Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın konuğu CHP PM Üyesi Yüksel Taşkın: “Diğer partilere 40 milletvekili vermek büyük bir hata, tarih bunu böyle yazacak”

CHP PM Üyesi ve İzmir Milletvekili Yüksel Taşkın, T24’te yayımlanan yazısında seçim yenilgisinin ardından değişim tartışmalarının devam ettiği partisi için bazı öneriler sıraladı. “CHP’de yenilenme için 11 somut öneri” başlıklı yazısında “CHP’nin farklı toplum kesimlerine açılabilmesi, kendi çalışkan üyelerinin ödüllendirilmesi ve ideolojik netlik kazanabilmesi için bir dizi yapısal reform şarttır” dedi. CHP’de değişim nasıl olmalı? Neler değişmeli? Seçmen üzerindeki “ölü toprağı” atıyor mu? Ruşen Çakır sordu, CHP’li Yüksel Taşkın yanıtladı.

Yayına hazırlayan: Cenk Narin 

Merhaba, iyi günler. Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Milletvekili ve Parti Meclis Üyesi Prof. Yüksel Taşkın stüdyomuzda konuğumuz. Kendisiyle CHP’nin yenilenmesi, değişmesi tartışmalarını ele alacağız. Hoş geldin Yüksel. 

Yüksel Taşkın: Hoş bulduk. 

Sen yeni bir yazı kaleme aldın; “yenilenme”, “değişme” tartışmalarında daha çok “yenilenme” kavramını benimseyen bir yazı bu. Ama yazının girişinde bu tartışmaların daha çok kişiler eksenli yürüdüğünü söylüyorsun ve anladığım kadarıyla seçim yenilgisinden bu yana CHP içerisinde yaşanan tartışmaların çok da verimli olmadığını düşünüyorsun. Yanılıyor muyum? 

Taşkın: Önce bir tartışma süreci gerekiyordu, rahat bir şekilde. Örgütleri dinlemek, hattâ berâber rehabilite olmak, bir yenilgiyi berâber tartışmak — “Nerede hatâ yaptık?” şeklinde. O sürecin öncesinde bir tartışma gerekiyordu, bir. İkincisi, “Aday kim olmalı?”da gördük. Tırnak içinde söylüyorum “CHP’ye yakın medya” da çok köpürttü bunu. Seçim öncesinden bahsediyorum. Şu anda da şahıslar üzerinden gidiyor. Kriz aynı zamanda fırsat demek ya Çince. Şimdi, bir mağlûbiyet yaşadık ve tüzük kurultayı… yani örgüte aslında bâzı şeyler vermek îcap ediyor. Yani örgütün bâzı taleplerini dinlemek gereken bir konjonktüre girildi. CHP’de örgüt kuvvetlidir. Kuvvetini farklı şekillerde gösterebilir, ama CHP’yi tanıyanlar bilir ki örgüt kuvvetlidir aslında. Onu dikkate almadan hareket edilmez. Şimdi bir tüzük kurultayı fırsatı çıktı; ama tüzük kurultayı da tartışma süreciyle berâber gidebilirdi. Program yenilemesinden de bahsediyoruz. Bütün bunları kendi partimiz, parti dostu dediğimiz STK’lar, medya, herkesi katarak rahat rahat tartışabilirdik. Eskiden ben gençken SHP vardı. “Panel partisi” diye küçümserlerdi. Halbuki çok büyük ihtiyaçtı o. Tartışmaya çalışıyorlardı. Dinî hareketlerin yükselişi, Kürt sorunu vs. ile biraz bocalanan bir dönemdi. Devamlı tartışılıyordu. İnsan hakları konusunda duyarlı bir çizgisi vardı. Şimdi de hep “seçim partisi” olduk. Tabii bu kasten olan bir şey değil; ama sürekli seçimlere girmekten kaynaklı bir tartışamama durumu ortaya çıkıyor.

Şu anda çok reel olarak bakarsak, bir seçim yenilgisi ve kısa zaman sonra yapılacak olan bir seçim var. Beş yıl önce, o yerel seçimde büyük bir başarı elde etmiş bir CHP var. Dolayısıyla bu yerel seçime odaklanmak birçok açıdan, özellikle de bu son seçim yenilgisinin yaralarını sarmak açısından çok hayâtî. Öyle değil mi? 

Taşkın: İkisi birden yapılabilirdi. Meselâ ben İzmir’de şunu söylüyorum: “Cumhuriyet Halk Partili belediyeler olmasaydı İzmir nasıl bir yer olurdu?” Önce kendi yenilgimizle ilgili rahat bir tartışma, sonra “Biz neden Cumhuriyet Halk Partili yerel yönetimleri önemsiyoruz? Bunlar niye önemli? Dolayısıyla bunları nasıl koruyabiliriz?” üzerine tartışma. Şimdi bir kurultay süreci başladı ve çok radikal öneriler göremiyorum ben ortada. Bu dönemin rûhu, dönem koşuludur. Ben zoraki bir siyâsetçiyim. Kimseden daha iyi bir insan olduğumu da iddia etmiyorum. Lütfen yanlış anlaşılmasın. Ben meslek hayâtımı seven biriydim. Şimdi siyâsetteyim. Çok iyi bir deneyim. Gerçekten çok çok şey kazandım. Ama şunu hiç anlamıyorum: Yani iki dönemden fazla yapılmaz milletvekilliği gerçekten de. İlçe başkanlığı, belediye başkanlığı, milletvekilliği, PM, MYK üyeliği… Şimdi dönem koşulu gibi şeyleri çözüme bağlarsak bir sürü şey çözülüyor zâten. Ben hakîkaten lâf olsun diye söylemiyorum, kurultay sürecinde kurşun asker olmadığıma göre, kimin ne önereceği üzerinden oy vereceğimi hep söylüyorum ve kritik anlarda “reform” dediğin şey kendinden ferâgat etmekle anlaşılır. Meselâ “Milletvekillerine dönem koşulu getir” dediğinde, belki getirmek istemeyebilirler; ama getirdikleri zaman, zamanın rûhunu yakalayabilirler. Bu tarz kritik şeylerde kendi canımızı da yakabildiğimizi gösterirsek, yerel seçimlere doğru insanlar diyecek ki: “Bak bunlar toplum yarârına kendilerinden ferâgat edebilirler.” Birazcık tartışmayı oralara götürmeye çalışıyorum ki insanlar şunu görsün: “Bunlar toplumsal kaygıları olan insanlar ve bununla ilgili bâzı adımlar attılar. Ben de onlarla yan yana yürüyebilirim” diyebilsinler. 

Şimdi senin yazında bu konu var, birçok konu var. 

Taşkın: On bir konu önerdim, çoğu benim buluşum değil bu arada, zâten konuşulan şeyler. Yanlış anlaşılmasın. 

Ama meselâ genel başkanlık meselesine girmemişsin.

Taşkın: Girdim, girdim. Doğrudan seçim önerdim.

Hayır hayır. Şöyle: “Ferâgat etmek” vs. 2+1… Şimdi Kılıçdaroğlu söz konusu olduğunda bu hayli geçildi. Nice seçim yaşadı vs. oldu ve bu seçim sonrasında da bâzı kişiler yüksek sesle, bâzıları daha usturuplu bir şekilde, istifâ etmesinin daha doğru olacağını söylediler ya da en azından kurultaya kadar kalıp, kurultayda devretmesi beklendi; ama anlaşıldığı kadarıyla genel başkan adayı olacak, öyle gözüküyor. 

Taşkın: Şimdi bir kuramsal tarafından bakalım: Aslında sosyal-demokrat partiler kurumsallaşmaya çalışırlar. Lider önemli olabilir, ama liderden çok kurum önemlidir. Lidere de bir başarı süresi verirler. O başarı sürecinde lider eğer başarılı değilse başka adayların önünü açar. Bizim şu anda girdiğimiz dönem, “Daha kısa süreli genel başkanlar dönemi” diye düşünüyorum, siyâsî târihçi ve siyâsetbilimci kimliğimle. Ben genel başkanımızın aslında herhangi bir bağlayıcı söz etmediğini düşünüyorum. Benim temennim şudur: Ben genel başkanımızın çok mücâdeleci, gayretli olduğunu ve partiye de çok şey kazandırdığını düşünüyorum. Şu anda Cumhuriyet Halk Partisi’nde ben siyâset yapabiliyorsam onun dönüşümleri sâyesinde. Genel başkanımızın demin bahsettiğim tarzda somut önerilerle güçlü bir tüzük kurultayı yapması, ondan sonra da, yeni bir kuşak… ki şimdi “yeni kuşak” dediğimiz siyâsetçilerin yaşına bakıyorum: Genellikle bahsi geçen şahıslar 48-51 yaş arası. Yanılmıyorsam Bülent Ecevit, İsmet İnönü karşısında genel başkan olduğunda 46 yaşındaydı. Dolayısıyla genel başkan, tüzük kurultayıyla, “Yapmak istediğim şeyler var” diyordu. Onların önünü açıp, yeni bir kuşağın önünü açmalı diye düşünüyorum. Böyle bir düşüncesi olduğunu tahmin ediyorum ben. Şu anda kurultay târihiyle veya adaylaşmayla ilgili somut bir şey söylemedi, ama benim temennim bu yönde. Yani ben bunu isterim açıkçası. Benim bu konudaki sözlerim çok nettir.

İlk olarak danışman meselesini söylüyorsun. Danışman meselesi bayağı can acıtmış belli ki CHP’de. Bilmeyenlere hatırlatalım: Sen seçime kadarki MYK’daydın. 

Taşkın: Sosyal politikalardan sorumlu MYK üyesiydim. 

Ama seçimden sonra yapılan MYK değişikliğiyle senin de içinde olduğun bir grup

kişinin yerine başkalarını getirdi ve 1-2 tâne istisnâ dışında bütün danışmanlarını da iptal etti. 

Resetledi. Yani hepsi iptal edilip sonra tekrar atanma süreci başladı. 

Şimdi bu danışman meselesi nedir? Anladığım kadarıyla, yazıdan biraz şifre çözerek baktığımda, siz Parti Meclisi’nde, MYK’da birtakım şeyleri tartışıyorsunuz…

Taşkın: Çok ciddî tartışıyoruz. CHP çok az bilinen bir yapı. Biraz ona da gireceğim aslında burada. 

Ama sonra bir şey oluyor belli ki, siz seçilmişler birtakım kararlar alıyorsunuz; ama parti adına birtakım atanmış danışmanların sizden daha etkili olduğunu görüyorsunuz.

Taşkın: Bâzen. Ben Medyascope’ta Ruşen Çakır’la niye konuşuyorum? Analitik bakabilen, çok boyutlu bakabilen bir gazeteci olduğunuz için. Bizim MYK’larımız 5 saat, 6 saat sürer. Çok îtirazlar olur, genel başkan dinler. Öyle kurşun asker falan değiliz, parti meclisimiz de değil, MYK hiç değil. Kesinlikle ama kesinlikle “Bir sonraki dönem ne olurum?” diye düşünmeden, “Siyâsetten bir Yüksel Taşkın geçti, gördüklerini dilinin döndüğü kadar söylemeye çalıştı, hatâsıyla sevâbıyla bunu yapmaya çalıştı” densin diye uğraşıyorum. Yaşadıklarımdan öğrendiğim ve tecrübe ettiğim şeyleri söylüyorum.

Biz PM ve MYK yetkilerini kullandığında ve uzun uzun tartıştığında daha az hatâ yapıyoruz. Bir de CHP’de iki şey karışıyor ve hâlâ karışıyor. Strateji başka bir şeydir, iletişim başka bir şeydir. Strateji, seçilmiş heyetlerin risk alarak yapması gereken bir şeydir. Örneğin, “Yeşil Sol Parti’yle ittifak kurulacak mı, kurulmayacak mı?” konusu stratejik bir meseledir. İletişim ondan sonraki adımdır. Bizde iletişimle ilgili kişi –ajans, şirket, ne olursa olsun– strateji de yapmaya kalkıyor. Bu, bu seçimde mi oldu? Hayır. Şimdi ben Yüksel Taşkın olarak CHP’nin daha iyi bir noktaya gelmesini istiyorsam gördüğüm hatâları söylüyorum. Şahsîleştirmekle, “Ahmet şöyle, Mehmet böyle” tarzında analizlerle hiçbir yere gidilmez, birincisi bu. İkincisi, danışmanlık mevzûu şu: Şimdi, sayısı belli değil, konusu belli değil. İngiltere’de bir lordluk unvanı dağıtılır, zamanında etkiliydi çünkü lordlara başka şeyler de veriliyordu, artık iyice önemsizleşti. Şimdi ben diyorum ki, “Danışmanları tanımlayalım. Uluslararası ilişkiler danışmanı, mikro ekonomi, makro ekonomi gibi, konuya atama yapalım.” Bir de özgül ağırlığı olan kişileri danışman yapmayalım. Özgül ağırlığı olan kişiyi MYK’ya alırsın etkiliyse, önemliyse, PM’ye alırsın. Onun dışında bırakırsanız olmuyor; çünkü belli bir ağırlığı var. Katkısı varsa MYK’da olmalı. Şimdi ben bunları tecrübe ettiğim için şunu öneriyorum. Ben MYK’dan ayrıldığıma çok memnunum; çünkü şöyle bir durup, “Ne oluyor kardeşim?” deme fırsatı verdi. Bir de seçim mağlûbiyetiyle berâber doğal olan da budur zâten. Hiç kimse şunu asla düşünmesin: “MYK’dan alındı, ondan böyle diyor.” Dikkat ediyorsanız şahsîleştirmiyorum ve genel başkana saygım ve sevgimi de koruyorum. Ben sâdece, “Bu kurum nasıl daha da geliştirilebilir?” diye düşünüyorum. Neden biliyor musunuz? Çünkü gençliğimden beri şunu gördüm. 10-15 yıl sonra da Cumhuriyet Halk Partisi olacak, ama şu anda mevcuttaki partilerin birçoğu olmayacak. Toplum CHP’nin kendisini geliştirmesini ve târihsel kırılma anlarında kendini dönüştürmesini istiyor, vazgeçmiyor CHP’den. Mâdem bu parti olacak, daha iyi olsun. Dolayısıyla danışmanlık meselesini de kurumsallaştıralım. Ne demek o? Yeni bir genel başkan geldiğinde –15 kadro zâten tanımlanacak– atamayı yapacak. Çok etkili bir şahıs varsa gelsin buyursun MYK’da çalışsın. Bunu kurmazsak ve dönem şartı getirmezsek, seçilmiş ve yetkili kurumların sorumluluk paylaşmadığı bir yapı ortaya çıkar. Bir seçim yenilgisi oldu. Tam olarak fatura kimde? Tabiî ki ben MYK’da olan birisi olarak yapılan bütün kararlarda aleyhte görüş belirtsem de netice îtibârıyla sorumluluğumu tabiî ki kabul ediyorum, edeceğim de. Bunun da görüleceği yer her zamanki gibi kurultaydır. Dolayısıyla danışmanlık meselesini birinci sıraya bilerek koydum. Aslında normal koşullarda birinci sıraya gelmesi gereken şey: Dönem koşulu. Dönüp dolaşıp benim geldiğim şey şu: Meselâ ben çok başarılı bir belediye başkanıyım, iki dönem yaptım; başarılıysam örgüt beni zâten ya milletvekili yapar, ya MYK’ya koyar, ya Parti Meclisi’ne koyar. İki dönem sonra başka arkadaşların önünü açalım. Meselâ Eskişehir çok başarılı. Çok çok başarılı. Yani Eskişehir’in sıfırdan yaratılmış bir kent olduğunu düşünüyorum; ama Büyükerşen’den sonraki ikinci adam, kadın kimdir? Yavaş yavaş bunların da görülebileceği bir hayat olması lâzım. Böyle olursa şöyle olacak: Bir partili, X şahsiyetinin yanında durduğu için bir yere gelmekten ziyâde, başarılı olduğu için bir yere geldiği duygusuna sâhip olacak. Başarıyı ve emeği ödüllendirmeyi öğrenirsek çok fazla kişinin de önü açılacak. Şimdi, şöyle oluyor: Uğraşıyor insanlar, çok çabalıyor, gece gündüz ev geziyorlar vs.. Türkiye’de benim anlamadığım bir vekillik tutkusu var. Çok sayıda insan, biraz da îtibârı, statüsü yüzünden vekil olmak istiyor. Ben de diyorum ki, doğal koşullarda, iki dönemden fazla milletvekilliği şöyle bir deformasyona yol açıyor: Artık iletişim kuramıyorsunuz, yoruluyorsunuz. Özel hayâtınız kalmıyor. Eğer milletvekilliği de bir kamu göreviyse, iki dönem yapalım, sonra eğer siyâsî hayâtımızda devam etmek istiyorsak siyâsî hayâtımız, sivil toplumda devam etmek istiyorsak sivil toplum… Başkaları gelsin o kamu görevini yapsın. Zâten demokrasinin tanımında siyâsetçilerin devridâim yapması ve bu şekilde de herkesin siyâsete katılabilmesi gibi bir tanım yok mu? 

Son yaşanan çok acayip bir örnek var, biliyorsun. Ümit Özdağ ile yapılan pazarlıklar… Özdağ önce İçişleri Bakanı demişti, dün açıklamış, Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı sözü de aldığını söylemiş ve Faik Öztrak’a bu sorulduğunda, “Böyle bir şeyden haberim yok” dedi; ama daha sonra gördük ki, o görüşmelerdeki dört kişiden birisi bir gazeteci çıktı ve Kılıçdaroğlu’nun danışmanı olduğu söyleniyor. Şimdi bu çok garip bir durum değil mi? 

Taşkın: Kimin danışmanı olduğunu ben bilmiyorum, bir. İkincisi, yine hissî değil objektif cevap vereceğim. Hemen MYK toplansaydı, “Ya arkadaşlar, ikinci turda milliyetçi oylara ihtiyaç var. Nasıl yapalım?” dense ve bunu konuşsaydık. Sonra MYK’ya denseydi ki: “Arkadaşlar, kayyumlarla ilgili bir madde öneriyor Ümit Özdağ.” Ben zâten orada tepkimi göstermeye çalıştım, “Bu olmaz” diye, mevcut kanallardan. Kayyum meselesi açıldığında hemen dedim ki: “Bu çok ciddî risk barındıran bir sözcüktür ve kısa bir protokolde ne işi var?” Şimdi dolayısıyla MYK orada sürece müdâhil olup hızla karar verseydi, daha sonra yaşanan sıkıntılar olmayacaktı. Dolayısıyla sorunun cevâbı budur. Danışman veya gazeteci değil, hızla MYK’yı toplarsınız. Hatta jammer’ları çalıştırırsınız duyulmasın, dışarıya sızmasın diye. Hızla karar alırsınız. Böylece ne olur? Bir risk almak zorundasın. Seçim zamanları otobüsün önünde koşulan zamanlar, o kadar hızlı karar alman gerekiyor ki, biz de insan evlâdıyız, hatâ yapabiliyoruz; ama kolektif olarak karar aldığımızda şunu diyebileceğiz: “Biz o ittifak görüşmelerini MYK olarak onayladık, A’dan Z’ye her anda müdâhildik” diyebiliriz. Öyle olmayınca daha sonra tartışma yaratıyor tabiî ki, hatâ yapmaya çok açık oluyor. 

Ümit Özdağ çok seviyor, adım adım sürekli bu meseleyi işliyor. Ama meselâ CHP’nin kadrolarının ve seçmeninin önemli bir kısmının hâlâ kabullenmediği ve partinin mekanizmalarının doğrudan sorumlu olmadığı bir olay.

Taşkın: Cevap belli işte. Yapılmaması gereken, anlattığınız süreç. Hızla MYK’yı bilgilendirmek gerekiyordu ve MYK’dan îtirazlar gelecekti kesinlikle. Örneğin ben îtiraz ederdim zâten. Şöyle söyleyeyim: O kadar spesifik bir konunun olması beni çok kuşkulandırmıştı. Yani o kadar spesifik protokol olmaz. Öbür paylaşımları da zâten bilmiyorduk. Bilseydik konuşur, ölçülü bir şey çıkarırdık ortaya ve eğer iki tarafın da ihtiyâcı varsa herkes tâviz verirdi. 

Peki, o seçimi kazanmış olsaydı ve kabinede İçişleri, Millî Eğitim, Kültür ve Millî İstihbârat Teşkîlâtı’nın Zafer Partisi’ne verildiği bir denklem sorun olmaz mıydı?

Taşkın: Hem kendi partimizde ciddî bir gerilim olurdu, hem de ittifak partileriyle gerilim olurdu. Dolayısıyla ben demin söylediğim gibi söylüyorum. Anlık hareketler daha risk barındırır. O zaman MYK’yı hemen devreye sokmak gerekiyor. 

Dün Kemal Kılıçdaroğlu bir grup gazeteciyle sohbet etmiş ve orada, “Halk şoku atlatmaya başladı” diye bir cümlesi var. Senin kişisel gözlemin nedir? Size oy vermiş, sizin kazanmanızı bekleyen seçmenin ruh hâlini, karamsarlığını, hayal kırıklığını… “Bir daha sandığa gitmem” diyenler var. Tedirgin edici boyutta bir taban görüyor musun? 

Taşkın: Görüyorum. Genel başkan moral vermeye çalışıyor olabilir, ama şöyle bir şey var: CHP’ye oy verenlerin hepsi CHP’ye yüzde 100 destek vermeyebiliyor. “Anti Erdoğan” duygu çok kuvvetli, fakat seçmen şunu hissediyor: Hem tabanımız yani parti örgütümüz, hem seçmen kendisinin de somut olarak dikkate alındığını görmek istiyor. Dönemin bir rûhu var. Seçmene biz eğer siyâsî parti olarak, “Temel varoluş nedenimiz belli değerler için mücâdele etmektir ve gerektiğinde kendimizden ferâgat edebiliriz” duygusunu veremezsek olmaz. Hâlâ bekliyorlar ve bence çok da sâkinler. Kırgınlık var, öksüz bırakılmışlık duygusu vardı ilk günlerde. Hepimizde vardı. Ben meselâ mazbata aldım. Yemin töreni vs. hiçbir görüntü paylaşmadım. Biz de travma yaşadık, yenilgi bizi de çok üzdü. Ben Boğaziçi Üniversitesi mezunu olarak Boğaziçi Üniversitesi’nin hızla düzeleceğini umut ediyordum. Tek tek böyle bir sürü örnek verebilirsiniz. Siz medyayla ilgili düşünüyordunuz. “İnsanlar şu anda anti Erdoğan duygusuyla otomatik olarak oy verecek” varsayımına girersek, bize şunu derler: “Ya, siz yine klasik üleşme meselelerine daldınız. Niçin mücâdele ettiğimize dâir bize bir şey sunmadınız” diyebilirler. O zaman bu duyguyu nasıl idâre edeceğiz? Ben kendimce nâçizâne 11 tâne somut öneride bulundum. Bizim kamu görevlisi olduğumuz duygusunu vermemiz lâzım. Bir milletvekiliysen, bir MYK üyesiysen, bir PM üyesiysen… Ben anlamıyorum hakîkaten. Yani belli dönemlerde yaparsın bunu. Sonra başka şeyler yaparsın. Şimdi insanlar artık bu dönem şunu görmek istiyor: “Siyâsîler belli değerler için ve kamu hizmeti için vardır” ilkesini görmek istiyor. Oraya kadar olgunlaştı toplum. “Şimdi biz var olacağız. Siz de bizim gösterdiğimiz çerçeveye göre çalışacaksınız” diyor. 

CHP için çok kullanılan birtakım klişeler var, biliyorsun. “Parti oligarşisi” diye bir lâf var; diğer tarafta “delege ağalığı” diye bir lâf var. Senin önerilerinde aktif üyelik kavramını büyük ölçüde ben öyle okudum. Kökleşmiş delege sistemini kırıcı bir alternatif, bir öneri olarak okudum. 

Taşkın: Yaklaşık 2 bin tâne siyâsî elit var. Onlar genel merkezle belli bir yakınlaşma zarûretiyle bu yapı içerisinde bir yerlere gelmeyi planlıyorlar. Bakın yine şeytanlaştırmadan söylüyorum: Bu yapı böyle, delege yapısı böyle. Diğer partilerde de böyle. Ben diyorum ki, şu üyelik yapısıyla ben genel başkanların seçilmesini doğru bulmam. Sokaktaki bâzı insanlar CHP üyesi olduğunu bilmiyor. Aktif üyeliği kriterlere bağlayalım. Geçen bizim parti örgütümüzün yüzde 90’ı aktif üyelik konusuna iknâ oldu. 

Tek oturumda çok turlu seçim teknik olarak mümkündür. Genel başkan adayı, yüzde 50’yi geçtiğinde genel başkan olacak. PM seçimlerini de doğrudan bölgesel oylamayla yapabiliriz. Örneğin Marmara Bölgesi’nin daha çok PM üyesi olacağı bellidir. Gidelim doğrudan oy verelim. Şimdi delegeliği bu şekilde pasifize ettin mi, aktif üyelik değer kazanmış oluyor. Bir de ben çok ütopik bir şey söylemiyorum ki, sosyal-demokrat partiler genel başkanlarını böyle seçiyorlar zâten. Ben Türkiye’de medyaya da bakınca, akademiye de bakınca, hiç tartışma görmüyorum. Meselâ bir kişi de bana, “Başka partilerde şöyle seçiliyor” diye koysun. Toplum da görsün sol partilerde genel başkanlar nasıl seçiliyor. Biz böyle çok fazla kişiler üzerinden tartışıp hem ideolojiyi hem yapısal dönüşüm ihtiyâcını bypass ediyoruz. Yani 90’ların Türkiye’si 2000’lere kadar böyle değildi. Yani o tartışma ihtiyâcını ben buram buram hissediyorum. Meselâ ben belediye başkanlarının gözünün içine bakarak, “Siz” diyorum, “kamu görevi üstleniyorsunuz, delege olmayıverin” diyorum. Şimdi belediye başkanı delege olmasın. A, B, C… bütün zihniyetlere hizmet etmiyor mu? Ediyor. Belediye başkanı olduğu sürece parti işlerinden uzak dursun — kurultay süreçleri, mahalle delegasyonu anlamında. Parti ideolojisine hizmet edecek elbette. Parti örgütüyle elbette ilişkisi olacak; ama bunun gibi şeyleri hayâta geçirelim ve böylece seçmen desin ki: “Bunlar kendilerini yaşanan çağ uydurdular.” Örneğin seçmenin ekoloji meselelerine duyarlılığı giderek artıyor. Her konuda tepki veriyoruz, ama ana bir stratejimiz olup olmadığı konusu tartışmalı. Nereye kadar, neye izin veriyoruz? Meselâ şunu tartıştıramadık topluma: Bugün bir belediyemiz gidip alternatif enerji üzerinden sistem kuramıyor. O kadar merkeziyetçi bir ülke ki Türkiye, belediyeleri o alana sokmuyorlar. Belediye elektrik üretimine falan giremiyor. İnsanlar da bunları gördüğünde, “Ya, CHP’li belediyeler rüzgâr enerjisi işine girebilse ne kadar iyi olur…” Bizim medya dediğimiz, bize yakın medya dediğimiz medyada da hep kültürel meseleler konuşuluyor. Bu tür şeyler konuşulmuyor. Avrupa’daki sosyal-demokrat partilerde ne olur, ne olur biter, yapısı nasıl, seçimler nasıl, orada MYK nasıl şekilleniyor? Bu tür tartışmalara çok ihtiyaç var. 

“Nasıl olsa Türkiye’de uygulanmaz” diye sanırım.

Taşkın: Bu kadar analiz edilip, bu kadar az bilinen bir yapı nâdir olur. Meselâ kaç tâne doktora tezi var Cumhuriyet Halk Partisi’nin mahalle düzeyindeki yıllardır devam eden seçimlerini analiz eden? Geçenlerde Karabağlar İlçe Kongresi’nde divan başkanıydım. Bir grup 10 farkla kazandı. CHP’de siyâsî rekabet meşrûdur, haktır. Ama siyâsî rekabetten sonra hızla yoldaşlık ilişkilerini kurabilmemiz lâzım. Bâzen o konularda hatâlı davranabiliyoruz. Ama öte yandan binlerce mahallede yarışmaların olması başka hangi partide var? Bu kıymetli şeylerin de akademik çevrelerde çok tartışılmadığını düşünüyorum ben. 

Kılıçdaroğlu ittifâka çok olumlu şeyler söylemiş, ama benim gördüğüm CHP seçmeni, Altılı Masa’nın ve hattâ HDP-Yeşil Sol Parti desteğinin dengelerinin tutturulamadığını düşünüyor ve yenilginin sorumlusunun onlar olduğunu söylüyor.

Taşkın: Ben bugün baktığımda şunu görebiliyorum. Birincisi, Altılı Masa sürecini inanılmaz bürokratize ettik. Senin de geldiğin toplantılar vardı. “Onun canı sıkılmasın. Bu da eksik olmasın” diye işin bürokratik tarafını çok öne çıkardık. İkincisi, çok erken başladı. Üçüncüsü o diğer partilerin küme olarak girmesi gerekiyordu. Biz uğraştık iknâ edemedik ve

târih bunu böyle yazacak, bunu kabul etmemiz lâzım: 40 milletvekili konusu bir hatâydı. Şimdi biz “Doğruydu aslında” diye inat edersek insanlar kırılıyor. O zaman ne yapacağız? “Biz bir strateji kurduk, başarılı olamadı, ama iyi niyetli bir stratejiydi” dememiz lâzım. “Hayır efendim, doğruydu. Çok iyiydi” dersek olmaz. Bizim Cumhuriyet Halk Partisi’nin şöyle olumlu bir tarafı var: İnsanlar kurultayda bunu aklayacak veya hesâbını görecektir. Biz gideceğiz orada, bunun hesâbını vereceğiz. Şimdi ben sâhada gördüm. İzmir’e bakıyorsun, orada partinin emekçisi olup milletvekilliği hayâli kuran insanlar tabiî ki rencîde oldular. Ama enteresan bir şey oldu. İzmir mitingimiz çok görkemliydi ve İzmir örgütü her şeye rağmen çok çalıştı. Sorun ettiği şeyleri çantaya koyup çok çalıştılar seçimde. Ben buna şâhidim gerçekten. Seçim yenilgisi olduğu zaman, “Biz bunu çok benimsememiştik. Bunu niye yaptınız” diyorlar bize. Biz de buna karşı, “Yok canım, olur mu? Doğruydu” dersek olmaz. SPD her seçimden sonra şunu yapıyor. Aşağıdan yukarıya bütün örgüte aynı soruları soruyorlar. “Neyi iyi yaptık, neyi kötü yaptık?” Bir de dost kuruluşlar dediğimiz, STK’lar, barolar, TBB. Onlara soruyorlar. Her seçimden sonra bunu yapıyorlar. Bir sonraki seçim stratejisi o raporlardan çıkıyor. Parti Meclisi’nde bunu öneren arkadaşlarımız oldu. Ben de destek verdim. Bunu yapsaydık, “Evet, şu stratejimiz doğru değildi, yanlışlandı. Keşke şöyle yapsaydık” deseydik. Çok daha rahat olurdu. Ama bunun yeri kurultay olacak tabiî ki.

Bitirirken şunu sormak istiyorum. Sen, CHP içerisinde bir grup, yakın olduğunuz insanlarla beraber bayağı bir gücünüz vardı ve hattâ “Kılıçdaroğlu sonrasının parti yönetiminde etkili olacak bir çevre” olarak bahsedildi. Ama son MYK değişikliğinde orada olduğunu bildiğimiz isimlerin hemen hemen hepsine Kılıçdaroğlu tarafından el çektirildi. Şimdi CHP’de hep söyleniyor: Klikler, farklı farklı eğilimler falan… Şu haliyle bakıldığı zaman, CHP’de egemen olan yaklaşım ne? 

Taşkın: Şöyle söyleyeyim: Cumhuriyet Halk Partisi’nde ideolojik olarak hareket eden belki 1-2 grup tanımlayabiliriz; ama genel olarak maalesef, ideolojinin gerilemesiyle, başka, doğuştan gelen kimliklerin daha ağırlıklı olduğu gruplar da oluşmaya başladı. Benim yanında durduğum arkadaşlarımız ve ben, “Her zaman ideoloji daha birincil planda olmalı” diyenlerdenim. Şimdi benim gördüğüm kadarıyla şu anda mahalle hesaplaşması yine klasik yapılar üzerinden gidiyor. Orada şöyle bir eğilim var, çok açık söyleyeyim: “Genel başkanımızı rencîde etmeyen bir tavırla yeni bir kuşağın önü açılsın” tavrı bence ana akımdır. Ben burada X, Y, Z demeyeceğim. Belli bir gruptan bahsettiğimde onlara yakın duruyor gibi olabilirim. Grupların hepsine bir eleştiri yapacağım. Her zamanki süreçleri veri alıp bakıyorlar bence. Şimdi çok farklı bir yerdeyiz. Şu anda iki ya da üç kurultay önceki refleksler tutmaz. Şu anda, “Şurada şu daha ağırlıklı, burada bu ağırlıklı” diye toplarız. Ama seçmenlerimizin ve toplumun arzularını dikkate almayan bir ağırlık, size seçimlerde çok büyük bedel de ödetebilir. Dolayısıyla çok farklı bir yerdeyiz. “Müesses nizam oluşmasına izin vermeyeceğiz biz artık, kurumlar kuvvetli olacak ve seçilmiş kurulların önü açılacak” diyen ekip kazanabilir. Şu anda ben bunu görmüyorum. Yine aynı refleksler etrâfında siyâset yapılıyor gibi geliyor bana; ama kurultaya doğru farklı bir refleks olur mu, olursa oyumu alırlar. Olmazsa almazlar. Oy verme davranışımızı önerilerine ve başarıya göre endekslersek, performansa göre endekslersek, kişici olmuyoruz. Meselâ genel başkanımızın yanlış anlaşılan bir ifâdesi var. “Sağ-sol öldü” demiyor. 18. yüzyıl anlayışındaki sağ-solu sorguluyor. Bence Trump’a bir bakalım, Erdoğan’a bakalım, Netanyahu’ya bakalım ve “İdeolojiler öldü” lâfını bir daha gözden geçirelim. Sağ popülizm, merkez sağı daha radikalleştirdi. Bizim ideolojik yenilenmemiz gecikiyor. 50 + 1 meselesi yüzünden diğer gruplarla yan yana geldik, eyvallah. İttifak yine zarûrî olabilir, ama biz kimiz? İki cümlemden bir tânesini “O kırılmasın, bu darılmasın” diye yutkunuyorsam. Ya arkadaş, bu ülkede seküler sol cumhuriyetçi demokrat insanlar 21 yıllık iktidarda çok eziyet çektiler, hâlâ onların mağdûriyetleri söz konusu olmuyor. Hep onlar anlayışlı olsun isteniyor. Demokrat tavrı koruyacağız, ama kim olduğumuzu da çok rahat ortaya koyabileceğimiz bir iklimi özlüyorum. Geçen seçimle ilgili bir özeleştiri daha vereyim, çok istedik, yapamadık. Seçimin gündemini tencere yapamadık. 

CHP’nin yoksulluk konusundaki en önemli ismini milletvekili bile seçemediniz: Hacer’i. 

Taşkın: İzmir’de 8. sıradaydı, seçilebilir potadaydı; ama bence Meclis’te olmasında fayda vardı. Şöyle söyleyeyim: Biz aslında 128 milyar meselelerinden başlayarak tencere meselelerini çok kabarttık. Ciddî bir şekilde insanlar döndüler, baktılar bize. Son dönemde, “ittifak bürokrasisi” dediğim şey nedeniyle, çeşitli nedenlerle, biz bu hovardalık yapıp yiyip içip, harcayıp harcayıp hesabı halka fatura eden bu zihniyetin böyle yapacağını biliyorduk, bunu yeterince topluma anlatamadık herhalde. Şimdi gelip, “Ben onlara oy verdim, ama böyle olacağını bilmiyordum” diyenler çıkıyor karşımıza. Demek ki ekonomi gündemini anlaşılır bir şekilde anlatamamışız seçimde. Bana “Rapor yaz” deseler birkaç tâne maddeden biri bu olur diye tahmin ediyorum. 

Çok teşekkürler Yüksel. 

Taşkın: Dilimin döndüğü kadar dürüstçe konuşmaya çalıştım. 

Eyvallah. Sağ ol, ama bayağı büyük bir sorun var ve bu konuda, zaman da özellikle yerel seçimi eksen olarak alacaksak, bayağı zaman da var.

Taşkın: Harekette bereket var. Statik kalarak, bekleyerek olmuyor. Yani sorumluluk sâhipleri ve güç sâhiplerinin belli stratejilerle harekete geçmesiyle aşılabilir bir krizdir bu. 2018 seçimini kaybettik, 2019’da muazzam bir yerel seçim başarısı aldık. Matematik olarak mümkünse görevimiz bunu başarmaktır. Yani ben böyle bakmak durumundayım. 

Konya’yı da alacakmışsınız. 

Taşkın: Erbakan’ın iddialarına gülüp geçerdik. Siyâsette böyle iddiaların olması gerekiyor bence. Erbakan, zamânında “Başbakan olacağım” dediğinde müstehzi tavırlar içine girenler… Böyle iddialar da olması lâzım. “Neden Konya’da sosyal-demokrat yönetim olmasın?” diyebilmek lâzım. O münferit mevzûya girmiyorum, ama bakış açımız böyle olmalı diye düşünüyorum.

CHP İzmir Milletvekili ve Parti Meclisi Üyesi Prof. Yüksel Taşkın’la “CHP nasıl yenilenebilir?” sorusunu masaya yatırdık. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.