İkizköylüler, Limak ve IC İçtaş’ın iştiraki YK Enerji’nin kömür madeninin genişletilmesi için Akbelen Ormanı’ndaki ağaç katliamına 16 gündür direniyor. Bugün ise İkizköylüler, direnişlerini Ankara’ya taşıdı, TBMM’deki olağanüstü Akbelen oturumu öncesi Ankara’ya vardılar. Yaşam savunucularını ve köylüleri Ankara’da emek örgütleri ve siyasetçiler karşıladı.
Akbelen Ormanı’ndaki direniş akıllara Gezi’yi getirdi. Peki Akbelen ve Gezi arasındaki benzerlikler ve farklılıklar neler?
Ruşen Çakır yorumladı.
Yayına hazırlayan: Gamze Elvan
Merhaba, iyi günler. Türkiye’’nin gündeminde Akbelen direnişi var. Akbelen’de yöre halkı ve onlara destek veren vatandaşlar uzun bir süredir ağaçları kurtarmak için mücâdele veriyorlar ve bunun sonucunda bugün de Meclis, muhâlefetin çağrısıyla olağanüstü toplandı. Meclis’te Akbelen görüşülecek. Meclis’in önünde Akbelen’e sâhip çıkanlar gösteriler yapacak, içeride muhâlefet partileri konuşacak. Ama herhalde iktidar koalisyonun çoğunluğu olduğu için bunun daha ileriye gitmesine izin vermeyecek.
Akbelen olayı tam da Gezi Parkı direnişinin 10. yılına denk geldi. Neredeyse, hemen hemen tam 10 yıl sonra patlak verdi. Ama ilginç bir şekilde, Akbelen’i konuşanlar, Akbelen’i gündeme getirenler Gezi’ye çok fazla referans vermemişlerdi. Birden, beş gün önce iktidar yanlıları sosyal medyada, “Akbelen gerçeği” diye bir kampanya başlattılar. Genellikle troller yapar böyle kampanyaları; ama bu kampanyaya baktığımız zaman, AK Parti’nin değişik yerlerinde görevli olan kişiler, açık kimlikleriyle bu kampanyanın içerisinde yer aldılar ve orada neler yazdıklarını uzun uzun anlatmaya gerek yok. “O kadar ağaç kesildi, ama şu kadar çok ağaç da başka yere dikildi” gibi şeyler. Ama en çok da, Akbelen’deki direniş Gezi’ye benzetildi; yani iktidar yanlıları, Akbelen’de yeni bir Gezi “tezgâhlandığını” –“tezgâhlanmak” lâfı kendi lâfları– iddia ettiler. Birtakım sol partilerin, kuruluşların da Akbelen’de yer alıyor olmasını –onların görüntüleriyle– buna gerekçe olarak, bir tür kalkışma gibi resmetmeye çalıştılar. Pek îtibar görmedi tabiî; ama burada ilginç olan, iktidar partisinin doğrudan mensuplarının, alt düzeyde de olsa yöneticilerinin böyle bir olayda Akbelen’deki şirkete göğüslerini siper etmeleri ve bunu muhâlefetin propagandası olarak görüp buradan hareketle iktidârın propagandasına çevirmeye çalışmaları ve bunu yaparken de Gezi’ye referans vermeleri…
Aslında Gezi’ye referans vermeleri çok isâbetli değil kendileri için. Çünkü sonuçta Gezi kazandı, Gezi Parkı yıkılamadı. Oraya o topçu kışlası yapılamadı. Sonuçta her ne olursa olsun, ne kadar bastırılmış olursa olsun, ne kadar insan gözaltına alınmış olursa olsun, hayâtını kaybeden gençler oldu, hâlâ cezâevinde tutulan –Osman Kavala başta olmak üzere– insanlar var; ama siyâsî iktidar Gezi’de yenildi. Zâten insanlar da o yenilginin hıncıyla hâlâ içeride tutuluyor. Şu hâliyle bakıldığı zaman, iktidar yanlılarının Akbelen’e karşı Gezi üzerinden Akbelen direnişi karalaması yapmaya çalışmaları, daha çok kendi tabanlarına yönelik bir faaliyet olarak ortaya çıkıyor. Yani kendi tabanlarında da, iktidâra destek veren insanlarda da direnişe yönelik bir sempati oluşmasın diye Gezi’yle göz korkutmaya çalışıyorlar.
Akbelen ile Gezi’nin birçok benzer yönü var. Öncelikle tabiî ki bunların birer sivil direniş olması, siyâsî partilerin çok sonradan gelmesi; yani toplumsal muhâlefetin başlattığı bir direniş olması var ve çevre temalı bir olay olması var tabiî ki. Ama birçok farklılık da var. Bu farklılıkların başında, Akbelen’de bir şirketin söz konusu olması geliyor. Gezi’de doğrudan devlet, Erdoğan bir şey yapmak istedi. Erdoğan, başbakanlığı târihinde bir şey yapmak istedi. Kendi karârıydı ve orada doğrudan Erdoğan’ın karârına direnen insanlar vardı ve o insanların karşısına Erdoğan çok ciddî bir şekilde devletin tüm imkânlarını çıkardı. Bu arada, “evde zor tuttuğunu” söylediği yüzde 51’den bahsetti. Yani ülkeyi ikiye böldü, kendisini sayıca daha fazla olarak resmetti. Oradakileri eylemcileri, direnişçileri tehdit için kendi taraftarlarını sokağa bırakmaktan bahsetti, böyle bir tehditte bulundu. Gezi’de doğrudan devletin bir uygulaması vardı; ama Akbelen’de devletin uygulaması yok. Bir şirketin devlet destekli uygulaması var. Yani şirkete karşı halk mücâdelesi var. Tabiî şirket kendi başına halkla baş edemediği için devlete başvurdu ve başta jandarma olmak üzere devletin kolluk güçleri orada şirketin çıkarlarını savunmak için halkın taleplerini göz ardı ettiler. Yani bir yerde, devletin bir uygulamasına yönelik bir direniş, bir başka yerde ise şirketin uygulamasına karşı bir direniş var. Tabiî bir diğer fark da, Gezi Parkı’nın doğrudan muhâtabı İstanbullular’dı, çok muğlak bir şeydi. Gezi Parkı’na belki hayâtında hiç gitmemiş insanlar, ona sâhip çıktılar, oradaki ağaçlara sâhip çıktılar. Ama Akbelen’de, doğrudan orada yaşayan insanların, köylülerin olayı sâhiplenmesi var. Tabiî şunu da özellikle vurgulamak lâzım: Bir kısım köylüler de şirkette para karşılığı çalışıp, arkadaşlarına karşı –belki akrabaları da vardır– şirketin yanında, kendi çıkarları için yer aldılar. Ama burada esas olarak bir grup köylünün bir talebi var. Onlar çevreye kendileri sâhip çıkmak istiyorlar. Tabiî ki güçleri o şirkete ve devlete yetmediği için de kendilerine dışarıdan destek geliyor, özellikle büyükşehirlerden, önce çevre dernekleri, çevreyle ilgili çevreci birtakım kişiler vs., ama giderek bu halka genişledi. Ama hiçbir zaman bir Gezi gibi olmadı; bunun da en önemli nedeni tabiî ki Gezi’nin İstanbul’un göbeğinde olmasıydı, Akbelen böyle bir yerde değil. Şu anda Anadolu’da yaşanan, Karadeniz’de, Ege’de, Akdeniz’de yaşanan birtakım çevre direnişlerinin hepsi çıtayı belli bir yerden öteye götüremiyor. Çünkü sonuçta Türkiye’nin kalbi esas olarak İstanbul’da, bir ölçüde de belki Ankara’da atıyor. Dolayısıyla İstanbul’da, Taksim’de yaşanan olay gibi bir etki yaratamıyor.
Bir diğer nokta: Gezi iki seçim arasında yaşandı. Muhâlefetin yeni bir seçim yenilgisinin ardından; ama iktidârın da çok ciddî bir şekilde krizde olduğu bir dönemdi. Çözüm Süreci vardı, ama askıya alınmış gibiydi; bir diğer önemli husus da, iktidârın iki önemli bileşeni –yani Erdoğan ve Fethullah Gülen–, AKP ve Fethullahçılar arasında adı konmamış bir savaş başlamıştı ve bir yere doğru gidiyordu. O büyük kopuş yaşanmamıştı; ama oraya doğru gidiyordu. Tam da Gezi o anda patlak verdi. İşin ilginç yanı, Gezi direnişini bastırmak için her şeyi yapan güvenlik güçlerinin içerisinde ve yargıda da Fethullahçılar ağırlıklıydı ve onlar da giderayak Erdoğan’a çok ciddî bir destek verdiler. Yani Erdoğan, Gezi direnişinin bastırılmasında Fetullahçılar’dan yine çok ciddî bir şekilde yararlandı. Fakat ilginç bir şekilde, Fethullahçılar’ın gayriresmî, yani sivil olmayan ayağı direniş karşıtıyken; sivil ayağında daha bilinen isimlerde, gazetecilerin ve akademisyenlerin Erdoğan’dan kopuşları başlamışken, Gezi’yi bir fırsat olarak görüp, Gezi üzerinden Erdoğan aleyhtarlığı yapan Fethullahçılar da oldu. Ama esas olarak Fethullahçılar direnişin bastırılmasında belki de Erdoğan’a son büyük desteklerini verdiler. Erdoğan, iyice güç kaybetmekte olduğu bir dönemdeydi ve Gezi’nin ardından yapılan ilk genel seçimde de çok büyük bir yenilgi aldı — bunda kesinlikle Gezi’nin etkisi vardır ve Haziran 2015’te tek başına iktidârı kaybetti. Ama sonra ne yaptı? Kasım’da tekrar iktidârını sağlamlaştırdı. Gezi, Erdoğan’ın zayıfladığı ve gücünü kaybetmeye başladığı bir yerde, ona toplumsal alanda çok ciddî anlamda, çok ciddî bir meydan okuyuş oldu. Erdoğan’ı iyice şaşkına çevirdi, iyice paniğe sevk etti. Böyle ilginç bir siyâsî anlamı vardı Gezi’nin. Bir diğer yönü ise, ilk başta tamâmen bireysel olan Gezi’ye katılımlar, daha sonra kurumsallaştı — baktılar ki Erdoğan’ı zorluyor, birçok kurum, parti vs. de işin içerisine dâhil oldu. İlginçtir, o târihte HDP de Çözüm Süreci’ni hâlâ gündemde tutabilmek için Gezi konusunda bayağı tereddütlü davrandılar. Sırrı Sürreyya Önder dozerlerin karşısında durdu; ama HDP’nin birçok yöneticisi de Gezi konusunda, bunun bir komplo olabileceği yolunda birtakım düşünceler dile getirdiler — çok ilginç bir siyâsal döneme denk geldi, birçok şeyin, ilişkilerin değişmekte olduğu bir döneme denk geldi. Erdoğan’ın zayıflamaya başladığı bir dönemde onu iyice zayıflatan bir yere denk geldi iki seçim arasında.
Ama Akbelen böyle değil. Akbelen, Erdoğan’ın kaybetmesi beklenen ve her ne kadar fark çok büyük olmasa da net bir şekilde kazandığı, Meclis çoğunluğunu da aldığı bir seçimin hemen ardından patlak verdi. Erdoğan’ın artık güçsüz olduğunu söyleyemeyeceğimiz bir anda patlak verdi. Erdoğan’ın müttefikleriyle arasında bir sorun olmadığı bir anda patlak verdi ve bu anlamda baktığımız zaman, Akbelen köylüleri ve Akbelen köylülerine destek veren eylemciler aslında pozisyon olarak çok zayıf bir yerden başladılar. Ama bayağı bir şekilde bu direnişi sürdürebildiler. Akbelen’e siyâsî anlamda bakıldığı zaman, daha zor bir işi hayâta geçiriyorlar. Bütün kurumsal muhâlefetin çöktüğü, toplumsal muhâlefette büyük bir hayal kırıklığının olduğu, yılgınlığın olduğu, umutsuzluğun olduğu bir dönemde, hakîkaten çölde bir vâha gibi ortaya çıktı. İnsanlar önce anlayamadı ve büyük bir ihtimalle de bir-iki gün içerisinde biteceği düşünüldü; ama bitmedi, hâlâ bir şekilde sürüyor. Nereye doğru evrileceğini kestirmek çok fazla mümkün değil; ama Akbelen şimdiden Türkiye’de toplumsal hareketler anlamında adını târihe şu hâliyle bile yazdırmış bir durumda.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bir diğer önemli fark ise, kentli orta sınıflar meselesi. Gezi’nin en büyük taşıyıcıları gençlerdi, kentli orta sınıflardı, genellikle iyi eğitim almış insanlardı. Seküler, laik olanların daha çoğunlukta olduğu söyleniyor; ama çok ciddî bir şekilde, AKP’den kopmakta olan yeni kuşak muhâfazakâr âilelerin çocuklarının da Gezi’de yer aldıklarını gördük ve bir anlamda, kentli orta sınıfların bir hareketiydi Gezi. Sol hareketler, başka hareketler buna damga vurmak istediler; ama bir bütün olarak bakıldığı zaman, daha çok, örgütlü olmayan bireylerin, küçük küçük grupların katıldığı bir hareketti. Şimdi Akbelen’de bunu söylemek tam olarak mümkün değil. Zîra o târihten bu yana, 10 yıl içerisinde Türkiye’de çok şey oldu, çok kişi gücünü kaybetti, çok kurum gücünü kaybetti; sorulacak olursa tabiî ki yoksullar daha yoksullaştı, ama bir diğer husus, son dönemde iyice ortaya çıkan orta sınıflar eridi. Kentli orta sınıflar dediğimiz kesim artık Türkiye’de alım gücü iyice düşmüş, gelecek konusunda kaygıları alabildiğine artmış bir kesim olarak karşımıza çıkıyor. Gezi’de de birtakım rahatsızlıklar vardı, ama orada bir talep vardı; iktidâra yönelik bir talep, iktidâra yönelik bir meydan okuyuş vardı. Ama şimdi baktığımız zaman bunun büyük ölçüde yok olduğunu görüyoruz. Şu günlerde, dikkatinizi çekmiştir, dün Twitter’da duyuru yaptım, yurtdışına yerleşmiş ve yerleşmeyi düşünenlerle görüşmek istediğimi. Şu ana kadar 30’u aşkın kişiyle, Avrupa’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde, İngiltere’de yaşayan ve çoğu Gezi sonrası ülkeyi terk etmiş kişilerle görüşüyorum. Şu anda Türkiye’de orta sınıfın nasıl eridiğini, onların öyküleriyle de çok daha net bir şekilde görüyorum. Yaşam standartları hızla düşüyor, beklentiler hızla düşüyor. Zamânında, 10 yıl önce Gezi’ye giden, öyle bir motivasyonla hareket eden gençlerin önemli bir kısmı arasında gidebilecek olanlar, böyle bir imkânı olan, dil bilen, iyi bir eğitim almış, iş bulma imkânı olan –Batı’da ya da bâzıları Körfez ülkelerine de gidiyor, sâdece Batı’da değil– kişiler artık Türkiye’ye değil, dışarıya bakıyorlar. Bunun Gezi sonrası dönemde olması çok önemli, orta sınıfların erimesi. Bu anlamda baktığımız zaman, Gezi, kentli orta sınıfların belki son ciddî kendilerini gösterişiydi. O zamandan bu zamâna bu kesimlerin toplumdaki etkileri, güçleri bayağı bir azalıyor ve iyice sönükleşiyor. Bugün îtibâriyle Akbelen’e baktığımız zaman, bu tür kesimler yine var tabîi ki, yine onlar bu işe katkıda bulunuyorlar; ama çok büyük kalabalıklar hâlinde olmamasının bir diğer nedeni de bence bu orta sınıflar meselesinin Türkiye’de kapanan bir sayfa olması. Tabiî bunun kapanıyor olması sâdece o kişilerin aleyhine bir durum değil, tüm Türkiye’nin aleyhine bir durum ve sonuçta Türkiye’de zâten çok ciddî olan sınıfsal sorunlar iyice keskinleşiyor, iyice zorlaşıyor, çözümü iyice zorlanıyor.
Evet, Gezi kentli orta sınıfların kendilerini gösterdiği ve iktidâra meydan okuduğu bir hareketti. Bugün iktidâra bir meydan okuyuşu görmek çok fazla mümkün değil. Akbelen de daha çok elindekini korumaya yönelik, iktidâra bir direniş var. Gezi’ye de direniş dendi, ama Gezi esas olarak bir meydan okuyuştu. Akbelen’deki tam anlamıyla direnme, elindekini de vermeme.
Başarılı olur mu? Umarım olur, ama çok zor. Çünkü şu hâliyle bakıldığı zaman bu direnişin bugüne kadar gelebilmiş olması bile gerçekten çok büyük bir başarı, bunu kabul etmemiz lâzım. Hele bu son muazzam seçim yenilgisinin ardından, buna rağmen insanların böyle bir şeye cesâret edip böyle bir direnişi başlatıyor olmalarına saygı duymak lâzım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.