Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ve Ruşen Çakır ile Haftaya Bakış (179): Akşener ve İYİ Parti’nin yerel seçim stratejisi & OVP seçim yatırımı mı? CHP 100 yaşında

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, dün (6 Eylül) Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen toplantıda 2024-2026 yılları için hazırlanan Orta Vadeli Programı (OVP) açıkladı. “Kamu kesimi ve özel kesim için öngörülebilirliği artıran bir yol haritası niteliği taşıma” iddiasında olan OVP bir seçim yatırımı mı? İYİ Parti lideri Meral Akşener’in Fatih Altaylı’ya yaptığı açıklamaların yankısı sürüyor. Peki İYİP’in yerel seçim stratejisi ne? Cumhuriyet Halk Partisi CHP, 9 Eylül’de 100. yaşını kutlayacak. Parti, kuruluşunun 100. yıl dönümünü 8-9-10 Eylül’de bir dizi etkinlik yaparak kutlayacak. Etkinlikler için üyelere davetiye gönderilirken partinin genel merkezine “Geçmişin Mirasıyla Yeni Yüzyıla” yazılı afişler asıldı.

Ruşen Çakır ve Kemal Can, Haftaya Bakış’ta değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can’la yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba. 

Kemal Can: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Önce Meral Akşener’le başlayalım. Akşener’in, Fatih Altaylı’nın YouTube kanalında yaptığı açıklamaları var. Yerel seçimlerde 81 ilde aday çıkartacaklarını söyledi. Hattâ İYİ Parti’nin ekonomi kurmaylarından İzmir milletvekili Ümit Özlale’nin İzmir adayı olduğunu da açıkladı. Eskişehir’de, Antalya’da, Bursa’da harıl harıl çalışan aday adaylarını da söyledi. Önümüzdeki hafta İYİ Parti Genel İdare Kurulu’nu (GİK) toplantıya çağırarak bu konuyu oraya götüreceklerini açıkladı. İşbirliği meselesinde de, sâdece küçük ilçelerde teşkîlâtların kendi aralarında bir işbirliği yapabileceklerini belirtti. Bu açıklamalardan sonra bayağı bir tartışma da çıktı. Sonuçta bu açıklamalar, muhâlefetin zâten zor olan birliğini iyice zorlaştıracağa benziyor. Akşener’in “Seçime ayrı ayrı girelim” çağrısına, Erdoğan, “Hanımefendi pazarlıkta el yükseltiyor” diye cevap vermişti. Medyascope’taki değerlendirmemde de söylemiştim bunu. Bence Erdoğan isâbetli bir şey söylüyor, Meral Akşener el yükseltiyor. Hattâ galiba geçen hafta yaptığımız Haftaya Bakışta, “İstanbul’u ve Ankara’yı destekleme karşılığında İzmir’i isteyebilir” diye konuştuğumuzu hatırlıyorum.

Kemal Can: Evet, sen böyle bir ihtimalden bahsetmiştin. 

Ruşen Çakır: Şimdi bu konuşmada da İstanbul ve Ankara için isim zikretmeyip, İzmir’de aday ismi zikretmesi, aklıma bunu getirdi. Tabiî haksızlık etmeyelim, gerçekten tüm illerde de aday çıkartmak isteyebilir. Ama benim bildiğim bir başka husus daha var: Ekrem İmamoğlu’nun da olduğunu biliyorum, ama çok güvendiğim isimlerden duyduğuma göre Mansur Yavaş, son seçimden sonra İYİ Parti’nin desteğini garanti altına almak için bayağı yoğun bir faaliyet içerisindeymiş. Yani nasıl olduğunu tahmin edebiliyorsun: Belediye imkânları, şu bu… Çünkü İYİ Parti’nin durumu kritik. Normal şartlarda Mansur Yavaş’ın kazanma ihtimâli bayağı yüksek. Hatırlarsan, MHP adayı olarak girdiğinde bile çok yüksek oy almıştı. CHP adayı olarak girdiğinde CHP’nin tek adayıydı ve bence orada sandıkta gitti olay. Yani sandığa giren oyla çıkan oy aynı olmadığı için kaybetti. Dolayısıyla son seçimde de %50’nin üzerinde aldığı için, sanki işi daha kolay. Ama yine de İYİ Parti bir aday çıkartırsa, hele güçlü bir aday çıkartırsa, o zaman işin rengi değişebilir. Bir yerde Koray Aydın’ın adı geçiyor. Ama onun güçlü aday kapsamına girdiğini düşünmüyorum. İstanbul için Buğra Kavuncu ve Bilge Yılmaz’ın adını geçirmiş. Buğra Kavuncu bunu yalanladı. Onlar nispeten daha güçlü isimler ve Ekrem İmamoğlu’nu zorda bırakabilirler.

Ama burada şöyle bir soru var: Benim gördüğüm, yerel seçimler muhâlefet seçmeninin çok da umûrunda değil. “Partiler birleşerek mi ayrı mı girecekler, şu mu olacak bu mu olacak?” meselesi heyecan yaratan bir durum değil. Durum böyleyken, bir taraftan da Erdoğan çok ciddî bir şekilde Bahçeli’yle görüşüyor. Hattâ Erdoğan, “Koçbaşlarını birlikte tutacağız”  açıklamasını yaptı. Ben onu şöyle anlıyorum: Meselâ diyelim ki Adana ve Mersin’den, birisini biri alacak, birisini de diğeri alacak. Bahçeli İstanbul ve Ankara’yı AKP’ye bırakır herhalde. Ama buna karşılık, diyelim ki Hatay’ı ister. Ya da Erdoğan Antalya’yı vermez de karşılığında başka bir yer verir. Yine böyle bir pazarlık olacağa benziyor yani. Onların birbirlerinin aleyhine çalışmayacakları anlaşılıyor. Hatırlarsan Millet İttifâkı’nın “Birleşe birleşe kazanacağız” sloganı vardı. Şimdi burada birleşen taraf Cumhur İttifâkı, ayrışan taraf da Millet İttifâkı. Ben sonradan durumun değişebileceğini söylüyorum. Ama durum değişse dahi, yerel seçimlerde muhâlefetin işi hayli zor. 

Bir de Akşener’in bu çıkışı ve konuşmasının büyük bir kısmını hâlâ geçmişine hasretmiş olması, “Şu şöyle oldu, bu böyle oldu. Şunu dedik yapmadılar, burada bilmem ne oldu” gibi, büyük ölçüde geçmiş üzerinden siyâset yapması ve bugünün siyâsetine getirdiğinin de, yerel seçime ayrı girmek/ birlikte girmek ekseninde bir siyâset tanımı olması… Ama Türkiye’nin sorunları üzerine bir şey söylemiyor. Birazcık sığınmacılar meselesi var; ama onun dışında, esas olarak geçmiş muhâsebesi yapıyor. Geçmişle muhâsebe de, özeleştiriden çok, suçlama temelinde. Bugün için söylediği de, meselâ “Harıl harıl çalışan adaylar” diyor. Adaylar nasıl çalışıyor, ne diyorlar? Bursa’daki, Eskişehir’deki, Antalya’daki aday adayı çıkıp insanlara ne vaat ediyor? Bunların hiçbirisi söylenmiyor. 

Kemal Can: Son söylediklerinden başlayayım. Bir kere bu harıl harıl çalışma ya da siyâsî çalışma denilen şeyin ne olduğuyla ilgili bir kafa karışıklığı var. Ortalama seçmenin bundan ne anladığı, siyâset profesyonellerinin buna nasıl bir anlam yüklediği, bunun nasıl sonuç verdiğiyle ilgili fikirler birbirine çok karışmış durumda. Seçmenle ilişki kurmak, alanda çalışmak, alanın nabzını tutmak kavramları, çok kolay kullanılan, ama aslında herkes için aynı anlama gelen şeyler değil. O yüzden, harıl harıl çalışanlar, onlara göre çalışıyor olabilir. Ama muhtemelen seçmenin bu harıl harıl çalışmayla ilişki kurması ve ona verdiği cevap asıl belirleyici olacak.

Ben yine sondan başa doğru gideyim. Senin söylediğin gibi, Meral Akşener’in yine, “Ben bir îzah edeyim neler olduğunu, bir de benden dinleyin” kısmını, neredeyse 5 senedir görüyoruz. Hattâ kendisi de zaman zaman şikâyetçi oluyor ve diyor ki: “Biz kurulduğumuz andan îtibâren hep kendimizi îzah durumunda kaldık. Önce, ‘FETÖ ile ilişkimiz yok’ diye îzah etmek mecbûriyetinde kaldık; 2018 seçimine böyle gittik. O geçti, sonra 2019 ve 2023 seçimlerinde, yok HDP ile ittifak meselesi, yok 7. ortak meselesi, o meselesi, biz yine kendimizi îzâha devam ettik. Biz bu îzah sarmalından bir türlü çıkamadık”. Ama günün sonunda, kongre konuşmasından, her yaptığı röportaja kadar, seçim öncesinden başlayarak –bu, seçimden sonra iyice arttı– başka hiçbir şey yapmayıp sürekli bir îzâhat içerisinde. Yani bir yandan şikâyet ettiği ve hem kendi seçmeni açısından hem genel kamuoyu açısından, partisinin ve kendisinin aleyhine olan durum olarak tespit ettiği şeyi ısrarla sürdürüyor. Tıpkı, Muharrem İnce’nin senelerdir, “Beni o gece yalnız bıraktılar. Ben niye o gece çıktım/çıkmadım?” meselesini anlatarak politika yapması gibi. 

Akşener bir yandan da bu îzâhatları sırasında çarpıcı bilgiler veriyor Bunlar da medyaya, “Büyük îtiraf! Vay! Neler olmuş?” diye aktarılıyor. Ama şöyle bir acayiplik var: Hepimiz beraber seyrettik olup biteni. Meselâ Akşener, “Ben aslında şöyle şöyle olacağını düşünüyordum, birdenbire karşıma başka bir şey geldi; oldubittiye getirildi” diye anlatıyor. Bunun böyle olduğunu düşünmemiz için, hakîkaten o sırada olanın böyle gerçekleşeceğine ilişkin hiçbir işâretin olmaması ve bunların sürpriz olmasını bekleriz. Ama biliyoruz ki Meral Akşener, Altılı Masa’da Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına îtirâzını ortaya koymadan önce, aylarca… Herkes söyledi, İYİ Parti’nin sözcüleri de söyledi. Her şeyi bir kenara bırak, biz, belki en az 20-30 tâne program yaptık bununla ilgili. “Adını Koyalım”da konuştuk, “Haftaya Bakış”ta konuştuk. Sen defalarca yayın yaptın, bir sürü konuk çıkarttın. Seçimin son düzlüğü geldiğinde, neredeyse 6 ay boyunca hemen herkes, “Kılıçdaroğlu adaylığa yürüyor, her şey de bunun üzerine kurgulanıyor. Bu süreç böyle işliyor” diye söyledi. Bunun hiçbir sürpriz tarafı yokken, Akşener, sanki bunlardan hiç haberi yokmuş, sanki kendisi o zaman da bunlardan şikâyet etmemiş, sanki bu olasılık üzerine kafa yorulmamış gibi, birdenbire önüne gelmiş şaşırtıcı bir sürprizle karşılaşmış biri gibi anlatıyor hikâyeyi. Bu biraz tuhaf geliyor bana. Olandan memnûniyetsiz olmak, olanın yarattığı sonuçtan kendisine gelen zarârı ve seçmeninde oluşan tepkiyi yatıştırmaya çalışmak, bunun sorumlularını işâret etmek, hattâ daha ileri giderek eleştirmek elbette ki hakkı. Ama bu politik pozisyonunu bundan ibâret kurunca… Seçimden sonra kamuoyu önünde birkaç röportajı ya da çıkışı oldu. Bunlardan biri kongre konuşması. Diğerleri de senin söylediğin gibi birtakım röportajlar. Ama neredeyse başka hiçbir politik mevzûya girmeden… 

Ruşen Çakır: En önemlisi Afyon’du biliyorsun; önceden duyuruldu Afyon’daki organizasyon. Aslında Akşener’in Afyon konuşmasında, son Fatih Altaylı röportajındaki forma uygun açıklamalar, ekonomi, sığınmacılar meselesi biraz daha fazla vardı.

Kemal Can: Ama onu zâten iktidarın 90 gün eleştirisi çerçevesinde yaptı; yani kendi programını, kendi iddiasını ortaya koyan bir şey değil, “90 günde neler oldu?” üzerinden bir eleştiri yaptı. Aslında seçimden önce de, Meclis kürsüsüne çeşitli kesimlerden insanlar çıkartıp problemi aksettirmişti. Bu aktarıcılık, bir tür aktarıcı rol edinmenin sınırında kalan bir politik pozisyon. Oysa, “Biz kendi iddiamızla seçime giriyoruz…” Hattâ, şimdi biraz daha ilerlettiği iddiayla, “Üçüncü Yol” gibi kavramların altını doldurmak, merkez sağı ihyâ etmek gibi hedefler koymak için, daha fazla kendinin ne söylediğinin önemli olduğu bir siyâsî pozisyon sağlaması lâzım. Ama asla oraya gelmiyor. 

Meselâ yine bu son röportajında, Fatih Altaylı ile konuşmasında, “Biz partiyi başlangıç ayarlarına döndüreceğiz” diyor. İYİ Parti’nin başlangıç ayarları nedir? Bunu bilen var mı ve bu açıklanmış bir şey mi? “Biz Üçüncü Yol diye yola çıktık ve şimdi onun için müstakil siyâsete dönüyoruz.” Bu ittifak siyâseti, kendilerine göre bir sapmaydı. “Şimdi bu sapmadan geri dönüp başa dönüyoruz.” Ama orada bir ayar olması lâzım. İYİ Parti’nin başından îtibâren bütün problemi, kendisine pozisyonlamayla ilgili bir netlik yaratmaması, hattâ bunun için bir ayar yapmamış olması. Her şeyin mümkün olabildiği bir imkân partisi olarak kendini konumlandırdı. Meral Akşener de böyle pozisyon aldı. Böylece hem partisinin içerisinde gücünü böyle korudu, hem İYİ Parti’nin sürekli, olduğundan hep daha yüksek bir potansiyele ulaşabileceği iddiası üzerinden siyâset yaptılar. Kimi zaman anketlere dayanarak, kimi zaman ihtimaller üzerinden yapılan siyâsî analizlerle yürüdü. Ama sonuçta, neredeyse birbirinin kopyası olan iki reel sonuç var. 2018’de başka koşullarda, 2023’te başka koşullarda, neredeyse birebir aynı sonucu alan, aynı yerde takılı kalmış bir parti görüntüsünü aşamadı. 

Bu yerel seçim meselesine, yani senin konuşmaya başlarken söylediğin ilk noktaya dönersek: Burada da bir problem var. Akşener, 2018 seçiminde de, daha sonraki süreçte de, 2023’ten epey önce, kendisinin adayı olmayacağını, başbakan olacağını açıklaması gibi, her şeyi çok önceden biraz bağlayıcı biçimde söylemenin ve kendi politik manevra alanını kapatmanın bir avantaj sağlayacağını düşünüyor herhalde. Hiçbir seferinde sağlamadı. 2018’de de sağlamadı, aslında 2019’da da sağlamadı. Çünkü 2019’da da, yine İYİ Parti kadrolarının önemli bir kısmı, ortak oldukları o zaferden yeterince faydalanmadıkları konusunda şikâyetçi olmuşlardı. Çünkü orada pozisyonlar yine çok erken açıklanmıştı. 2023’te de, aday olmayacağını söylemesi, ittifak süreciyle ilgili çok erken, kendisini başka bir yere konumlandırıp başbakanlık iddiasını ortaya koyması, erken davranıp pozisyon almaya değil, aslında kendi alanını daraltan ve manevra imkânını azaltan bir sonuç doğurdu. 

Bütün bunlardan bir ders çıkartmayıp,  yine şu anda, çok erken bir evrede, senin dediğin gibi henüz kamuoyu bu adaylar meselesi, ittifaklar meselesi ya da yerel seçimin dinamikleriyle ilgili henüz ne yapacaklarını bilir bir hâle gelmemiş, temel eğilimler ortaya çıkmamış, seçmenin nasıl reaksiyon vereceği ortada olmayan bir zeminde, birdenbire, ister Akşener’in reddettiği gibi el yükseltmek için yapılıyor olsun, ister onun söylediği gibi bunun haksızlık olduğu düşünülsün, her iki durumda da, bence çok aceleci ve şu andaki politik zeminle, ne İYİ Parti’nin kendi seçmeninin ne genel kamuoyunun, şu anda birdenbire, “Aa! Çok önemli bir gelişme oluyormuş” deyip kafalarını İYİ Parti’ye dönecekleri bir tablo yok. İYİ Parti’den yapılan bu tür çıkışlar, ancak birtakım evhamları, birtakım endîşeleri tetikliyor ve tartışma birazcık bunun üzerine biçimleniyor. Yoksa İYİ Parti’nin ne yapacağına ilişkin bir merak yaratmaya da yaramıyor. Çünkü İYİ Parti’nin kadroları ve seçmeninin bir bölümü, bu yaşanan seçim yenilgisiyle ilgili kendi sorumluluklarını üzerlerinden atmak, bunun gerçek sorumlularıyla hesaplaşmak ve bu îzâhâtı bitirip geçmek istiyor olabilirler. Bu anlaşılır bir ruh hâli. Ama politik olarak çok faydalı bir durum değil ve bunu çok uzatmış durumdalar. Tekrar tekrar aynı şey.

Bu söylediğin pozisyonlarda, “Biz kendi adayımızı çıkartacağız” meselesinde, neredeyse 3-4 kere çıkış yapıldı. Kürşad Zorlu başka bir şey söyledi. Sonra Akşener onu tevil etti. Akşener bir şey söyledi, sonra “O tam öyle değil” dendi. Yani sürekli kendi söylediklerini, kimi zaman yumuşak bulunduğunda sertleştiren, kimi zaman da fazla sert bulunduğu için yumuşatma ihtiyâcı duydukları bir belirsizlik zemini yaratıyorlar. Açıkçası bu, pozitif bir ilgi birikmesi yaratmıyor İYİ Parti’nin çevresinde. İYİ Parti yeni bir zemin tutarak, iddia ettiği gibi bir “Üçüncü yol” açma hevesindeyse, açıkçası başlangıç noktası olarak seçtikleri yer buna çok uygun değil. Tıpkı daha önce, sâdece böyle demiş oldukları için, herkesin onların merkez parti olacağına inanmasını beklemeleri, inanmayanlara da kızmaları gibi. Sürekli kendiniz bir iddia ortaya atıp, bu iddianın tam zıttı ya da gereğini yapmayan bir faaliyet yürütüp, sonra da bununla ilgili tereddütlere sadece kızgınlık göstererek, daha sonra da bununla ilgili birtakım dışarıdan sorumlular atayarak çözemezsiniz siyâsî meselenizi. Böyle bir sorunla karşı karşıya. 

Ama bu, senin söylediğin yerel seçim ilgisizliği meselesinin bir parçası hâline gelmiş durumda. İYİ Parti var mı yok mu, ittifakta olacak mı olmayacak mı, kendi adaylarıyla çıkacak mı çıkmayacak mı? İYİ Parti kaybettiren mi olacak? Bir önceki seçimdeki kazandıran pozisyonundan başka bir pozisyona mı geçecek? Bu tereddütler İYİ Parti hakkında fazla konuşulmasına neden olabilir. Ama politik hayâtının daha etkili bir evresine yol açacak gibi görünmüyor. Bunu, ya hakîkaten senin söylediğin gibi, öyle birkaç aday gösterip, “Bakın bunlar olur” demekten daha ileri bir şey yapıp, kampanyasını bayağı erken başlatıp iddiasını böyle koyabilir. Ama açıkçası, en azından senin söylediğin nedenlerden dolayı, bence muhâlefet seçmeninde çok daha öne çıkan görüntüde, kamuoyunun şu anda yerel seçim bazlı bir motivasyon içerisinde olmaması; partilerin, özellikle muhâlefet partilerinin, daha çok bu travmayı bir biçimde çözmek ve bu travmayla hesaplaşmanın ötesinde, kendini yeniden yapılandırması beklentisi var. Ağırlıklı olarak CHP’de kongre süreci olduğu için orada daha çok izliyoruz; ama genel olarak bütün muhâlefet açısından, eski HDP-Yeşil ve Sol Gelecek açısından da böyle; ama İYİ Parti açısından da böyle. İYİ Parti sanki bu sürecin dışındaymış, CHP ve HDP ders çıkartıp kendini yenilemek zorundaymış, ama İYİ Parti’nin bir şey yapması gerekmiyormuş, sâdece ayarları başa sararak meseleyi halledecekmiş ve sorumluları îlân ederek ilerleyecekmiş gibi davranıyor. Bence, en azından seçim sath-ı mâiline girildiğinde, hakîkaten kamuoyunun bir kısmı, muhâlefet seçmeninin de bir kısmı tekrar bu gündeme döndüğünde, bu erken hamleler avantajlı mı olur, el yükseltmeye mi yarar, yoksa manevra alanını mı tıkar? Çok emin olamıyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi İYİ Parti’nin bir de Levent Gültekin gibi bir sorunları var biliyorsun. Dün Levent YouTube’daki videosunda Akşener’le yaptığı telefon konuşmasından bahsetmiş. İYİ Partililer de ona karşı savaş açtılar. Neyse. Hükûmetin Orta Vâdeli Programı’ndan konuşalım demiştim, ama mâdem muhâlefetten gidiyoruz, biraz da CHP’yi konuşalım. Biliyorsun bu hafta CHP’nin 100. yılı. Türkiye’nin ilk siyâsî partisi, Cumhuriyet’in kuruluş partisi, 100. kuruluş yıldönümünü kutluyor. Dile kolay, 100 yıl. 

Kemal Can: Cumhuriyet’le yaşıt parti yani. 

Ruşen Çakır: CHP, üç gün sürecek birtakım etkinlikler yapıyor; ama merak edip ne yapıyorlar ne ediyorlar diye bakmadım. CHP’nin 100. yılı tam bir felâket zamânına denk geldi. CHP’nin 100. yılı herhalde en vahim yıllarından birisi. İlki, Demokrat Parti’ye iktidârı kaybettikleri târihler herhalde. 12 Eylül rejimi döneminde kapatılmış olması bile bu kadar kötü değildi; çünkü orada hâlâ bir dinamizm vardı. Ama şu hâliyle bakınca, CHP 100. yılına yok hükmünde bir parti gibi giriyor. Ne yapıyor ne ediyor bilmiyoruz. Değişim tartışmalarında da sanki bir mola oldu. Yapılan açıklamaları, Kılıçdaroğlu’nun geçen hafta düzenlediği gazetecilerle yemeği de konuştuk; oralarda da bir şey yok. Yani herhangi bir şey yok. Belki kurultayı biraz merak edeceğiz. CHP, ülkenin en eski partisi, Cumhuriyet’i kuran parti, ana muhalefet partisi, nereden bakarsan bak % 25 civârında oy alan bir parti. Şu anda 100. yaşını kutluyor, ama kimsenin çok da fazla umûrunda değil. 

Kemal Can: Çünkü aynı problemin bir başka veçhesi CHP’de yaşanıyor. Demin İYİ Parti için konuştuğumuz şey, probleme dışarıdan sorumlu bularak problemin üstünden atlamanın bir başka boyutu, başka biçimi CHP’de yaşanıyor. CHP’de de aslında sâhici ve zâten olması gereken ve bu seçimin sonucundan bağımsız olarak, bu seçime gidilen bütün süreçte ortaya çıkan danışman krizlerinin de bize gösterdiği, bu partinin temel strateji yaklaşımı, politik pozisyonunu yeniden düşüneceği ve siyâsetle ilişkisini yeniden kuracağı bir değişim sürecini, bir tartışma sürecini açması gerekirken, şimdi çok daraltılmış bir kongre sürecinin ve o kongre sürecinde oluşacak denge hesaplarının kısırlığına terk edilmiş durumda. Tamam, diyelim ki yeniden bir seçim süreci Türkiye’nin önüne ve tabiî ki CHP’nin de önüne hızla geliyor. Ama bunun öncesinde yaşadığı süreç, son derece dar, son derece kapalı ve verimsiz bir yeni denge oluşturma çabası hâlinde cereyan ediyor. Derinliği olmayan bir durum bu; sâhiden değişim tartışmasının, siyâsetle ilgili tartışmanın, siyâseti yeniden kurgulamanın, kendini bu yeni kurgulamanın içerisinde yeniden yapılanmanın bir derinlikli tartışmasını izlemiyoruz. Ne “değişim” lâfını kullanan adaylar üzerinden bu tür iddialar görüyoruz ne de mevcut yönetimin, bu tür bir ihtiyâcı ifâde eden ya da bunu kabul eden bir davranışını görüyoruz. Hani de ki kendilerini çok suçlu görmüyorlar; ama en azından böyle bir tartışmayı açmak bile bir şeydir: “Biz şunu yaptık, şu yüzden yaptık ve doğru yaptık” deme ihtiyâcını bile duymayan, böyle bir hesaplaşmanın içinde bile olmayan, bunun gereğinin farkında olmayan bir tutum takınılmış durumda. Tabiî bu, seçmeni çok fazla etkiliyor; ama bir yandan da bu, partinin fazlaca eskimiş iç yapısının özelliklerinden de kaynaklanıyor. Kendi içine kapandığında, hakîkaten çok sorunlu bir yapı hâlinde. Pek çok örgüt böyle; CHP de böyle.  

Şimdi, fazlasıyla kendi içine büzülmüş ve kendi içindeki dengeyi önemseyen ve onunla ilgili bütün enerjisini ona hasretmiş bir süreç yaşıyor. Buradan verimli bir şey çıkması kolay değil. Ama daha önemlisi, bu yapının içerisinde olmayan daha büyük seçmen kalabalıklarının bir şey anlaması, tatmin olması ve buna dâhil olması çok zor. Asıl problem de bu zâten. 

Birçok insan, özellikle medya üzerinden aktörleri tartışıyorlar. Oysa hakîkaten değişim denilen şeyin bayağı derinlikli olarak ve gecikmiş olarak, daha ayrıntılı tartışmalara ihtiyâcı var. Üstelik yerel seçim âciliyeti, bunu geciktirmeyi gerektiren değil, tam tersine hızlandırmayı gerektiren bir süreç. Ama bunun hiçbir işâretini görmüyoruz. Hattâ hem yöneticilerin hem değişim talep edenlerin, sanki her şey normale dönmüş gibi davrandıkları bir hatta yürüyor her şey, problem yokmuş gibi…

Ruşen Çakır: “Gemi güvenli bir şekilde limana gidiyor” yani.

Kemal Can: Evet. Şu anda, “Gemi nereye gidiyor? Geminin durumu ne? Gidilecek yer, o liman neresi?” tartışmalarını bırakmışlar, “Kim götürecek?” meselesinde takılmışlar gibi.  

Ruşen Çakır: Konya’ya gidiyor Kemal. Konya’yı alacaklar biliyorsun. İstersen CHP’yi daha fazla konuşmayalım, hep aynı şeyleri tekrarlamak zorunda kalıyoruz. 

Orta Vâdeli Program meselesine geçelim. Öncesinde bir anlam atfedildi. Sonrasında çok da büyük bir heyecan yaratmadı. Meselâ Mahfi Eğilmez, “Orta Vâdeli Program konusuyla ilgili bir yazı yazmam. Neyi yazayım? Ortada birtakım vaatler var; bunların nasıl yapılacağının göstergesi yok. En önemlisi, ülkenin en büyük ihtiyâcı olan hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı reformunun öngörülmediği programda yapısal reformdan söz edilemez” diyor. Otokratik bir sistemde, birtakım para hareketleriyle, tabiî yine vatandaştan vergi toplayarak… Ama burada, daha önceki yapılan ve hiçbirisi tutmayan tahminlerden daha gerçeğe yakın tahminler yapılmış. Meselâ Erdoğan hep “Tek hâneli enflasyon yakında” diye açıklama yapıyordu. Şimdi buradaki vâdede, en erken 2026’da tek hâne olabileceği söyleniyor; o da temkinli bir şekilde söyleniyor. Kimileri bunun yerel seçime yönelik bir şey olduğunu söylüyor; ama böyle bir programla yerel seçimi nasıl kazanır? Çünkü program çok büyük bir şey vaat etmiyor. Yine çok yüksek bir enflasyon.

Ben şöyle bir izlenim edindim: Ekonomi kurmayları “rasyonel” olmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Erdoğan onlara rasyonalitenin bir sınırını çiziyor o sınırda gelip duruyorlar, ama ötesine gidemiyorlar. Böyle bir durum var. Açıklandı ve geçti gitti gibi bir durum var. Bir ara kalkınma programları vardı biliyorsun, onlar da böyle okunur, açıklanır; ama çok da fazla bir fonksiyonu olmazdı. Bu sanki biraz daha sanki bir şeymiş gibi duruyor; ama bu hâliyle bile, gerçekleşse bile çok câzip bir program değil. Yani halkın, “Nihâyet önümüzü görüyoruz” diyebileceği bir program değil. 

Kemal Can: Hayır. Zâten olayın halkla pek alâkası yok. Bence halkın problemine ya da ekonominin büyük kalabalıkları etkileyen olumsuz taraflarına formüller, çözümler, çâreler üretmesi için kurgulanmış bir program değil. Aslında bunun tam zıttı bir şey. Senin söylediğin kritik şey şu: Belki yerel seçimi de içine alan bir süreçte, çok konuşulan bir nokta vardı. “Şimdi Mehmet Şimşek ve yeni Merkez Bankası başkanı geldi. Bunlar daha önce olduğu gibi, birkaç ay içerisinde Erdoğan’ın tepesini attırıp, yine birtakım lobilerin bastırmasıyla hemen görevden alınıp tekrar eski düzene dönülür mü? Biraz yerel seçimin etkisiyle, ekonominin rasyonel kurallarını zorlayacak, onu biraz sıkıştıracak birtakım hamleler yapılır mı?” sorularını, bâzı kesimlerin kafasında çıkarttığı için bir tür niyet olarak ortaya kondu. 

Bence Orta Vâdeli Program’ın söylediği şey şu: “Biz bir süre daha böyle gideceğiz. Bunu merak ediyorsanız, çok hızlı bir iki manevra değil üç aşağı beş yukarı böyle gideceğiz, kendinizi buna göre pozisyonlayın” diye birtakım çevrelere bir mesaj iletmenin aracı. Yoksa vatandaşlar için, ekonominin yapısal sorunları için, artık çok kronikleşmiş birtakım meseleleri çözmek için ya da ertelenmiş, geciktirilmiş bütün bozulmaları köklü biçimde temizlemek için yapılan bir program değil. Mahfi Eğilmez’in söylediği bu anlama geliyor. Yani bu yeni bir şey içermediği için, üzerine konuşulacak bir şey yok. Ama bu, yeni bir şey olmayacağını söylemek için açıklanmış bir program zâten. Yani, “Yeni bir şey olur mu? Başka bir şey olur mu?” diye tereddüt eden varsa –bu tereddüt edenler tabiî ki vatandaşlar olmayacak–, para kazanmaya devam eden, çark öyle döndüğünde de böyle döndüğünde de para kazanmaya uyumlanabilecek kesimlerin tereddütlerini gidermek için ve büyük ölçüde de yurtdışından beklenen para hareketlerinin, kaynak transferlerinin sağlanması için gerekli olan bir şey; onun gereği yerine getirilmiş durumda. Zâten bu programın kamuoyunda bir karşılığı olacağını bilselerdi, bunun gürültüsünü çok yaparlardı. 

Daha önceki Orta Vâdeli Program açıklamalarını hatırla. Berat Albayrak döneminde, iş insanlarını toplayarak şâşaalı PR gösterileriyle gündeme getirirlerdi. Şimdi bunun gürültüsünü çıkarmadılar. 

Ruşen Çakır: Mehmet Şimşek Dünya Bankası’nın vereceği krediyi Orta Vâdeli Program’ın bir başka onaylanması olarak açıklamış. Tabiî o önemli bir hamle ve dışarıdan birtakım kurumların Şimşek ve ekibine destek vermesi gibi olaylara daha sonra da tanık olabiliriz sanki. 

Ben bugün yine Silivri’deydim. Gezi Dâvâsı tutukluluğunun üzerinden 500 gün geçti biliyorsun. Yargıtay karârı beklentisi var. Biraz umutlular, ama bakalım. Birtakım haberler de çıkıyor, ama sonuçta Erdoğan karar verecek. Mehmet Şimşek’in Orta Vâdeli Programı’na uluslararası destek gelsin diye de yapabilirler, başka bir şey de yapabilirler; ama ne olursa olsun, bütün tutukluların bir an önce özgürlüklerine kavuşmalarını istiyoruz. Yine hep aynı şeyi söylüyoruz, Erdoğan’dan başka bir şey yok. Tamam, Yargıtay karar verecek, ama herhalde Yargıtay siyâsete rağmen karar vermiyor. 

Kemal Can: Vermeyecek, evet. Onu zâten biliyoruz. Can Atalay’ın da hâlâ Meclis’e gelmemesinden biliyoruz. 

Ruşen Çakır: Bugün Can’la bir röportaj yapmak istedik; yapacağız da. Bana diyor ki: “Vereceğim cevapları hiç beğenmeyeceksin, çok sert olacak”. Çok haklı. Kızgın ve haklı. Bir de hukukçu olduğu için, doğrudan onu ilgilendiren bir durum. 

Kemal, “Haftaya Bakış”ı burada noktalayalım, izleyicilerimize çok teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.

Kemal Can: İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.