Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Ölüm kalım dönemecinde cumhuriyet

Standard & Poors Türkiye’nin kredi notu görünümünü “politika değişikliği” nedeniyle negatiften durağana çevirmiş, vursun davullar, çalsın zurnalar. Zaten Mehmet Şimşek de Britanya, Fransa, Fas, Körfez’i kapsayan para arama turuna çıkıyormuş. 

Eş zamanlı olarak,  Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Amor, Yargıtay’ın, AİHM kararına uymayarak (doğrusu “AİHM’nin adını dahi anmayarak” olmalıydı) Gezi Davası kararını onamasını “tam bir felâket” olarak nitelemiş. “İyi niyet açıklamaları, gerçek eylemlerle desteklenmediği sürece boş bir konuşmadan öte gitmiyor. Ne yazık ki son gelişmeler Türkiye’nin AB umutlarını baltalamaya devam ediyor. Bu adım da AB hedefinden uzaklaşma yönünde büyük bir adım” demiş.

Çok değil, çeyrek nesil sonra, yani çeyrek yüzyıl değil on-onbeş yıl içinde geri dönmemek üzere kepengi indirip, kalıcı biçimde alt kümeye düşebiliriz. İç ve dış etkenler açık biçimde bu sakıncayı gösteriyor. Yalnızca, esasen artık ulaşılması mümkün görünmeyen AB üyeliği değil, en azından 19. yüzyıl başlarından beri düşe kalka çabaladığımız “muasır medeniyet seviyesini” yakalama ülküsünde havlu atmak anlamına geliyor. 

İçeride, istibdada (“kara düzen”) tüy diken Yargıtay’ın Gezi Davası kararı ve ona bakarak benzer sonuç beklenen Kobane Davası ile Antalya Film Festivali’nin anayasaya aykırı KHK’lerle işinden, aşından edilenleri konu edindiği “Kanun Hükmü” belgesel filmi “dehşetine” dayanamayarak, apar topar iptali bu durumun en güncel göstergeleri. Cumartesi İnsanları’na AYM kararı hiçe sayılarak her hafta sonu reva görülen ceberrutluk süregiden bir başkası. 25 yıldır süren Pınar Selek davasının yine ertelenmesi cabası. Utangaç biçimde “en güncel” diyerek, sayfalar dolduracak hukuksuzluk, ceberrutluk, anti-demokratlık, cumhuriyet karşıtlığı örneklerini sıralamaktan kaçınmış oluyoruz.   

Dışarıdaysa, dünya hızla fosil yakıtlardan uzaklaşıyor. Önce pandemi, sonra Rusya’nın Ukrayna’yı işgali özellikle gıda ve yeni teknolojiler gerekli yarı-iletkenler üretimiyle, bunların üretimi için gereken lityum gibi madenlerin üretiminde kendi kendine yeterlilik ve Çin-Rusya bağımlılığından kurtarılmış yeni tedarik zincirleri yaratılması süreçleri ivmeleniyor. Quantum bilgisayarları ve yapay zekâ gibi alanlarda da aklımızın sınırlarını zorlayan bir ileri sıçramanın hemen arefesindeyiz. 

Aynı zamanda taş devrine ters takla hazırlığındaki cihatçı islâmcılar Afrika’nın göbeğinde devletsiz bir kara delik yaratmanın eşiğinde olabilir. İslâmcı Beşir’in ardından Sudan üçüncü iç savaşına sürüklenmiş durumda. Komşularımız Suriye ve Irak, bölgemizdeki Lübnan yıkık, bitkisel hayatta devletler. Taliban yönetimindeki Afganistan’ın durumu ortada. Mevlit Kandili kutlamasını hedef alan son intihar saldırısı Pakistan’ın ne halde olduğunu gösteriyor.

İklim felaketi artık iklim afetine dönüştü. Onun katmerlendirdiği geleceksizlik ve umutsuzluk düzensiz göçü artırıyor. Akdeniz’de Lampedusa Adası’nın durumu ve AB’nin MED-9 toplantısı yakıcı gündemi betimliyor. Ayrıca pandeminin ardından ultra-lüks ürünler gibi narkotik ticareti ve onunla bağlı şiddet eylemlerinin patlaması da bir diğer başat sınamayı ortaya koyuyor.   

Bu küresel hengâmede, 33 yıllık ağır çekim yıkıma nezaret edip, kendi ardından 1912’de neredeyse haftalar içinde gerçekleşen Balkan Bozgunu’nun koşullarını hazırlayan II. Abdülhamit’i anımsamak yersiz olmaz. Onu örnek alan Erdoğan, tıpkı II. Abdülhamit gibi, yüksek saray duvarlarının gerisinde kendi iktidarını üçüncü onyılına uzatmayı layıkıyla becerirken, asıl makarası dönen filmi ıskalamayı da başarıyor. Tarih, tahtadaki taşların dağılımını yanlış okuyanları affetmiyor ve onlara ikinci bir şansı asla vermiyor. 

Jeopolitik önemin yani haritadaki konumun ekmeğini yemenin sonu hızla yaklaşıyor. Umurunda olanlar, çocuklarının geleceklerini ülkemizde umursayanlar için gür sesle itiraz, muhalefet için de uyanma vakti. Silkinme için silkelenme, içinde sarsıldığımız türbülanstan çıkmak için zorunlu. Takiyeci, içten pazarlıklı, yüze gülüp sırttan bıçaklayan islâmcılığın panzehiri içe dönük, içe kapanmacı, taşralı ve taşrasalcı bir egemenlikçilik değil. Çözünürlüğü yüksek canlı bir görüntünün, bütünsel bir bakışla izlenerek, tarih şuuru ve gelecek tasavvuruyla, parçalarını birleştirebilmek gerek.

Muasır medeniyet seviyesine ulaşmanın yolu 1922’den 8 sene sonra Venizelos’u Ankara’da ağırlayan, 1912’den yirmi sene sonra Balkan Antantı’nı kuran vizyonerlikten, esasen rasyonaliteye dönüşten geçiyor. Avrupa Konseyi kuruculuğu, NATO üyeliği,  Avrupa Birliği’ne üyelik başvurusu hep aynı organik tarihsel yönelimin yapı taşları. Bugün, kurtuluş ve kuruluştaki 1917-21 Bolşevik Devrimi gibi, Şubat 2022’de başlayan Rusya’nın Ukrayna’yı işgali önümüze son bir fırsat çıkarıyor olabilir. Balkanlar ve Kafkaslardaki uzak akrabaları aile evinin çatısı altına alma eğilimindeki Avrupa’ya o akış içinde yeni bir çıpa atabiliriz.

Cumhuriyetin dinamizmini toplumsal damarlara yeniden aşılayacak gür bir sese gereksinim var. Silkinmemiz için bizi silkeleyecek bir sese. Sütlü kahve veya ıhlamur tadında değil, sağlam bir sade Türk kahvesi tadında bir çıkışa. Sızlanacak, bizim sızlanmamıza aracılık edecek değil, bize yol ve yön gösterecek bir sese. Bizimle diyaloga girecek bir sese. Tarih şuurunu ve ortak gelecek tasavvurunu somut biçimde önümüze koyacak bir sese. Cumhuriyet zemininde vesayetten vesayet beğenmek yapay seçimine zorlanmak için değil, yüzüncü yılında cumhuriyetin rüştünü ispat etmek için.   

Tanıl Bora “Demirel” kitabında aktarıyor: “1839’dan hatta 1808’den beri gelen ‘bu imparatorluğu nasıl kurtarırız’ meselesinin çözümünün, ‘din devletin işlerine, devlet dinin işlerine karışmayacaktır’ çizgisine bulunduğunu anlatır (1997): ‘İşte Cumhuriyet’in temeline konan odur.’ Hatta Demirel’e göre aslına bakılırsa, Fatih Sultan Mehmet’e, -yani Bizans etkisine- kadar geri gidiyordur o çizgini çekilmesi. Şu sözleri bir cumhuriyetçi ‘fundamentalizmin’ ifadesidir: ‘Ben okuyamadım, çocuğum okusun’ diyen kişinin feryadıdır Türkiye’nin dinamizminin altında yatan…”

AKP ve Erdoğan, çoğunluğun desteğini almış bir siyasal hegemonyayı temsil etmiyor. Aksine, bir islâmcılığın totaliterci deli gömleğini cumhuriyete dayatan bir azınlık hegemonyasına yapay meşruluk biçiyor. Özetle, adına fundamentalizm diyelim, köktenci bir azınlığın veya vasatın tasallutu diyelim, karşımızda duran ve uğraşmamız gereken tek adam rejimi değil. Cumhuriyetimizde eksik olan hukuk ve hürriyet. Yoksa Arjantin’den ne farkımız var? Burada da elinde benzinli testeresiyle, kamyonet sırtında bir Milei siyaset sahnesine çıkabilir ve ilgi çekebilirdi. Önce üzerinde durduğumuz zemini, kurumları ihya etmemiz gerek.

İtiraz, isyan değildir. Ama itiraz kitleselleştiğinde, örnekse çoğunluk sığınmacı karşıtı bir tutum benimseyerek, bu tutumu siyasetin ana akımına dönüştürdüğünde, adeta kibir dağları üzerinde gezinen muktedirlerin dizlerin bağlarının nasıl çözüldüğünü gözlemleyebiliyoruz. Geçenlerde bir webinarda Soli Özel, ABD bağlamında, “kültürel hınç” ile “sınıfsal çıkar” karşılaştırmasına değiniyordu. Ş.S. Aydemir de 31 Mart ayaklanmasını aktarırken, “Şuursuz sokak kalabalığı, halk demek değildir. Şuursuz sokak taşkınlıklarının da sosyal heyecan yani şevk ve antuzyazm demek olmadığı gibi” diye yazıyor.

Erdoğan, TEKNOFEST’te konuşurken.

Erdoğan ise İzmir Teknofest’teki konuşmasında gençlere “Sizlere üstat Necip Fazıl’ın şu eşsiz mısralarıyla seslenmek istiyorum: ‘Surda bir gedik açtık / Mukaddes mi mukaddes / Ey kahpe rüzgâr / Artık ne yandan esersen es.” dedi. Cumhurbaşkanı’nın kendi laik cumhuriyetin surlarında gedik açmaktan, cepheleşmeden söz ediyor. Kendi gibi düşünmeyen yurttaşlarına da “kahpe rüzgâr” nitelemesini layık bulabiliyor.

Öyleyse biz de tam karşısına geçip, mızrabımızı onun hamasi üslubuna özenerek gönül tellerine vurabiliriz: “Tuna nehri akmam diyor / Etrafımı yıkmam diyor / Şanı büyük Osman Paşa / Plevne’den çıkmam diyor.” Herhalde artık gerçekten, baskın bir “aciliyet” duygusunun muhalefette veya muhalefetin içinden çıkacak bir liderde güçlü biçimde dışa vurulması, toplumsal itirazın gür bir sesle ve kitlesel olarak dile getirilmesi gerekiyor.

Zira, duymayan kalmasın, o bilindik çanlar Türkiye Cumhuriyeti için gümbür gümbür çalıyor. İslâmcı totalitarizm bataklığının kurutulması ve perondan ayrılmakta olan küresel katarı son vagonundan da olsa yakalayabilmemiz için, yukarıda değinildiği üzere, önümüzde bilemediniz on-on beş yılımız var. Bu pencereyi de alelusul ıskaladığımız takdirde, bir ulus olarak birlikte ileriye doğru bir yolculuk yapmadığımız, ama başıboş gelişigüzel biçimde sürüklendiğimiz ve nihayet öylece durakaldığımız ortaya çıkacak. O zaman da çok geç olacak.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.