Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Tarık Çelenk yazdı: Niçin başörtüsünü çıkarıyorlar?

Son zamanlarda artık başörtüsünü açan kadınlar ile başörtüsünü açtıran erkekler birlikte tartışılıyor. Bu tartışmalar, AKP iktidarının gücünü dini ve milli kavramları kullanarak korumasına ters orantılı olarak, ülkede dindarlığın ve milli aidiyetin, özellikle genç kuşakta zayıflaması gerçeği ile kafa da karıştırıyor. 28 Şubat’ta başörtülü okumak için mücadele vermiş bir kuşağın, iktidar ittifakının din ve milliyetçilik popülizmine dayanamayan veya Gülenist yapıdan da hayal kırıklığına uğrayan ciddi kesimleri için başörtüsü takmak sanki artık din ile anlamını yitirmiş durumda. Bu kesim kadın haklarını da gündemlerinde ön sırada taşıdığı için dinin artık ideoloji ve pratikte anlamsızlaştığı görülmekte. Eski muhafazakâr aydın kadınlar, dinin siyasal ve yaşamsal anlamını yitirdiği erkekler içinde “başörtüsünü çıkartan erkekler” tabirini kullanıyor. Bu anlamda başörtülerini çıkartanlar; aşamalı bir şekilde kurumsal dine karşı mesafe koyup, namazı bırakmakta, sosyal hayatta görünürlükleri ve alkol almak dahil alışkanlıklarını radikal biçimde değiştirmekteler.

İktidar periferisinde kalma konforunu tercih eden eski 28 Şubat mağduru fakat artık güç sahibi olmuş bazı türbanlıların kendilerini destekleyen aktivist liberal sekülerlere karşı vefasızlıkları ise maşeri vicdanda öfke yaratıyor. Belki de bu ve benzeri durumlar sadece onlar için mücadele etmiş bazı liberal aydınları değil, belirli sayıda muhalif muhafazakâr kadın aydınlar için de öfkenin kaynağı. Başörtüsü veya tesettür, 90’lı yılların aksine özel durumlar hariç artık üniversiteler ve mezunlarına ve İmam Hatipliler de dahil gençlere artık ağır bir yük gibi geliyor. Bunları istatiksel gerçekler dışında yakın çevrem ve nitelikli muhafazakâr ailelerden yaptığım gözlemlere dayanarak da ifade ediyorum. Buna sadece başörtüsünü çıkartan kadın ve erkekleri değil ticari ve sosyal çıkarları için başörtülerini çıkarma“mış” gibi görünen ehli dışında fark edilemeyen bir toplumsal kesimin aile ve fertlerini de dahil edebilmeliyiz. İşin başka bir trajikomik yanı da mahallelinin, tarikat ve cemaatlerinin bu katı gerçeğe karşı bencilce ölü taklidini tercih etmeleri.

Bu tür örnekleri sınıfsal, siyasal veya sosyolojik tasnif etmek de mümkün. Ancak temel soru şudur: Peki özellikle bu dönemde neden böyle oldu? Bu sorunun yanıtında ulusal etkiler kadar uluslararası etkilerin de muhtemel payı olabilir. Bunları dünya ve ülkemizde otoriterlik ve popülizmin yükselişi ile dindarlığın düşüşü, partizan kimliğin yükselişi, inanç-aidiyet-davranış denkleminin doğasına müdahale edilmesi ve benzeri nedenlere bağlayabiliriz. Konuya seküler akademik yaklaşanlar ise bu durumu kadınların görünür hayatı seçimleri, Türkiye’de popülist sekülerleşmenin artarak dindarlığın azalması, başörtülü kadınlarda dışlanmışlığın etkisi, dindar erkeklerin başörtülü kadınlara gerekli saygıyı gösterememeleri gibi nedenlere de bağlamaktalar.

Yıllar önce özellikle benzer durumun yaşandığı Meşrutiyet dönemimizi de ele alan “Niçin inançlarını kaybediyorlar?” başlıklı bir yazı da yazmıştım. O dönemde ise aydınlanma ile muhatap olan muhafazakâr elit kökenli ailelerin kız ve erkek çocuklarının bir kısmının katı pozitivist bir kısmının da mistik Hıristiyan olup din değiştirmelerinin örneklerini vermiştim. Katı medrese fıkhı ve Eşari doktriner anlayışı ile kapalı çevrede yetiştirilen gençlerin Avrupa’da derin aydınlanma felsefesi veya Hıristiyan mistizminin insanlık ve vicdan anlayışı ile karşılaştıkları zaman tutunamadıklarını veya amiyane tabirle gevelediklerini belirtmiştim. Sonradan bunun mikro örneğini, Cumhuriyet devrimlerinin okulları veya yabancı misyon okullarına karşı köklü muhafazakâr dindar aileler, çocuklarını o okullara göndermeyip evde-Kuran kurslarında eğitmekle vermişlerdi. Bilahare 1950’lerden sonra ise bu aileler ve cemaatler erkek çocuklarını mühendislik ve kamu yönetimi bölümlerine yönlendirdiler. Hedef; artık bari bizden birileri yönetsin veya iktidardı. Bu aileler, felsefe ve sosyal bilimlerden çocuklarını uzak tutmaya çalıştılar. Sosyal hayatlarını da ötekilere kapatarak dar bir alanda, yazının tabiri ile, çocuklarının başörtülerini korumaya çalıştılar. Bugün de zengin ya da yoksul dindarlar kız çocuklarını başörtülerini çıkarmasınlar diye bu kapalı alanda korumaya alarak sonuç da almaktalar. Kemalist bakış da türban alerjisi ve yasakları ile her zamanki gibi bu kapalı sürece dolaylı belki de bilmeden destek veriyor. Dini kimlikleri ile okuma mücadelesi veren başörtülü gençler baskı karşısında hep yarına ilişkin bir iktidar ütopyasının ideolojik mücadelesini 90’larda verdiler. Ancak bu ütopyanın bir hayal kırıklığı olduğunu bugün müşahede ettiler. Doktriner bir kadim felsefeye yönelik İslam anlayışı değil ideoloji ve iktidara ilişkin İslam anlayışları, bu hayal kırıklığını taşıyamadı. Cemaatler ve tarikatlar onlara bu halleri ile bu pencereyi aralayamazdı. Ancak bu pencerenin olmadığına dair onları iknaya zorlayabilirlerdi.

Başörtüsü veya ideal tesettür, kadim tüm tek Tanrılı dinlerin tartışılmaz bir kadın görüntüsü. Bunu derin bir ahlak ve dünya görüşü anlayışından ayrıştırıp ideoloji veya ideolojik siyasi gurup kimliğin bir parçası olarak polemik konusu yapmak ve buna indirgemek, bazı Kemalist ve İslamcıların çok yönlü bir anlayışsızlık sorunu.

Bugün dindarların sadece yeni üst sınıfının Meşrutiyet dönemi benzeri köklü Anglo-Sakson okullarında eğitim almış çocukları değil, taşrasının da sosyal medyaya açık çocukları, mevcut sistemin dışarıdan bakınca ahlaki ve vicdani tutarlılığını sorguluyor.

Partizan kimlikle iç içe geçirilmiş başörtü de bu durumdan öncelikle nasibini alıyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.