Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Soçi Zirvesi’nden ne çıktı? G20’ye rakip olması beklenen BRICS Türkiye’yi davet eder mi?

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, seçimden sonra ilk kez Soçi’de görüştü. Görüşmelerin odağında Rusya’nın temmuz ayında askıya aldığı tahıl anlaşması vardı. Peki bir sonuç çıktı mı? Zirveyi Rus medyası nasıl görüyor? Putin Erdoğan’a küstü mü?

Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS, yola G7’nin alternatifi olarak çıktı. Peki gelinen süreçteki genişlemeler ile G20’ye mi rakip olacak?

Gönül Tol, Ömer Taşpınar ve Ruşen Çakır değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Aliye Altınışık

Merhaba, iyi günler. “Transatlantik” ile karşınızdayız. Washington’da Gönül Tol ve  Ömer Taşpınar’la dünya meselelerini konuşacağız. Öncelikle Soçi Zirvesi’ni konuşalım. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oraya gitmesinde tahıl koridoru daha çok öne çıktı. Dünyayı en çok ilgilendiren husus o; ama Türkiye-Rusya ilişkileri ve Suriye’yi de konuştuklarını biliyoruz. Bir diğer husus, Erdoğan yıllardır Putin’i Türkiye’ye bekliyor, ama o bir türlü gelmiyor. Bu sene geleceği söylendi, fakat hep erteleniyor. Putin gelmeden Erdoğan tekrar gitti. Böyle de bir sorun var. “Putin Erdoğan’a gönül koydu” diyenler de var. Gönül, ne dersin? Putin ve Erdoğan çok sık görüşen iki lider. Soçi’de ne çıktı, ne çıkmadı, neler yansıdı, neler yansımadı? 

Gönül Tol: Putin çok seyahat etmemeye çalışıyor Ruşen — aslında söylediğin bu. Bildiğiniz üzere Uluslararası Cezâ Mahkemesi savaş suçu işlediğine hükmetmişti Putin’in. Meselâ BRICS Zirvesi’ne de önemli bir üye olmasına rağmen katılmadı; çünkü Güney Afrika’daydı ve Güney Afrika Uluslararası Cezâ Mahkemesi’nin kurucu anlaşmasına imzâ atmış bir ülke. Eğer Putin Güney Afrika’ya gitseydi onu teslim etmeleri gerekirdi — olayın bu boyutu var tabiî. Fakat ikili ilişkilerde son zamanlarda yaşanan gerginlik de var. Varılan anlaşmaya göre Türkiye’de tutulan Ukraynalı askerlerin geri verilmesi vardı Ukrayna’ya. Sonra Erdoğan, Ukrayna’nın NATO’ya girmesini desteklemişti. Ondan sonra da geçen hafta konuştuğumuz gibi Karadeniz’de sâhibi Türk olan bir gemiye Ruslar uyarı ateşi açtılar ve bütün bunların ilişkilerde yarattığı bir gerginlik vardı. Fakat asıl önemli konu, bu zirveden ne çıkıp ne çıkmadığı. Bütün gözler tahıl antlaşmasının yeniden başlayıp başlamayacağını odaklanmıştı. Rusya, anlaşmadan Temmuz ayında çekilmişti, bir yılını doldurduktan sonra yenilemedi anlaşmayı. Soçi Zirvesi’nde özellikle Batı ümit ediyordu ki, bir şekilde bu anlaşma yeniden sağlansın. Çünkü anlaşmanın sağlanmasının hem gıdâ fiyatları hem de Karadeniz’deki askerî tansiyon üzerinde negatif etkileri var. O nedenle çok dikkatli izlendi, fakat bir şey çıkmadı. Bir mini-anlaşma çıktı aslında. Şunu söyledi Putin: 1 milyon tonluk Rus tahılını Katar satın alabilir, bu Türkiye’de işlenebilir ve işlendikten sonra da 6 Afrika ülkesine gönderilebilir. Orijinal anlaşmayla, tahıl koridoru anlaşmasının sağladığı avantajlarla kıyaslandığında bu hiçbir şey. Orijinal anlaşmayla Ukrayna’nın 33 milyon tonluk tahılı dünya pazarlarına ulaşmıştı. Varılan mini-anlaşma çok sembolik bir şey. Şimdi Rusya diyor ki: “Ben ancak şu şartlarda geri dönerim orijinal anlaşmaya: Eğer benim kendi gıdâ ve tahıl ihrâcâtım üzerindeki kısıtlamalar kaldırılırsa geri dönerim” diyor. Aslında Putin’in niyeti başka; çünkü 2022-2023 verilerine baktığımızda Rusya’nın gıdâ ihrâcâtı artıyor. Gıdâ ihrâcâtının arttığını, buğday üretiminin arttığını, tahıl üretiminin arttığını görüyoruz. Avrupa Birliği’nin yaptırımları da zâten üçüncü ülkelere gübre ve gıdâ satışını kısıtlamıyor. Dolayısıyla Rusya aslında söylediği kadar gıdâ ihrâcâtından zarar görmüş durumda değil. Diğer taraftan Ukrayna ciddî anlamda zarar gördü. Gıdâ ihrâcâtı düşmeye devam ediyor. hattâ Rusya bu anlaşmadan çekilmeden önce düşmeye başlamıştı aslında Ukrayna’nın gıdâ ihrâcâtı, çünkü Rusya yavaşlatıyordu. Ukraynalılar bunu eleştiriyordu: “Rus tarafı yavaş yavaş anlaşmayı öldürüyor” diyordu. Anlaşmadan çekildikten hemen sonra da Rusya, Ukrayna’nın gıdâ ihrâcâtını mümkün kılan altyapıları hedef almaya başladı ve bir abluka yaratmaya çalıştı. Burada amaç nedir? Amaç Ukrayna’nın ekonomisini tamâmen çökertmek. İkinci amacı da Rusya’nın Afrika’daki etkinliğini artırmak. Meselâ anlaşmadan çekildikten sonra Rusya, Afrika ülkelerine yanaşıp, “İsterseniz ikili anlaşma yapabiliriz, biz size gıdâ sağlayabiliriz, gıdâ satışında kolaylıklar sağlayabiliriz” diyor. Wagner meselesinde de konuştuğumuz gibi, Afrika’daki varlığını agresif bir şekilde artırmaya çalışıyor Rusya. Bu anlaşmadan çekilerek de Afrika siyâsetini ve genişleme politikasını güçlendirmeye çalışıyor. Nitekim Soçi’de söylediği şey de, “1 milyon ton gönderelim,16Afrika ülkesine dağıtılsın” diyor. Bu Putin’in Afrika stratejisinin de bir parçası. O nedenle söylediği şey, “Benim şartlarım kabul edilmedikçe ben geri dönmem” aslında bir bahâne, amacı başka… Fakat bu devam ettirilebilir mi? Rusya tahıl anlaşmasında kalabilir mi? Kalabilir. Karadeniz’de bir abluka yürütmeye çalışıyor. Ukrayna’nın mümkün olduğunca satmaya çalıştığı gıdânın ve tahılın uluslararası pazarlara ulaşmaması için bir abluka kurmaya çalışıyor, fakat çok başarılı değil. Bugüne kadar meselâ dört tâne gemi Ukrayna’dan çıkıp Romanya ve Bulgaristan kıyılarından uluslararası pazarlara ulaştı. Eğer bunu devam ettiremezse, bu ablukayı delmek zorunda kalabilir; fakat dediğim gibi aslında motivasyonu farklı. Gıdâyı bir silâh olarak kullanmaya çalışıyor. Aslında anlaşmadan çekilme sebebi de bu. Dünyayı da zor durumda bırakmak ve Ukrayna ekonomisini tamâmen çökertmek… O nedenle bence bir sonraki adım… Erdoğan’ın arabuluculuk yapmış ya da yapmamış olmasının burada çok bir önemi yok, Putin’in ne yapmak istediği önemli; karşı tarafta da NATO’nun, Batı’nın buna nasıl yanıt vermek istediği önemli. Meselâ Karadeniz’de eğer bir insânî bir koridor kararı alınırsa –tabiî bunun için Türkiye’nin de onayı gerekiyor–, NATO tarafından böyle bir hamle yapılırsa, bu Rusya’yı zor durumda bırakacaktır. Fakat bence Putin, Erdoğan’ın böyle bir şey istemeyeceğine de güveniyor. Türkiye diyor ki: “Biz NATO’nun Karadeniz’deki varlığını artırmasını istemiyoruz; çünkü Putin’i provoke etmek istemiyoruz.” Bu nedenle de Türkiye Batı’nın üzerinde çalıştığı alternatif tahıl koridoru planlarına sıcak bakmıyor. Tuna Nehri üzerinden karayoluyla Avrupa üzerinden Ukrayna tahılının uluslararası pazarlara ulaştırılması planı, Türkiye için çok çekici değil. Çünkü Putin’in onay vermediği hiçbir plana onay vermek istemiyor Erdoğan. Bu nedenle de orijinal anlaşmaya dönülmesi ya da alternatif planlar olabilir. Fakat Rusya’nın onay verdiği bir plana dönülmesi için zorluyor; ama dediğim gibi Putin’in burada farklı motivasyonları var. O nedenle de Türkiye, Rusya’nın orijinal plana döndürülmesi konusunda güçlük çekiyor.

Ömer, sana da aynı şekilde Soçi’yi soracağım; ama biraz da tahıl koridoru dışında, Türkiye-Rusya ve Erdoğan-Putin ilişkileri bağlamında bakacak olursak, Suriye başlı başına önemli bir husus, Suriye’nin kuzeyinde Arap aşîretlerinin YPG’ye karşı hareketlenmesi ve hattâ Erdoğan’ın bunu, “yerli ve millî bir hareket” olarak sâhiplenmesi de var. Bunlar herhalde Rusya’dan bağımsız, habersiz olabilecek işler değil diye düşünüyorum. 

Ömer Taşpınar: Öyle tabiî; Soçi’de bir tek Ukrayna ve Karadeniz konuşulmadı. Muhtemelen Azerbaycan ve Ermenistan’ı, Kafkaslar’daki durumu da ele almışlardır. Fakat ana odak dünyanın da gündeminde olan tahıl koridoru meselesiydi. Genelde Türkiye-Rusya ilişkilerine baktığımızda, seçimleri kazandıktan sonra Erdoğan’ın Batı’yla bir yakınlaşma içine girdiği algısı var. Türkiye’de de böyle ele alınıyor. İsveç konusunda Erdoğan’ın, “yeşil ışık” demeyelim de “turuncu ışık” yakmış olması, bir şekilde eski sert söyleminden uzaklaşması…. Ama Meclis’te ne yapacağı tam olarak bilinmiyor. Onun dışında, bir bakıma Avrupa Birliği ile tekrar başlama çabaları, Türkiye’nin Dünya Bankası’ndan fon alma ihtimâlinin doğması, Amerika’yla genelde daha iyi götürmeye çalışan, Beyaz Saray’a dâvet almak için uğraşan, F16’ları almaya çalışan bir Erdoğan var. Ekonomik politikalarda da yeni ekibin biraz daha rasyonel politikalar izlemesi, artı, Gönül’ün de programın başında bahsettiği Türkiye’nin Ukrayna konusunda attığı adımlar, özellikle bu Azov birliklerindeki savaşçıları Ukrayna’ya teslim etmesi gibi konularda Rusya’nın memnun olmadığı ortada. Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerinde yüzeysel de olsa bir toparlanma olursa, bu, Türkiye’deki, Rusya yönünde giden, daha çok Avrasyacı, anti-Batı, anti-NATO, anti-Amerikan çizgisini zedeler. Rusya’nın istediği şey, Türkiye’nin bir şekilde NATO’yla ilişkilerinde, Avrupa Birliği’yle ilişkilerinde sorun yaşaması. O açıdan baktığımızda Putin’le bir soğukluk olması doğal. Ukrayna basınından bir gazeteci, “Türkiye acaba Batı’yla ilişkileri düzeltmek adına Putin’i Ankara’da tutuklar mı?” diye sordu. Bunu sorabilmeleri bile, böyle bir ümit olduğunu gösteriyor. Türkiye’yi kendilerine belirli açılardan yakın görüyorlar. Hattâ, “Acaba Putin’i Amerika’ya bir zeytin dalı olarak Türkiye bir şekilde tutuklar mı?” gibi safça bir soru bile soruyorlardı. Tabiî bunlar gerçekçi değil. Türkiye denge siyâsetine devam ediyor. Erdoğan açısından Rusya’yla ilişkileri iyi tutmak, başta Suriye, mülteciler meselesi açısından çok önemli. Çünkü Rusya’nın elinde kullanabileceği bir sürü koz var. Başta Suriye’de hâlâ güçlü olması, Esad’ın bir şekilde Rusya’nın çizgisinde olması var. Dolayısıyla Suriyeli mülteciler konusu Türkiye’nin yumuşak karnı. Rusya’nın bir şekilde İdlib’i bombalama potansiyeli, rejimle hareket ederek bir şekilde Suriye’den Türkiye’ye daha fazla göçmen gelmesi riski… Bütün bunlar, Rusya’nın enerji politikalarında da olduğu gibi, Türkiye’nin doğalgaz bağımlılığı, enerji bağımlılığı vb. bilinen konular. Gönül’ün söylediklerine Soçi’yle ilgili bir-iki şey ekleyeceğim. Ukrayna satamadığı tahılı ne yapıyor? Elinde çok büyük tahıl birikimi var, bunları daha ucuz fiyattan karayoluyla Doğu Avrupa’ya vermeye çalışıyor. Macaristan ve Polonya üzerinden bir şekilde karayoluyla göndermeye çalışıyor. Bu masraflı, ama fiyatı çok indirerek bunu yapmaya çalışıyor. Bu da Polonya ve Macaristan’daki tarım lobisini ve Avrupa Birliği’ni rahatsız ediyor. Ukrayna’nın belki 5 milyon vatandaşı şu anda Polonya’da. 5 milyon mülteciden bahsediliyor. Polonya ile ilişkiler çok önemli. Putin’in stratejisi bir bakıma Ukrayna’nın Doğu Avrupa’daki desteğini de biraz kırmak olabilir, bu önemli. İkincisi, dünyaya Putin açısından bakarsak, Batı Rusya’nın gıdâ satmasını, tahıl satmasını engellemiyor. Amerika, bu yaptırımları getirmedi; ama Amerika ne yaptırımları getirdi? Çok ciddî finansal yaptırımlar getirdi ve Rus bankaları, Rus Hazînesi bu yaptırımlar altında. Dolayısıyla, “Rusya gıdâ sattığında, tahıl sattığında ülkeye dolar girebiliyor mu?” sorusu çok belli değil. Putin diyor ki: “Ben gübre veya tahıl sattığımda bunun parasını alamıyorum. Çünkü finansal yaptırımlar var.” Bu konuda belki ürünlere yaptırım koymuyorlar, ama yaptırımların ikincil etkileri üzerinden de bakmak gerekiyor. Dolayısıyla Rusya ihrâcâtını artırıyor gözükmesine rağmen istediği geliri elde edemiyor diyebiliriz.

“BRICS” denen o G20’ye alternatif gibi duran yapıya geçeceğim, ama geçmeden önce o kadar savaştan bahsettik: Bugün Amerikan Dışişleri Bakanı beklenmedik bir şekilde Kiev’e gitmiş diye duydum, bu konuyu biliyor musunuz? Bu ciddîye alınması gereken bir husus mu? 

Taşpınar: Son günlerde tâkip ettiğim Amerikan basınında Zelenski’nin kabine değişikliği yapacak olması konuşuluyor. Bunun önemli bir nedeni de Amerika’daki algı. “Taarruz başarılı olamıyor, Ukrayna bir türlü toprak alamıyor. Bu kadar yardım ediyoruz Ukrayna’ya. O zaman neden Rusya karşısında askerî operasyonel başarılar elde edemiyor” gibi bir algı var. Şimdi Senato da geldi tâtilden, bir finans paketi var, Amerika’da bütçe meselesi de var. Antony Blinkenın Ukrayna’ya gidip, endîşelerini en üst seviyede Dışişleri Bakanı olarak, Biden’ın endîşelerini, kendi endîşelerini, Savunma Bakanlığı’nın ve Pentagon’un endîşelerini Kiev’e iletmesi, bu bağlamda ele alınmalı. Ukrayna meselesi şu anda Amerika’da hassas bir noktada. Tekrar bir bütçe var, 20 milyar dolardan bahsediliyor ekonomik ve askerî yardım olarak. Tabiî ki F16’lar meselesi var. Amerika’nın kendi topraklarında eğitim verecek olması… bütün bunlar Amerika’yı bir şekilde Ukrayna konusunda, “Neden başarı elde edilemiyor? Bu kadar yatırım yapıyoruz” aşamasına getiriyor. Ukrayna’nın verdiği cevap da, “Binlerce askerimizi kaybettik, taarruz yapmak o kadar kolay değil. Savunma Rusya açısından daha kolay; bütün mayınlar döşenmişti, aylar boyunca Rusya hazırlık yaptı bu taarruza karşı, teknolojik olarak elimizde istediğimiz silâhlar yok.” F16’ların gelmesi bir yılı bulacak, belki eğitim sonrası… artı… uzun menzilli füzeler yok. Bildiğimiz denklemler dışında Amerikan iç siyâsetinde Ukrayna’nın gündeme gelmiş olması açıklayabilir Blinken’ın beklenmedik şekilde Kiev’e gidişini.

Evet Gönül, BRICS… İlk başta Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin kurmuş ve bunların baş harfleriyle “BRIC” diye başlamış. 2009’da ilk toplantısını yapmış. Daha sonra 2011’de Güney Afrika katılınca “South Africa”nın “S” harfini de eklemişler. “G20’ye alternatif olabilir mi?” diye konuşulurken, Ağustos’ta Güney Afrika’da son yaptıkları zirvede yeni ülkeleri dâvet ediyorlar: Arjantin, Mısır, Etiyopya, İran, Suudî Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri. Bayağı ilginç bir olay. Özellikle de burada Rusya ve Çin ile birlikte Hindistan ve Brezilya’nın varlığı, ama esas olarak Rusya ve Çin’in varlığı önemli. Hattâ Erdoğan’ın da katılacağı G20 Zirvesi’ne Çin, başkan düzeyinde değil, başbakan düzeyinde katılacak diye de okudum. Yani “G20’yi daha geri plana itiyor Çin” diye de gördüm. Bu gerçekten önemli bir husus. Daha çok ekonomi ağırlıklı bir yapılanma olduğu da ortada. Büyük ülkeler bunlar: Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya, Güney Afrika gerçekten coğrâfî olarak da yüzölçümü olarak da nüfus olarak da bayağı kalabalık yerler.

Tol: Evet Ruşen, gelişmiş ülkelere, G7’ye, Batı blokuna karşı ittifak olarak düşünülüyor bu. Bu bir alternatif olabilir mi? Batı’nın domine ettiği uluslararası yapıya bir alternatif olarak görüyor kendini. Hattâ IMF’ye, Dünya Bankası’na da bir alternatif olarak ortaya çıkmış durumda. Geçenlerde Amerikan Kongresi’nde BRICS’in genişlemesiyle ilgili, “Yeni bir Soğuk Savaş başlıyor” diye bir tartışma başlamıştı. Bunu hem yeni bir Soğuk Savaş olarak düşünmek ya da BRICS’i Batı’nın önderliğindeki uluslararası sistemin yerini alacak bir oluşum olarak görmek, şu anda mümkün değil bence. BRICS’in yapmaya çalıştığı birkaç şey var. Dolara da alternatif üretmek istiyor. Brezilya Cumhurbaşkanı Lula dolara alternatif üretmek istediğini, “Biz bir ortak para birimi oluşturmalıyız” önerisinde bulunarak söyledi. Ama bence BRICS’i zayıf kılan ve Batı’nın alternatifi olma yolundaki iddiasını çürüten birkaç şey var. Bunlardan bir tânesi, meselâ en basiti, bir ortak para birimi kurma. Kurulacak ortak para birimi doların yerini alır mı? Görünür gelecekte olmayacağı açık. Belki Türkiye’ye de önerilecek bu arada, Çinli bir yetkili söyledi, “Türkiye’ye de üye olmasını önermek istiyoruz” dedi. Putin-Erdoğan zirvesinde, Soçi’de belki de konuşuldu bu. Türkiye buna katılabilir, çekici de bulabilir. Şimdi bu tür ülkelerin BRICS’i çekici bulmasının sebebi aslında “şey” bir ittifak olmaması. Yani, Batı’dan çok daha az katı kurallarının olması. Hiçbir ülke bütünüyle bir uluslararası yapı tarafından bağlanmak istemiyor. Meselâ bu para birimi örneğini verdim. Brezilya Cumhurbaşkanı’nın önerisinden sonra Hindistan, “Yok böyle bir şey, ortak bir para birimi arayışı içinde değiliz” dedi. Rusya’da buna karşı çıkacaktır, Çin de buna karşı çıkacaktır. Çünkü bu ülkelerin hiçbiri para birimleri üzerindeki kontrolünü uluslararası bir organizasyona vermek istemiyor. Aynı şekilde bunlar ticârî oluşum olarak ortaya çıkıyorlar. Güney Afrika katılmadan önce ilk “BRIC” olarak ortaya çıkıyor. Bu ortaya çıkış aslında yatırım ve ticâret fırsatı olarak görüldü. Ekonomik boyutu çok kuvvetli. Fakat bu ülkeleri jeopolitik bir güç hâline getirecek faktörler eksik. Meselâ bir ortak politikaları yok. Aslında ortak politikaları da olsun istemiyorlar. Meselâ Batı ittifâkının önerdiği bir güvenlik şemsiyesi var, değil mi? Şimdi bunun yerini alabilir mi? BRICS ülkeleri meselâ NATO’nun o 5. maddesindeki gibi bir güvenlik garantisi verebilir mi üyelerine ya da üyeleri bunu talep ediyor mu, emin değilim. 

O nedenle Soğuk Savaş analojisi, benzetmesi de yanlış. Çünkü Soğuk Savaş’taki gibi bir Sovyet Bloku, BRICS’ten ortaya çıkmaz. Çünkü bu ülkeleri birbirinden ayıran bir sürü şey var. Bir ortaklaşma söz konusu değil. Çin ve Rusya, BRICS’e baktığında bunu bütünüyle anti-Amerikan, anti-Batı bir yapı olarak şekillendirmek istiyor; ama diğer BRICS üyeleri, Hindistan, Brezilya, o kadar da Batı karşıtlığı ile bir araya gelmiş grup imajı vermek istemiyor. Diğer ülkelerin Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudî Arabistan’ın BRICS üyeliğiyle ilgilenmesinin altında yatan sebep, Amerika’ya, “Bak! Bizim başka alternatifimiz de var” mesajı vermek. Diğer taraftan Mısır gibi ülkeler için finansal, ekonomik getirileri, ticârî getirileri olacak bir birlik. O yüzden BRICS genişlese dahi, onu Soğuk Savaş’taki gibi Sovyet tipi bir blok olarak görmek, yekpâre bir blok olarak görmek bence doğru değil. Birbirinden çok ayrışan çıkarları, ayrışan değerleri var. Onları bir araya getiren bir ideoloji yok. Batı karşıtlığı bile ortak bir ideoloji değil. O nedenle o Batı’nın liderliğindeki sistemin yerini alması bana çok zor geliyor. 

Ömer, aynı şeyi sana da sorayım — ama şunu da not olarak düşeyim: Meselâ İran var, Suudî Arabistan var ve Birleşik Arap Emirlikleri var; her ne kadar son zamanlarda ilişkiler yumuşuyor olsa da, bunlar bölgede birbirlerine karşı konumlanan ülkeler. Yakın zamana kadar Suudî Arabistan’ın en temel tehdit gördüğü ülkelerden birisi İran’dı. Birleşik Arap Emirlikleri için de öyle. Tamam, stratejik bir işbirliği değil, ama yine de bir arada bir şeyler yapmaları beni şaşırttı.

Taşpınar: Suudî Arabistan’ın İran’ı tehdit olarak gördüğü kesin; hattâ yakınlaşmanın temelinde de o tehdidi azaltmak, savaş ihtimâlini azaltmak var. Suudî Arabistan’ın her an İran füzeleri tehdidi altında kalmasını bir şekilde engellemek gibi bir mesele var. Sadece Suudî Arabistan- İran meselesi değil, baktığımızda Çin ve Hindistan arasında 2020’de sınır savaşı oldu. 50’ye yakın asker öldü. 2022’de tekrar oldu. Himalaya bölgesinde bir Çin-Hindistan meselesi var. Yeni üyeler arasında Mısır ve Etiyopya arasında Nil Nehri konusunda ciddî anlaşmazlıklar var. Büyük bir baraj yapıyor Etiyopya Nil Nehri’ne ve Mısır’a gelecek su hacmini bir şekilde azaltabilir bu. Mısır açısından ölüm kalım meselesi bu. Dolayısıyla bu grubun içine baktığımızda, Gönül’ün söylediği gibi çok eklektik bir grup. Farklı farklı ülkeler var, monolitik, yekpâre bir ideolojik yapı yok; fakat Amerika’nın işini şu açıdan biraz güçleştiren bir grup: Şanghay İşbirliği Örgütü gibi otokrasilerin bir araya geldiği, Çin ve Rusya liderliğinde başlamış, anti-Amerikan söylemi olan bir örgüt olmaktan çok, küresel platformda hem demokrasilerin hem de otoriter rejimlerin bir araya gelebileceği ve konuşabildikleri bir platform oluşturuyor. Hindistan, bugün dünyanın en büyük demokrasisi. Modi, popülist ve otoriter eğilimleri olan birisi; ama Hindistan’da hâlâ seçimler yapılıyor ve seçimle iktidar değişebiliyor. 1,5 milyarlık bir ülke için bu çok önemli bir nokta. Bu Amerika açısından önemli bir gelişme. Brezilya’nın, Hindistan’ın içinde olduğu gruba, bir şekilde bugün Ortadoğu’dan petrol ülkelerinin, Mısır gibi stratejik önemi olan bir ülkenin, 100 milyonluk Etiyopya’nın girmesi ve tabiî ki İran’ın girmesi… İran’ın böyle bir grubun içinde olması onu normalize ediyor. İran’ın bir şekilde dışlanmadığını gösteriyor. Hiçbir BRICS ülkesi Amerika’nın uyguladığı finansal yaptırımları Rusya’ya tam olarak uygulamıyor. Rusya’ya yaptırımlar açısından da Amerika kendini bir bakıma G7 grubuyla, NATO grubuyla, Batı grubuyla sınırlı buluyor. Dünyanın büyük bir kesimini temsil eden BRICS yapısı şu anda G7’lerden neredeyse ekonomik olarak daha büyük. Minerallere, doğal zenginliklere baktığında ekonomik olarak güçlü. Ekonomik olarak, hacim olarak güçlü olabilir; ama “Bir ekonomik hedefi var mı, stratejisi var mı?” Kısa cevap: Var. Bir bankaları var: “New Development Bank”. Birleşik Arap Emirlikleri 2020’de, Suudî Arabistan 2021’de üye oldu. Bu kalkınma fonları, Afrika’ya yatırımlarda, BRICS ülkelerinin kendi içindeki yatırımlarında etkili olabilir. Ama toplam hacmi 50 milyar dolar civârında. Dünya Bankası’yla kıyaslandığında çok küçük bir rakam olarak kalıyor. Gönül söyledi, bir para birimi oluşturmaya çalışıyorlar. Çin tabiî ki bunu destekliyor; ama dolara böyle rakip bir para birimi oluşturulması için her şeyden önce bir şekilde paranın başka yerlere de transfer edilebilmesi, bağımsız bir merkez bankasının olması, o ülkenin finansal marketlerinin derinliği gibi konular öne çıkıyor. “Yönetişimle ilgili” dediğimiz konular var. Burada öyle bir yapı çıkması çok zor. Çin’in para birimi bile böyle bir şeye yatkın değil. Ne oluyor ama? İkili ülkeler, meselâ Çin ve Rusya, Yuan üzerinden ticaret yapmaya karar veriyorlar. Suudî Arabistan Çin’le ticâretinde Çin para biriminin kullanılmasına açık kapı bırakıyor. Hindistan ve Birleşik Arap Emirlikleri serbest ticâret anlaşması imzâladıklarında, Hindistan’ın para birimini kullanmayı kabul ediyor Birleşik Arap Emirlikleri. Doların yerine bir alternatif oluşmuyor; ama yerel para birimlerinde daha fazla dünya ticâreti dönebiliyor. Bu uzun dönemde Amerika’yı tehdit edebilir. Zâten stratejik açıdan baktığımızda ortada bir savunma birliği falan yok. Gönül’ün söylediği gibi bir Varşova Paktı değil. Ama şöyle bir söylem birliği var: “Amerika’nın egemenliğinde tek kutuplu bir dünya istemiyoruz” söylemi var. Çok kutupluluk ve çok yönlü bir sürü ülkenin berâber bir araya gelebildiği, Birleşmiş Milletler’in biraz daha ön planda olduğu… ama Birleşmiş Milletler’de her zaman o 5 ülke var. Onlar dışında, Hindistan’ın içinde olabildiği bir platform, meşrûiyet kazandırma açısından, Güney Afrika’nın, Etiyopya’nın olduğu platform önemli. Bu, Amerika’nın hegemonyasına karşı çok kutupluluğu isteyen ve Amerika’nın istediği her şeyi dayatmasına engel olacak bir platform. Bu, şu anda bir tartışma kulübü gibi, fakat demokrasiler de var içinde. Amerika açısından “yumuşak gücü” olabilecek bir yer. Şanghay kadar otoriter imajı olan bir yer de değil. Dünyada daha alıcısı olabilecek bir yer. Nasıl başladı bu? Goldman Sachs’de “yükselen marketler” dediğimiz konulara bakan Jim O’Neill isimli bir ekonomist, 2000 yılında “BRICS” kavramını ortaya attı, bütünüyle ekonomik. Piyasalarına, borsalarına bakarak… O dönemde Rusya ve Çin bu kadar düşmanı değildi Batı’nın. Onların da demokratikleşebileceği düşünülüyordu. Bu daha çok ekonomik proje olarak ortaya çıktı. Ekonomik açıdan eğer birazcık daha güçlenebilirse, bir bankaları oluşursa, kendi içlerinde serbest ticâret anlaşmaları imzalarlarsa, birazcık da Amerika’nın politikalarını daha sert dille Birleşmiş Milletler’e, Güvenlik Konseyi’ne alternatif bir platformda eleştirebilirlerse, bu çok kutuplu dünyanın kutuplarından biri hâline gelebilir; ama askerî gücü çok fazla olmaz. Arkasında ciddî bir askerî güç yok; her ne kadar Rusya ve Çin bir şekilde Amerika’nın tehdit olarak gördüğü alternatif bir blok olsa da. Hindistan’ın varlığı başlı başına bunu kırıyor. Amerika açısından Hindistan’ı daha da önemli kılan bir gelişme bu. Çünkü Hindistan’ın, bir demokrasi olarak, Çin’den daha hızlı gelişen bir ülke olarak orada olması önemli. Çin’de ciddî ekonomik sorunlar yaşanıyor. Belki bir sonraki “Transatlantik”te biraz Çin’deki ekonomik sorunlara da bakarız. Ama Hindistan’ın ekonomisi daha sağlam gidiyor. Hindistan’ın yükseldiği bir dünyada Hindistan’ın bir demokrasi olarak BRICS’in içinde oluşu çok önemli. Türkiye katılırsa bu daha da önemli hâle gelir. Çünkü bir NATO ülkesi katılmış olur ve NATO’nun da bir bakıma temsil edildiği bir platform hâline gelir. O açıdan bence ciddîye alınması gereken bir platform, her ne kadar şu anda söylem düzeyinde olsa da…

Evet, toparlıyoruz, Gönül, var mı ekleyeceğin bir şey? 

Tol: Sâdece şunu söyleyeyim: BRICS Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından ivme kazandı. Bu ülkeleri bir araya getiren kısmı Ömer çok güzel anlattı. Amerika’nın domine ettiği sisteme bir alternatif oluşturma irâdesi, aslında Batı’nın Ukrayna’dan sonra Rusya’ya uyguladığı yaptırımlardan sonra güçlendi. Ama tekrarlamak gerekirse, hep konuşuyoruz: “Çin Ortadoğu’da ne yapmaya çalışıyor? Suudî Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler Çin ile angajmanlarını artırmış durumdalar. Amerika’nın yerini alabilir mi?”Hep o çerçevede tartışıyoruz ve hep söylediğimiz şey de şu: Çin’in böyle bir askerî gücü yok. Amerika’nın ya da Batı güvenlik şemsiyesinin sunacağı garantileri verecek irâdesi de yok. O nedenle BRICS, protest bir platform olarak bir süre daha devam edecek gibi. Türkiye gibi ülkeler için hem sembolik önemi, hem de ticârî açıdan IMF, Dünya Bankası vs. dışında bir alternatif olarak değerlendirilebilir.

Evet arkadaşlar, çok teşekkürler, burada noktayı koyalım. Gönül Tol, Ömer Taşpınar ve izleyicilerimize teşekkürler, İyi günler… 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.