Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Biden, Netanyahu’ya desteğini sürdürecek mi? Trump’ın davaları & Zelenskiy ABD’de

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden, İsrail’in Gazze’yi sivil-militan ayrımı gözetmeden bombalaması nedeniyle küresel desteği kaybetmeye başladığını söyledi. Biden’ın bu açıklamaları, İsrail yönetimine karşı 7 Ekim’den bu yana yapılan en güçlü eleştiri olarak kayda geçti.

Kasım 2024 seçimleri yaklaşıyor. Herkesin merak ettiği soru şu: Eski ABD Başkanı Donald Trump geri dönecek mi? Trump’ın yargı ile yaşadığı sorunlar başkanlığına engel olabilir mi? Anketlerde son durum ne?

Ukrayna lideri Volodimir Zelenskiy dün akşam ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmeden önce Kongre’de bazı siyasetçiler ile bir araya geldi. Biden ve Zelenskiy, Ukrayna için 61 milyar dolarlık yardım paketini değerlendirdi. Biden, Cumhuriyetçilerin bu paketi onaylamayarak Putin’e “Noel hediyesi” olacağını söyledi. Zelenskiy ise ABD ve müttefiklerine Ukrayna’yı destekledikleri için teşekkür etti, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı olan savaşı kazanabileceğini belirtti.

Ruşen Çakır ve Gönül Tol Transatlantik’te değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız ve Gönül Tol ile dünyanın meselelerini konuşacağız. Gönül, merhaba.

Gönül Tol: Merhaba Ruşen.

Geçen hafta yapamadık. Ömer’in okulla ilgili bir önemli işi vardı. Senin çok daha önemli bir işin vardı. Ortadoğu Enstitüsü’nün yıllık Türkiye toplantısını organize ettin. Bu kaçıncı bilmiyorum. Ben bir iki tânesine katılmıştım değişik zamanlarda, ama yıllardır düzenliyorsun bunu herhalde. Oradan Prof. Ali Yaycıoğlu’yla sohbet etme imkânım oldu. Katılımcılardanmış. Çok beğenmiş, çok takdir etmiş, ediyor. Ne oldu, ne konuştunuz? Kısaca bir anlatsana izleyicilere. Amerikalıların özellikle Türkiye’ye ilgisi hâlâ var mı? Neleri daha çok merak ediyorlar? Hangi toplantılar daha fazla ilgi gördü?

Gönül Tol: Ruşen, evet 12’ncisini yaptık. Yani 12 yıldır yapıyoruz bu konferansı ve Washington’daki en büyük Türkiye etkinliği hâline geldi bu 12 yıl içerisinde. 400 kişi katıldı. Bu tam günlük bir toplantı. Sabah başlıyor. 3 tâne panel vardı ve gün boyunca bütün panellere katılan kişi sayısı 400 kişiydi. Tabiî bu Washington standartlarında çok önemli bir rakam ve Türkiye’ye ilginin hâlâ her şeye rağmen –ki seçimlerden sonra bir şey olmuştu aslında, Türkiye’ye ilginin azaldığını görmüştük; yani “Hiçbir şey değişmiyor ülkede” algısı yoğundu– fakat benim konferansımda bunun böyle olmadığını da anlamış olduk. Genel olarak tabiî 100. yıl temasını işledik. İlk panelimiz kimlik paneliydi. Yani, “Bir Türk millî kimliği var mı? Var ise bu 100 yıl içerisinde nasıl değişti?” konusunu izledik. Ali Yaycıoğlu o paneldeydi. Antropolog Jenny White ile bir paneli paylaştı. İkinci panelde, iç siyâset panelinde, “Bu noktaya nasıl geldik?” sorusunu irdeledik. Yani Türkiye aslında hiçbir zaman mükemmel bir demokrasi olmadı; fakat Erdoğan liberal bir demokrasiyi alıp bir otokrasiye çevirdi ve bugün, kurumların olmadığı, gücün tek elde toplandığı, medyanın yargının vs.’nin bağımsız olmadığı bambaşka bir rejime evrildik ve “Bu noktaya nasıl geldik?” sorusunu irdeledik. Bu soruyu irdelerken panelde hem meseleye ideolojik açıdan bakark, yani “İslâmcılık bu evrilmede ne rol oynadı? Kemalizm nasıl bir rol oynadı?” sorusunu sorduk. Ben modere ettim o paneli. Ama şey de vardı, meselâ Can Candan gibi isimler de vardı Boğaziçi Üniversite’sinden. Ona da hani, “Sizin çalıştığınız alanda, sanatta, kültürde, akademide sizin artık alarm çanlarının çaldığını hissettiğiniz an ne zamandı Erdoğan rejimi altında?” bu tür soruları sordum. Ekonomiyi irdeledik; “Ekonomide atılan adımlar, 90’larda yapılan hatâlar nasıl Erdoğan’ın yolunu açtı, otokrasinin yolunu açtı?” Ve son olarak da dış politika panelimiz vardı. Dış politika panelinde de yine çok değerli panelistler vardı. Emekli Büyükelçi Şafak Göktürk vardı, Prof. Dr. Evren Balta vardı. Alan Makovsky vardı. Alan Makovsky vaktiyle Amerikan Kongresi’nde çalışmış, şu anda da bir think tank de Türkiye’yi tâkip eden önemli isimlerden bir tânesi. Sevgili Alper Coşkun, o da eski diplomat. O modere etti. Orada da dış politika panelinde de şunu konuştuk: “Dış politika yapımı nasıl evrildi? Bakanlık nasıl bir rol oynuyordu dış politika yapımında ve Erdoğan’la birlikte bu rol nasıl değişti?” Ve ben kendi adıma entelektüel olarak çok doyurucu buldum bütün panelleri ve aldığımız geri bildirimlerde de pek çok insandan mesaj aldık, tebrik aldık. Çok takdir gören bir toplantı oldu. 

Evet, tekrar tebrik ederim. Zor bir iş. Daha önce tanık olduğum için biliyorum. O kalabalığı orada tutmak ve onların meraklarını gidermek, bir de farklı görüşleri verebilmek. Yoksa tek standart değil; birbiriyle tartışan paneller yapmak. Tekrar geçmiş olsun diyeyim. Şimdi sizin oralarda kalalım. Orada bir ziyâretçi var; Ukrayna’nın Devlet Başkanı Zelenski. Para istiyor değil mi? Ve galiba bu sefer Cumhuriyetçiler bayağı bir zorluk çıkartıyor. Ne olacak orada? ABD’nin ilgisi ve desteğinin iyice azalmaya yüz tuttuğunu daha önceki “Transatlantik”lerde konuşmuştuk. Savaş da artık kanıksandı dünya çapında. Eskisi kadar da ilgi uyandırmıyor. İlk geldiği zamanlarla şimdi geldiği durum arasında bayağı bir fark var herhalde Zelenski’nin. Eskisi kadar da ilgi vs. gördüğünü düşünmüyorum. Ne dersin?

Gönül Tol: Zor bir zamanda geldi Ruşen. Evet, 7 Ekim Hamas saldırısının ardından bölgedeki gelişmeler olmadan evvel de zâten Zelenski’ye yardım konusu sorunluydu ve Zelenski o anlamda zor durumdaydı. 7 Ekim’den evvel zâten bir şey vardı, toplumsal olarak Ukrayna’ya Amerika’nın verdiği destekte bir düşüş görüyorduk ve özellikle seçim dönemi yaklaştıkça Cumhuriyetçi aday adayları da bu konuyu çok sık dile getiriyordu ve Ukrayna’ya yardım meselesi çok tartışılan bir konuydu zâten. Sonra 7 Ekim olayları oldu ve birden tabiî hem dünyanın ilgisi hem Amerika’nın ilgisi Ortadoğu’ya ve İsrail’e kaydı. Bunun yanında tabiî İsrail, Amerika’nın dış yardımından en fazla faydalanan ülkelerden bir tânesi. Bu başlayan saldırıyla birlikte Amerika çok daha fazla hem finansal yardım gönderiyor hem askerî yardım gönderiyor İsrail’e. Şimdi meselâ Kongre’den 15 milyar dolarlık bir yardım geçirmeyi bekliyor Biden, İsrail’e gönderilmek üzere. Dolayısıyla 7 Ekim’den îtibâren oluşan konjonktür Zelenski için durumu çok daha zor bir hâle getirdi. Zelenski’nin yardım isterken işini güçleştiren bir başka mesele, başladığı bir karşı saldırı vardı. O karşı saldırıda çok ilerleme kaydedemedi. Hep Biden yönetimi şunu söylüyordu, Pentagon Zelenski’yle konuşmalarında şunu söylüyordu: “Biz güçlük çekiyoruz. Artık hem halkımızı inandırmada, daha fazla yardım etmemiz gerektiği konusunda hem halkı hem Kongre üyelerini iknâ etmekte güçlük çekiyoruz. Bu konuda bize yardımcı olmak için senin sâhada ciddî bir ilerleme kaydetmen gerekiyor ki, bunu gösterip, ‘Bakın, evet milyarlarca dolarlık yardımda bulunuyoruz. Askerî yardımda bulunuyoruz. Fakat bu verdiğimiz yardımların bir sonucu oluyor ve Rusya geriliyor’ diyebilelim. Bizim bunu söyleyebilmemiz için sizin sâhada hakîkaten mûcizeler yaratmanız gerekiyor” söylemi vardı. Şimdi Zelenski’nin bugünkü konjonktürde elini zorlayan bir diğer mesele sâhada istediği şeyleri alamıyor. Zâten maksimalist bir söylemle gelmişlerdi. Demişlerdi ki: “Rusya’nın ele geçirdiği bütün Ukrayna topraklarından Rusya’yı çıkaracağız”. Yani karşı saldırının amacını bu şekilde tanımlamıştı. Tabiî bu çok riskli bir şeydi. Çünkü bunu becermek kolay değil ve nitekim de beceremedi. Bugün geldiğimiz noktada Rusya ordusu toparlanmış durumda ve bu maksimalist talebi, amacı gerçekleştirememiş durumda Zelenski. O nedenle Amerikan yönetimi, Amerika’nın askerî danışmanları, Zelenski’ye yardımcı olan askerî danışmanlar şunu söylüyorlar: “Bu amacı daraltmanız gerekiyor. 2024’te yeni bir stratejiyle ortaya çıkmanız gerekiyor. O strateji ne olacak? Mümkün olduğu kadar sınırlı tutalım bu amacı, yani Rusya’yı bütün işgal ettiği topraklardan çıkarmak olarak değil; işte, Kiev’i ve önemli yerleri elimizde tutmak olarak tanımlamanız gerekiyor yeni askerî stratejinizi. Çünkü bu gerçekçi bir strateji ve ancak bu şekilde biz size yardıma devam edebiliriz.” Zâten Zelenski’nin bu ziyâretteki amacı hemen bu yıl, yıl bitmeden yeni yardımın gitmesiydi. Bu zâten mümkün değil. Çünkü zâten burada bir hafta sonra tâtile girecek, Kongre üyeleri kendi seçim bölgelerine gidecekler. Cumhuriyetçiler diyor ki: “Bizim bu yardımı onaylamamız için Biden’dan atmasını istediğimiz iki adım var ve bu Ukrayna’yla alâkası olmayan meseleler. Nedir bunlar? Birincisi, Amerika’nın güneydeki sınır güvenliğini korusun; ikincisi, göçmen politikasını değiştirsin. Pek çok göçmeni sınır dışı etsin”. Şimdi bu yeni bir gelişme. Yani Ukrayna’ya yardımı, Amerikan iç siyâsetinde Biden’ın belli adımları atması şartına bağlamış durumda Cumhuriyetçiler. Bu da Zelenski için meseleyi çok daha içinden çıkılmaz bir hâle sokmuş durumda. 

7 Ekim dedin ve orada gündem yine hâlâ bu. Biden en sonunda alenen İsrail’i eleştirir gibi oldu ve biraz da tepki aldı. Ama hâlâ biliyoruz ki Birleşmiş Milletler’de İsrail’e en çok ABD sâhip çıkıyor, veto hakkını kullandı vs.. Savaşta da yıkım çok ciddî bir şekilde devam ediyor. 18 binin üzerinde Filistinli hayâtını kaybetti. İlk konuştuğumuzda Ömer’in anlattığı senaryo gerçekten –o “kötü senaryo” diye söylemişti, temennî etmedi– o gerçekleşiyor ve siviller çok ağır bir bedel ödüyor ve nereye gideceği de belli değil. Şimdi bir özel temsilci yollamış diye duydum Biden, İsrail’e. Ama herhalde bir belirsizlik var. İsrail’e desteği durdurma gibi bir noktaya geleceğini sanmıyorum. Birtakım sınırlar getirmeye çalışıyor anladığım kadarıyla; ama İsrail de bildiğini okuyor. Yanılıyor muyum? 

Gönül Tol: Şimdi Ruşen, çok iyi bu sorduğun sorular. Amerika’nın İsrail’e hiç destek vermediği bir noktaya evrilir mi? Benim yanıtım: Evrilmez. Fakat mevcut politikasını devam ettiremez Amerika. Mevcut politikası ne? Mümkün olduğunca –ona şey diyorlar– “ayı sarılışı” diyorlar, bear hug diyorlar Amerikalılar. Yani “Çok sıkı sarılalım. İsrail’e, Netanyahu’ya şu mesajı verelim: ‘Biz hep arkanızdayız. Ne olursa olsun.’ Kamuoyu önünde bütün sevgimizi, şefkatimizi, desteğimizi dillendirelim. Bu politika bize şu meşrûiyeti verecek: ‘Tamam, bak biz seni hiç kimsenin desteklemediği kadar destekliyoruz. Sana korkunç bir askerî finansal yardım yapıyoruz. Söylemsel olarak bu saldırının senin meşrû hakkın olduğunu söylüyoruz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde önümüze gelen bütün şeyleri bloke ediyoruz, veto ediyoruz. Ateşkes çağrılarını veto ediyoruz.’ ” En son Cuma günü bunu veto etti — ki Güvenlik Konseyi’nden bu kararlar çıksaydı eğer, bağlayıcılığı olacaktı, ama Amerika veto etti. Dolayısıyla korkunç bir destek var İsrail’e. İşte buna “ayı sarılışı” diyorlar. Ve her seferinde Biden diyor ki: “Bu destek asla bitmeyecek”. Ve hattâ yine tekrarladı: “Ben Siyonistim” dedi meselâ Biden. Şimdi bu politikanın şunu getirmesini ümit ediyordu Biden yönetimi: “O kadar ona sağlam destek verelim ki kapalı kapılar ardında da Netanyahu üzerinde bizim etkimiz olabilsin. Netanyahu’ya şunu diyebilelim: ‘Aman bu savaşı bölgesel bir savaşa dönüştürme. Aman güneye inmesin. Gazze’nin kuzeyinde korkunç bir katliam yaşandı, bu operasyon güneye inmesin. Aman daha fazla sivil ölmesin’ gibi konularda bizim Netanyahu’yu durdurma gücümüz olsun.” Şimdi politika buydu. Bu politika işledi mi? Kısmen işledi. Ne zaman meselâ? İşte savaş çok da dallanıp budaklanmadı, öyle değil mi? — Ki Netanyahu hükümetinin içerisinde bu savaşı Hizbullah’a uzatmaya çalışan isimler vardı. Bölgesel bir savaşa evrilmesini isteyen figürler vardı. Netanyahu istememekle birlikte bunu söyleyenler vardı. Ama büyük oranda Biden’ın baskısıyla bu sınırlı kaldı. “Sınırlı” derken, kesinlikle yanlış anlaşılmasın, yani 18 bin insanın öldüğü bir şeyden “sınırlı” diye bahsetmek doğru değil; ama bunu bölgesel olarak söyleyelim. Yani Gazze’yle sınırlı kaldı. Gazze ve Batı Şeria diyelim. Diğer ülkelere, Lübnan’a vs. çok sıçramadı. Bu anlamda Biden yönetiminin baskısı etkili oldu. İkinci olarak, hemen başlamadı, hatırlayalım. Yani Netanyahu 7 Ekim’den sonra hemen Gazze’ye girmek istemişti. Biden yönetiminin baskısı sonuç verdi ve dedi ki Biden yönetimi: “Hayır, böyle apar topar girmeyin. Bir oturun düşünün. Bir çıkış stratejiniz var mı? Bütün bunları masaya yatırın. Biz de size yardım edelim. Bizim bu konuda bir Irak deneyimimiz var. Bizim generallerimiz sizinle bu deneyimi paylaşsın. Önce iyice bir düşünelim” dedi ve nitekim Biden’ın baskısı sonuç verdi ve uzun süre başlamadı kara harekâtı. Şimdi bu gibi konularda Biden yönetiminin bu “ayı sarılışı” şeyi etkiledi gerçekten, etki yarattı. Fakat nerede etki yaratmadı? Onu konuşalım ve etki yaratmadığı noktada bir ayrışmayı görüyoruz. Nerede etki yaratmadı? Birincisi bu ateşkes meselesi. Biden yönetimi şunu istiyordu: “Kısa da olsa böyle bir ateşkes olsun ve o ateşkes sırasında bizim İsrail’in politikasını değiştirecek vaktimiz olsun. Ne yönde değiştirelim? Güneye bir operasyon olmasın ya da böyle yukarıdan hiç ayrım gözetmeksizin bombalamak yerine, daha böyle nokta atışı bir operasyon için ittirelim İsrail tarafını.” Beklenti buydu. Bir de üçüncü beklenti de neydi: “Bu zamanda” –“ateşkes” denmedi tabiî, “insânî ara” dendi– “bu insânî arada aynı zamanda operasyondan sonra Gazze’de ne olacak, Gazze’yi kim yönetecek gibi konuları derinlemesine tartışalım ve Netanyahu hükûmetinin politikasını etkileyelim”. Şimdi beklenti buydu. Bu beklenti karşılanmadı. Ne oldu? Bu insânî ara sona erdi. İsrail operasyonlara başladı. Dedi ki: “Hamas zâten buna uymadı, başlıyorum” dedi. Ve şu anda Gazze’nin kuzeyinde iki noktada –ki bunlardan bir tanesi Cibaliye mülteci kampı– ve Han Yunus, güney Gazze’nin en büyük şehri Han Yunus’ta operasyonlar devam ediyor. Ve hatırlayalım, sivil halkın çok büyük bir kısmı şu anda güneyde ve sivil ölümleri artmaya devam ediyor. Şimdi bu durumdan çok rahatsız Biden. Bence ahlâkî bir rahatsızlıktan öte siyâsî bir rahatsızlık duyuyor. Neden? Çünkü sivil ölümleri arttıkça ve operasyonu kuzeyde yönettiği şekilde, İsrail güneyde de böyle sivil/asker gözetmeksizin bombaladığı için, Biden hem iç siyâsette hem de uluslararası siyâsette baskı altında. Ve bundan giderek daha artan bir endîşe duymaya başladı Biden. Ve hattâ ilk kez dünkü konuşmasında –bu çok önemli– ilk kez şu kelimeyi kullandı: “Indiscriminate bombing” dedi. Yani “Güney Gazze’yi sivil/asker gözetmeden bombalıyor İsrail” dedi. Şimdi bu çok önemli. Neden? Çünkü bu indiscriminate bombing söylemi aslında savaş suçu. Yani uluslararası hukuka aykırı. Dolayısıyla Biden ilk kez kamuoyuna açık bir şekilde şeyi söylemiş oldu; “İsrail uluslararası hukuku ihlâl ediyor” demiş oldu. Ve biz bugüne kadar Biden’ın kendi ağzından duyduğumuz en sert çıkışı duyduk, eleştiriyi duyduk İsrail politikasına dâir. Bu neyi gösteriyor? Bunu şunu gösteriyor; Biden’ın sabrı sona eriyor. Çünkü hem iç siyâsette kendi partisinden eleştiriler yükseliyor. Bu kadar İsrail’in yanında durduğu ve Filistin meselesini, Filistinlilerin insan haklarının bu kadar ihlâl edilmesine sessiz kaldığı için kendi partisinden eleştiri var; hem genç seçmen hem kritik eyaletlerdeki Arap seçmen arasında bir şey var. Ben bu arada düzelteyim: Wisconsin demiştim, Michigan olacaktı geçen yayında. Bunlar salıncak eyaletler, önemli Arap nüfusunun olduğu yerler. Orada desteği azalıyor Biden’ın. Bundan bir endîşe duyuyor. İkinci duyduğu endîşe ise, Biden uluslararası siyâsette de çok baskı altında. Dün, salı günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda bağlayıcılığı olmayan bir karar alındı, ateşkes kararı. “Hemen ateşkes îlân edilmeli” dendi. Ve 153 ülke buna “evet” oyu kullandı. Sâdece 10 ülke “hayır” dedi. Bunun içinde Amerika ve İsrail var. Bu ne demek oluyor? Artık uluslararası kamuoyu çok net bir şekilde İsrail’in karşısında. Ve Biden bundan rahatsız oluyor. Bir diğer rahatsız olduğu konu da, şu konuda anlaşamıyorlar: Biden Netanyahu’ya, “Bu operasyon bittikten sonra Gazze’de Filistin yönetimi, Mahmud Abbas’ın liderliğindeki Filistin yönetimi Gazze’yi yönetsin” diyor. Netanyahu: “Hayır. Çünkü Filistin yönetimi aslında Hamas’a finansal destek veriyor. Terörizmi destekleyen bir oluşumun Gazze’de olmasını ben tolere edemem” diyor. Ne olacak peki? Diyor ki: “Ancak İsrail askerî birlikleri Gazze’de olabilir. Tek alternatif bu.” Şimdi bu şu mu demek oluyor; İsrail yönetecek Gazze’yi mi demek oluyor? Hayır. İsrail askerî olarak orada bulunacak. Fakat kim yönetecek burayı? Belli değil. Şimdi bu durum da, bu bilinmezlik de Biden yönetimini siyâseten çok zor bir duruma sokuyor. Bu nedenle bir gerilim çıkmış durumda. Yani Biden ve Netanyahu arasında şahsî bir gerilim var. Bugüne kadar, Kamala Harris Başkan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı, kısa bir süredir Savunma Bakanı eleştiriyordu Netanyahu’yu. Fakat ilk kez Biden’ın ağzından bu eleştirileri net olarak duyduk. Bu da ne demek oluyor? Bence birkaç hafta sonra Amerika’nın İsrail’e bu koşulsuz destek politikası değişmek zorunda kalacak. 

“Ayı sarılması”nı sonlandıracak diyorsun yani.

Gönül Tol: Çünkü çok ilginç bir şey oldu Ruşen. Evet, meselâ Amerikan Dışişleri Bakanı dedi ki: “Biz bu operasyona birkaç hafta veriyoruz” dedi. Yani bu çok ilginç. Şimdi birkaç hafta veriyoruz ne demek? İsrail’e de mesaj veriyor. Yani, “Birkaç hafta içerisinde toparlayıp bitireceksiniz bunu; yoksa bizim siyâsetimiz değişmek zorunda kalacak” diyor bence. O nedenle bu şeyi ben çok önemsiyorum, yani Biden’ın kamuoyuna açık bir şekilde İsrail’i eleştirmesini ve indiscriminate bombing denen, yani sivil/asker gözetimi yapmadan İsrail’in bombalaması –ki bu bir savaş suçudur– bunu kameralar önünde söylemesini çok önemsiyorum ve aradaki gerginliğin geldiği noktayı gösterdiğini düşünüyorum. 

Şimdi konuyu değiştirelim, ama Biden’dan devam edelim. Onun başının belâsı bir oğlu var, değil mi? Hunter, “avcı”.

Gönül Tol: Evet.

Nedir? Yine birtakım kararlar, vergi kaçakçılığı filan mı? Ne ile suçlanıyor? Yıllardır onun hakkında birtakım iddialar dile getirilir ve özellikle sağ popülist siyâsetçilerin çok sevdiği bir malzeme diye biliyorum. Ama yakınlarda hakkındaki birtakım iddialar somutlaştı herhalde.

Gönül Tol: Evet Ruşen. Yani bir süredir, tabiî Hunter Biden’ı hatırlayalım. Şeyle başlamıştı mesele; Rusya’yla Ukrayna’yla vs. ile yaptığı iş ilişkileri ilk önce mercek altına yatırılmıştı. Daha sonra, işte, seks kaseti çıktı. O yüzden çok saldırıldı vs. ve onun üzerinden tabiî Biden’a saldırıyorlar. Şimdi başı vergi meselesiyle, vergi kaçırma meselesiyle dertte. Ve ilginç bir şey oldu. Bugüne kadar tabiî bir soruşturma yürütülüyordu; fakat hep Cumhuriyetçiler, özellikle ılımlı Cumhuriyetçiler diyordu ki… Şimdi Hunter Biden’a yöneltilen suçlamaları baba Biden’ın, Başkan Biden’ın azledilmesi için kullanmak istiyordu Trump’a yakın Cumhuriyetçi üyeler. Fakat bugüne kadar Cumhuriyetçi Parti içindeki ılımlı isimler diyordu ki: “Tamam, bir soruşturma yürütülüyor, ama bundan bir şey çıkmadı”. Hakîkaten de bir şey çıkmadı. Dolayısıyla bu Joe Biden’ın azledilmesine gidecek bir şey değil, azledilmesini getirecek bir konu değil. “Bunu bırakın” diyordu Trump’a yakın Cumhuriyetçi isimlere. Fakat bugün ilginç bir şey oldu. Partinin ılımlı kanadı da artık şu noktaya gelmiş durumda: “Tamam, bir soruşturma yapılsın. Vergi meselesinde de soruşturma başlatılsın”. Temsilciler Meclisi’nde bir oylama olacak. Bu değişim ne zaman oldu? Burada Şükran Günü’nde oldu. Şükran Günü’nde bütün Kongre üyeleri seçim bölgelerine gittiler ve özellikle bu ılımlı Cumhuriyetçi üyelerin, yani daha fazla soruşturmaya gerek yok diyen üyelerin kendi tabanlarıyla girdikleri diyalogda şunu duydukları söyleniyor: “Hunter Biden soruşturulsun. Vergi meselesinde soruşturulsun.” Bu nedenle bu Cumhuriyetçi üyeler Washington’a döndüler Şükran Günü’nden sonra ve bir soruşturmanın devam etmesine dâir kararlarını değiştirdiklerini ve buna “evet” diyeceklerini söylüyorlar. Şimdi Temsilciler Meclisi’nde de biliyorsun çok az bir farkla Cumhuriyetçiler önde. O nedenle her üyenin söylediği önemli. Şimdi görünen o ki bir soruşturma başlatılacak, soruşturma devam edip derinleştirilecek vergi meselesinde de. Fakat bu Joe Biden’ın azline gider mi? Bu bence çok dramatik radikal bir senaryo, oraya gideceğini düşünmüyorum. Ama soruşturma devam edecek.

Trump’ın yargı meseleleri sürüyor değil mi? Hâlâ en güçlü aday o ve kazanma ihtimâlinin bayağı yüksek olduğu söyleniyor. Daha önceki yayınlarımızda, yargılanıyor olmasının, soruşturmaların başkan adaylığını engellemeyeceğini söylüyordunuz. Hâlâ o noktada mı? 

Gönül Tol: Evet. Hattâ yargılamalar başkan adaylığını etkilemiyor. Hüküm giyse bile başkan adayı olabilir Ruşen, anayasaya göre. Ve Trump hakkında, biliyorsun, pek çok dâvâ var. Fakat bu seçimler çerçevesinde meseleyi düşündüğümüzde aslında önemli olan bir tane dâvâ var. O da 2024 yılının Mart ayında, zannediyorum 4 Mart’ta görülecek olan dâvâ ve Trump’ın seçimleri geri çevirmeye çalıştığına dâir bir iddia var. Şimdi bu dâvâ neden önemli? Çünkü birincisi, bu federal bir dâvâ. Birinci sebep bu. İkincisi; bu dâvâ Washington’da bir Washington jürisiyle görülecek. Şimdi bunlar neden önemli? Çünkü diğer dâvâlar seçim sonrasına kalabilir ya da adaylık kesinleştikten sonraya kalabilir. Fakat bu federal dâvâ ve diğer bir sürü eyâlet düzeyinde dâvâ var. Bu federal dâvâ olması çok önemli. İkincisi de zamanlama olarak Mart aslında çok kritik bir zaman. Neden kritik bir zamân? Çünkü Temmuz ayında, Temmuz 2024’te Cumhuriyetçi delegeler adaylarına karar verecekler. Şimdi Mart ayında eğer bu dâvâ başlarsa, bu dâvâda karârın verilmesi hemen olabilir. Yani bir ay bile sürse, Nisan ayında diyelim ki bir karar verildi; hemen hüküm de giyebilir. Bu da ne demek oluyor? Trump kendi partisinin adayını seçtiği süreçte bir hükümlü olarak partisinin karşısında duruyor olabilir. Peki bir sonraki soru ne: Hüküm giyer mi? İşte o zaman da Washington’da görülmesi mevzûu önem kazanıyor. Neden? Çünkü Washington jürisinin önünde olacak olması, yani jürinin Washinton halkından seçilecek olması çok önemli. Neden? Çünkü Washington geleneksel olarak Demokratların güçlü olduğu ve Trump karşıtı hissiyatın çok kuvvetli olduğu bir yer. Dolayısıyla bu jürinin Trump aleyhine karar vermesini yasal uzmanlar, avukatlar %80-90 olarak görüyor. Ve bundan önce benzer konularda da görülen dâvâlarda, yani seçimleri geri çevirme girişimi, bununla ilgili dâvâların önemli bir çoğunluğunda Trump suçlu bulundu. Dolayısıyla bu Mart ayında görülecek dâvâda Trump’ın suçlu bulunma ve bu karârın Temmuz’dan adaylık açıklanmadan önce alınması olasılığı çok yüksek. Dolayısıyla Temmuz ayında biz şöyle bir resimle karşı karşıya kalacağız: Cumhuriyetçi delegeler bir araya gelecek ve Trump da bu delegelerin karşısına büyük ihtimalle hüküm giymiş bir aday olarak çıkacak. Her ne kadar anayasal olarak yine de aday olabilse de… Anayasal bir problem yok burada, aday olabilir hüküm giyse de. Fakat asıl mesele şu: Parti içerisinde yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, %6’lık bir kesim her ne kadar Trump hüküm giymemiş olsa, onu destekleyecek, ona oy verecek olsa da başkanlık yarışında, bu %6’lık kesim diyor ki: “Eğer hüküm giyerse ben bir hükümlüyü başkan olarak görmek istemiyorum. O yüzden eğer Trump hüküm giyerse ben Trump’a oy vermeyeceğim” diyor %6’lık kesim. Şimdi bu neden önemli? Çok bıçak sırtı olacak çünkü seçimler. O yüzden bu küçük bir kesimin Trump’a oy vermeyecek olması, delegelerin fikrini, hissiyâtını değiştirebilir. Ve şunu düşünebilirler: “Eğer biz Trump’ı aday yaparsak bu seçimleri kaybedebiliriz”. O nedenle Trump’ın adaylığı, herhangi bir anayasal sebeple değil, bu siyâsî hesaplarla tehlikeye düşebilir.

Bana öyle geliyor ki o hükümü giymesini, tam tersine aday gösterilmesi ve seçimi kazanması için bir madalya gibi kullanacaktır o söylemiyle. Bakalım… Evet Gönül, çok sağol. Yine çok doyurucu bir “Transatlantik” oldu. Gönül Tol’a çok teşekkür ediyoruz. İzleyicilerimize de teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.