Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı | Erzincan’da altın, Feyza Altun: Cumhuriyeti korumak

Demirtaş’ın, Kavala’nın hücre kapılarının anahtarları denize atılalı çok oldu. Hatay Milletvekili Can Atalay’ın durumunda “anayasaya darbe” yapıldı. Tuzla Piyade Okulu’ndaki 10 Kasım töreniyle teğmenler arasında patlak veren olayda TSK’da hem derinleşen hem yayılan bir “dincilerce teslim alma” girişimi yaşanmakta olduğu görüldü. Avukat Feyza Altun’un evinin aranıp, gözaltına alınması ve yurtdışı yasağı ile her hafta iki kere karakola imza atmak koşuluyla bırakılması peşine geldi. Hortlayan Şevki Yılmaz, hezeyanlarıyla adeta def-i hacet eylemekle yetinmedi, sıvadı da. Ardından (hele bak sen şu işe!) Konya’da “şeriat” pankartları hemen ortaya çıkıverdi. 

Laiklik yoksa demokrasi yok. Bu, algı değil olgu. Yunancada demokrasi ile cumhuriyet de aynı sözcük. Oysa utangaç demokrat CHP’de Kılıçdaroğlu döneminin “asla oyuna gelmemek” yaklaşımı, bugünkü Özel döneminde ve özellikle 31 Mart seçimleri bağlamında “gündemden kopmamak” olarak güncellenmişe benzer. Meydanlardan çekinmemek iddiasıyla denize atlanarak başlayan anlatı, belediye başkan adaylarını çekip çevirememek deresinde boğuldu gibi. Heves var da, tasarı eksik sanki. Siyaset alanının gün be gün daraltılmasına kalıcı ve güçlü itiraz geliştirilemediği gibi, muhalefetten zamana ve zemine göre kısmen veya hepten feragat edilebiliyor ihtiyaren.

Herhalde Erdoğan açısından da hayaldi gerçek oldu: Laik cumhuriyette laikliği savunmak suç sayılır; şeriat istemek, kurucu öndere sövmek gibi eylemlerse teşvik görür oldu. Bunun takiyesi de “1923’e kadar gazi, ondan sonrası niyazi” uydurması. Aynı kafa kurtuluş ve kuruluşun içinden kopuşu ve ileri sıçrayışı çıkarmak derdinde: Cumhuriyetin içinden laikliği çıkarınca geriye demokrasi kalacağı sanrıları.    “Dinci esnaflık” idaresi bunları gerektiriyor.

Parola saldıray! Örnek mi? İliç faciasına bakalım. Küresel altın madeni zenginliğinde onbirinci sıradayız. Önümüzde Almanya ve Fransa gibi Batı Avrupa ülkeleri de var. Oralarda bizdeki gibi hektarlarca alanda milyon tonlarla toprağın kaldırılıp, siyanürle yıkandığı bir madencilik örneği asla görülemez. Oysa biz en büyük maden işletmeleri sıralamasında ilk üçteyiz. Pandemi sonrasında kendi kendine yetmek başat önceliğe dönüştü. İlkokullarda yerli mallar haftalarıyla, dünyanın gıdada kendi kendine yeten yedi ülkesinden biri olmakla övünmekle yetişmiştik. Bugün mercimek ithal ediyoruz. Mercimek ithalatımızın 55%’ini de merkezi sonradan ABD’ye taşınan İliç’teki madeni işleten şirketin vatanı Kanada’dan yapıyoruz. Altın buradan, mercimek oradan. Ama sorarsanız âlemin tek akıllısı biziz. Ya da daha doğrusu biz bu âlemin esnafıyız.

Seçmen bunlara takılmaz, herkes ekmeğinin peşinde. Öyle. Depremden üç ay sonra yıkıma uğrayan on ilde açık farkla mührü Erdoğan’a basmadı mı? Doğru. Ama siz kamuoyu araştırmalarıyla yorulmayın, bendeniz oturduğum yerden arz edeyim: Seçmenin o 65%’i ne islâmcı, ne “dinci esnaf” zihniyetli. Hiçbir zaman da olmadı. Gerçek “azgın azınlık” kırpık bıyıklı, yılışık çehreli tayfa. Yoksa bizim seçmen belki paylaşımcı, bölüşümcü, katılımcı değildir de daha çok girişimci, kalkınmacı, fırsat eşitlikçidir. Aynı zamanda “kapıkulluğu” da gözde olagelmiştir (bizimle kıyaslanacak sıklette AB ülkelerindekiyle bizdeki memur sayısının nüfusa oranlarına bakın), devleti silkelemek de (Kamu İhale Kanunu’nun bilmemkaç kere eğilip bükülmesine bakın).

Yurttaşlık iç sıkıntısı verir bizim aziz millette. Gel gör ki erdemli yurttaşlık olmadan cumhuriyet olmaz. Devletin veya seçimle işbaşına gelen yönetimin de “mahalleleri barıştırmak” gibi bir ödevi, önceliği de olamaz. Anayasa, yasa ve kurumlar bellidir. Korunacak olanlar da bunlardır.  Kampanya stratejisi, konuşma notları önermekle, işin başına geçilince tutarlı bir bütün olarak uygulanacak somut politikalar önermek birbirlerine karıştırılmamalı. Seçilmekle atanmak da. Hoş, bizde adaylar da atamayla belirleniyor. Yine de en azından başkanlık sisteminin kendine özgülüğü akılda tutulmalı: Tek kişi seçiyoruz, tek seçim yapıyoruz artık. 

Muhafazakâr seçmenin endişeleri, değer ve hassasiyetler, kazanılmış haklar (28 Şubat!) mugalatasının muhalefeti adını adınca koymaktan –yolsuzluğun israf olması gibi- alıkoyduğu olgular var: Kleptokrasi, nepotizm, patrimonyalizm vb. Üzerine takiye ve pişkinliğin (azgın/arsız azınlık) Batı’da aşırı sağın yükselişinde yakınma ikiyüzlülüğü. AKP’nin kendi, bu popülist yönelimin kronolojisine ve eğilimlerine tamı tamına oturuyor oysa. Özetle, “sağ” denilen oy ambarına kepçeyi daldırmak için ne islâmcılık, ne müslümanlık yarıştırmaya gerek var. Mevzu İslâm değil sen daha anlamadın mı, yıksana oyunu karşı sahaya.   

Sağlamasını yapalım: Ülkemizin AKP öncesinde 2000 başlarında dünya ekonomisine de küresel bilime de katkısı kabaca 2.5%  düzeyindeyken bugün geldiğimiz yerde aynı oranlar sırasıyla 1% ‘e ve binde yarıma düşmüş. Dogmatizmin, skolastizmin bizi getirip bıraktığı yer, geviş getirdiğimiz o asude otlak bu. Uydurma değer ve hassasiyetlere sarılıp, bilimi ve aklı bırakmanın sonucu bu. Bireysel özgürlük ve ulusal egemenliği terazinin iki kefesine koyup, bunu bir yol çatalı, bir ikilem veya denklem sanmanın sonucu bu. Eşit anayasal yurttaşlık, yerinden yönetim gibi kavramları üniter devletle uyumsuz sanmanın sonucu bu. Laikliği dekorasyon sanmanın sonucu bu. Velhasıl şahtık şahbaz olduk.      

Bunun dış politikasına değinmemek olmaz. Zira mutad meczuplar, ruh hastaları yine orada burada kafa göstermeye başladı. Yinelemekten bıkmayarak en baştan alalım: Lozan anlaşması, Musul-Kerkük’ün Irak’ta bırakılması, sınırın Nahçıvan’a değdirilmesi, Hatay’ın iltihakı, karşılıklı Venizelos ve İnönü ziyaretleri, Sadabad ve Balkan paktları, Montrö sözleşmesi, II. Dünya Savaşı’nın dışında kalınması, Avrupa Konseyi kurucu üyeliği, NATO savunma ittifakına katılım ve Avrupa Birliği adaylığı. Ana hat, omurga, yapı taşları, organik kimlik, tarihsel yönelim, tasarım bu. Ağlayarak günlüğüne yazıp ezberini tazeleyen isterse gitsin hangi bayırdan aşağıya Mavi Vatan, S-400 vb. safsata naraları atarsa atsın.  

Dolayısıyla 2028’e kalması güç gözüken bir sonraki başkanlık seçiminde muhalefetin adayı çeyrek yüzyıla varan vasatın tasallutunu bitirme iddiasını ortaya koymak durumunda. İslâmcı yıkımın hafriyatını yapıp, kalıntının dibini çatalla değil kepçeyle kökünden kazımalı. Erdoğan ne denli uğraşsa da cumhuriyeti baştan kuramadı. Gölge değil de sinsi islâmileştirme (“stealth islamization”) ve özellikle 15 Temmuz 2016’nın ardından içine sürüklendiğimiz, itildiğimiz adı konmamış olağanüstü halden çıkmak, saatleri yeniden ayarlamak için mevcut olağanüstü yetkileri kullanmaya gerek duyulacak. Tüm bunları yapmak için adayın önce kazanması gerektiğini söylemeye gerek yok. Ama kazandıktan sonra ne yapacağını bilmesi, yani o adayın da bir mega-tasarı sahibi olması şart.

Demek ki “II. cumhuriyetin kuruculuğu” iddiasıyla yola çıkılacak. Yukarıda “dinci esnaflık” (kafası) dediğim “ağzı besmeleli yağmacılığı” (etimolojik açıdan “gaza” da Arapça “yağma” demek değil mi esasen?)  geçen gün bizzat diyanet işleri başkan yardımcısı ne güzel tanımladı: Açıkça “torpilin haram, torpille girilen işten edinilen kazancınsa helâl” olduğunu belirtti. Cumhuriyet bu kafayla helâlleşmeye kalkarsa değil kendini korumak, kendini imha eder. Öyleyse ne yapmalı?  Karar, iddia, hamle!

Saçları rüzgârlara bırakıp, gözüyaşlı yüzleri güneşe çevirmeye gerek yok. Aşiyan’da bir Fikret misali enginlere dalıp “ne efsunkâr imişsin ah ey didar-ı hürriyet” diye hayıflanmaya da. Zira ikinci cumhuriyet zoraki denenecekse, ilkinde hazır yapılmışı var. Atatürk’ün 1920’lerin başlarından alıp, 1930’ların başlarına dek yürüttüğü siyasal manevralara bakmak yeterli. Kurucunun mega-tasarısı 1789 Fransız Devrimi’ni hızlı çekim yaşatıp, 20. yüzyıl başı Fransa III. cumhuriyetinin ikizini burada kurmaktı. Uygulamada acele etmemesi, akılcı davranması ise işin ders çıkarılacak kurmaylık yönü. Denilebilir ki “ama demokrasi kusur kaldı.” Öyle de, Mahzuni’den ödünçle bugünlerimize bakınca: “Ne’m kaldı?” Laikliği geçtim, elde mercimek bile kalmadı.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.