Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay kararının ardından adliyedeki bekleyişin öyküsü

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında “hak ihlali” kararı vermesinin ardından gözler 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çevrildi. AYM kararı 25 Ekim’de açıklandı. Bugün 28 Ekim ve 13. Ağır Ceza Mahkemesi hâlâ kararını açıklamadı. Dün (27 Ekim) ise adliyede oldukça ilginç saatler yaşandı. Gece yarısına kadar, tabiri caizse mahkeme heyeti kaçtı, avukatlar ve gazeteciler kovaladı. 

Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) Hatay milletvekili seçilen Can Atalay’ın tahliye ve yargılamanın durdurulması istemi AYM Genel Kurulu’nda görüşüldü. Genel Kurul, Gezi Parkı davasından 18 yıl hapis cezası alan Atalay’ın “seçilme hakkı” ile “kişi hürriyeti ve güvenliği” hakkı yönlerinden hak ihlâli olduğuna karar verdi. AYM kararını 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.

25 Ekim’den bu yana Can Atalay’ın arkadaşları, meslektaşları ve hukukun üstünlüğüne inanan herkesin gözü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde. 

Avukatlar Can Atalay için oturma eyleminde 

Saat 12.00’de adliyeye vardığımda Can Atalay’ın arkadaşları ve meslektaşları adliyenin orta yerinde sessiz bir oturma eylemiyle kararın çıkmasını bekliyordu. Ortamda oldukça umutlu bir hava vardı. TİP’den haber geliyordu. TİP Genel Başkanı Erkan Baş Ankara’da Atalay’ı bekliyor, TİP İstanbul İl Örgütü kararla beraber Silivri’ye doğru yola çıkmayı dört gözle istiyordu.

Bekleyen diğer bir grup da gazetecilerdi. Hem bağımsız hem de iktidara yakın kurumlarda çalışan gazeteciler, avukatlara gelecek karar haberini kaçırmak istemiyordu. Neredeyse yarım saatte bir, avukatlar mahkeme heyetinin odasına gidiyor ve bilgi almaya çalışıyordu. Ancak gün boyunca aldıkları cevap hep aynıydı: “Yeni bir gelişme yok.” Saat 13.00 gibi heyetin namaz ve öğle molasına çıktığı haberi geldi. 

Saatler ilerlerken avukatlar, sosyal medyada kararı beklediklerine dair paylaşım yapıyor, bir yandan da canlı yayınlara ve programlara bağlanarak kamuoyunu bilgilendirmeye çalışıyorlardı. Saatin 15.00’i göstermesiyle umutlu bekleyiş yerini gergin ve endişeli havaya bıraktı. “Can’ı bugün alacağız” cümleleri yerini “Can’ı bugün de mi alamayacağız?” fısıltılarına bırakmıştı. Gerginlik gitgide artarken adliyede mesainin bitmesine yarım saat kala avukatlar ayaklanıp hep birlikte kalemden bilgi almaya gitti. 

Kalemin olduğu yer kısıtlı alan olarak geçiyordu. O bölgeye sadece orada çalışan ve avukatlar kartlarıyla girebiliyordu. Güvenlik oraya girme hakkı olan avukatların kısıtlı alana hep birlikte giremeyeceğini söyleyerek engel oldu. Ancak bir önerisi vardı: Beş-altı avukat girip kalemden bilgi alabilirdi. Avukatlarsa güvenliğin içeri girmelerine engel olamayacağını, böyle bir kısıtlama getirilemeyeceğini söyleyerek içeri girmeme kararı aldı ve alkışlayarak durumu protesto etti. Kısıtlı alanın önüne barikat çekilmesi emri veren güvenlik şefi, avukatların hep birlikte bunun hukuksuz bir uygulama olduğunu dile getirmesi üzerine geri adım attı, barikatı açtırdı. Bir süre daha oturma eylemine devam eden avukatların bir kısmı ile gazeteciler, heyetin ve kalemin olduğu koridorun önünde beklemeye devam etti. 

Adliye içinde gergin bekleyiş

Mesai saatinin bitmesine rağmen kalemin makamından ayrılmaması bizlere “Acaba, karar mı yazdırılıyor kaleme?” diye düşündürdü. Kalemin ya da heyetin adliyeden çıkışını kaçırmamak için olduğumuz yerde adeta nöbete tuttuk. Saat 18.00 civarında kalemden bilgi almaya giden avukatlar, heyetin ve kalemin odasında olmadığını, kalemin odasının ışıklarının sönük ve kapısının kilitli olduğunu gördü. Muhtemelen iç taraftaki asansörleri kullanarak bize görünmeden çıkmışlardı. Bu duruma rağmen avukatlar adliyede biraz daha bekleme kararı alınca gazeteciler de onlarla birlikte bekledi. Alınan karar doğruydu çünkü bir saat sonra kalem makamına geri döndü. Herkes kalemin muhtemelen yemek için dışarı çıkmış olabileceğini düşündü. 

Yalan söyleyen güvenlik şefi “Bana güvenebilirsiniz” dedi

Saat 20.30’u gösterdiğinde bütün gün gazetecilere zorluk çıkaran güvenlik şefi, heyetin de kalemin de gittiğini, kendilerinin de son kontrollerini yaparak gideceklerini söyledi. Güvenlik şefi hem kısıtlı alanın hem de bizlerin beklediği koridorun ışıklarını kapattı. Durumu sorguladığımızda “Bana güvenebilirsiniz, gittiler, onlar gitmese biz nasıl gidebiliriz?” dedi. Ancak kimse güvenlik şefine güvenmedi.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Adliye koridorlarında köşe kapmaca 

Gazetecilerin bir kısmı ve avukatlar beklemek için İstanbul Barosu’nun odasına geçti. Avukatlar umutluydu ve gitmeye niyetleri yoktu. Ancak 10 saatten fazla zaman geçmişti ve insanların üzerinde yorgunluğun ve açlığın getirdiği durgunluğun izleri vardı. Avukatlar neredeyse dakika başı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden kararın gelip gelmediğini kontrol ediyordu. Artık yavaş yavaş adliyeden ayrılma zamanı geliyordu. Avukatlar son kez kalemin olduğu kata bakmaya gittiler. Koridorun ışıkları sönüktü ancak kısıtlı alanda, kalemin olduğu yerin ışıkları yanıyordu ve kalem geri gelmişti. Avukatların edindiği bilgiye göre heyet, kaleme “Bekle” talimatı vermişti. Kalem, daha önce nerede olduğu sorusuna ise “Tuvalete gitmiştim” yanıtını vermişti. 

Tahliye kararı heyet tarafından geciktirildi

Herkes büyük bir şok içerisindeydi. “Avukatlar ve gazeteciler adliyeden gitsin” diye türlü oyunlar çevriliyordu. Işıklar kapatılıyor, kapılar kilitleniyor ve yalanlar söyleniyordu. Öğrendiğimiz bir yeni bilgi daha vardı: AYM, öğle saatlerinde 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne bir yazı daha göndermişti. Yazıda mahkemeden kararını bildirmesi ve yeni yargılamaya ilişkin esas numarasının yazılması istenmişti. Böylece AYM, bir an önce tahliye kararı vermesi için yerel mahkemeyi bir kez daha uyarmıştı. Ancak heyet bu yazıyı sisteme daha yeni girmişti. Yazının saatler sonra sisteme girilmesiyle tahliye kararı geciktirilmişti.

Böylece koridor önündeki bekleyiş yeniden başladı. Hem gazeteciler hem de avukatlar artık yerde, mermerin üzerinde oturuyordu. Bir güvenlik görevlisi bizleri “Boşuna bekliyorsunuz, kalem istediği zaman makamına gelebilir. Bu bir anlam ifade etmiyor” diyerek gitmemiz için ikna etmeye çalıştı. Başka bir güvenlik görevlisi bir süre sonra, “Ne desem inanmayacaksınız, katip yayılmış odasında oturuyor, siz bekliyorsunuz ben de bekliyorum” dedi. 

Saat 22.30’da bir güvenlik, avukatlara kalemin yeniden gittiğini, gelip bakabileceklerini söyledi. Güvenliği bir şekilde ikna ederek biz gazeteciler de kısıtlı alana girip kontrol ettik. Kalem gerçekten yoktu, kapı kilitli ışıklar söndürülmüştü. 

Tekrar baro odasına gidip bir saat daha bekledik. Avukatlar kalemi tekrar tekrar kontrol etti, yeni bir oyun çevriliyor olabilirdi. Ancak kalem yerinde yoktu. Saat gece yarısına yaklaşırken avukatlar adliyeden ayrılmanın zamanının geldiğini söyledi. 

Uzun saatler süren bekleyiş sonuç vermemişti. Heyet vermesi gereken kararı vermeyerek kaçınılmaz sonu yokuşa sürmüştü.