Bu peşpeşe üçüncü Ekrem İmamoğlu yazım. Arada onu temel alan yayınlar yaptığım da oluyor. Bu bir kayırmacılık değil kesinlikle. Hatırlayanlar olacaktır, seçim öncesi dönemde Türkiye’de siyasete damgasını vurabilecek kişiler olarak şu isimleri sayıyordum: Ekrem İmamoğlu, Selahattin Demirtaş, Meral Akşener, Ali Babacan. Bunlardan ilk olarak Babacan havlu attı. Daha seçime epey bir süre kalmışken, özellikle genç kuşaklarda kendisine ve dolayısıyla partisine yönelik merak, ilgi ve desteği heba etti. Demirtaş da seçimin hemen ardından “aktif siyaset”e ara vererek en azından kararından döndüğünü açıklayana kadar hakkında konuşmamızı imkansız kıldı. Seçimlerin Kemal Kılıçdaroğlu’ndan sonra ikinci büyük mağlubu olan Meral Akşener de krizi fırsata çevirme imkanını, daha baştan yenilginin sorumluluğunu büyük ölçüde CHP’ye atarak ve siyaset yapmayı 26 Ağustos’a erteleyerek tepti. Açıkçası 26 Ağustos’ta da pek bir şey çıkacağını sanmıyorum, hele MHP lideri Devlet Bahçeli’nin İYİ Parti’yi yazılı tek bir cümleyle komşu olmaya davet etme hamlesi ve muhataplarının buna açık ve net bir cevap bile verememesi düşünülürse.
An itibarıyla geriye bir tek İmamoğlu kalıyor. Diğerlerinin teker teker kenara çekilmesiyle önündeki fırsat alanı daha da genişlemiş gözüküyor, ama bu yalnızlaşma hali onun işini pekala daha da zorlaştırabilir. İmamoğlu veya bir başkası yakın ve orta vadede Türkiye’ye damga vurmak istiyorsa yannda başka güçlü aktörlerin de bulunması ve “eşitler arasında birinci” olmayı hedeflemesi gerekiyor.
Ekip sorunu
Buna ek olarak İmamoğlu’nun birlikte hareket ettiği güçlü bir ekibi de yok. Belediye başkanlığı öncesi ve sonrası etrafına topladığı danışmanlar güçlü bir siyasi meydan okuma için yeterli değil. Sıklıkla kıyaslandığı Recep Tayyip Erdoğan, Milli Görüş hareketi içindeki “yenilikçi kanat” sayesinde AKP’yi kurup iktidara geldi ve kaldı. Sızdırılan zoom toplantısında gördüğümüz eski CHP kurmaylarının hiçbiri “yenilikçi” veya benzeri bir sıfatı hak etmiyor. Bir ekip oluşturabildikleri de söylenemez. Daha önemlisi, CHP’nin yaşadığı ve ülkeye yaşattığı hezimette herbirinin çok ciddi katkıları var.
Peki İmamoğlu’nun bu kişilere ve onlarla benzer profildeki başkalarına ihtiyacı var mı? Normalde olmaması lazım, fakat seçimin hemen ardından “CHP’de değişim” çağrısı yapan İmamoğlu bir anlamda kendisini bu kişilere mahkum etti. Galiba Imamoğlu’nun en ciddi açmazı da bu: CHP’siz yapamıyor, CHP ile de yapma şansı çok fazla yok gibi.
CHP’yi aşmak
Yarın ya da bir sonraki gün İmamoğlu’nun medyanın ve kamuoyunun karşısına çıkıp İBB için yeniden aday olduğunu açıklamasını bekliyoruz. Herhalde tafsilatlı bir şekilde İstanbul’da yaptıklarını ve yapmayı düşündüklerini, Gazete Oksijen yazısında tasvir etmiş olduğu yerel yönetim vizyonuyla birlikte anlatacaktır. Ama biz ondan esas olarak daha kapsamlı bir Türkiye vizyonu duymayı bekleyeceğiz. Çünkü İstanbul’u yeniden yönetmeye talip olurken, bir sonraki aşamada tüm Türkiye’yi yönetmeyi kafasına koymuş bir İmamoğlu ile karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz.
Ve burada karşımıza yine CHP sorunu çıkacak. İmamoğlu’ndan böyle kritik bir anda partisinden bahsetmemesini beklemek gerçekçi olmaz. Peki bu sorunu nasıl aşabilir?
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
İlk akla gelen CHP’den ziyade tüm muhalefete seslenmesi. Onun “yeni bir ittifak mimarisi gerekiyor” sözüyle bu sefer de karşılaşabiliriz. Yani zaten seçim öncesi arasının iyi olduğunu bildiğimiz Meral Akşener ve İYİ Parti’ye, her ne kadar kendi adaylarını çıkarmakta ısrarlı gözükseler de seçmeninin İmamoğlu’na soğuk bakmadığını bildiğimiz HDP/YSP’ye sempatik gelecek şeyler söyleyebilir.
Muhalefeti aşmak
Sanıyorum muhalefet saflarında siyaset yapan (tabii ki muhalif kimlikle yorum yapan) tüm aktörlerin, İmamoğlu dahil en büyük yanlışı kendilerini muhalefetle sınırlamaları. Son seçimlerde gördük: Muhalefet partilerinin büyük kısmını Millet İttifakı’nda bir araya getirip, HDP/YSP’nin de kayıtsız şartsız desteğini almak Erdoğan’ı yenmeye yetmedi. Halbuki ülkenin yarıdan fazlasının Erdoğan rejimi ve yönetiminden memnun olmadığı düşünülüyordu. Sonuçta Erdoğan kazanmadı, ama muhalefet kaybetti.
İmamoğlu’nun CHP’yi aşamamaktan daha önemli sorununun yeni bir “muhalefet mimarisi” geliştirememesi olduğunu düşünüyorum. Çünkü “yeni bir ittifak mimarisi” dediğinizde yine verili kurumsal muhalefeti esas almış oluyorsunuz ve bunun içindeki pazarlıklar vs.yi yenilemeyi esas alıyorsunuz. Halbuki İmamoğlu’nun yapması gereken ve şu aşamada kurumsal muhalefet içinde ondan başka birisinin yapabilmesi pek mümkün görünmeyen şey, partilerle değil halkla, haydi sağ jargonla söyleyelim “millet” ile bir ittifakı hedeflemek olmalı.
Yoksa bu CHP ile ve bu kurumsal muhalefetle ne bugün yeniden İBB’yi, ne yarın tüm Türkiye’yi kazanması hayalden öteye gidemez.