Ruşen Çakır’ın konuğu Behlül Özkan: Kılıçdaroğlu Erdoğan’a neden ve nasıl yenildi?

Kılıçdaroğlu neden ana muhalefet lideri olarak başarısız oldu? Kılıçdaroğlu Erdoğan’a neden ve nasıl yenildi?

Behlül Özkan Turkish Studies dergisine Kılıçdaroğlu döneminin eleştirel analizini
yazdığı “Competing against Erdoğan, collaborating with the state: why did Kılıçdaroğlu fail as the main opposition leader in Turkey?”* makalesinden yola çıkarak Kılıçdaroğlu dönemini, 13 yıl gösterdiği performansını, 2023 Genel Seçimleri’nde CHP’nin kaybedişini, Erdoğan’a neden ve nasıl yenildiğini Ruşen Çakır’a anlattı.

*Erdoğan’a Karşı Yarışmak, Devletle İşbirliği Yapmak: Kılıçdaroğlu Neden Türkiye’de Ana Muhalefet Lideri Olarak Başarısız Oldu?

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Özyeğin Üniversitesi’nden Doç. Behlül Özkan stüdyo konuğumuz. Kendisiyle Kemal Kılıçdaroğlu’nu konuşacağız. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a Mayıs 2023’te neden ve nasıl kaybettiğini konuşacağız. Behlül, hoş geldin.

Behlül Özkan: Hoş bulduk, merhaba.

Yıllar önce seninle ortak gazetecilik yaptık. Sonra sen akıllılık edip akademiyi tercih ettin; ama hâlâ yaptığın işlerde bir gazeteci izleri görmek mümkün. En son Evren Balta ile yaptığınız “CHP’li belediyeler nasıl kazandılar” araştırması çok ilgi çekti. O konuyu yakında Evren Balta ve seninle yapacağız. Ama şimdi senin Turkish Studies dergisinde çıkan makaleni konuşacağız. Nasıl çevirelim? “Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’la yarışıp, rekabet edip, devletle işbirliği yapması” değil mi?

Behlül Özkan: Evet.

“Kılıçdaroğlu ana muhâlefet lideri olarak neden kaybetti?” Şimdi, önce şunu söyleyeyim: Ben şahsen o seçimden sonra Kılıçdaroğlu üzerine çok fazla bir şey yazmadım, söylemedim. İmtinâ ettim, orucumu bozuyorum. Çünkü çok iyi bir yazı. Onun için öncelikle teşekkür ederim. Bunun Türkçesi olacak mı?

Behlül Özkan: Hayır, bu şekilde kalacak.

Eyvallah. Ama yine de insanlar bir şekilde ulaşabilirler. Neden böyle bir yazı kaleme almak istedin? Yani yazı diyorum da, bu bir köşe yazısı değil, bilimsel makale.

Behlül Özkan: Evet,  Turkish Studies de, bizim alanda Q1 dediğimiz çok prestijli akademik dergilerden bir tânesi. Şimdi, bu yazı aslında son 13 yılda Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na odaklanıyor ve çıkış noktası şu aslında: Türkiye siyâsî târihinde –ki biz çokpartili sisteme 1946’da geçtik, dolayısıyla epey bir tecrübemiz var–, Cumhuriyet târihinde ana muhâlefette bu kadar uzun süre kalan başka bir siyâsî parti lideri yok. 13 yıl kesintisiz ana muhâlefet partisi lideri; 5 genel seçim yaşadı ve kaybetti. 5 genel seçimi de kaybettiği gibi, son cumhurbaşkanlığı seçiminde de Erdoğan’a karşı yarışıp kaybetti. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu döneminin eleştirel bir analizini, akademik değerlendirmesini yapmak istedim ben burada. Ana çıkış noktam bu. Dolayısıyla neden Kılıçdaroğlu’nun başarısız olduğunu anlayabilirsek, bundan sonrasını da öngörme şansımız olacak diye düşündüm ve Kılıçdaroğlu dönemine yakından bakmaya çalıştım. Tabiî bunu yaparken aslında Kılıçdaroğlu’nun 2002 öncesi, yani Parlamento’ya CHP’den girdiği dönemine de odaklanıyor makale. Kılıçdaroğlu’nun 13 yıl boyunca gösterdiği performans ve CHP’nin oylarını 22-26 bantında tutması ve özellikle son 7-8 senede Türkiye’de yaşanan ekonomik sorunlar, siyâsî sorunlar, demokraside gerileme ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ve Erdoğan’ın güç yitirmesine rağmen neden iktidarda kaldığı üzerine çok sayıda makale yayınlandı. Ama bu makalelerin tamâmı iktidâra yönelik değerlendirmelerken, ana muhâlefetin rolüne odaklanan bir makale olarak çıktı bu.

Anladığım kadarıyla bayağı bir uğraşmışsın bilgi almak için, çünkü bütün bu süreçte Kılıçdaroğlu ve o dönemin CHP’si üzerine çok fazla bir şey yapılmamış.

Behlül Özkan: Evet, çünkü aslında buradaki akademinin çıkış noktası, genel olarak Türkiye’de sistem son 7-8 senede rekabetçi bir otoriterliğe gidiyor. Dolayısıyla, muhâlefete muhâlefet etmemek adına, aslında basında ve gazeteciler arasında da böyle bir anlayış vardı, akademide de böyle bir anlayış vardı. Ana bir sorun, “Rekabetçi otoriterliğe, gittikçe otoriterliğe giden bir iktidar varken, muhâlefeti niye mercek altına alalım?” diye hareket etti birçok akademisyen ve gazeteci. Kılıçdaroğlu aslında burada bir dokunulmazlık kalkanı kazandı kendince. Yani yaptığı birçok hatâ, eleştirel gözlerden uzak tutuldu. “Şimdi bu kadar otoriterlik varken Türkiye’de ana muhâlefet partisini niye eleştirelim?” diye düşündü birçok kişi. Sanki iktidârın eline yarayan bir hareket tarzını benimsememek için akademisyen ve gazeteciler uzak durdu.

Altılı Masa döneminde hatırlıyorum –ki biz bu anlamda çok da eleştirel olmamamıza rağmen– şöyle şeyler yaşıyorduk mesela: Biliyorsun, ayda bir o partide veya bu partide toplanıyorlar ve girişte fotoğraf veriyorlar, çıkışta herkes arabasına atlayıp gidiyor. Bir kameraların karşısına çıkıp, “Şunu konuştuk” vs. diyen yok. Diyelim ki ben bunu eleştiriyorum, “Biraz daha açıklayıcı olun” dediğimde ne kadar tepki alıyorduk biliyor musun? “Başka işiniz mi yok?” Ya da “Altılı Masa yeterince heyecan vermiyor” gibi çok usturuplu bir lâfa bile çok sert eleştiriler alıyorduk, o dediğin koruma kalkanıyla.

Behlül Özkan: Akademide de o dönemde, sizde de yayınları tâkip ettiğim kadarıyla, Berk Esen, Burak Bilgehan Özpek gibi isimler, sosyal medyada olsun veya çıktıkları programlarda akademik anlamda Altılı Masa sürecini o dönem eleştirdiler. Onların da ciddî baskı gördüklerini düşünüyorum muhâlefet cenâhından. 

Onlar yüzünden ben de baskı gördüm, ama pes etmedik çok şükür. Neyse, şimdi sen Kılıçdaroğlu’yla da konuştun.

Behlül Özkan: Evet.

Ne zaman konuştun?

Behlül Özkan: Nisan sonunda, Nisan sonu Mayıs başında Ankara’daki ofisinde röportaj yaptım bu makaleyle ilgili. Kendisine böyle bir makale yazacağımı söyledim.

Bayağı uzun konuştun yani.

Behlül Özkan: Evet, bir iki saatlik bir konuşma oldu. Yalnız ben bu makaleyi yazmaya, yani makalenin üzerinde çalışmaya yerel seçimlerden önce başladım. Yani Ocak ayında bu makaleyi Turkish Studies’e gönderdim. Dolayısıyla ortada bir yerel seçim başarısı yoktu. Yani bu makale yerel seçim sonuçlarından sonra yazılmış bir makale değil. Yani, “Bakın, işte CHP %37 alıyor, demek ki şimdiye kadar bunun sorumlusu Kılıçdaroğlu’ymuş”tan hareket etmedi bu makale. Bu makale aslında 28 Mayıs seçimlerinden sonra yazılmaya başlandı ve 6 ay sürdü. Çünkü ciddî bir arşiv çalışması da var içinde. Ocak ayında gönderdim ve hakem süreci çok uzun sürüyor bizim akademik yayınlarda. İşte, 7 ay sürmüş. O arada yazdıktan sonra, hakem sürecinde, ikinci revizyon öncesinde revize edildi makale hakemlerin görüşleri doğrultusunda. O arada Kemal Kılıçdaroğlu’yla da röportaj yaptım ve ekledim makaleye.

Ama yerel seçim yok.

Behlül Özkan: Yerel seçim sonuçları var aslında, son bölümde değiniyorum %37’ye.

Ama yerel seçim sonrası çalışmaya başlamış olsaydın, herhalde daha farklı bir şey çıkardı.

Behlül Özkan: Ama bence bunun böyle olması, bilimsel anlamda makaleyi daha sağlam yapıyor. Benim görüşüm bu.

Peki, nasıl özetlersin? Şimdi, bir sistemden bahsediyorsun, devletten bahsediyorsun. Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a muhâlif olduğunu; ama devlete muhâlif olmadığını söylüyorsun.

Behlül Özkan: Evet.

“Ama halbuki devlet Erdoğan” diyorsun.

Behlül Özkan: Burada aslında benim çıkış noktam şu: Kılıçdaroğlu’nu Türk siyâsî târihinde diğer bütün siyâsî liderlerden, özellikle iktidâra gelmiş siyâsî liderlerden ayıran çok önemli ve istisnâî bir durumu var. Kılıçdaroğlu bir bürokrat, üst düzey bir bürokrat ve teknokrat. 1971 yılında Mâliye Bakanlığı’na giriyor ve burada yükseliyor, oradan Bağ-Kur ve SSK’nın başına geliyor. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu, makalenin başında da belirttiğim gibi, hep devletle ve müesses nizamla işbirlikçi bir tarzda hareket ediyor ve bu ona bir bürokrat olarak kazandırıyor. SSK gibi 60 binden fazla çalışanı olan Türkiye’nin en büyük kamu kurumlarından birinin başına geçiyor. Sol görüşlü biri olmasına rağmen, Demirel’in başbakan, Özal’ın cumhurbaşkanı olduğu bir iktidar yapılanmasında müesses nizam, devlet ve iktidar güveniyorlar Kılıçdaroğlu’na — üstelik Tuncelili olmasına rağmen. Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu’nun bir bürokrat olarak hareket tarzı hep sistemle ve iktidarla işbirliği içinde hareket ederek yükselmek üzerine kurulmuş. Ben kendisine 2002’yi ve CHP başkanlığını sorduğumda, çok kritik bir söz etti, ben onu da makaleye ekledim: “Ben CHP’ye girdiğimde, parti nedir, particilik nedir bilmiyordum” dedi. Bu şu demek: Siyâsî parti teşkîlâtlanmasını bilen biri değil. Kitleleri arkasına alarak hareket eden bir siyâsetçi de değil. Dolayısıyla bu hâliyle Demirel, Özal ve Erdoğan’dan çok farklı. Özellikle Demirel, Ecevit, Erdoğan, Erbakan… bunlar popülist liderler. Özellikle meselâ Kılıçdaroğlu’nun rakibi Erdoğan parti teşkîlâtlanmasına çok önem veren bir lider. MSP Beyoğlu, sonra İstanbul, sonra Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı yapmış; yani 1980’lerde Kılıçdaroğlu bir teknokrat olarak görev alırken, Erdoğan particiliği sokakta öğrenmiş bir lider. Şimdi dolayısıyla CHP’nin genel başkanı olduğu dönemdeki zaaflarına baktığımızda biz her seçimde neyi görüyorduk? Sandıklara sâhip çıkamama. Yani CHP parti teşkîlâtını restore etme, ayağa kaldırma, o parti teşkîlâtıyla iktidâra gelme gibi bir düşüncesi hiçbir zaman olmadı Kılıçdaroğlu’nun. Sistemle anlaşarak, uzlaşarak, çeşitli iktidar odaklarıyla dirsek temasında olarak bir gün iktidâra gelmeyi düşündü. Bu, 2011 yılına kadar kendisi açısından da başarılı olmuş bir strateji. Yani CHP’nin genel başkanlığına gelmesinde de, Kılıçdaroğlu bir teşkîlâtı, CHP teşkîlâtını organize ederek gelmiş biri değil. Yani doğru zamanda doğru şartları beklerse orada genel başkan olabileceğini düşünmüş ve işte Baykal’ın video kasedinin ortaya çıkmasıyla… orada da meselâ hareket tarzı çok ilginç; son 5 güne kadar “Adayım” diye ortaya çıkmıyor. Önder Sav ve partinin diğer ağır isimleriyle dirsek temâsında ve yokluyor. Yani kurultaya girip karşısına Baykal çıkarsa yenebilir mi, yenemez mi diye… ve o önemli isimler, “Evet, sen yürü, bizim adayımızsın, biz seni destekleyeceğiz” dediklerinde, 5 gün kala “Ben adayım” diyor ve kazanıyor.

Ben o kurultaya gitmiştim. NTV’deydim o sırada, NTV’ye yorumlamıştım. Çok acâyip bir atmosfer vardı ve şöyleydi yani: “Beklenen kurtarıcı, Gandhi”. Değil mi?

Behlül Özkan: Evet.

Öyle bir hava vardı. Yani sâdece tribünlerde değil, medyada da öyle bir şey vardı. Ama diyorsun ki: Bunların hepsi, kazanılmıştan ziyâde verilmiş bir şey.

Behlül Özkan: Yani parti içindeki güç odaklarıyla işbirliği yaparak yükseliyor. Kitlenin gücü veya teşkîlâtın gücüyle değil… Teşkîlâtta hiçbir ağırlığı yok genel başkan vekili olmasına rağmen. Ama aslında Baykal’ın belki de onu partide meclisindeki önemli konuma getirmesinin sebebi de Baykal açısından, Kılıçdaroğlu’nda parti teşkîlâtı gücünün olmaması. Kontrol edebileceği bir siyâsetçi olarak yükseltiyor onu.

Şöyle bir şeyi hep duyarım — senin makalede var mıydı, çok emin değilim: Şimdi Kılıçdaroğlu Anadolu’yu gezdiğinde falan, yani oralara gittiği zamanlar parti teşkîlâtlarına uğramazmış, onu biliyorsun değil mi?

Behlül Özkan: Evet, bunu bana CHP’liler de söyledi.

Çünkü şimdi meselâ Özgür Özel tam tersine, önce parti teşkîlâtlarına gidiyor. Hattâ benim bildiğim kadarıyla grup başkanvekili iken dahi tüm ülkedeki parti teşkîlâtlarını değişik vesîlelerle gezmişliği vardı. Şimdi de tekrar teşkîlâtlarla başlıyor. Ama Kılıçdaroğlu’nun –ki ben de kendisini Anadolu’nun bâzı yerlerinde izledim– hiç Kılıçdaroğlu ile berâber CHP binâsına girdiğimi hatırlamıyorum.

Behlül Özkan: Yani hareket etme tarzı siyâsî parti teşkîlâtından gelen biri değil; içinde yer almamış, yerelde partinin nasıl hareket etmesi gerektiği konusunda tecrübesi yok. Meselâ bu yerel seçimlerde, Kastamonu ve Afyon örneğinde, özellikle Kastamonu’da net olarak görüyorsunuz. CHP’nin târihinde uzun dönem milletvekili çıkartamadığı bir yerde, parti teşkîlâtı güçlü olduğu zaman %50 oy alabiliyor. Bunun Kılıçdaroğlu döneminde yaşanmamış olmasının, bu yerel seçim başarısının CHP açısından tesâdüf olmadığını düşünüyorum ben. Yani bu son yerel seçim başarısı bile Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlıktan gitmesinin önemli bir etkisi olduğunu gösteriyor.

Şimdi son seçime gelecek olursak, anladığım kadarıyla şöyle bir şey var — ki bunu söyleyenler olmuştu: Erdoğan, karşısında Kılıçdaroğlu’nu istedi. Sen de böyle düşünüyorsun anladığım kadarıyla.

Behlül Özkan: Evet, evet.

Ve bunu sağladı diyebiliyor muyuz? 

Behlül Özkan: Bunun yolunu açtığını söyleyebiliriz. Şimdi, seçim öncesinde ben makalede 2-3 tâne örnek olay inceliyorum, yani Kılıçdaroğlu’nun sistemle işbirliği içinde hareket etmesi ve iktidâra gelme stratejisi olarak. Bu işbirlikçilik kavramını aslında biraz açmam lâzım bence, onu kısa bir açayım: Bu aslında II. Dünya Savaşı’nda Almanya’yla işbirliği yapan hükûmetler için kullanıldı siyâset biliminde. 1968’de Hoffman kullanıyor bunu ilk. Yani bu işbirliğini zorla, baskıyla, şiddet yoluyla yapmıyorsunuz. Bir siyâsî strateji şekli o. Kendinizden güçlü olan Erdoğan figürü ve bunun başında olduğu devlet ve müesses nizamla işbirliği yaparak uygun zamânı kollama. Aslında Kılıçdaroğlu 2020 yılında karar veriyor buna, yani 2023 seçimlerinde, bir sonraki seçimlerde aday olmaya. 2020 yılından îtibâren karar veriyor. Fakat bunu söylemiyor; çünkü önünde 3 yıl var ve zaman ve şartlar değişebilir, ne olacağı bilinmez. Zâten biliyorsunuz, Mart ayında seçimlere 3 ay kala da adaylığını kendi ağzıyla hiçbir zaman deklare etmedi son o Altılı Masa’daki kriz çıkana kadar.

“Birileri isterse…” gibi bir kapı araladı, ama “Ben adayım” demedi.

Behlül Özkan: Hiçbir zaman “Ben adayım” demedi, uygun şartları bekledi. Bu da aslında tam bir bürokrat tavrı. Bürokratlar da tâyin beklerken hiçbir zaman bunu deklare etmezler. Hep arka planda hareket ederler. Şimdi 2023 seçimleri öncesinde, 2020’den îtibâren bunun zeminini yoklamaya başladı ve Altılı Masa’yı da aslında tam bunun üzerine kurguladı. Altılı Masa’nın içindeki Saadet Partisi Millî Görüş’ün temsilcisi; Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içinden çıktı hareket. Davutoğlu’nun partisi Gelecek Partisi. O zâten başbakanlığını yapmış Adalet ve Kalkınma Partisi’nin. Babacan ise uzun dönem ekonomiyi elinde tutmuş. Yani aslında Altılı Masa içindeki üç partiyle birlikte Altılı Masa devlete ve müesses nizâma şöyle bir sinyal verme amacını güdüyordu: Erdoğan’sız AKP rejimi devam edecek Türkiye’de. Meselâ o adaylığına giden süreçte Kılıçdaroğlu’nun altını çizdiği şu ifâdeler var: “Biz bir popstar seçmiyoruz, egosu yüksek bir aday olmayacak. Devleti bilen, devletle yakın çalışmış biri aday olmalı”. Yani sanki Türkiye’nin cumhurbaşkanını halk seçmeyecek de bir politbüro seçimi yapılacak Sovyetler Birliği’ndeki gibi ve sistem içindeki birtakım odaklar, “Evet, artık kulvar değiştirme zamânı geldi. Biz Kılıçdaroğlu ile devam edelim” diyecekmiş gibi hareket ettiler. Yani popülizm çağında, dünyada popülizm rüzgârlarının estiği bir çağda, Türkiye belki de “Popülist olmasın, aman muhâlefet adayı popüler bir isim olmasın” diye, sürekli olarak 22, 23 yıl boyunca bu söylemle muhâlefet tarafından domine edildi siyâsî söylem. Ekim 2022 ve Aralık 2022’de önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sonra da Sayın Bahçeli’nin iki tâne kritik açıklaması var sürece müdâhale ettikleri. Erdoğan, Ekim 2022’de yaptığı bir mitingde açıkça söylüyor Kılıçdaroğlu için: “Sen aday olmak istiyorsan ve önüne engel çıkarıyorlarsa ben arkandayım, berâber mücâdele edelim”. Sayın Bahçeli ise, “Açıkçası ben sınıf arkadaşımın adayı olmasını istiyorum” diyor. Bu çok nâdir olan bir şey siyâsî târihimizde: İktidârın ana muhâlefet adayının kim olması gerektiğini açıkça belirtmesi. İşte tam o süreçte İmamoğlu hakkında mahkeme karâarı verilmesi ve İmamoğlu’nun olası adaylığının önünün kesilmesiyle birlikte, Kılıçdaroğlu aslında 3 yıldır taşlarını döşediği şekilde 2023 Mart’ında adaylığını îlân etti.

Şimdi burada tabiî –makalede pek yok ama, bütün bu çalışmayı yaparken buna da bakmışsındır– ortada ilginç bir başka vektör var: Meral Akşener. Meral Akşener’in 3 Mart’ta masadan kalkıp 6 Mart’ta tekrar oturması da çok ilginç olmuştu. Hattâ Kılıçdaroğlu geçenlerde, “Elif Çakır üzerinden bana haber yolladı, Meral Hanım aday olmamı istedi” diye böyle ilginç bir şey de söyledi. Meral Akşener, Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını isteyenlerden miydi, yoksa olmasın diyenlerden miydi? Bu konu çok karışık. En son Erdoğan’la yaptığı buluşmadan sonra, isteyenlerdendi gibi bir hava çıktı sanki ortaya ama.

Behlül Özkan: Şimdi orada benim bir siyâsetbilimci olarak anlamakta zorlandığım nokta şu: 2022 Mayıs-Haziran îtibârıyla Kılıçdaroğlu’nun aday olacağı yönünde sinyaller gelmeye başladı. Hattâ Balıkesir’de miting düzenledi ve ilk defa birincil tekil şahsa geçti îlânlarda. Ve biz bütün bir 2022 yazından îtibâren, arkadaşlarımızla kahve içerken, yemek yerken hep şunu konuşuyorduk, bütün kişisel sohbetlerimizi bu domine ediyordu: Kılıçdaroğlu aday olacak mı, olmayacak mı? Ve bu süreçte Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Akşener sürekli özel olarak buluşuyorlardı, yüz yüze ve bunu sosyal medyada servis ettiler. Şimdi bu özel görüşmelerinde bir kere bile Akşener, Kılıçdaroğlu’na sormadı mı, “Sen aday mı olacaksın? Aday olacaksan biz buna karşıyız ya da destekleriz” diye? Çünkü 3 Mart’ta o yaşanan krizde, yani 80 milyon kişi bunu konuşurken, Akşener sanki Kılıçdaroğlu’nun adaylığından bîhabermiş gibi hareket etti. Benim anlamadığım nokta bu. Ben Sayın Kılıçdaroğlu’na bunu yaptığım röportajda sordum; ama tatmin edici bir cevap alamadım bu soruma; “Size Sayın Akşener sormadı mı, bütün bir 2022 yılı boyunca yaptığınız onlarca özel görüşmede, ‘Siz adaysanız biz buna karşıyız, asla desteklemeyiz’ gibi bir yaklaşımda bulundu mu?” soruma. Kendisi açısından Akşener’in kamuoyu araştırmaları… Netîcede de böyle oldu; Kılıçdaroğlu’nun aday olması yüzünden büyük oranda İYİ Parti’nin oyları düştü. Çünkü İYİ Parti seçmeninin önemli bir kesimi Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklemiyordu. Onların, birinci tercihleri Mansur Yavaş ya da İmamoğlu. Zâten bu yüzden İYİ Parti bu ikisinin cumhurbaşkanı adayı olmasında ısrar etti. Akşener’in kendisi açısından irrasyonel bir karar olabilir Kılıçdaroğlu’nun adaylığı. Ama bunu bir sene boyunca Kılıçdaroğlu ile yaptığı görüşmelerde hiç dile getirmemesi bana çok çarpıcı geliyor.

Özetle diyorsun ki: Kılıçdaroğlu kendisini halkın değil de devletin seçmesini bekledi, ona yatırım yaptı. Ve anlaşıldığı kadarıyla da devletten birileri –hangi devletse ve hangi biriyse–, herhalde ona, “Tamam, artık seninle çalışacağız” dediler ki adaylıkta ısrar etti. Öyle bir sonuç çıkartabiliyoruz, değil mi?

Behlül Özkan: Benim söylemeye çalıştığım, yani makalenin ana fikri şu: Aslında Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı boyunca yaptığı çok kritik hamleler var. Meselâ dokunulmazlıkların kaldırılması; “Anayasaya aykırı, ama evet diyeceğiz”. Arkasından YSK karârına karşı sert bir muhâlefet etmemesi; “Evet, bu karar hukuka aykırı, ama buna karşı biz 49 alacağız ve daha çok çalışırsak yaparız” şeklinde. Böyle 3-4 tâne çok kritik anda… meselâ sürekli şunu söylemesi: “Sokakta siyâset yapmayacağız, sokağa çıkmayacağız. Biz sandığa odaklanıyoruz”. Türkiye’de çok ciddî çevre sorunları var, ciddî ekonomik sorunlar var, işçi ve mülteci sorunları var. Buna karşı siz bir muhâlefet partisi olarak sokakta siyâset yapmayabilirsiniz; toplumsal muhâlefeti de sokaktan çekmeye yönelik bir strateji güttü Kılıçdaroğlu. Dolayısıyla hep verdiği mesajlarda, sisteme ve iktidar odaklarına yönelik, “Ben kitleyi tutuyorum” demiş oldu. Çünkü CHP kitlesi çok önemli bir muhâlefet alanı. Sayın Erdoğan iktidar, ama hep karşısında bir %50 var ve o %50’nin yarısı CHP seçmeni, CHP’ye oy veriyor ve Türkiye’nin eğitim seviyesi olarak ve sosyoekonomik açıdan en güçlü seçmeni bu. CHP ve Kılıçdaroğlu, bu seçmene âdeta bir düdüklü tencerenin valfi vazîfesi gördürdü. Yani kriz anlarında o valfi hafif açarak o baskıyı açtı iktidar açısından. Dolayısıyla bu bağlamda da Erdoğan ve Cumhur İttifâkı açısından Kılıçdaroğlu çok değerli bir ana muhâlefet partisi lideri, o kitleyi sokağa dökmeyen, sandığa kitleyen, beraber sandığa kitledikleri. O 2016’dan 2023’e gelen süreçte zâten Kılıçdaroğlu hep şu mesajı vermek istedi kriz anlarında: “Ben kriz anlarında bir iktidar değişikliği olacaksa, bir isim değişikliği olacaksa buradayım, bana güvenebilirsiniz; ben sisteme sâdığım, ben bu sistemin oyuncusuyum ve bakın Altılı Masa’yla zâten 22 yılda başbakanlık yapmış, ekonomiyi elinde tutmuş kişiler de benimle berâber hareket ediyor. Bunun yanında Millî Görüş de benimle hareket ediyor”. Bu aslında düzen içinde bir değişim olacak sinyalini verdi, bu şekilde iktidâra gelme stratejisi güttü. Ama bu stratejisinin başarılı olmasının mümkün olmadığını görüyoruz biz bugün. Bir sene, iki sene önce bunu söylemek mümkün değildi; çünkü siyâset bilimi geleceği öngöremiyor. Dolayısıyla bu makaleyi ben o yüzden ancak şimdi yazabilirim yani. Geçmişin bir analizini, olanın analizini yapabiliyorum.

Peki, seçimi kaybettikten sonra yine genel başkan olmak istemesi… Ben kongreye gittim meselâ, en azından ikinci turda çekilebilirdi. Yani o çok acıydı gerçekten. İlk turda, açıkçası kazanır diye bekliyorduk; çünkü imzâlar ortadaydı — biliyorsun milletvekillerinin imzâları, il başkanlarının imzâları falan. Kılıçdaroğlu geliyor gibiydi. Ama ilk turda gelemeyeceği anlaşıldı. İkinci turda hâlâ çekilmedi. Normalde çekilmesi bekleniyordu, çekilmedi ve fark çok daha açılarak, gerçekten çok kötü bir durumda gitti. Ve ondan sonra da pes etmedi, çok ilginç. Ve yine ilginç bir şekilde de Erdoğan’dan yine destek aldı.

Behlül Özkan: Evet. Ben makaleyi yazarken bu makalenin aslında bir anlamda sağlaması oldu o süreç, Mayıs ve Kasım ayı; hattâ Kılıçdaroğlu’nun bugün bile süren söylemi ve tutumu. 75 yaşında bir siyâsî parti lideri, 5 seçim kaybetmiş ve Erdoğan’a karşı yarışmış ve 2023’te de kaybetmiş. Niye bırakmıyor CHP genel başkanlığını? Yani 2028’de yapılacak, 80 yaşında olacağı bir seçimde Erdoğan’ı yenebileceğini mi düşünüyor, nedir beklentisi? Ben bunu sordum. O işbirlikçilik kavramı bence onu da açıklıyor; çünkü bir bürokrat, beklediği atama yapılmazsa önce küser; ama kısa süre zarfında toparlar ve uygun şartlarda tekrar atanabileceğini düşünür. Kılıçdaroğlu da bence 28 Mayıs seçimlerinden sonra, o hezîmetten sonra, “Ben CHP’nin başında kalırsam eğer, Erdoğan sağlık sorunları sebebiyle çekilirse veya Cumhur İttifâkı içinde bir çatlama olursa, ekonomik kriz daha da derinleşirse, Türkiye ekonomisi ciddî bir krize, dış politika krizine sürüklenirse; sistem ve rejim, iktidar odakları bana güveneceği için yine sistem içinde bir iktidar devrini bana yapmayı tercih ederler. Ve bunun olmazsa olmazı, benim CHP’nin başında kalmam” diye düşünerek hareket ettiğini düşünüyorum. Hattâ yakın zamanda da, yani CHP’nin %37 alarak târihinde uzun zaman sonra ilk defa kazandığı bir seçim başarısından sonra bile, işte sürekli oraya oynaması, kenara çekilmemesi… Bir bürokrat hiçbir zaman atanmadığı zaman küsüp istifâ etmiyor. 75 yaşında bile olsa hep bir iktidar ışığı, bir atama, belki uygun şartlar gelecek diye bekliyor. Aslında bunun kendi geçmişinde de bir örneği var: 99 seçimlerinde meselâ DSP’den milletvekili adayı olmak istiyor ve son anda bu iptal ediliyor; ama 3 yıl sonra CHP’den girebiliyor seçime. Yani o beklenti kendi kişisel kariyerinde de var.

Şimdi burada tabiî ilk defa AKP girdiği bir seçimde birinci parti olamadı. CHP %37 civârında bir oy aldı. Bunun tabiî ki yerel seçim olma boyutu var; ama siyâsî çok boyutu da var. Ve bence bir nedeni de Kılıçdaroğlu’nun artık genel başkan olmaması. Katılıyor musun buna?

Behlül Özkan: Buna katılıyorum. Kılıçdaroğlu’nun birçok eleştirilecek yönü var; ama makalede de vurguladım, başarıları da var kendisi açısından. Meselâ CHP’yi muhâfazakâr kitlelerle barıştırması. CHP, Kılıçdaroğlu döneminde milliyetçi-muhâfazakârların oy verebileceği bir parti hâline dönüştü. Zâten Kılıçdaroğlu’nun başarısı bu, önemli bir başarı bu; ama bunu oya tahvil edemedi. Çünkü teşkîlâta önem vermedi ve Kılıçdaroğlu siyâsî bir figür olarak, o insanların lider olarak oy verecekleri biri değil. Eğer Kılıçdaroğlu, 2023 seçimlerinde o kitleyi arkasından sürükleyecek İmamoğlu veya Mansur Yavaş veya başka bir ismi seçebilseydi o zaman kahraman olacaktı zâten. Bu stratejisi başarıya ulaşmış olacaktı. Ancak Türkiye’de Kılıçdaroğlu’nun başında olduğu bir partiye asla ve asla oy vermeyecek çok insan var. Biz Kastamonu’da da bunu gördük, Afyon’da da gördük, Ege’nin birçok şehrinde de. Ve kişisel sohbetlerimde hep şunu sorduk yerelde: “Eğer Mart-Mayıs 2023’te Kılıçdaroğlu yerine başka bir aday olursa kazanır mıydı?” Hep aldığımız cevap istisnâsız “Evet” oldu. Ve bu seçim başarıları; meselâ Kastamonu’da %51 alması, Afyon’da yine %50’nin üstüne çıkması CHP’nin, “Bunda Kılıçdaroğlu’nun ayrılmasının etkisi var mı?” sorusuna alınan cevap “Evet” oldu. Kılıçdaroğlu’nun da 13 yılın getirdiği… Çünkü bir de şunu da unutmayalım; bütün bir iktidar yanlısı medya 13 yıldır hedef gösteriyor Kılıçdaroğlu’nu, eleştiriyor, demediklerini bırakmıyorlar. Kendisi açısından korkunç bir yıpranmışlık da var. Dolayısıyla değişim daha CHP’de emekleme aşamasında; ama lider değişiminin bile bu başarıda önemli etkisi oldu yerel seçimler açısından.

Peki şimdi, meselâ normalleşme ya da Erdoğan yumuşama diyor, Özgür Özel normalleşme diyor. Sırf normalleşme dediği için, bunda ısrar ettiği için Erdoğan’ı AKP’de ziyâret edip sonra da CHP Genel Merkezi’nde ağırladığı için falan bâzı muhalifler de Özgür Özel’i Erdoğan’la işbirliği yapmakla suçladı. Hattâ ne diyorlar? “Erdoğan’ın CHP sorumlusu” diyenler bile var. Katılıyor musun buna?

Behlül Özkan: Buna katılmıyorum; çünkü bir kere Özgür Özel’in genel başkan olması üzerinden çok kısa bir zaman geçti ve bu kısa zamanda da önemli bir başarı elde etti kendisi açısından. Parti yerel seçimlerde birinci sıraya yükseldi: %37 — CHP’nin alamadığı bir oydu. Bâzı yerlerde de, Kütahya meselâ, benim en çok sürpriz olarak karşıladığım bir yer, öyle bir yerde bile belediye başkanlığını kazanması. Ama Ege’deki başarının Özgür Özel’le direkt ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü kendisi Egeli bir siyâsetçi ve CHP’de yıllar sonra ilk defa Egeli bir lider var. Dolayısıyla bunun Egeli seçmende ciddî etkili olduğunu düşünüyorum. Ben buna katılmıyorum yani. Özgür Özel için bir değerlendirme yapmak… Çünkü bu makaleyi okuyan birkaç arkadaşım da aynı şeyi sordu; yani “Özgür Özel için de bu işbirliği kavramını kullanabilir miyiz?” diye. “Bunun için çok erken” dedim. Özgür Özel için daha beklememiz lâzım, görmemiz lâzım, çok yeni bir lider.

Makalede de gördüm. O montaj video meselesi, Karayılanlı video meselesinin çok etkili olduğu muhakkak. Orada “gafil avlanmış gibi” bir tespit var. Yani Kılıçdaroğlu bunu, bu tür bir şeyi, yani kumpası, komployu beklememiş olabilir mi hakîkaten?

Behlül Özkan: Orada bence kendisi açısından hayal kırıklığı yaratan şu dinamik oldu: Erdoğan’ın kendisine karşı bu montaj videolarının TRT gibi devletin kanalında yayınlanması karşısında devlet içinden hiçbir bürokrat, “Böyle de şey olmaz, bu Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanına yapılamaz” deyip buna dâir hiçbir açıklama yapmadı. Yani kendisi devlet içindeki birtakım insanların desteğini aldığını düşünürken, aslında o süreçte bunun hiçbir gerçekçiliği olmadığını öğrenmesinin hayal kırıklığı yarattığını düşünüyorum ben kendisinde.

Bu kadar saf olabilir mi?

Behlül Özkan: Saf değil, ama siyâset etme stratejisi buna dayanıyor, yani kitlelerle değil. Şunu söylemek lâzım, onu ben makalede de vurguluyorum: Demirel, Sunay’ı cumhurbaşkanı yaptığında, 1966 genelkurmay başkanını cumhurbaşkanı yapıyor. Özal, Evren’le işbirliği yapıyor. Özal, darbe hükûmetinin ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı. Dolayısıyla işbirliği yapıyorlar. Ama iktidâra gelme stratejileri hep kitlelere dayanmak, halkın içinden çıkmak. Kılıçdaroğlu ve Erdoğan da benzer şekilde. Erdoğan’ın da Kenan Evren’e 1990’lı yıllarda, ben hatırlıyorum: “Sizin iktidarda olduğunuz dönemde keşke ben de belediye başkanı olsam, çok verimli çalışırdık” dediği dönemler var. Erdoğan’ın da devlet içindeki iktidar odaklarıyla işbirliği yaptığı dönemler var. Ama bunu bir iktidâra gelme stratejisi olarak hiçbiri kullanmadı. Kılıçdaroğlu, iktidâra gelme stratejisinde devlet içindeki odaklarla işbirliği yapma meselesini öne çıkardı.

Yani öncelik meselesinde diğerleri öne halkı ya da milleti ve arkasına devleti koyarken; Kılıçdaroğlu öne devleti koydu, arkasına milleti.

Behlül Özkan: Evet. Ecevit yine, “Karaoğlan” lâkabıyla kitleleri… Kitlesel gücünü ve partinin gücünü, teşkîlât gücünü, o işbirliği yaptığı dönemde belki de bir koz olarak kullanıyor rekabette ya da pazarlıkta devlet içindeki odaklarla. Ama Kılıçdaroğlu öyle değil; o kitlesel gücünü, parti teşkîlâtını kullanmadı. Bunu başka türlü açıklayamayız. Çünkü CHP her seçimde sandıklara sâhip çıkmak konusunda çok ciddî fâhiş hatâlar, sorunlar yaşadı. Hep “Düzelteceğiz, yapacağız” dedi, ama hiçbir zaman olmadı. Ben meselâ Kılıçdaroğlu’na sordum: “Niye partiyi kitlelere açmadınız, gençlere açmadınız?” diye. Bunu sorduğumda aldığım cevap çok çarpıcıydı.

Ne dedi?

Behlül Özkan: “İnternette form var, isteyen üye olabiliyor” dedi. Yani bu bile, 13 yıl genel başkanlık yaptıktan sonra yerelde teşkîlâtlanmanın nasıl işlediğine dâir pek de deneyimi olmadığını gösteriyor.

Konuşacak çok şey var, ama şunu da sormadan edemeyeceğim. İkinci tur öncesi Zafer Partisi ile yaptığı, Ümit Özdağ ile yaptığı protokol, anlaşma ve hemen büyük bir hızla sığınmacı karşıtı bir dil kullanması vs.. O tam can havliyle yapılmış gibi geldi bana. Sen ne düşünüyorsun?

Behlül Özkan: Orada bence, yani 14 Mayıs akşamı sonuçlar geldiğinde, Erdoğan’ın %49 küsur oy aldığı ortaya çıktığında, seçim kaybedilmişti. Yani iki turlu, ikinci tura gidecek bir seçimde, birinci ayakta bir adayın %49 küsur aldığı bir durumda, arkadan gelip geçme ihtimâliniz yok orada. Bu, matematik olarak mümkün değil. Sinan Oğan orada Kılıçdaroğlu’nu desteklese de mümkün olmayacaktı zâten. Yani matematik olarak imkânsız oradaki. Dolayısıyla bunu Kılıçdaroğlu da biliyordu. Kılıçdaroğlu, bunu bilemeyecek derece bir siyâsetçi değil. Orada bence Ümit Özdağ’la yaptığı müzâkere ve ittifâkın, yani onu da kendi yanına almasının tek bir sebebi var: İkinci turda alacağı oyu olabildiğince yüksek çıkararak –çünkü biliyor ki 28 Mayıs sonrasında partide genel başkanlık sorunu çıkacak–, “Ben %48-49 aldırdım, dolayısıyla benim gücüm buradan geliyor” diyebilmek için yaptı bu seçimi. Yoksa iktidâra gelemeyeceğini biliyordu. Ve hatırlarsınız, bir konuşması var sosyal medyada, “Gitmiyorum, burada kalacağım” diye masaya vurduğu. Bence o “Gitmiyorum, buradayım” mesajı partinin içine verilmiş bir mesaj.

Sen kendisini ofisinde ziyâret ettin.

Behlül Özkan: Evet, Ankara’da.

Orada ne oluyor?

Behlül Özkan: Oraya gittim ve kendisiyle görüştüm. Son derece kibar bir siyâsetçi. Açıklıkla tüm sorulara kendince cevap veriyor. Ve kendisiyle ilgili böyle bir makale yazacağımı, onun dönemini analiz edeceğimi de söyledim. Yani bunu da ben açıkçası çok tuhaf buluyorum. Yani CHP genel başkanlığında 13 yıl kalmış ve bir kurultay sonucunda koltuğu kaybetmiş bir siyâsetçi olarak, Kılıçdaroğlu’nun anılarını yazması, kendisinin bunu yapması çok önemli. Çünkü 13 yıl ana muhâlefet partisi liderliği yapmış. Ama CHP içinde tekrar genel başkanlığa gelebilecek bir fırsat mı kolluyor, bunun zemini mi yok bilmiyorum. Bunu söyleyebilmem için elimde bir done yok. Ama açıkçası çok tuhaf buluyorum. Ancak bu yerel seçimlerde CHP %37 küsur oy aldıktan sonra, eğer buna dâir bir beklentisi veya umûdu varsa, bunun da kırıldığını düşünüyorum ben yavaş yavaş.

Vallahi ben geçenlerde adı lâzım değil birisinin çok ciddî bir şekilde Kılıçdaroğlu’na destek verdiğini gördüm ve dedim ki: “Yazık olmuş Kemal Bey’e”. Yani böyleleri destek veriyorsa… Hakîkaten, hani vardır ya…

Behlül Özkan: Evet, bir iki isim var öyle, ben de fark ettim. Ama Türkiye siyâsetine hiçbir etkileri olmayan, yani en azından CHP açısından hiçbir etkisi olmayan, negatif etkisi olan kişiler bunlar.

Evet, yani onlara bakınca hakîkaten durumun nasıl olduğu gözüküyor. Peki, son olarak şöyle söyleyelim: Bütün bu deneyimlerden sonra ortada yeni bir CHP var, daha doğrusu “yepyeni” bir CHP. Çünkü Kılıçdaroğlu, “yeni CHP” diyordu; bu ise “yepyeni CHP”. Şu âna kadar geçen sürece baktığın zaman ve Evren Balta ile gittiniz, şehirlerde de dolaştınız, örgütlerin daha dinamik olduğu bir yapı var, gerçekten toplumu arkasına alan bir CHP, stratejisini bunun üzerine kuran bir CHP’nin Türkiye’de bunca yıllık AKP iktidârını alt etme imkânını, potansiyelini görüyor musun?

Behlül Özkan: Net olarak görüyorum bunu ben. Yani eğer CHP önümüzdeki dönemde yerelde teşkîlâtlanmasına, örgütlenmesine ağırlık verirse… Çünkü yerelde teşkîlâtlanmak iktidârı getiriyor. Erdoğan da bunu en iyi bilen siyâsetçilerden biri. Sizin de kitabınız var, bilirsiniz, 90’lı yıllarda Hanımlar Komisyonu kurması, yani Millî Görüş içinde yaptığı çok, kendisi açısından devrimsel adımlar var orada Erdoğan’ın. Teşkîlâtın gücünü çok iyi bilen bir siyâsetçi. CHP’de de benzer bir dönüşümün sinyallerini görüyoruz biz yerelde. Yani Burcu Köksal’ın Afyon’da, Hasan Baltacı’nın Kastamonu’da, Ferdi Zeyrek’in Manisa’da %50’nin üzerine çıkan oylar alması tesâdüf değil. Hem genel başkan değişikliği hem de aşağıda teşkîlâtta kitlelere açılması sonucunda gelmiş başarılar bunlar. Eğer CHP önümüzdeki dönemi teşkîlâtla ve kitlelerle iletişimi, grup konuşması veya Meclis’te yapılan grup konuşmalarından verilen mesajlara değil de, kitlelerle yüz yüze ve yerelde güçlü siyâsetçilere odaklanarak geçirirse… Çünkü bu da genel başkanların pek istemediği, çok arzu etmediği bir durumdur. Çünkü yerelde güçlü bir siyâsetçi olunca, bu merkez için sıkıntı ve sorun çıkartabilir. Şu anda AKP’de yaşanan en büyük sorun bu; yereldeki bütün güçlü siyâsetçiler tıraş edilmiş durumda, merkez için sorun çıkartmamaları için. CHP’de yerelden çok güçlü siyâsetçiler yükseliyor. Bunun da sıkıntıları var, görüyoruz biz yerelde konuştuğumuz zaman. Ancak bu güçlü isimleri ve güçlü teşkîlâtı CHP bir harmoni içinde tutabilirse, çok büyük ihtimalle iktidar yolunun açık olduğunu düşünüyorum ben önümüzdeki yıllarda.

Ben Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Akın’a şunu sordum: “CHP kaç yıl sonra Balıkesir’i aldı?” dedim. “İlk defa aldı” dedi.

Behlül Özkan: Afyon da öyle.

Afyon’u bilmiyorum. Ama Balıkesir meselâ, yine Balıkesir’de CHP’nin hep bir oyu vardır; ama hep sağ bir yer.

Behlül Özkan: 74 yıldır Afyon’da hiç kazanmamış merkez belediyeyi CHP ilk defa kazanıyor ve %51 ile kazanıyor. Yani bütün diğer partilerden fazla oy almış.

Evet Behlül, çok sağ ol. Bayağı ufuk açıcı oldu. Şimdiden sözünü aldık, CHP’nin yerelde nasıl kazandığı üzerine Evren Balta ile yaptığınız araştırmayı çok geçmeden ayrıca yorumlayacağız. Evet, Özyeğin Üniversitesi’nden Behlül Özkan’la, Kılıçdaroğlu’nun neden ve nasıl Erdoğan’ı yenemediğini ve CHP’nin bundan sonra önünün açık olup olmadığını konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.