Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Müge İplikçi yazdı: Dedektif

Hırvat şoför tip olarak Leon’a benziyordu. Benzemek mi? Hık demiş burnundan düşmüştü Leon Dmitor’un. Bahçeşehir-Maslak arası yolculuk yaptığımız adam. 

“Ben Hırvatım” dedi. Baktım, gerçekten de hem bu topraklara özgü hem de hiç olmayan bir hal var onda. 

“Ben de Hırvatistan’ı çok severim” dedim. “Bir iş için oradaydım… Eskiden… Stajyerdim… ”

Split’in duru ve arı deniz mavisiyle dikiz aynasından bana baktı. “Mesleğiniz neydi?” diye sordu. “Kriminoloğum, yani emekli…” dedim fazla detay vermeden. Dedektiflikle emekli krimonologluk arasındaki farkı anlatmak uzun sürerdi şimdi… Anlamış gibi hiç şaşırmadı ve istifini bozmadan o cümleyi yapıştırdı: “Sizin gibi kadınlar lazım bu vatana.” Hangi vatandan bahsediyordu tam olarak emin olamasam da kurduğu cümle gururumu okşadığı için sesimi çıkarmadım.

Sonra söz, kaçınılmaz olarak onun Hırvat oluşuna ve benim de Hırvatistan’ı neden seviyor oluşuma geldi. Laf olsun diye söylememiştim! O meşhur staj dönemimde, ucu Türkiye’ye uzanabilecek bir seri cinayet vakası için Split’e yolum düşmüştü. Kimine göre öldürülen emniyet müdürünün torpilli kızıydım. Kimine göreyse gelecek vaat eden bir bilim ışığı. Genç kadınları tırına alan bir sapığın, onlara tecavüz ettikten sonra boğarak öldürmesiyle hız kazanan bir vakaydı bu… Eşgali Ortadoğulu, dili bazen Arapça, çoğunlukla da Türkçe olan bu sapığın Hırvatistan otobanını kana bulaması o dönemde bütün Hırvat gazetelerinin ilk sayfasında manşet olarak veriliyor; özellikle Türkiye’den ve emniyet güçlerinden acil yardım talep ediliyordu. O zamanki Hırvat rehberim (ki profesyonel anlamda bir çevirmendi), yani bu şoföre benzeyen Leon Dmitor beni havaalanında karşıladığında suratıma bakıp “bu devasa kanlı davayı siz mi çözecekseniz şimdi?” diye gayriihtiyari sorarken, sanırım, benim çömezliğim kadar ailemde bir gelenek olan ve genden gene, kandan kana geçen minyonluğuma da laf atıyordu! Kısaca aslında şunu söyler gibiydi: “Nerede sizin esas dedektifleriniz? Kızma ama bu davayı çözecek en son kişi sensin be anam!”

Son kişi ha! Elbette öyle olmadı… “Ben dedektif değilim haklısın” açıklaması yerine hafifçe kaşımı kaldırmıştım. O küçük havaalanında uzun boylu Leon’a baka baka havaya kalkan kaşım boşuna değildi! Ayrıca dünyadaki bütün suçluları yakalayacağıma dair kendime verdiğim o sözden habersizdi Rehber Leon. Bunun nedeni emniyet müdürü babamın zamanında Hizbullahçılar tarafından katledilmesi ve kurşunlanmasının iki gün ardından ölüm döşeğindeyken o gri hastane odasında ona verdiğim sözle ilgiliydi. Yine de bunları Rehber Leon’a anlatmadım. Ukala adamlarla ağız dalaşına girmeyeceksin. Lakin o bana, çevirmenlikten artık usandığını, aylaklıkla ilgili bir roman yazmak istediğini bir çırpıda anlatıverdi. Türkiye’de tanıdığım bir yayıncı var mıymış vb. “Yahu yakın zamanda AB üyesi olacaksınız, ne gerek var Türkiye’deki bitlerini ayıklayan yayıncıya” demek istiyordum ama o anlatmaya devam ediyordu. Palmiyeli yollardan, göz kamaştıran bir Adriyatik gününden geçiyorduk birlikte. Ablası Fransa’daydı ve yayıncılık işinin çok yakınlarından geçen bir iş yapıyordu. Hatta o yıllarda, Japonya’yla eş zamanda çıkan bir Adler kitabını Fransızcaya çeviriyordu. Kadın bir Japonla evliydi ve aynı zamanda çok iyi Japonca konuşuyordu. “İçsel keşfe” dayalı bir kitabın Japonya’da deliler gibi sattığını görünce, işi gücü bırakıp bu işe soyunmuştu. Kitap, Adler felsefesinin en yalın haliyle, dahası peynir ekmek gibi satılmasına neden olan soru-cevap tekniğiyle yazılmıştı. Rehber Leon’a göre de Adler ve felsefesi, dünyayı kurtarabilirdi. Nihayet susmuştu. O zaman ben de lafı yapıştırmıştım. “Tıpkı benim işim gibi desene!” O zaman sormuştu, daha doğrusu sorar gibi yapmıştı: “Nasıl yani?” Sonra yine kendinden bahsetmeye devam etmişti.  Onun nezdinde oraya Türkiye’den gelen bir neydim ne? “Kriminolog” diye düzelttim. “Ha neyse işte” dedi. Sonra yine yazarlık işlerinden konuştuk. Minyon kadın dinledi, dinledi…

Ama zaman farklı yollar izler. Bilebildiğim kadarıyla Rehber Leon sözünü ettiği romanı hiç yazamadı. Ablasının Fransızcaya çevirdiği kitap Fransa’da da yok sattı. Benim cephemde ise işler biraz karışıktı. Emniyet’e sapıkla ilgili verdiğim rapor, hükümet değişikliğinden sonra yok sayıldı. Meğer adam bizimkilerin suç aklama kaynaklarından biriymiş! Sonra kod adı İŞİD’le anılacaktı. Bu yüzden çok kısa bir süre sonra işime son verildi. Ben de birikimlerimden yola çıkarak bir sürü polisiye kitap yazdım. Çok satmadı ama şanım yürüdü. Dediğim gibi zaman farklı yollar izler. Ki öyle de oldu. Sonuçta, sapıkla ilgili en önemli ipuçlarından birini yakalayanlardan biri olmuştum. Suçun nedenini anlarsan suçluyu da bulursun denilen o durum… Hatta dahası da oldu! Rehber Leon’la yaşadığımız karşılıklı aşk Split denizine ve elbette Diocletian Sarayı’nın eskiden de eski duvarlarına yansıdı. Ey gidi Dioklecijanova Palača dilin olsa da anlatsan!

Tam da bu düşüncelerin kıyısında oyalanırken dişlerimin arasından boğuk ve önlenemez bir ön kahkaha sesinin yükselmesinin nedeni biraz da buydu. 

Dikiz aynasından yine aynı deniz rengi, bu kez biraz şaşırarak bakıyordu. 

Maslak binaları ufukta gözükmüştü. Sevimsiz gökdelenler. 

Anlamış ve yine istifini hiç bozmadan o cümleyi fısıldadı Şoför Leon: “Şey siz aslında dedektif miydiniz?”

İşte o zaman içimdeki kahkaha bütün kıyıları kapladı.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.