlusu olarak, muhalefet aktörlerini, özellikle de bu koalisyonun liderliğine soyunan CHP ve Kılıçdaroğlu’nu görüyorlar. Bu kadar sorun üreten, bu kadar baskı ve keyfiliğin yanında, giderek ağırlaşan yoksulluğa sebep olmuş bir iktidarın hala ayakta kalmasında, muhalefet aktörlerinin liyakatini sorguluyorlar. 

Özellikle sonuç alma kabiliyeti olmadığı için, bir “muhalefetsizlikten” şikayet ediliyor. Erdoğan, kurnazca kurduğu yansıtma stratejisini herkese kabul ettirmiş olmakla kalmayıp, meseleyi “şahsileştirilmiş siyaset” zemininde tutmayı da başarmış görünüyor. Yani “Türkiye’nin en önemli sorunu muhalefet” sözü, çoğunluk tarafından benimsenmekle kalmıyor; “muhalefet” kavramı, bir eylem olmaktan çıkıp -ya da aslında hep olduğu yerde kalıp-, Erdoğan’ın istediği gibi tüzel ve özel şahısları işaret eden dar anlamıyla kullanılıyor. Şahsileştirilmiş siyasete, sarılan da eleştiren de aynı iştahla destek veriyor. 

Başlıkta da söylediğim gibi “muhalefet”, sadece Türkiye’nin değil dünyanın da meselesi. Elbette hem Türkiye’de hem dünyada, profesyonelleşmiş siyasetçilerin, yaşananlarda hiç küçümsenmeyecek payı olduğu ortada. Zaten siyasetin “yeni” tanımıyla biçimlenmiş siyaset esnafı, siyaseti tartışma alanı olmaktan çıkartıp, faaliyet hatta performans sahasına çevirdi. Kendilerine veya temsil ettiklerini iddia ettikleri davalarına, sürekli görevde kalma misyonu (zorunluluğu) atfedenler, ciddi tıkanmalarla umut imhasına neden oluyorlar. Özel vasıfları veya onlara atfedilmiş yetenekleriyle kilidi açabilecek aktör arayışları ise, her zaman beklenen ilgiyle ve gereksinilen cesaretle karşılanmıyor. 

Fakat küresel bir dalgaya dönüşen otoriterlik, kutuplaşma, popülizm ve giderek yükselen faşizan moment karşısındaki “muhalefetsizlik”, yine de kavramın daha çok eylem tarafında sanki. “Muhalefet” olarak isimlendirilen özel ve tüzel kişilerin fıtratlarından ya da hatalarından kaynaklanan liyakat meselelerini veya ahlaki vasıflarını konuşmaktan, “muhalefet” eylemini konuşmaya sıra gelemiyor. Neye muhalefet edilmek isteniyor, nasıl ve kiminle muhalefet etmekten bahsediliyor ve aslında neyin eksiğini, yetersizliği yaşanıyor? Soru mu yoksa cevap mı yanlış? 

İktidar eleştirisinde -üstelik sadece Türkiye’de değil- sık başvurulan yöntem, iktidardakilerin (çoğu örnekte iktidardakinin) vasıflarını tartışmak. İktidardakilerin çok da arzu ettikleri şekilde kendilerinden bahsedilmesinden beslendikleri, “siyaseti şahsileştirmenin” tam da onların istediği bir siyaset tarifi olduğu gözden kaçıyor. Bunun hem sonuç alıcı olacağı varsayılıyor hem de verilen paslar dolayısıyla uygulanması son derece kolay. Tribün karşılığı da hiç fena değil. İktidardakileri bilgisizlik, beceriksizlik, çılgınlık, sağ duyu eksikliği veya keyfilikle suçlamak; yapmakta olduklarını tartışmak yerine, vasıflarını konuşmak, hep daha çok ilgi görüyor. 

Oysa otoriterler, demokrasinin kurallarını bilmedikleri için kurallara uymuyor -kuralları sevmiyor- değil. Yoksulluktan yolsuzluğa kadar bütün sorun başlıklarında; bilmediklerinden yaptıkları, bilerek ve isteyerek yaptıklarının yanında devede kulak kalır. Son üç senedir ekonomik kriz ve onun siyasi etkileri konusundaki tartışmalarda, liyakat meselesinin nasıl işe yaramaz bir tema olduğu herhalde anlaşılmıştır. En azından, liyakat tartışmasının, çok doğru gerekçeleri olsa bile çok zayıf bir muhalefet argümanı olduğu ve iki kuvvetli cv ile nasıl boşa düşebileceği görüldü. İktidar eleştirisindeki “liyakat zafiyeti”, muhalefet iç tartışmalarının da ana ekseni.

“Muhalefet” (eylem anlamında) hakkında bir tezi, bir iddiası, bunları geçtim söyleyecek lafı olanların etrafında toparlanan bir gruplaşma izlemiyoruz. Ya mevcut elitler arasında koalisyon tazeleyen arayışlar söz konusu ya da “becerikli” olacağı (Allah vergisi yeteneği) varsayılanlara tez (iddia) yazılmaya, söyleyecek söz bulunmaya çalışılıyor. “Şahsileştirilmiş siyaset”, iktidar karşısında en sert sıfatları kullandığında tatmin oluyor ama sonuç alamıyorsa, muhalefet tarafında da durum aynı. Mesela, ister bir kişi ister bütün hepsi için söylensin, “siyasetçiler sahtekar” demek, -belki haklı bulunacak- bir tespit olabilir ama bir siyasi eleştiri değil. 

Tüm dünyada bir sürü şeyin kötü gitmesinin sebebi, birkaç kötü adamın varlığı olmadığı gibi, çözümü de onların gitmesi olmayacak. Öyle olmadığı için, onların orada olmasının nedeni yanlış tartışıldığı, göndermenin yöntemleri yanlış belirlendiği için, zaten onlar da gitmiyorlar. Hem iktidarda, hem muhalefette. Kimi memleket bekası için yerinde kalma misyonu ileri sürüyor, kimi partinin, kimi davasının bekası için. İşte bu yüzden günah keçilerini taşlamakla yetinmeyen bir tartışma ve zihniyet değişimi gerek. Türkiye’nin ve dünyanın sorunu olan muhalefeti, şahıslardan – onu da sürdürmenin önünde engel yok- daha ziyade, eylem olarak konuşmak lazım. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.