Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ve Ruşen Çakır ile Haftaya Bakış (178): CHP yerel seçimlere Kılıçdaroğlu liderliğinde girerse ne olur?

Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) büyükşehir belediye başkanları bir bir göreve devam etmek istediklerini açıklıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın ardından bir açıklamada İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’den geldi. Soyer, beş yıl daha görevine devam etmek istediğini belirterek, “Daha çok projemiz var” dedi. Peki Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’de Yavaş, İmamoğlu ve Soyer’in şansı ne?

Ruşen Çakır ve Kemal Can, Haftaya Bakış’ta değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız ve Kemal Can’la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.

Kemal Can: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Uzun bir aradan sonra stüdyoda bir araya geldik. Yine çok fazla bir hareket olmuyor, ama daha çok muhâlefet üzerinden bir gündem var; iktidar fazla gündemde kalmıyor. Ekonomi dışında pek bir şey yok. Onu da zâten genellikle küçük açıklamalarla geçiştiriyorlar.

Dün Kemal Kılıçdaroğlu bir grup gazeteciye yemek verdi Ankara’da. Söylediklerinde birtakım detaylar var. Meselâ, ‘”İyi bir adayla Konya’yı bile alırız, neden olmasın?” gibi bir açıklama yaptı. Bunu daha önce Faik Öztrak söylemişti, şimdi Kemal Kılıçdaroğlu da söylüyor. “Benden başka sâhada olan lider yok, ben sürekli çalışıyorum, ama medya görmüyor” diyor. Ama bütün bunların ötesinde, anladığım kadarıyla Kemal Kılıçdaroğlu kongrede aday olacak; o artık kesinleşti gibi ve kazanma ihtimâli de bayağı yüksek. Anlaşılan CHP yerel seçimlere Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde girecek. Bu, bir değişim olma ihtimâlinin azaldığını ve Kılıçdaroğlu’nun kendine güveninin arttığını gösteriyor. Şahsen ben böyle müşâhede ediyorum, ne derece doğru bilmiyorum. Böyle bir süreç var. 

Peki, bu nasıl olacak? Çünkü seçim yenilgisinin dağınıklığı hâlâ devam ediyor. Herhalde tekrar bu ittifak meseleleri gündeme gelecek. Gerçi artık bunu “ittifak” olarak tanımlamayacağız anlaşılan. Merak Akşener’in gündeme getirdiği “işbirliği” tanımıyla bu meseleleri konuşacağa benziyoruz. CHP, özellikle İstanbul, Ankara başta olmak üzere ve mümkünse Adana, Mersin, Antalya, Hatay gibi büyükşehirleri de korumak için, İYİ Parti’nin desteğini arayacak gibi görünüyor. Bunun için de yine biraz kesenin ağzını açabilir ve İYİ Parti’ye kazanma garantili birtakım yerler de verebilir. Tabiî bunları konuşmak için çok erken, ama şöyle bir husus var: Mahsur Yavaş’la ilgili yayın yaptığımda da söyledim bunu: Yerel seçimlerde, liderliğinde Kemal Kılıçdaroğlu olan bir CHP’nin şansının çok fazla olacağını sanmıyorum. “Şu isim gelirse daha iyi olur” anlamında söylemiyorum. Ama bu son seçimde yaşananlardan sonra, CHP başta olmak üzere muhâlefetin, kendi seçmenini sandığa götürecek bir motivasyonu yaratabilmesi çok zor. Şu âna kadar bunu gerçekleştirebilmiş gibi gözükmüyorlar. Kılıçdaroğlu liderliğindeki bir CHP’nin bunu yapma şansı daha da azalacak diye düşünüyorum. Ne dersin?

Kemal Can: Yerel seçime daha epeyce bir süre var. Bu gelişmeler nasıl biçimlenecek? İttifak ya da işbirliği zemini veya oradaki açık pazarlık kısmı nasıl bir şekil alacak? Bunları belki konuşmak için erken. Ama senin dediğin gibi, genel çerçeveye baktığımızda şöyle bir sıkıntı açıkça görünüyor: Muhâlefet seçmenini son seçimde de motive eden, daha önceki seçimlerde de neredeyse 4-5 yıldır sürekli kazanma ihtimâlinin ve bu iktidârın değişme olasılığının önünde olduğu ya da buna ilişkin bir umut gördüğü anda motive olan bir tarafı var. Ama bir yandan şöyle bir tarafı da var: Hatırlarsan, 2019 yerel seçimleri öncesinde, 2018’in sert yenilgisi vardı ve yine oldukça büyük bir moral bozukluğu içindeydi seçmen. Çünkü 2017 referandumunun ardından, 2018’de de, eğer bu seçim alınamazsa… Hatırlarsan o zaman da “Köprüden önceki son çıkış” deniyordu. 2018 referandum sonrası ilk başkanlık oylamasıydı ve orada kaybedilmesi durumunda, geri dönüşsüz bir yola girileceği fikri yaygındı. 2018 seçimi, bu seçim kadar sarsıcı olmasa da muhâlefet seçmenini hayli hırpalamıştı. O zaman başka bir tablo ile girilmişti: Milletvekili seçimlerinde yine ittifak vardı, ama cumhurbaşkanlığı adaylığında, bu seferkinin tam tersi, çoklu aday seçeneğiyle, neredeyse üç aşağı beş yukarı aynı rakamsal sonuca denk gelen bir netîce alınmıştı ve yine çok moral bozukluğu vardı.

Ama ilginç bir biçimde 2019, bâzıları için beklenmedik bir sürprizle netîcelendi. Bu “bâzıları”nın içerisinde iktidar da var. O zaman 2019 seçimleriyle ilgili yapılan analizlerde çokça gündeme getirilen birkaç unsur vardı: Bunlardan birincisi, yerel seçimlerin genel seçimlerden farklı özelliklerinin olduğu. İkincisi, 2019 seçiminde genel siyâsî atmosferin değil yerel dinamiklerin belirleyici olduğu, hattâ muhâlefetin stratejisinin de böyle kurgulandığı. Üçüncüsü, ittifak formülünün lokal bileşenler, en azından teşkîlâtlar açısından daha anlaşılır bir biçimde formülü edilebilmesi bir avantaj sağlamıştı. Yani herkes ne alacağını, potansiyelini biliyordu ve sandığa yansıttı. 

Ruşen Çakır: Bugün CHP PM Üyesi ve İzmir Milletvekili Yüksel Taşkın’la bir yayın yaptım; o da benzer bir şeyi söyledi. Söylerken de çok büyük bir anlam yükleyerek söylemedi; ama tabiî ki bu önemli. 2018 yenilgisinden sonra 2019 başarısı olduğuna göre, bugün de pekâlâ teorik olarak başarının gelebileceğini söyledi. 

Kemal Can: Yerel seçimlerin şöyle bir özelliği var: Türkiye’de yerel seçimler -ki bunu 1994’e kadar götürebilirsin- son 20 yıla, AKP dönemine de bakarsak, 2009 seçimini de 2019 seçimini de örnek olarak önümüze koyarsak, bu seçimde olmayan, çok lâfı edilen ama gerçekleşmeyen o iktidârın memnuniyetsiz seçmeninin, iktidarı değiştirme radikalliğinde bir karar vermek konusunda tereddüt gösterse bile, yerel meselelerde kimi zaman iktidâra bir mesaj vermek için, kimi zaman o yerel koşulların oluşturduğu siyâsî tabloya göre karar vermekten dolayı, biraz daha farklı refleksler gösterebiliyorlar. 2019’da CHP pek çok ilde… sâdece İstanbul ve Ankara konuşuluyor, hattâ daha çok da İmamoğlu dolayısıyla İstanbul konuşuluyor; ama o seçimde, daha önce AKP’de olan Adana, Mersin, Ankara, Antalya gibi pek çok belediye kazanıldı. Bir tek Bursa ucundan kaçırılmış bir seçimdi. Bunlara berâber baktığımızda, hepsi kendi bölgelerinde, daha önce ilçe belediyelerinde temâyüz etmiş, orada kendini göstermiş, kısmî bir tanınırlığı olan, ama genel politikada çok lâfı edilmeyen ya da o genel politikanın içerisinde çok ezilmemiş aktörlerle değişik bir strateji yürütüldü. O kampanyayı hatırlarsan, genel başkanların hemen hemen hiç etkisi olmadı. Kampanyanın neresinde oldukları bile tam anlaşılmadı. Hattâ Kılıçdaroğlu o zaman da genel başkandı ve yerel seçim kampanyasında neredeyse kendini sakladı ve yerel aktörleri öne çıkarttı. Bir de üstüne, İstanbul çok özel bir vaka oldu; seçimi tâzeletme hâdisesi gelip orada ayrı bir sonuç hâsıl olunca, birdenbire denge değişti.

Dolayısıyla, yerel seçimlerin, şu andaki memnuniyetsizlik ya da muhâlefet seçmenindeki genel umutsuzluktan etkileneceği çok açık. Biraz sonra konuşacağımız gibi, değişim ya da yenilenme, adı her neyse, onun olmadığı, bırak değişim ya da yenilenmeyi, olanlarla ilgili sorumluluk üstlenmek ve onunla yüzleşmek, onunla ilgili iknâ edici bir şeyler söyleyebilmek gerekiyor. Yani sâdece “Biz yanlış yaptık, Allah affetsin” demekten bir adım ileriye giden, bunun hakîkaten iknâ edici bir analizinin yapıldığı, o çıkardıkları ders her neyse… Hani siyâsetçiler sürekli ders çıkarttıklarını söylüyorlar ya? O dersi bir anlatsalar seçmene de. Dolayısıyla doğru dersi mi alıyorlar? Şimdiye kadar aldıkları derse devam mı ediyorlar? Yanlış hocalardan ders almaya devam mı ediyorlar? Seçmenin bunu bir öğrenmesi lâzım. Bunların hiçbiri yapılmadan bu seçime gidildiğinde, dediğin motivasyon sorunlarının hepsi yaşanacak büyük ihtimalle. 

Ama bir yandan da, eğer tekrar kazanma durumu olursa, şimdi bunların birçoğu artık kazanma değil koruma hâline gelmiş durumda. Çünkü kazanılmış yerlerin kaybedilme riski var şu anda. Hattâ muhâlefet içerisindeki bâzı aktörler pazarlığı buradan, kazandırmak değil kaybettirme olasılığı üzerinden pazarlık açmaya çalışıyorlar. Bunlar bir motivasyon sorunudur elbette. Büyük ihtimalle böyle de yaşanacak. Dolayısıyla bu ülkede yaşamaya devam eden ve muhâlefette kalmaya devam edecek seçmen açısından, küsmenin, seçim sonucuna, seçime ya da oluşacak siyâsî tabloya değil, bunu yaratan aktörlere yönelmesi gerekiyor. 

Ruşen Çakır: Zâten sorun da orada. 

Kemal Can: Küsmeyi o insanlara değil, siyâsete, siyâsî karar süreçlerine, siyâsette kendi ağırlığına ilişkin bir vazgeçmişlik, küsme ya da bıkma hâline çevirince, tabiî ki bu sağlıksız bir şey. 

Ruşen Çakır: Tabiî, ama burada şöyle bir şey var: 2019 seçimine girdiği zamanki Kılıçdaroğlu ile 2024’teki yerel seçime girecek olan Kılıçdaroğlu aynı olmayacak. Bir kere orada “Adalet Yürüyüşü”nün verdiği bir hava vardı. Kendisi aday olmadı. Bir de ortak adayda anlaşamadılar gibi birtakım şeyler vardı ve olay bir anlamda Muharrem İnce’ye kitlendi. Muharrem İnce de o kadar çok iddialı girdi ki seçime, sonuçta, her ne kadar oyunu artırdığını söylese de, CHP değil Muharrem İnce kaybetmiş gibi bir hava oldu. Şimdiki olayda ise, 2019 yerel seçim başarısının ardından, arkasına onun rüzgârını alma iddiasıyla geldi ve doğrudan kendisi kaybetti; kendi kredisini de kendi seçmeni nezdinde heder etti. Üstelik sâdece kaybetmekle kalmadı, kaybettikten sonra yaptıkları ve esas yapmadıkları ile heder etti. Bence sorun burada. Söylediğin yerel seçim, genel seçim ayrımı doğru. Seçmen, cezâlandırmak için de… Meselâ Amerika Birleşik Devletleri’nde başkanlık seçimini kazanan parti, genellikle arada yapılan bir yenileme seçimini kaybeder. Seçmen, bir nevi onu 2 yıl içerisinde tokatlar. Burada da pekâlâ böyle bir şey olabilir. Ama ben açıkçası Kılıçdaroğlu liderliğiyle girecek bir CHP, baştan birçok şeyden ferâgat etmiş olur diye düşünüyorum. Yerine Özgür Özel veya İmamoğlu ya da şu isim gelsin anlamında söylemiyorum. Ama şu anda seçmenin Kılıçdaroğlu diye bir meselesi var. 

Kemal Can: Kuşkusuz öyle, ama burada iki faktör belirleyici: Birincisi, bu genel seçimdeki genel tabloda, iktidârın ve Erdoğan’ın oy yoğunluğunun olduğu yerlerle, büyükşehirlerde muhâlefet-iktidar dengesinin aynı olmadığını biliyoruz. Yani büyükşehirlerde denge 52-48 değil. 

İkincisi, senin dediğin çok doğru. Kılıçdaroğlu’nun böyle bir dezavantajı, böyle bir sorumluluğu, böyle bir problemi var. Ama meselâ Kılıçdaroğlu’na karşı İmamoğlu’nu destekleyen, onun genel başkanı olmasını isteyenler, Kılıçdaroğlu genel başkanlıkta olduğu için İmamoğlu’nun seçilmesini engelleyecek bir motivasyon içerisinde olur mu? Bir CHP seçmeni var, bir de CHP seçmeni dışında, muhâlefet seçmeninin CHP içerisinde olup bitenlerle kurduğu bir ilişki var. Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu’na kızıp İmamoğlu’na kaybettirme, Kılıçdaroğlu’na kızıp Mansur Yavaş’a kaybettirme motivasyonu ne kadar belirleyici olacak?

Ruşen Çakır: O zaman, buradan Mansur Yavaş ve Tunç Soyer meselelerine girelim. Dün yaptığım Mansur Yavaş değerlendirmesinde, yerel seçime Kılıçdaroğlu liderliğinde girilmesinin Mansur Yavaş’ın aleyhine olacağını söyledim. Ama tabiî ki AKP’nin göstereceği aday da önemli. Ama Mansur Yavaş birçok açıdan avantajlı. Hatırlarsan, MHP adayıyken girdiği seçimde bile çok büyük başarı elde etmişti. Üçüncü olmuştu, ama kazanmaya bayağı yaklaşmıştı. Sonraki seçimi, yani 2014 seçimini bence kazanmıştı; orada sandığa sâhip çıkamadığı için kaybetti. Sonrasında da %50’den fazla oy aldı. Bu şunu gösteriyor: Ankara’da güçlü bir CHP potansiyeli zâten var. Daha önce, 94’e kadar belediye başkanlığını kazanmış bir parti. Ama onun üstüne, başka partilerden, özellikle milliyetçi kesimden oy alabilen bir isim olma özelliği de var. Çünkü Ankara’da belli bir milliyetçi oy potansiyeli de var. Bence, normal şartlarda, Mansur Yavaş’ın meselâ Ekrem İmamoğlu’na göre kazanma ihtimâli daha yüksek. Ekrem İmamoğlu da kazanabilir bence; ama Mansur Yavaş’ın kazanma ihtimâli daha yüksek. 

Meselâ izleyici tepkilerinde, “Mansur Yavaş bağımsız girse kesin oy veririm” diyen çok sayıda insan var. Tamam, Kılıçdaroğlu ters bir motivasyon yaratacaktır; ama dediğin gibi ferâgat etmeyecektir. Yani Mansur Yavaş’a oy verecektir, ama yine de onun bir sorun olacağı kanısındayım.

Kemal Can: Kuşkusuz sorun olacak, ama şimdi şöyle bir şey düşün: Meselâ, geçen hafta Meral Akşener’in konuşmaları çok konuşuldu. Özellikle İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ı işâret ederek, “Elimizde pek çok araştırma vardı; kesin kazanıyorlardı” dedi. “Kesin kazanıyorlardı” dediği, Türkiye’nin genelinde kesin kazanıyorlardı. Meselâ, ortalama bir İYİ Parti seçmenini düşün. Cumhurbaşkanlığı seçiminde kesin kazanacağını iddia ettikleri ve kesin kazanacakları için aday yapılmaları gerektiğini, bunun yapılmamasının yanlış olduğunu söylerken, bunlara kendi illerinde kaybettirmeyi nasıl açıklayabilecekler meselâ? 

Ruşen Çakır: Neyi açıkladılar ki zâten?

Kemal Can: Şunu demek istiyorum: Ben bunu liderlerin ya da politik stratejinin bir parçası olarak değil, senin söylediğin motivasyon sorunu olarak söylüyorum. İttifak olsa bile, Kılıçdaroğlu ile girilmiş bir ittifak da birtakım motivasyon sorunları yaratabilir. Çünkü ona kızgın CHP’li seçmen de var, ona kızgın muhâlefet seçmeni de var. Meselâ Ankara ve İstanbul örneğini önümüze koyduğumuzda, her iki yerde de eğer Mansur Yavaş ve İmamoğlu aday olacaksa -ki İmamoğlu zaten genel başkanlık değil İstanbul hedefini koydu; Mansur Yavaş aday olacağını söyledi-, dolayısıyla bir başka gelişme olmayıp ikisinin aday olduğu bir durumda, muhâlefet seçmeninin, “Kılıçdaroğlu değil onlar aday olsaydı, cumhurbaşkanlığı seçimini kesin alırdık” dediği isimlere şu ya da bu biçimde kazandırmak için onların yanında olacağını düşünüyorum. Bu, tıpkı genel seçimde olduğu gibi bir garanti içermiyor. Yani “Onlar olduğu için kesin kazanır” anlamına gelmiyor. Bir sürü faktör var: O seçime nasıl girileceğini, iktidârın geçen seçimde de yaptığı gibi, adaylık süreçlerini -kimi yargı kararlarıyla ya da başka hamlelerle- nasıl etkilemeye çalışacağını henüz bilmiyoruz. O sürece kadar neler gelişeceğini de henüz bilmiyoruz. Ayrıca, iktidârın stratejisini, nasıl adaylarla ve nasıl bir kampanya ile gireceğini de bilmiyoruz. 

Meselâ 2019 yerel seçiminde, biraz önce konuştuğumuz gibi, muhâlefet son derece yerel kampanyalar yürüttü. Hattâ orada, bu kampanyaların genel siyâsetle bağının fazla zayıf olduğu bile düşünüldü. Çünkü muhâlefet seçmenin bir kısmı, seçim vesîlesiyle iktidâra yüklenmenin çok daha lüzumlu olduğunu düşünürken, kampanya tamâmen bunun dışında kaldı. Buna karşılık iktidar, İstanbul’da Binali Yıldırım, Ankara’da Mehmet Özhaseki gibi adaylarla, Erdoğan’ın yüksek kurmayları, ama politik olarak çok aktif olmayan ya da seçmenle bağı kendiliğinden çok güçlü olmayan aktörlerle genel siyâsî tabloyu ve iktidarda olma avantajını kullanmak istedi; bu da ters tepti. Dolayısıyla, şimdi bu kampanyasını yine böyle mi kuracağını bilmiyoruz. İlk kulis haberleri öyle kuracağını gösteriyor. Çünkü iktidar da 2023’te aldığı sonucun dersini çıkartmış ve orada işine yarar şeyleri burada kullanmaya devam edeceğini varsayıyoruz. 

Ruşen Çakır: Burada da daha teknokrat aday gösterme ihtimâli yüksek.

Kemal Can: Ayrıca, muhtemelen yine ittifakları bozucu girişimler olacak. O zaman da, söylenilen “Su faturalarını PKK’lılar getirecek” tartışmalarının yeniden açılması ihtimâli var. Ama bunları bilmiyoruz. Bunlara rağmen şöyle bir şey var: Kılıçdaroğlu’na kızanların önemli bir kısmı, “Kendi adaylığını dayattı, kazanacak adayları dışarıda bıraktı” diye kızıyorlar. Şimdi kazanacak olan, üstelik cumhurbaşkanlığını kazanacak adayları belediye başkanlığında desteklemek, tamâmen memleketten ayrılmayı düşünmüyor ve bu ülkede yeniden bir şey olmasını bekliyorlarsa, bir biçimde yeniden canlandırılabilir bir zemin. Bu, Kılıçdaroğlu’nun adaylığından çok, adayların adaylık kararlarının sonrasında ve öncesindeki performansıyla ilgili olacak bence. Bu parti içi meseleyi, tamam, yedekte tutup onu önemsiyor olabilirler, ama onu yedekte tutup asıl olarak bu seçime odaklanmış bir çalışmayı hızla başlatırlarsa ve onlar belirleyici aktör hâline gelirlerse, bu dediğin dezavantajı tamâmen kaldıramayabilirler ama nötralize edebilirler.

Ruşen Çakır: Ama ortada şöyle bir hikâye var: Bir tarafta, Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’nin artık insanları itmeye başladığı çok açık. Özellikle de Kılıçdaroğlu’na çok inanmış birçok insan bu noktaya geldi. O zaman, herhangi bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun, “Ben artık gemiyi limana getirdim. Bundan sonra arkadaşlarım sürdürecek” deyip, geminin başındaki…

Kemal Can: Şu gemi-liman metaforu da çok ilginç. Meselâ şunu samîmî olarak merak ediyorum: Liman neresi? “Getirilecek liman” diye söylenen yer neresi? Meselâ gemi fırtınalı bir denizdeyse ve kaptan limana götürecekse, o liman neresi? Birincisi bu. Veya o limandan ne zaman ayrıldı? O tehlikeli sulara ne zaman çıktı?

Ruşen Çakır: Çok ağır sorular soruyorsun. 

Kemal Can: Bu metaforlar, ezbere, böyle kolay kolay kullanılıyor ya. Nedir bunlar? Bu, şunun için çok önemli: İki yıl boyunca neredeyse defalarca tartıştık bunu. Seninle burada konuştuk, “Adını Koyalım”larda tartıştık. İster parti yönetimi, ister parti genel başkanlığı, ister belediye başkanlığı, ister cumhurbaşkanlığı olsun, herkesin bir mevkie, neden, diğerlerinden farklı ne söyleyerek ve aslında ne söyleyerek aday olduğunu gayet açıklıkla ortaya koyması ve siyâsetin bu açıklıkta cereyan etmesi gereken bir tablo varken, herkes sürekli şöyle bir pozisyonda: Diyecek lâfını nasıl etkili bir biçimde söyleyeceğini değil, hangi lâfı söylerse işine yarayacağını sağa sola soran birtakım adamlar var. Bu, hedefler ve politik iddialar için de böyle, aday olup olmama karârı için bile böyle. Çünkü bir mevkie aday olmak, bir iddianın sonucudur. 

Meselâ sen ABD örneğini verdin. Seçimin aylar öncesinden, o önseçim sürecinde, aday adayları programlarını açıklıyorlar, ekiplerini açıklıyorlar, iddialarını açıklıyorlar, farklarını açıklıyorlar, birbirleriyle tartışıyorlar, kendileri anlatıyorlar ve sonunda bir kamuoyu oluşuyor. Burada, geçen seçimdeki adaylık tartışmalarında geç kalındığını hep söyledik. Şimdi de öyle. Şu anda, yerel seçim için adayların adaylık iddialarını söylemeleri erken mi, geç mi bunu tartışıyoruz. Tam tersine, bence kamuoyu bunu konuşmaya başlamalı ki, demin söylediğin komplikasyonlar azalsın. 

Ruşen Çakır: Ben sözüme tekrar döneyim. Biraz önce tepkilerin nötralize olabileceğini söyledin. Tepkileri nötralize etmek yerine tepkileri ortadan kaldırmak çok basit.

Kemal Can: Onun olmayacağı varsayımıyla yola çıktığın için bunu söylüyorum.

Ruşen Çakır: Buradaki ısrârı anlamak mümkün değil. Diyelim ki Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş 10 performans göstererek seçim kazanabilecekken, şimdi 12-13-15 belki 20 performans göstermek durumundalar. Kendi kendine sorun çıkartılıyor, bu çok abes. Bunu birilerinin söylemesi lâzım. Birçok insan söylüyor zâten. Sosyal medyada filan değil, senin de benim de tanıdığım, sâhici insanlar. Bunların önemli bir kısmı da, seçim öncesinde Kılıçdaroğlu’na çok inanmış kişilerdi. Bu işi bu kadar inada bindirmeyi açıkçası anlamış değilim.  

Son olarak, Tunç Soyer İzmir’de tekrar aday olduğunu söyledi; ama onun durumu İstanbul, Ankara kadar garanti olmayabilir, çünkü İzmir CHP için en kolay kazanılan yer. Şimdi onun meraklısı çoktur. Daha önce de öyleydi aslında; Tunç Soyer’in olduğu zaman da bayağı bir meraklısı vardı, şimdi çok daha fazla vardır. Bir spekülasyona göre, “İYİ Parti de işbirliği pazarlığında İzmir’i isteyebilir” deniyor – ki o çok acayip bir durum olur.

Kemal Can: Bunu şimdi duyuyorum. Mümkün tabiî, böyle ihtimaller zâten konuşuluyor. Tamam, “işbirliği” diyelim, “ittifak” demeyelim. İşbirliğinin devâmı için biraz cömert olması isteniyor ya da pazarlık biraz yüksek açılıyor duyumları var, işâretleri de var. Ama 2023 seçiminde de gördük ki, öyle kâğıdın üstüne yüzdeleri yazıp alt alta toplayıp yaptığın zaman o işbirlikleri öyle çalışmıyor. Dolayısıyla öyle yazdığında, “Evet, nasılsa buradan 10 geliyor, 5 de vereyim” dediğinde, o 10 da gelmiyor, senin verdiğin 5 de bir işe yaramayabiliyor. Böyle olasılıklar da var. Hele yerel düzeyde bu riskler daha da büyük aslında. Genel seçimin içerisinde meselâ DEVA, Gelecek ve Saadet partilerine bol keseden verilen şeyler totalde bir şey oldu; ama yüzde olarak onun içerisinde eriyebilir. Zâten o mantıkla verildi. Tâbir yerindeyse, “Gelen zâten verileni karşılar, bir kayıp yok” diye düşünüldü. Ama öyle olmadı. 

Yerel düzeyde, bu çok daha büyük mâliyetlere, seçimi kaybetme mâliyetine neden olur. Meclis üyeliği sınırında kalmaz, belediye başkanlıklarını kaybetmeye neden olabilir. Onun için o işbirliğinin, bu mantıkla pazarlık gücüne bağlı olarak değil, yerel dinamiklere bağlı olarak kurgulanması gerekir. 

Ruşen Çakır: Hatırlarsan Mersin’de hem İYİ Parti hem CHP aday çıkartmıştı ve CHP kazandı. İYİ Parti de bayağı iddialıydı. Şimdi meselâ İYİ Parti Mersin’de, “Bu sefer biz alalım. Tek adaylı girelim, biz alalım” diyebilir. O zaman Mersin’de iki parti de belli bir güce sâhip olduğu için olabilir. Ama işleri çok zor. Zâten Kürşat Zorlu’ya sorduklarında, “Biz aday çıkartacağız” diye cevap vermişti, ortalık karıştı. Çarşı birden karıştı, millet neye uğradığını şaşırdı. Sonra Meral Akşener hemen tekzip etti. 

Kemal Can: Zâten İYİ Parti, kendi sözcülerinin birbirini ya da genel başkanın sözcüsünün açıklamaları te’vil ettiği, düzelttiği, yumuşattığı ya da sertleştirdiği bir süreçle konuşuyor sürekli. Meselâ, yine bu genel seçimin çıkarılan derslerinden biri olarak, Akşener’in “Kimlere ‘hayır’ diyoruz?” listesi de bir problem. İşbirliğinin koşulları kadar, işbirliğinin dışarısında bırakılacaklar açısından da mesele tartışmalı. Şimdi bu genel hava içerisinde, iktidârın kullandığı argümanları çok geçerli kabul ederek, HDP’nin oy kaybını da hesâba katarak, sanki Kürt seçmen ya da HDP seçmeni denklemden çıkmış, öbür tarafta kurulacakmış gibi yapılıyor. Ama söylediğin yerlerde, meselâ İzmir’de, meselâ Mersin’de… kezâ İstanbul da  öyle. Belki Ankara değil, ama buralar öyle hesaplarla yapılacak yerler değil.

Ruşen Çakır: Ankara da bir şekilde öyle. 

Kemal Can: Ankara kısmen. Oy oranı olarak etkisi daha azdır.

Ruşen Çakır: Ama Adana, Mersin, Antalya çok önemli.

Kemal Çakır: Evet ve İzmir. İzmir hiç önemsiz değil. 

Ruşen Çakır: Evet. Artık toparlayalım Kemal. Ben bugün yine Silivri’deydim. Hakan Altınay, Can Atalay, Tayfun Kahraman’ı görmeye gittim. Aileleriyle konuştuk. İnsanlar bir şeyler soruyorlar, ama söyleyecek bir şey bulamıyoruz. Çok acı bir durum. Şimdi Yargıtay karârı bekleniyor. Bir umut, Yargıtay’ın kararı bozması bekleniyor. Umarım öyle bir şey olur da en azından birazcık mutlu olabileceğimiz bir olay gelişir. Onlara da buradan selâmlarımızı yollayalım.

Kemal Can: Bu arada Yargıtay’dan ne karar çıkar bilmiyorum, ama AİHM de bütün dâvâ süreciyle ilgili, uzattıkça uzatıyor. O da ayrı bir mesele. 

Ruşen Çakır: Evet, “Haftaya Bakış”ı burada noktalıyoruz. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler diliyoruz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.