Amerikan aşırı sağı, tezlerini Rusya’ya nasıl ihraç etti?

“Ahlâkçı Enternasyonal. Küresel Kültür Savaşlarında Rusya (The Moralist International. Russia in the Global Culture Wars, New York, Fordham University Press, 2022)” kitabında iki sosyolog, Kristina Stoeckl ile Dmitry Uzlaner, Moskova’da icraatına başlanmış olan ve kısa süre önce her türden “LGBTİ+” hareketini yasaklayan muhâfazakâr devrimin kökeninin 1990’lı yıllarda ABD’deki geleneksel âile savunucularında bulunduğunu gösteriyorlar. Maya Kandel’in kitabın yazarlarından Kristina Stoeckl ile Mediapart için yaptığı söyleşiyi Haldun Bayrı çevirdi.

“Gizli” olarak sınıflandırılan ve savunma yapılmaksızın kapalı oturumda görülen bir dâvâda, Rusya Yüksek Mahkemesi 30 Kasım’da, “Uluslararası LGBT hareketinin ve şûbelerinin aşırılıkçı kabul edilmesi”ni ve “Rusya Federasyonu topraklarındaki faaliyetlerinin yasaklanması”nı buyurdu; böylelikle ülkede haklarını savunan eşcinsellere ve militanlara adlî soruşturma ve hapis cezâsı yolunu açtı. Rus Ortodoks Kilisesi’nin sözcüsü Vahtang Kişidze bu yasağı, “ahlâkı savunmanın bir biçimi” olarak selâmladı.Bu karar, Rusya’da kadınların gebelik önleme ve kürtaj erişimine, hattâ kadınların çalışmasına getirilen git gide önemli kısıtlamaların peşinden geliyor. Özel kliniklerdeki kürtajların düpedüz yasaklanması artık hayli yol katetti. Kürtaja tanınan federal hakkın ABD Yüksek Mahkemesi tarafından reddedilmesinden on sekiz ay sonra ve trans kimliği Amerikan aşırı sağının saplantılı hedefi hâline gelmişken…

İlk kez bir kitap, tam da Kremlin’in söylemiyle Amerikan (ve Avrupa) aşırı sağının söylemlerinin geleneksel değerler, âile, kürtaj, “Batı’nın gerilemesi” konularındaki benzerliğinin kökenlerini ve nedenlerini anlatıyor.

© Fotoğraf: Simon Toupet / Mediapart ve AFP

İki sosyolog, Kristina Stoeckl ve Dmitry Uzlaner, “Ahlâkçı Enternasyonal. Küresel Kültür Savaşlarında Rusya” (The Moralist International. Russia in the Global Culture Wars, New York, Fordham University Press, 2022) kitabında Amerikan Hıristiyan sağı ile Ortodoks Kilisesi arasındaki bağların Sovyetler Birliği’nin sonuna dayandığını ispatlıyorlar. Bu çalışmada, önce ufak bir Amerikalı ve Rus akademisyenler çemberinde, sonra da Rus Ortodoks Kilisesi’nin bağrında bu ortak anlatının soyağacı tasvir ediliyor — iki taraf da nüfus azalması saplantısıyla harekete geçiyor.

Bu öykü, 2011-2012’de Rusya’daki gösterilerden sonra, Vladimir Putin’in başkanlığa dönüşü esnâsında Kremlin’in resmî doktrini hâline gelir. ABD Hıristiyan sağının geliştirdiği bir mevzûnun nasıl Ortodoks Kilisesi’nin ve Rusya’nın, sonunda da küresel aşırı sağın resmî doktrini hâline geldiği açıklanıyor kitapta. Bu bağların kökenini bulmak için, Dünya Âile Zirveleri’nin doğduğu 1990’lı yıllara dönmek gerekiyor. WCF, daha sonra Dünya Âile Kongresi (WCF, World Congress of Families) hâline gelen muhâfazakâr bir think tank’in, Howard Center for Family, Religion and Society’nin içinde yer alan bir Amerikan örgütlenmesi.

Geleneksel âilenin savunulması

Dünya Âile Zirveleri’nin fikri, Amerikan Hıristiyan sağının militanı bir akademisyen olan ve Reagan tarafından Ulusal Çocuk Komisyonu’na atanan Allan Carlson’ın 1995’te, o dönemde her ikisi de Moskova Lomossonov Üniversitesi’nde profesör olan Rus sosyologları Anatoly Antonov ve Viktor Medkov’la Moskova’daki bir toplantılarında doğar.

ABD’de, Allan Carlson 1960-1970 yıllarındaki evrime karşı, özellikle de Yüksek Mahkeme’nin kürtajı federal bir hak hâline getiren “Roe v. Wade” karârına karşı Hıristiyan sağın başlattığı saldırıda uzun süredir faaldir. Amerikalı Hıristiyan eylemciler, geleneksel âilenin savunulmasını amaçlayan, kürtaj karşıtı, homofobik ve artık transfobik de olan hareketlerini uluslararası kılmak istiyorlardır.

Dolayısıyla WCF’nin daha doğuşunda Rusya ve Ortodoks Kilisesi’yle bağları vardır; komünizm laik olduğu için SSCB’nin ortadan kalkmasıyla Kilise yeniden doğmuştur. WCF farklı ülkelerde bir nüfuz şebekesi oluşturarak, dünyadaki kürtaj karşıtı, daha sonra da LGBTQ karşıtı güçler için temas noktası hizmeti görür; 1990’lı yıllarda, Müslüman örgütlenmeler de burada faal bir rol oynamaktaydı, fakat 11 Eylül 2001 saldırıları buna son vermiştir.

Bu grup 1990’lı yıllardan beri dünyada yıllık konferanslar düzenleyerek, esas olarak federatör bir organizma gibi işlemektedir. Bu konferanslar sırasında ortaya atılan fikirler aynı zamanda Avrupa, ABD ve Rusya’daki –Aleksandr Dugin’den Steve Bannon’a ve Alain de Benoist’dan beyazların üstünlüğünü savunan ve alt-right teriminin (alternatif sağın kısaltması) yaratıcısı olan Richard Spencer’e– aşırı sağ ideologlarının ve siyâsetçilerinin fikirleridir.

Mediapart: Cumhuriyetçi Parti’nin Putin’e olan düşkünlüğü ve Amerikan aşırı sağı ile Kremlin’in anlatılarının yakınlaşması üzerine çok sık sorular geliyor bana. Siz sosyologsunuz ve Ortodoks Kilisesi uzmanısınız: Kilise’nin söylemindeki Amerikan Hıristiyan köklerle ilgilenmenize sebep olan nedir?

Kristina Stoeckl: Bu konuya Rus Ortodoks Kilisesi’nin bağrındaki insan hakları tartışması üzerine çalışırken, bir din sosyoloğu olarak yaklaştım. 2014’te, Sovyetler Birliği’nin sonundan beri Ortodoks Kilisesi’ndeki insan hakları doktrininin evrimi üzerine bir kitap yayımlamıştım.

Kilise’nin bir doktrin ortaya atmakla yetinmeyip, Batı’daki Hıristiyan sağ aktörlerle aynı taktikleri kullanarak, insan hakları eksenli bir dille geleneksel değerleri teşvik ederek bunu uygulamaya soktuğunu fark ettim. Son yirmi yıl boyunca, yeni bir şey olduğunu gözlemledim: Ortodoks Kilisesi, büyük kısmını Amerikan Hıristiyan söyleminden kesip yapıştırarak bir söylem geliştirmişti.

Dolayısıyla bu hâdisenin köklerini, nasıl ve niçin vuku bulduğunu anlamaya çabaladım. 1990’lı yılların başından beri bu farklı aktörler arasında bir diyalog olduğunun, görüşmeler yapıldığının, kitaplar çevrildiğinin farkına vardım… Birisi bana Dünya Âile Zirveleri’nden (WCF) bahsetti.

Mantıkî bir başlangıç noktasıydı bu; zîra 2010’lu yılların başında, Ortodoks Kilisesi’nin bir kurumu, Patrikhâne Âile Komisyonu, WCF ile çalışmaktaydı. Oysa bu bir muammâydı, zîra aynı anda Rusya, Rusların yabancı STK’larla çalışmasını zorlaştıran, yabancı ajanlar üzerine bir yasa çıkarmıştı [2012’de – Fr.Ed.N.]; ama bu yasa WCF’yi rahat bırakıyordu. Kaldı ki 2014’teki WCF Zirvesi Moskova’da yapıldı.

Bu zirveler her yıl toplanıyor: 2015’te ABD’de Salt Lake City’de oldu; 2016’da Gürcistan’da, 2017’de Victor Orban’ın başkanlık ettiği Macaristan’da, 2018’de Moldova’da… Kitabı birlikte yazdığım Dmitry Uzlaner’le bu konferanslara gittik. İlki bir vahiy gibi oldu: Aralarındaki etkileşim, fikirlerin yayılması, referans alışverişleri görülebiliyordu. Dört zirveye katıldık: Hepsi birbirine benzemektedir, aynı kişiler aynı mesajları verir, hakîkî bir tartışma olmaz.

Kitabınızda, bu ahlâkçı enternasyonalin referanslarından biri olan sosyolog Pitirim Sorokin’in adını zikrediyorsunuz. Onun izlediği güzergâh ve oynadığı rol nedir?

Katıldığım ilk Âile Zirvesi’yle birlikte Sorokin adı belirdi. Öyküsü ilginçtir: 19. yüzyılın sonunda Rusya’da doğmuş bir sosyologdur, Bolşevik Devrimi esnâsında hapse atılmıştır, 1920’li yılların başında Rusya’dan kaçıp ABD’ye yerleşir. Sosyoloji bölümünü kurduğu Harvard’da profesör olur. 1956’da, “Amerikan Cinsel Devrimi”ni (The American Sex Revolution, 1956, Boston : Porter Sargent Publishers) yazar. Bu kitap bir skandala yol açmış olmalı; çünkü onun tezine göre ABD ile komünist Rusya aynı yolun yolcusudur; örf ve âdetlerin ve kadının toplumdaki yerinin geçirdiği evrim nedeniyle esâsen Batı’nın gerilemesidir bu.

Sorokin Amerikan Hıristiyan sağı için bir referans hâline gelir ve 1965’te Evanjelist Billy Graham tarafından zikredilir. Rusya’da ise ölümünden sonra, Sovyetler Birliği’nin bitişinden sonra yeniden keşfedilir.


1991’den sonra, çok sayıda Amerikan misyoner grubu tebliğde bulunmak için Rusya’ya gittiler.

Kristina Stoeckl

Sorokin bizim hikâyemizde önemli bir rol oynar, zîra onun “Rusya’ya dönüş”ü Dünya Âile Zirveleri’nin kökenini de aydınlatmaktadır. Rus akademisyen Anatoly Antonov’un tez yöneticisi olan zat, Sorokin’i tanıyordur; Antonov, Sorokin’le berâber kitap yazmış birine yakın olan Allan Carlson’la temâsa geçmiştir. Carlson ile Antonov 1995’te Moskova’da görüşür ve birlikte World Congress Families’i kurmaya karar verirler.

Dolayısıyla akademik bir soyağacı söz konusudur ve toplumun geçirdiği evrimler üzerine akademik görüş alışverişinde bulunulan bir forum gibi başlar. Ortak bir başlangıç noktası vardır: Nüfûsun azalması endîşesi. Antonov bir nüfusbilimciydi; Carlson ise âile üzerine çalışan bir sosyologdu. Rus tarafında, Antonov 1980’li yıllarla birlikte Rusya’daki nüfus azalması, bunun yanında da perestroyka sırasında çok güçlü hissettiği ahlâkî krizle ilgili büyük endîşesini ifâde eder.

Ortodoks Kilisesi bu gruplar ve düşüncelerle nasıl bir araya gelmiş?

Ortodoks Kilisesi bu konuda kendini 1990’lı yıllarda gösterdi. 1991’den sonra çok sayıda Amerikalı misyoner grubunun (Metodistler, Baptistler/Vaftizciler, Evanjelistler, vb.) tebliğde bulunmak için Rusya’ya gittiğini hatırlatmak gerek: İyi belgelenmiş bir konudur bu. Ortodoks Kilisesi memnun değildi, bu alanı doldurma karârı alarak buna karşı savaş açtı. 1997’de, Rus Devleti’nden yabancı misyonlara yasak getirmesini kopardı.

Ama bizim bu kitapta gösterdiğimiz, geleneksel değerler üzerine Amerikan mesajının misyonların gidişinden sonra da devam ettiğidir. Kürtaja karşı mücâdele için kurulan ve Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olan en eski Rus STK’sının kurucusuyla bir görüşmemizi hatırlıyorum. Şöyle diyordu: “Genç bir papazdım, muhtemelen elektronik bir adresi olan ilk papazdım; bir metin ve cenin fotoğrafları içeren bir mesaj aldım. Çok iyi ve çok etkileyiciydi bu.”


Bir an geldi, diplomatlar, Kilise, FSB ve Kremlin, muhâfazakârlarla ilericiler arasındaki bölünmenin Batı’daki esas bölünme olduğuna ve bunu istismar etmenin işe yarayacağına karar verdiler.

Kristina Stoeckl

Ortodoks Kilisesi kürtaj konusunu ele aldı [hatırlatmak gerekirse, Sovyetler Birliği 1920’de kadın-erkek eşitliğini savunmak için kürtajı dünyada yasallaştıran ilk ülke olmuştu; daha sonra Stalin tarafından yasaklanan kürtaj 1955’te yeniden yasallaştı – Fr.Ed.N.]. Dinin cinsel ve âilevî sorunlarla uğraşması gerektiği fikri başlangıçta Protestan ve Katolik bir fikirdi. Ortodoks Kilisesi ise manastır yaşamını eksen alır; âile yaşamı selâmetin yolu değildir, sâdece bir üreme meselesidir. Âileye yapılan vurgu çok Protestanlara (ve Katoliklere) özgüdür; Ortodoks ilâhiyatında ise biraz sıradışıdır.

Rusya’daki geleneksel değerler üzerine söylemin ve bunun Amerikan Hıristiyan sağındaki âile yanlısı programı yeniden ele almış olmasının iki kökeni, bir yanda nüfus azalması paniğidir, diğer yanda ise komünizmin yıkılmasından sonra meydana gelen mânevî ve siyâsî bir boşluğu doldurma derdindeki özgürlükçülük aleyhtârı muhâfazakâr bir dünya görüşüdür.

Vladimir Putin ülke içi nedenlerle bu programı ve bu dünya görüşünü kullanmaya ne zaman başlar?

Putin’in ilk iki başkanlık döneminde [2000’den 2008’e – Fr.Ed.N.] din gündemde değildir. Sonra, Medvedev’in başkanlığı sırasında [2008-2012 – Fr.Ed.N.] Avrupa kurumlarına yatırım yönünde bir çaba hâlâ vardır. Rusya Avrupa Konseyi’ne üyedir ve Ortodoks Kilisesi bundan hiç memnun değildir.

Sonra Putin, 2011’deki büyük gösterilerin akabinde 2012’de yeniden başkanlığa gelir ve o zaman din ile Kilise, Patrik’in de kabul etmesiyle Devlet’in bir denetleme aracı hâline gelir.

Başından îtibâren bir uluslararası boyutu var mıydı bunun?

Geleneksel değerler ajandasının içerideki (Rusya’daki) hedefi denetimdir (baskıya izin verir); uluslararası hedef ise Batı’daki kamusal tartışmada kutuplaşma yaratmaktır. Bunun tam kaynağını belirlemek zordur; ama bir ânın gelip, diplomatların, Kilise’nin, FSB’nin ve Kremlin’in, muhâfazakârlarla ilericiler arasındaki bölünmenin Batı’daki esas bölünme olduğuna ve bunu istismar etmenin işe yarayacağına karar verdikleri açıktır.


Avrupa’da aşırı sağın Hıristiyanlaştığı gözlemlenebiliyor.

Kristina Stoeckl

Kilise için 2006 ile 2008 arasında başlar bu; 2010’dan îtibâren ise işleme konur, zîra önlemler alır ve bildirgeler yayınlarlar. Batı’nın kürtaj, âile, toplumsal cinsiyet, LGBTQ hakları gibi meselelerde bölünmüş olduğu fikri zâten vardır… Kilise de bu yoldan yürür.

Ruslar esas olarak ABD’yi gözlemlerler. Bu ahlâkî bölünmeye yönelirler, çünkü ABD onlarda bir saplantıdır. Üstelik, Amerikan Hıristiyan sağının Amerikan toplumundaki kavgayı kaybettiğini düşündüğü Obama yıllarıdır bunlar.

Rusya’nın sâdece ABD’yle ilgilendiğini söylüyorsunuz. Ama anlatıların bu yüzleşmesinde Avrupa basit bir oyun sâhasından fazlası değil mi?

Avrupa’da aşırı sağın hıristiyanlaştığı gözlemlenebiliyor. Avrupa’daki çok sayıda aşırı sağcı parti özel olarak Hıristiyan değillerdi. Meselâ Avusturya’daki FPÖ, eski Naziler, din karşıtıydılar hattâ. Bossi’nin Kuzey Legası pagandı. Avrupa’daki popülist sağ esâsen İslâm’a karşıtlık sebebiyle hıristiyanlaştı.

Ama daha sonra, geleneksel Hıristiyan değerlerinin savunulması üzerinden o “ikinci katman” ortaya çıktı. Rusya ise orada önemli bir rol oynamaya başladı. Ortodoks Kilisesi’nin çalışmalarının da bir etkisi oldu. 2006’da, Viyana’da “Avrupa’ya bir ruh vermek” konulu büyük bir konferans düzenlemişti. O dönemde, geleneksel Hıristiyan değerlerinin önemi üzerinde ısrar eden Papa XVI. Benedictus’la Katolik Kilisesi de bu cephede etkiliydi. Hattâ Ortodoks ve Katolik kiliseleri arasında yeni bir Kutsal İttifak bile söz konusu olmuştu.

Avrupa’da yükselişe geçen bu muhâfazakârlık ve git gide Hıristiyan bir içerikle birleşen sağcı politikalar bağlamında, Rusya bir yönlendirme merkezi hâline gelir: Avusturya’daki sağ partiler için, İtalyanlar ve Salvini’nin Lega’sı için, kısa süre sonra Trump’a danışmanlık yapacak olan Bannon için. Bunun Fransa’da laiklik ilkesine uyan Marine Le Pen ve Ulusal Birlik’le aynı şekilde işlemediğini kaydetmek ilginçtir.

Ama yeğeni Marion Maréchal-Le Pen ile çok iyi işliyor.

Doğru. Aslında Rusya, önce ABD’deki kültür savaşlarını ithal etti, sonra da bunları Avrupa’ya ihraç etti. Anlaşılması gereken hareket budur. Avrupa 1990-2000 yıllarında bu kadar kutuplaşmış değildi. Kültür savaşları ABD’den ithal edildi. Bugün Avrupa’da iyiden iyiye yerleşti, ama ilk başta böyle değildi.

Ukrayna’daki savaşın bu konuda bir etkisi var mı?

Rusya Şubat 2022’de Ukrayna’yı istîlâ ettiğinde, bu işin bittiğini, ahlâkçı enternasyonaldeki Rusya liderliğinin son bulduğunu düşündüm. Bugün bundan o kadar emin değilim artık. Kuşkusuz Rusya Batı’daki bu yatırımlarından daha fazla getiri beklemekteydi, meselâ bâzı ülkelerin karşı çıkması sâyesinde AB yaptırımlarından kurtulacağını ummaktaydı. Ama öyle olmadı.

Putin hatâlar da yaptı. Meselâ İtalya’da Kremlin her şeyi Salvini’nin üzerine oynadı, Meloni’ye inanmıyordu. İktidâra Salvini gelmiş olsaydı İtalya farklı tavır alabilirdi. Orbán’la ise işe yaradı bu. Ama diğer ülkelerdeki seçimlerin nasıl geçeceğini de görmeliyiz. Rusya küresel kültür savaşlarındaki yatırımlarını sürdürecektir.


Ukrayna’daki savaşla birlikte, Kremlin geleneksel değerler üzerine söylemini kelimenin tam anlamıyla askerîleştirdi.

Kristina Stoeckl

Benim araştırmış olduğum, Dünya Âile Zirveleri ve diğer gruplara (CitizenGoHomeschooling Network) dönersek, Rusya’yla bağlarının kopmuş olduğu izlenimindeyim. Meselâ web sitelerinin Rusça versiyonlarını kaldırdılar, idâre heyetlerinde Ruslara referansları kaldırdılar. Muhtemelen Ukrayna’daki savaşla aralarında bağ kurulmasından korktukları için Rusya’yla bağları daha az görünürleşti.

Kitabı neredeyse Rusya’nın Ukrayna’yı tamâmen istîlâ etmeye başlamasıyla aynı anda bitirdik. Bu yüzden kapağına bir tank resmi koyduk: Bu savaşla birlikte, Kremlin geleneksel değerler üzerine söylemini kelimenin tam anlamıyla askerîleştirdi. Putin’in sâdık destekçisi Moskova Patriği Kirill’in söyleminde de görülüyor bu. Mart 2022’de, Donbass AB’nin elinden kurtarılmadığı takdirde “gay pride’lar düzenlemek zorunda kalacakları”nı söylüyordu (bu konuşmanın Fransızca çevirisi için bkz: Le Grand Continent). Bu saçma akıl yürütme, Ortodoks Kilisesi ile Kremlin’in Ukrayna’daki savaşı nasıl bir kültür savaşı gibi gördüğünü iyi göstermektedir. Rusya’yı destekleyenlerin bunu ahlâkçı enternasyonalin lideri Rusya olduğu için değil Amerikan karşıtlıkları yüzünden yaptığı Avrupa’da bu söylemin tutmadığı izlenimindeyim. Ama Batı dışı dünyada bu kültür savaşının önü açık görünüyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.