Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı | Gazze: Diplomasi ne işe, nasıl, ne zaman kullanılırsa yarar?

Mümkünü makulde arayarak. Ayakları yere sıkı basarak. Duygulara kapılmayarak. Her inandığını doğru sanmayarak. Acele etmeden seyir süratinde istikrarla ilerleyerek. Bazen az yapmanın çok yapmak demek olduğu bilinciyle davranarak. Tribünlere oynayarak değil işin doğası gereği sessiz ve derinden giderek. Sözünün arkasına koyacağı imkân ve kabiliyetlerin neler olduğunu iyi bilerek.

Yani ağzını açmadan önce aynaya uzun uzun bakarak. Alanı doğru okuyup, demiri tavında döverek, yeri geldiğinde punduna getirerek. Zarafeti hiçbir zaman elden bırakmayarak. Kabadayılığın, külhanbeyliğin, efelenmenin ne diplomaside ne kurmaylıkta yeri olduğunu unutmayarak. Bağırmanın muhatapları ikna etmeye katkısı olamayacağının ayırdında olarak.

Ne ve kim olduğunu akılda tutarak. Tarih şuuru ve gelecek tasavvuruyla hareket ederek. Doğru anda, doğru paydaşları seçerek. Taraf olmanın bertaraf olmak demek değil, çoğu zaman kısıtlayıcı hatta sakatlayıcı olacağını iyi anlayarak. Tarihin doğru tarafında kalarak. Tutarlı, gerçekçi, akılcı, kişilikli, omurgalı bir biçimde kendi ülkesinin ulusal çıkarlarını hep önceleyerek.

Aklınıza yattıysa, bu genelgeçer ölçütlere bakarak diplomasi karnemizi kendiniz veriniz. Yeri gelince mangalda kül bırakmıyoruz oysa. En az 19. yüzyıldan bu yana damıtılarak gelen bir “büyük devlet” hariciye geleneğimiz var. Hızla ileri sarıp günümüze gelirsek de, on yıllık MİT müsteşarlığı/başkanlığı deneyimine sahip, hatta ondan önce de Erdoğan’ın belirli dosyalarda özel temsilcisi gibi görevler üstlenmiş, TİKA’yı yönetmiş bir dışişleri bakanımız.

Ortaya atılan arabuluculuk, garantörlük gibi iri iri iddialar öylece havada asılı kaldı. “Hilâl-Haçlı mücadelesi” gibi akla zarar tanımlamalar dile getirildi. Bugün öyle, yarın böyle konuşuldu. Ve nihayet yanına Mısır’ı, karşısına ABD ile İsrail’i alıp, Hamas’la yürüttüğü pazarlıkla rehine-mahkûm takası ve onunla bağlantılı çatışmaya geçici ara verilmesi uzlaşısını Katar kotardı.

Türkiye tribünlere oynadı, şimdi çıktığı tribünden sahaya kendi el sallıyor. Dışişleri Bakanlığı’nın konuya ilişkin üç cümlelik son açıklaması bu acıklı durumu teslim ediyor. Özetle, “havlu attık, dayılanmaktan da vazgeçtik, zoraki alkışlamakla yetiniyoruz” deniliyor.

Belki minimalist bir yaklaşımla, ayakların geç de olsa suya erdiği düşünülerek, “Allah beterinden saklasın, buna da şükür” yorumu yapılabilir. Ne ki, Sayın Dışişleri Bakanı’nın veya herhangi bir daimi temsilcinin, büyükelçinin ya da sözcünün, başta İngilizce olmak üzere, dünya dillerinden birinde ses getiren, çokça paylaşılan, muhatapları etkileyen bir müdahalesini de göremedik.

Bir örnek olarak Filistin’in BM Cenevre temsilcisi Nada Abu Tarbush’un “viral” olan müdahalesi (bkz. görsel) incelenebilir. Dil, üslup, içerik vb. açılardan dosyaya doğrudan taraf olan bu genç kadının etkileyici profesyonelliğinden dileyen kendine göre mesleki dersler de çıkarabilir. Yahut Filistin’in bile (!) bu düzeyde diplomasi örnekleri vermesine bakarak hayıflanabilir.

Filistin Devleti’nin BM Cenevre Ofisi Temsilcisi Nada Abu Tarbush: “Never again is now.”

Cephe hizmeti görmeden erkân-ı harp olunmuyor. Mesleğe yeni girdiğim dönemde, sıradan bir talimata imza almak için ilk kez müsteşarın karşısına çıkmıştım. Kısa teknik sorulardan sonra Büyükelçi Özdem Sanberk kafasını kaldırıp “neden gönderiyoruz bu talimatı?” diye sorunca, bakakalmıştım. O da paraförün kapağını kapatıp bana uzatmış “Rafet (o zamanki daire başkanım, sonradan Büyükelçi Akgünay) gelsin şekerim” deyip, her zamanki nezaketiyle beni göndermişti –içindense “hıyara bak” diye geçirmişse haklı olacaktı.

Çünkü 30 yıl önce o gün dersimi alıp, ezber ettiğim üzere, en temel soru “Neden?” Neden Türkiye “Filistin davasının” sancaktarlığını üstlensin? Neden Filistin dosyası Ankara için bir “dava” niteliğinde olsun? Neden Filistin dosyası Türkiye’nin dış politikasında ana ekseni oluşturacak denli öncelikli olmak zorunda? Ve ayrıca, dış politikada “dava gütmeye” yer var mı? Filistin, cumhuriyete tarihten kalan bir miras mı?    

“Şayet düşmanın Filistin’i zabtına karşı gelinemezse, bu olayın ne umumi durum için kat’i tesiri, ne de Türkiye için tehlikesi olur” diye yazmış* Enver Paşa, 3 Aralık 1916 tarihinde Alman Yüksek Kumandanlığı’na kendi çektiği telgrafta. Bu, yüz küsur yıl önce taraflarından olduğumuz I. Dünya Savaşı sırasında, bir hayat gailesi sırasında kaleme alınmış. Dolayısıyla bugünkü duruma tabiatiyle birebir uyarlanamaz ama bir fikir vermelidir.

Ş.S. Aydemir ise “Enver Paşa” kitabında** savaşın son döneminde (Şubat-Mart 1918) Filistin cephesinin durumuna ve yöre Araplarının tutumuna ilişkin şöyle yazıyor: “…bilhassa Kudüs’ün kaybından sonra (…) ve Şeria muharebeleri ile onları takibeden ricatlar sırasında (…) İngilizlerle beraber hareket eden Arapların ve hatta Arap şehir ve kasaba halkının saldırıları, mütemadi yol, köprü tahribatı, (…) yokluklar içinde bu bir muharebe değil, bir sürünüş ve eriyiştir.”

Paris’te temsilcileri toplantı halinde gösteren bir gravür (Winfried Baumgart, Der Friede von Paris 1856, Wien 1972, s. 2) Temsilcilerimiz: Sadrazam Mehmed Emin Âlî Paşa ile Paris sefiri ve Reşid Paşa’nın oğlu Mehmed Cemil Bey. (Kaynak: İslâm Ansiklopedisi)

Hakan Fidan, Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı. 11 Kasım’da Riyad’da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı – Arap Ligi Olağanüstü Ortak Zirvesi kararı uyarınca Filistin, Suudi Arabistan, Endonezya, Mısır, Ürdün, Katar ve Nijerya’dan mevkidaşlarıyla “Gazze” gündemiyle 22 Kasım’da Londra ve Paris’e gitti. Ama “gündemin Gazze olmasının” Fidan’ın “kim” olduğu gerçeğini değiştirmemeliydi.

Avrupa Konseyi kurucusu, Avrupa Birliği adayı, NATO müttefiki Türkiye, anılan ülkelerle Londra ve Paris’e gittiğinde, muhataplara aynı zamanda “ben ötekiyim”, “bakın ben sizden değilim” (de) demiş, en azında 1856 Paris Konferansı’ndan (bkz. görsel) beri gelen organik kimliğini, tarihsel yönelimini ve özgül ağırlığını inkâr ve reddetmiş olmuyor mu? Türkiye’nin Londra ve Paris’te ikili görüşeceği, görüşmesi gereken zembil dolusu meselesi yok mu? İş kala kala yalnızca “Gazze gündemine” mi kalmalıydı?  

Kuşkusuz dışişleri bakanlığı, hele Türkiye Cumhuriyeti’nin dışişleri bakanlığı gerçekten hakkının verilmesi çok güç bir makam. Diğerlerini, hizmetlerini küçümsemeden bir yana bırakalım, oradan idam sehpasında çıkarıldığı sandalyeye tekmeyi herhalde tiksintiyle kendi basan Fatin Rüştü Zorlu gibi bir aslan geçmiş. Adı bugün de bakanlığın en büyük toplantı salonunun kapısında yazıyor. Yakın geçmişteyse Mevlüt Çavuşoğlu öyle bir düzeyden çekmiş ki çizgiyi, onun üzerinde kalmak da doğrusu iltifata tabi olacak marifet gerektirmiyor haliyle.

İşin doğası gereği özü olması gereken dışarıya dönük etkinliği bırakıp, içe hesap vermeye de bakılabilir. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nun dışişleri bakanlığı 2024 bütçesi görüşme tutanaklarına göz atıldığında Fidan’ın açıklamalarının ne yazık ki çoğunlukla gelişigüzel kahvehane sohbeti havasında olduğu görülüyor. “Ya…” diye başlayan cümlelere sık rastlanıyor. Tümleşik bir bütün olarak ele alınması gereken AB’ye üyelik konusunda Kavala, Demirtaş gibi davaların “siyasal” olduğunun itirafları var. Adeta yasak savma kabilinden yapılmış, tutarsız konuşmalar bunlar.

Diplomasi bir söz sanatı özünde. O söz sanatı siyahı veya beyazı yeğlemeye değil, grinin tonlarını özenle keşfe yarar. Ve neyi, nasıl, nerede, ne için söylediğinize ve kim olduğunuza bakar. Söylediğiniz kabul görmezse, ne yapabileceğinize de bakar. Bir odanın zeminini cilalarken, köşeye doğru ilerlemek değil kapıya doğru çekilmek de temel kural olsa gerektir. Herhalde ilk sorulacak soru da hep “neden?” olmalıdır. Bu yapılırsa, odanın zeminini cilalamaya girişmekten kaçınmak da bir seçenek olabilir. 

*Kaynak: 15.12.1917 tarihli raporunda alıntılayan dönemin Osmanlı Genelkurmay 2. Başkanı Bronsart Von Schellendorf. Raporun yayınlandığı kitap Akdes Nimet Kural, “Birinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye’de Bulunan Alman Generallerinin Raporları”, 1966, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü.

**Kaynak: Şevket Süreyya Aydemir, “Enver Paşa”, 3 cilt, 1979, Remzi Kitabevi.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.