Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yarım kalan helalleşme: Kılıçdaroğlu, Sezgin Tanrıkulu’nu neden yalnız bıraktı?

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu hakkında iki ayrı suçtan soruşturma açıldığını duyurdu. Tanrıkulu, katıldığı TV100 yayınında, orduyu eleştirmiş ve “TSK’nın yaptığı her şey eleştiriden azade değil. Biz milletvekiliyiz bunları sorgularız” demişti:

“Bu Türk Silahlı Kuvvetleri değil mi 12 Eylül’de faşist darbeyi yapan? Bu ordu değil mi 15 Temmuz’da darbe girişimi yapan, köyleri yakan… Onlarca faili meçhul cinayet. Benim takip ettiğim davalar var. 15 köylüyü helikopterden atan TSK değil mi? AİHM kararıyla sabit hale gelen…”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin vekili Tanrıkulu’nun sözleriyle ilgili “TSK bizim göz bebeğimizdir” açıklamasını yapmıştı.

Seçim döneminde helalleşme çıkışları ile toplumun büyük bir kesiminin beğenisini toplayan Kılıçdaroğlu, Tanrıkulu’nu neden yalnız bıraktı? Ruşen Çakır’ın analizi.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Cumhuriyet Halk Partisi Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu bir televizyon yayınında Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne yönelik söyledikleri nedeniyle hızlı bir şekilde linçe mâruz kaldı. Orada neler söylediğine bir bakalım:

“Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin yaptığı her şey eleştiriden âzâde değil. Biz milletvekiliyiz, bunları sorgularız. Türk Silâhlı Kuvvetleri değil mi 12 Eylül’de darbe yapan? Bu ordu değil mi 15 Temmuz’da darbe girişimi yapan, köyleri yakan? Benim tâkip ettiğim dâvâlar var. 15 köylüyü helikopterden atan Türk Silâhlı Kuvvetleri değil mi? AİHM karârıyla sâbit hâle gelen” — bu olayı kastediyor. “Biz eleştirel yaklaşırız, soru sorarız, doğru olup olmadığını sorarız. Türk Silâhlı Kuvvetleri üzerinden bu tür şâibelerin kalkması amacıyla bunu sorarız. 40 yılda her şeyi doğru yapsaydı Türkiye bu durumda olmazdı. AİHM karârı orada. 15 tâne köylüyü kim attı? Bu kadar köyü kim yaktı? Daha yeni Roboski/Uludere oldu. Sizler de eleştirel yaklaşamadığınız için Türkiye bu noktaya geldi.”

Şimdi bu sözler Sezgin Tanrıkulu’dan duyulması hiç yadırgatıcı sözler değil. Çünkü Sezgin Tanrıkulu yıllarca avukat olarak Diyarbakır’da hem baro başkanlığı da yapmış, hem İnsan Hakları Derneği temsilciliği de yapmış ve bu türden insan hakları dâvâlarının tâkipçiliğini yapmış ve böylece dikkat çekmiş bir isim. Yıllardır bunu yapıyor ve ben de kendisini yıllardır tanıyan bir gazeteciyim. Bildiğimiz Sezgin Tanrıkulu. Bu sözler de ondan çıktığı zaman hiçbir şekilde şaşırtıcı değil. Ve bu sözlerde de aslında bir şey yok. Çünkü burada bahsettiği hususların hepsi kayda geçmiş hususlar, AİHM kararıyla ya da 12 Eylül Darbesi ya da 15 Temmuz darbe girişimi vs.. Bunları söyledi ve bir saldırıya uğradı. Buna da alıştık artık, bu da şaşırtıcı değil. Sezgin Tanrıkulu da herhalde şaşırmamıştır. Zâten bu tür konular Türkiye’de öteden beri tabu olarak gösterilmek istenir, dokunulması istenmez. Ama birileri –diyelim ki siyâsetçiler, ya da milletvekilleri–, meselâ bir zamanlar Sosyal Demokrat Halkçı Parti milletvekilleri bu konuda çok önemli çıkışlar yapmışlardı ve Türkiye’nin gündemini 1980’lerin sonunda ciddî bir şekilde belirlemişlerdi. İnsan hakları kuruluşları –tabiî ki İHD başta olmak üzere–, barolar, özellikle Güneydoğu’daki barolar bu konuda çok ciddî roller üstlendiler ve birçok usûlsüzlüğün, hak ihlâlinin peşine gittiler ve bunların tescillenmesine de vesîle oldular. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, kimi zaman yerli mahkemelerde de bunlar oldu. İnsan hakları savunucularının, tâkipçilerinin, özellikle avukatların ve siyâsetçilerin yaptığı bir şey bu. Bütün bunu yaparken de tabiî ki sürekli olarak birtakım saldırılara ve eleştirilere mâruz kaldılar. Kimi zaman haklarında soruşturmalar açıldı.

Şimdi Sezgin Tanrıkulu’nun bu sözlerinin ardından çok şaşırtıcı bir şey oldu. Cumhuriyet Halk Partisi Sözcüsü Faik Öztrak, sosyal medya üzerinden bir açıklama yaptı. Şöyle diyor: “Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun milletimizin gözbebeği Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni töhmet altında bırakan ifâdeleri kabul edilemez. Bu konu yetkili organlarımızda görüşülecektir”. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hızlı bir şekilde soruşturma da başlatılmıştı. Sonuçta Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminin de burada kendi milletvekilinin dışında, kendi milletvekiline karşı bir pozisyon aldığını gördük. Zâten ilginçtir, Faik Öztrak’ın açıklamasında Sezgin Tanrıkulu’nun partisi bile belirtilmiyor, yani “Partimiz Diyarbakır Milletvekili” falan denmiyor, “Diyarbakır Milletvekili” diye söyleniyor. Burada şaşırtıcı olan ne? Sezgin Tanrıkulu 2010 yılında CHP’nin genel başkan yardımcısı oldu, 2016’ya kadar bunu sürdürdü. Kemal Kılıçdaroğlu, Sezgin Tanrıkulu’nu partiye dâvet edip ona bu şekilde üstte görev verdiğinde gerçekten bir şaşkınlığa yol açmıştı ve saldırılara da mâruz kalmıştı. O saldırılar günümüze kadar devam etti. Ama Kılıçdaroğlu, Sezgin Tanrıkulu’na hep sâhip çıktı. Çünkü Sezgin Tanrıkulu neden saldırıya uğruyordu? Geçen söylediği sözlere benzeyen sözler söylediği için, bu konuda bir avukat olarak, baro başkanı olarak, İHD yöneticisi olarak, yaptıkları nedeniyle ve bunlardan da hiçbir şekilde geri adım atmaması nedeniyle; ama Kılıçdaroğlu ona sâhip çıktı. 2011’de, 2015’teki iki ayrı seçimde ve 2018’de onun İstanbul’dan milletvekili seçilmesini sağladı, kendi kontenjandan gösterdi ve bütün bunları yaparken de yine parti içerisinden bir grubun ve kendilerini CHP’li olarak tanımlayan bâzı çevrelerin eleştirilerine muhâtap oldu. Şahsen biliyorum, birçok yerde, sosyal medyada, CHP’nin içerisindeki Sezgin Tanrıkulu ve birkaç kişi daha bir tür yabancı madde gibi gösterilmek istendi. Ama Kılıçdaroğlu onlara sâhip çıktı. Ve son seçimde Tanrıkulu Diyarbakır’dan aday oldu. Diyarbakır’dan aday olması önce şaşırttı — acaba CHP yönetimi Sezgin Tanrıkulu’nu harcıyor mu?” diye, ama seçildi. Uzun zamandan beri ilk defa Diyarbakır’dan seçilen tek CHP milletvekili oldu ve tekrar yola devam etti. Birden, ne olduysa bu açıklamasının, bu televizyon yayınında söylediklerinin ardından Faik Öztrak tarafından, nasıl diyelim? Hedef gösterilmişken, partisinin sözcüsü kendisinin yanında durmak bir yana, kendisinin karşısında, kendisine saldıranlarla berâber, “İfâdeleri kabul edilemez. Bu konu yetkili organlarımızla görüşülecektir” dedi. Bugün MYK’da herhalde bu konu görüşülmüştür, görüşülüyordur. Ama burada karar verici organın esas olarak Parti Meclisi olduğunu biliyoruz.

Gerçekten ilginç bir şey yaşanıyor. Burada tabiî ki sorun Faik Öztrak’ın da ötesinde. Kemal Kılıçdaroğlu’na sorulduğunda o da bu konuda gerekli açıklamanın parti sözcüsü tarafından yapıldığını söyledi ve Faik Öztrak’ın sözlerinin arkasında olduğunu beyan etti; bir anlamda onun tâlîmâtıyla yapılmış olduğunu gördük. Açıkçası bunu anlamak mümkün değil diyeceğim, ama anlamak mümkün. Şimdi şunu hatırlayalım: Yaklaşık bir yıl önce, bir yıldan biraz önce Kemal Kılıçdaroğlu Uludere’ye gitti, Roboski Katliamı’nda yakınlarını kaybetmiş âilelerle buluştu. Ve bunu niçin yaptı? Helâlleşme kapsamında yaptı. Kılıçdaroğlu’nun helâlleşme kapsamında yaptığı şeylerin iki ana güzergâhı var, biliyorsunuz. Birisi muhâfazakâr kesime yönelik –özellikle geçmişteki başörtüsü mağdûriyeti– onu temel alan helâlleşme. Yani CHP olarak muhâfazakâr kesimden bir anlamda özür dileme, onlardan helâllik isteme. Bir diğeri de tabiî ki Kürt meselesi bağlamında bir helâlleşme. Bunun en çarpıcı yönü de Roboski’ydi. Roboski’ye Ağustos’ta gitti, orada ne dedi? “Bu acı hâlâ dinmiş değil. Eğer ülkeye adâlet gelecekse bu acının dindirilmesi lâzım. Adâlet olmalı, olay aydınlatılmalı. Ancak olay aydınlatıldıktan sonra helâlleşme olabilir” dedi. Ve çok dikkat çekti — ben şahsen takdir ettim, yaptığım yayınlarda bunu söyledim. Bu kadarı, yani Roboski’ye gidip doğrudan orada âilelerle kucaklaşması, Kılıçdaroğlu’nun helâlleşme çizgisinde samîmî olduğunun bir göstergesiydi. Ya da ben ve birçok kişi böyle gördük. Birileri de tabiî çok bozuldu. Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni töhmet altında bırakılmasından rahatsız olanlar da çok bozuldular Kılıçdaroğlu’na. Roboski, biliyorsunuz, bir katliam ve bu doğrudan şu ya da bu şekilde, çünkü soruşturulmadığı için, aydınlatılmadığı için detaylarını bilmiyoruz ama bir şekilde, doğrudan Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin müdâhil olduğu bir olay. Ve Kılıçdaroğlu da bunu bile bile gidip orada bu olayda mağdur olanların âilelerinin yanında durduğunu söylemişti. Şimdi ne geçti? Bir yılı biraz aşmış zaman. Ne geçti, ne değişti, ne oldu? Bakıyorsunuz, Sezgin Tanrıkulu’nun sözlerinde Roboski lâfı da var. Ama ne oldu? Kılıçdaroğlu da bu sefer Sezgin Tanrıkulu’nu, onca zaman kendisine siper olduğu, kalkan olduğu Sezgin Tanrıkulu’nu, partisine katmanın önemli olduğunu düşündüğü bir şahsı, bir milletvekilini, Diyarbakır’dan seçilmiş olan ve dolayısıyla da artık eskisi gibi İstanbul’dan kontenjanla seçilmenin ötesinde bir yerde duran, meşrûiyetini tescillemiş bir ismi yalnız bıraktı, sâhipsiz bıraktı. Sezgin Tanrıkulu da bir açıklama yaptı ve bu, CHP’nin yaptığı açıklamadan önce yapılmış diye biliyorum. Diyor ki: “Geçmişteki hakîkatler şimdiki siyâsî pozisyonlarınıza göre eğilip bükülemez, değiştirilemez.”

Şimdi burada bir yıl önceki Kılıçdaroğlu’yla bir yıl sonraki Kılıçdaroğlu meselesi var. Bir yıl önce helâlleşme diyen; muhâfazakârların, Kürtler’in ve başkalarının, devletle bir şekilde sorun yaşamış insanların oylarını da almak için, onların gönüllerini kazanmak için helâlleşme diye bir strateji uygulayan –ve bence de doğru yapan– bir Kılıçdaroğlu var. Ama daha sonra yenilginin nedenini esas olarak terör meselesi, terör konusunda, terörle ilişki konusunda iktidar tarafından yaratılan karşı propagandaların etkili olmasına bağlayan bir Kılıçdaroğlu var — anlaşılan o. Ve şimdi bakıyoruz ki bu konulara artık hiçbir şekilde elini sürmeyeceğini gösteriyor. Sezgin Tanrıkulu’nu bir şekilde yalnızlaştırıyor — “yalnızlaştırmaya çalışıyor” diyelim, çünkü CHP’de eminim ki Tanrıkulu’na sâhip çıkan birileri olacaktır, önümüzdeki günlerde bunun daha detaylarını göreceğiz; belki MYK toplantısı, belki Parti Meclisi toplantısı vs. oradan göreceğiz. Anladığım kadarıyla Sezgin Tanrıkulu’nda da geri adım atma falan gibi bir durumu söz konusu değil. Zâten burada geri adım atılacak çok fazla bir şey olduğunu da açıkçası düşünmüyorum. Siyâseten ne yapar? Onu kestirmek tabiî ki mümkün değil.


Burada sonuçta Kılıçdaroğlu’nun bir pozisyon değiştirmesi var. Bunu sürdürecek mi, nasıl yapacak? Açıkçası kestirmek mümkün değil; ama bunun çok doğru bir şey olmadığını söylemek de boynumuzun borcu olsun. Yani bu 12 Eylül’ü, 15 Temmuz’u, birçok şeyi yapan, birçok insan hakları ihlâlinde… Hatırlıyorum, yıllar önce bir televizyon tartışmasında Necmettin Erbakan ve Süleyman Demirel’in olduğu, Erdal İnönü’ydü yanılmıyorsam, başkalarının da olduğu böyle bir tartışmada –eskiden liderler tartışması olurdu–, Necmettin Erbakan, buzda yerlere yatırılan Güneydoğu’daki köylüleri söylemişti. Ve herkes neye uğradığını şaşırmıştı. Demirel olayı soruşturdu vs. vs.. Türkiye, bunları beklenmedik isimlerden, beklenmedik zamanlarda bu tür gerçeklerin, hakîkatların ortaya çıkması yolunda çabalara tanık oldu ve bir yerlere geldiyse böyle geldi. Şimdi bütün bunları yok sayarak, tekrar hiçbir şey olmamış gibi, her şey süt limanmış gibi, hep bir tarafta sâdece kötülerin olduğu bir Türkiye resmetmeye çalışırsak varabileceğimiz yer, hele sosyal demokrat iddialı bir partinin bunu yapabiliyor olması gerçekten garip.


Biliyorum bundan dolayı bana da birileri bir şeyler söyleyecektir, bu da zâten gazetecilik hayâtımız boyunca başımıza çok gelmiş bir şeydir. Her zaman için insan haklarını, evrensel insan haklarını savunmak, hukuk devletini savunmak, temel hak ve özgürlükleri, demokrasiyi savunmaktır bir gazetecinin görevi. Dün de böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacak. Burada şuna dokunmayalım, buna dokunmayalım diye yapılacak olan siyâsetin, gazeteciliğin ya da başka şeylerin kimseye bir hayrı yok, Türkiye’ye zaman kaybettirmekten başka. Kılıçdaroğlu’nun bir yıl içerisinde gelmiş olduğu bu pozisyon değişikliğinin ona nasıl bir yararı olur bilmiyorum, ama Türkiye’ye ve partisine bir yararı olacağını hiçbir şekilde sanmıyorum.


Bu akşam saat 20:00’de, Türkiye’de İslâm düşüncesi denince ilk akla gelen isimlerden Prof. Ahmet Arslan’la bir söyleşimiz olacak. Onu izlemenizi özellikle öneririm. Gerçekten Ahmet Hoca’yı dinlemek her zaman çok iyidir; ben de uzun zamandır kendisiyle konuşamamıştım. Bakalım neler olacak, neler anlatacak, bizi nasıl aydınlatacak? Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.