Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendisiyle ilgili “AK Parti’nin adamı” diyen gazeteci Fatih Altaylı’ya sert tepki gösterdi. Altaylı, Kılıçdaroğlu’na dava açacağını duyurdu. Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarını “seviyesiz” olarak nitelendirdi.
Ruşen Çakır, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Altaylı’ya yazdığı yazıyı, CHP’de tekrardan genel başkan olup olmayacağını, siyasetteki amacını ve CHP’nin seçim başarısını değerlendirdi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Uzun zamandır yapmayı düşündüğüm, ama yapmak istemediğim bir yayını nihâyet yapıyorum. Artık bir yerde kaçamam. Bir şekilde Kemal Kılıçdaroğlu üzerine seçimden bu yana, ilk sıcağı sıcağına bir şeyler söylemiştim ama, uzun bir süre pek konuşmuyordum. Adı mecbûren geçtiği zaman konuşuyordum; ama artık Kılıçdaroğlu’nun kendisinden başlı başına bahsetmem gerekiyor. Özellikle Fatih Altaylı ile olan polemiğin ardından da bir şey yapmayı düşündüm; ama genellikle, biliyorsunuz, bizde kavgada dayağı araya giren yermiş. Öyle bir kavga; çünkü bayağı bir kavgaydı. Çok şaşırtıcı bir şey aslında. Kemal Kılıçdaroğlu’ndan beklenmeyecek bir çıkıştı. Ama daha önce de onun kadar olmasa da, son dönemde, CHP genel başkanlığını kaybettikten sonra birtakım sert çıkışlar yapmıştı. Ve genellikle de medya mensuplarına yönelik olarak yaptı. Ama Fatih Altaylı’ya yönelik yaptığı çıkış, o metin, gerçekten bir acâyipti, çok şaşırdım. Bir yerden sonra insanın çok fazla diyecek bir şeyi olmuyor. Burada şunu kastetmiyorum; yani şu haklı bu haksız meselesi değil. Buna daha sonra, yayının sonunda değineceğim; ama o üslûp gerçekten beni çok şaşırttı ve irkiltti. Oradan tekrar, “Kemal Kılıçdaroğlu ne yapmak istiyor?” sorusuna geldiğim zaman, bir açmazla karşı karşıya kaldım. Yani şöyle: Kılıçdaroğlu anlaşıldığı kadarıyla CHP’nin başına tekrar geçmek istiyor. Bunu da doğrudan kendisi yapmıyor; yani “Ben CHP’ye adayım” demiyor. Her zaman olduğu gibi, daha önce de hep böyle yaptı. Cumhurbaşkanlığı adaylığını da, seçim yenilgisinin ardından genel başkan adaylığını da, “Delegeler isterse, partililer isterse, halkımız isterse” gibi şeylerle yaptı ve kaybetti. Şimdi bu sefer de aynı şekilde, “Eğer partililer isterse ben de görevden kaçamam, kaçmak doğru olmaz” minvâlinde şeyler söylüyor. Şimdi bunu tartışacağız; ama bu iddiadaki birisinin, yani CHP’nin tekrar başına geçmek ve buradan hareketle 2023’te yapamadığını yapıp Türkiye’de Erdoğan iktidârını yıkmaya tâlip olan birisinin Türkiye’deki popüler bir gazeteciyle böyle uğraşıyor olması, onu böyle muhâtap alması çok yadırgatıcı — yanlış yani. Tekrar söylüyorum; haklı haksız, şu bu ayrı, ama bu üslûpla CHP’ye genel başkan olunmaz. Kime karşı olursa olsun insanın üslûbunu bir şekilde muhâfaza etmesi gerekiyor. Tekrar esas meseleye girecek olursak, Kılıçdaroğlu’nun ne yapmak istediği sorusunda bunu net olarak gördük. Kongreyi kaybettiği andan îtibâren CHP’nin başına tekrar geçmek için çalışmaya başladı, ofis açtı. Bunu gördük. Ve ofisine insanların geldiğini gördük. Gazetecilerden gidenler oldu, onun çağırdıkları oldu, çok olmasa da röportajlar verdi. En son canlı yayınlara da çıktı. Ve burada bir hazırlık yapıyor Kılıçdaroğlu. Bu anlaşılır bir şey. Sonuç olarak siyâsette, bir siyâsî amacınız varsa o amacınız için çalışırsınız tabiî ki. Yani o seçim yenilgisinin ardından, sonra da kongre yenilgisinin ardından Kılıçdaroğlu’nun tekrar CHP genel başkanlığına tâlip olması bana göre çok akıl kârı bir şey değil. Ama bu benim perspektifim. O pekâlâ bunu isteyebilir ve birtakım insanlar da ona bu desteği veriyor olabilir. Bizim işimiz gazeteci olarak kim başkan olacak, kim olmayacak, kim kaybedecek, kim kaybetmeli vs., bunlar değil; anlamaya çalışmak ve anladığımız kadar da anlatmaya çalışmak. Ve eşit mesâfeli bir şekilde bunu yapmak. Diğer aktörler, yani burada şu anda Özgür Özel var ve Kemal Kılıçdaroğlu var, ama bir anlamda da Ekrem İmamoğlu var.
Şimdi, Kılıçdaroğlu’nun yerel seçim öncesi bu stratejisi5.18 Çok büyük bir seçim yenilgisinin ardından CHP, genel başkanını değiştirdi; ama bu değişiklik lehte olabileceği gibi aleyhte de olabilirdi. Yani partinin temposunu iyice düşürebilirdi, çok büyük bir seçim yenilgisinin ardından bir de yeni yönetimle işler iyice karışabilirdi. Aday seçimlerinde, tespitlerinde çok ciddî ârızalar çıkabilirdi vs.. Ama adaylar konusunda gördük ki, Hatay dışında, kamuoyuna mal olmuş olay yaşanmadı. Bir tek İstanbul’da aday gösterilmeyen bâzı belediye başkanları bir tür kazan kaldırdılar. Meselâ Sarıyer’deki bağımsız aday oldu, diğerleri de bayağı yüksek ses çıkardılar; ama çok fazla bir sonuç vermedi — Hatay dışında. Ve buradan çıkacak olan başarısız bir sonuçta tabiî ki gözler Kemal Kılıçdaroğlu’na çevrilebilirdi. Çevrilecekti demiyorum. Genel seçimin ardından yerel seçimde yaşanması muhtemel bir mağlûbiyette, hele hezîmet olursa, Kılıçdaroğlu kesinlikle çıkacaktı ve diyecekti ki: “Gördünüz, ben gittim, parti daha kötü bir hâle geldi”; etrâfında da bayağı bir insan toplanabilirdi, ama böyle olmadı. CHP birinci parti çıktı, elindeki Hatay dışında bütün büyükşehirleri korudu, üstüne çok önemli büyükşehirleri ve illeri aldı, AKP’nin ve MHP’nin kalelerini düşürdü. Yani Kastamonu, Adıyaman, Kütahya, Afyon. Bunlar çok acâyip kazanımlar; yani CHP için rüyâda görülmesi bile çok gerçekçi olmayan yerlerdi bunlar. Çok büyük bir başarı elde etti ve birinci parti çıktı. Adalet ve Kalkınma Partisi, kuruluşundan bu yana girdiği bir seçimden ilk kez ikinci parti olarak çıktı ve CHP birinci oldu. Şimdi, böyle bir durumda, normalde Kemal Kılıçdaroğlu’nun iddiasının iyice sönmesi gerekirdi; çünkü seçimde kendisi gittikten sonra alabildiğine güçlenmiş, büyük bir seçim başarısı elde etmiş bir CHP var. Ama Kılıçdaroğlu orada bırakmadı. Genellikle Kılıçdaroğlu taraftarlarıyla konuştuğumuz zaman, bu zemini Kılıçdaroğlu’nun hazırladığını söylüyorlar ve Kılıçdaroğlu genel başkanlığında girilmiş olsaydı CHP’nin daha da başarılı bir sonuç alacağını söylüyorlar. Bunu neye istinaâden söylüyorlar bilemiyorum; ama bana çok iknâ edici gelmedi bunlar hiçbir zaman. Ama tabiî ki onlar böyle bir iddia ileri sürebilirler. Ve Kılıçdaroğlu iddiasını sürdürmeye devam ediyor. Arada sırada CHP’nin birtakım politikalarına, yaptığı birtakım açıklamalara, meselâ Özgür Özel’in “normalleşme” söylemine… Kendisi zamânında “helâlleşme” diye bir kavram ortaya atmış olan Kılıçdaroğlu’nun, şimdi “normalleşme” söyleminin dile getirilmesini çok sert eleştirdiğini gördük. Orada tabiî şu anlamda hakkını yememek lâzım: O “helâlleşme” derken topluma yönelik bir şey söylüyordu; yani toplumun farklı kesimlerine, CHP ile sorunu olan farklı kesimlerine yönelik bir helâlleşmeden bahsediyordu. Özgür Özel ise daha çok iktidarla ilişkilerin normalleştirilmesini söylüyor. Ama burada Kılıçdaroğlu’nun şunu atladığını düşünüyorum — ya da görmek istemiyor: İktidarla olacak olan bir normalleşmenin, Kılıçdaroğlu’nun helâlleşme olarak tanımladığı, CHP’nin kendisine yabancı kesimlere açılmasını kolaylaştırıcı bir etkisi var.Yani Erdoğan’la ve diğerleriyle sürekli kavga hâlinde olan ve sürekli kutuplaşmış bir söylem içerisine kendini hapseden bir CHP’nin, o partilerin tabanlarına ulaşması çok zor oluyordu. İşte burada normalleşme bunu kolaylaştırır diye düşündüler. Ne derece etkili oldu bilmiyorum. Baktığım kamuoyu araştırmalarında, şu âna kadar değişik târihlerde yapılan, en son Temmuz araştırmalarını gördüm meselâ: CHP’nin oylarında çok büyük bir ilerleme yok, yani oyu artmış gibi değil. Ama birinci parti olma özelliğini koruyor; buna karşılık AKP’nin oylarında çok ciddi bir azalma görüyoruz; yani daha doğrusu azalmanın sürdüğünü görüyoruz.
Tabiî burada şöyle bir husus var: Bütün araştırmalarda çok sayıda kararsız seçmen var ve bu kararsız seçmenin önemli bir kısmının iktidar seçmeni olduğu söyleniyor. Dolayısıyla bu kararsız iktidar seçmeninin tekrar iktidâra yönelme ihtimâli de var. Ama birinci parti olan ve kutuplaşma üzerine bir strateji izlemeyen CHP’ye yönelme ihtimâli de var, onu özellikle vurgulamak lâzım. Yani gördüğüm kadarıyla normalleşme perspektifi, CHP’ye çok yeni seçmen katmamış olabilir; ama CHP’nin aleyhine bir süreç de olmuş değil. Yani o söylenen, “Normalleşmeden Erdoğan istifâde ediyor, Erdoğan kendini tekrar toparlıyor bu sâyede” falan…, bunlar, özellikle gördüğüm birbirinden farklı kamuoyu araştırmalarında pek gözükmüyor. Dolayısıyla orada da Kılıçdaroğlu’nun tam istediğine ulaşamadığını görüyoruz. Yani şöyle riskli bir durum var Kılıçdaroğlu’nun pozisyonunda: Tekrar geri gelebilmesi için CHP’de işlerin yürümemesi gerekiyor, CHP’nin başarısız olması gerekiyor, CHP’de içeride çok ciddî bir çatlak çıkması gerekiyor vs.. Ama bu da aynı zamanda Kılıçdaroğlu’nun aleyhine bir durum. Yani partideki kendi geleceğini, partinin kötüye gidişi üzerine kurmak çok akıl kârı bir olay değil. Eğer CHP bir şekilde içeride çatlarsa, birbirine girerse –ki başından îtibâren bu konuda iktidar tarafından yapılan çok ciddî bir faaliyet var, biliyorsunuz. Parti içerisindeki her türlü tartışmayı alabildiğine büyüten, belediyelerin önüne engeller çıkartan vs. ve hâlâ Ekrem İmamoğlu’nun yargılanmasını, siyâsî yasak ihtimâlini gündemde tutmak isteyen bir iktidar var.Şimdiden CHP’de –Seçime kaç yıl var? 4 yıl var– “Cumhurbaşkanı adayı kim olmalı?” tartışmasını başlatmaya çalışan iktidar ve onun birtakım insanları var. Böyle bir yerde aslında Kılıçdaroğlu’nun önünün çok açık olduğunu açıkçası hiç düşünmüyorum. Ama tabiî ki kendisi bunu düşünüyor olabilir. Kimler var Kılıçdaroğlu’nun yanında? Şu âna kadar böyle çok açık ortaya çıkmış, kurmay gibi gözüken kimse görmedim. İllâki vardır; ama kamuoyunun karşısına bir ekiple çıkmıyor Kılıçdaroğlu. Genellikle tek çıkıyor medyaya konuşacağı zaman ya da Kılıçdaroğlu’nu gördüğümüz en son Hacı Bektaş anmalarında da olduğu gibi, Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’yla, yani partisinin kurmaylarıyla beraber çıkıyor. Onun dışında, Kılıçdaroğlu’nun yanında kimler var bilmiyoruz. Çok sayıda milletvekili olduğu söyleniyor, eski il başkanları olduğu söyleniyor, eski belediye başkanları olduğu söyleniyor. Ama bunlar birer rivâyet. Şunu çok iyi hatırlıyorum: Kongre sürecinde Kılıçdaroğlu çok imzâ topladı; çok sayıda belediye başkanı ve milletvekili desteklerinin Kılıçdaroğlu’dan yana olduğunu açıkladılar. Ve oraya baktığımız zaman, Kılıçdaroğlu kazanıyordu. Ama öyle olmadı, o toplanan imzâların bayağı bir kısmını kaybetti Kılıçdaroğlu. Açıkçası o kongre sürecinde, CHP’deki bu tür delege oyunlarını çok bilmediğim için –daha doğrusu, yıllardır görüyoruz ama, çok da fazla içine girilecek gibi işler değil; bu, bir gazeteciyi de bozacak işler açıkçası–, kongreyi canlı şekilde yerinde izleyen birisi olarak, herhalde Kılıçdaroğlu kazanacak diye düşünüyordum. Biliyorsunuz, ben Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığını da kazanacağını düşünüyordum. CHP’yi de kazanacağını bayağı düşünüyordum. Ama diğer yandan, Özgür Özel’in Ekrem İmamoğlu desteğiyle bayağı güçlü ve iddialı olduğunun da farkındaydım. Ve ilk turun ardından, Özgür Özel fark atınca, ama ilk turda bitmeyince, Kılıçdaroğlu’nun çekilmesini bekledik. Yani teşekkür edip, rakibini tebrik edip çekilmesini bekledik. Ama öyle olmadı; Kılıçdaroğlu devam etti ikinci turda ve oyları daha da azaldı. Şimdi, Kılıçdaroğlu birileriyle berâber hareket ediyor olabilir; ama o birilerinin kimler olduğunu bilmiyorum ve bir yerden sonra bunun çok da anlamlı olmayabileceğini düşünüyorum. Hele geçenlerde, adı lâzım değil birisinin sosyal medyada Kılıçdaroğlu’na açık bir destek verdiğini gördüm. Yani Allah muhâfaza; eğer bu tür kişilerle yol yürümeyi düşünüyorsa, açıkçası var olan şansını da iyice gömmüş olur diye düşünüyorum. Tekrar söylüyorum: Bir siyâsetçi, parti genel başkanı olmak isteyebilir, parti kurmak isteyebilir, şu olur, bu olur. Bizim en fazla burada yapacağımız, onları yorumlamak olur; yoksa üstümüze vazîfe değil.
Buradan Fatih Altaylı meselesine gelmekte yarar var. Şöyle ki, ilk başta Fatih Altaylı’nın söylediği, Kılıçdaroğlu’nun bir tür AKP ajanı olduğu sözleri… Yani bunu düşünen çok kişi olabilir. Şu daha çok var, Kılıçdaroğlu’na yönelik genel eğilim şöyle açıkçası: Kılıçdaroğlu yanlış yaptı, hesaplama hatâsı yaptı, kendi adaylığında ısrar etti ve AKP’nin, Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürdü. Nitekim böyle oldu. Yani ister istemez, “Böyle bir angajmanı olmadan kazanacağını düşünerek, aslında CHP’nin kazanabileceği, muhâlefetin kazanabileceği bir seçimi Erdoğan’a hediye etti” şeklinde bir yaklaşım muhâlefette çok güçlü. Bunun ötesine çıkıp, Kılıçdaroğlu’nun bilinçli bir şekilde iktidarla, Erdoğan’la işbirliği yaptığını, onlara çalıştığını söylemek hiçbir şekilde benim kabul edebileceğim bir şey değil. Bildiğim kadarıyla, Kılıçdaroğlu’nu az buçuk tanıyorum. Özellikle o genel başkan olduktan sonra değişik vesîlelerle kendisiyle yayın yaptım, röportaj yaptım, sohbet ettim vs.. Tanıdığımı düşünüyorum. Hep bir mesâfeli oldu, tabiî ki böyle olması da gerekir bence. Gazeteci-siyâsetçi ilişkisinin, hem habere ulaşabilmek için olabildiğince yakın; ama aynı zamanda da mesâfeli olması gerekir. Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu’nun kendisinin ajan olarak tanımlanmasından rahatsız olması, bunu bilinçli bir şekilde yaptığının söylenmesinden ya da îmâ edilmesinden rahatsız olması haklı; ama o söyledikleri hiç yenilir yutulur şeyler değil. Yani şimdi şöyle şeyler okuyoruz, duyuyoruz: Kılıçdaroğlu, ofisinde felsefecilerle, sosyologlarla, ekonomistlerle vs. sürekli sohbet ediyor, okuyor, yazıyor vs.. Şimdi burada bir entelektüel faaliyet görüyoruz ve takdir ediyoruz. Ama ondan sonra karşımıza çıkan metinler… Yani kusura bakmasın kimse, ama şimdiki tâbirle, “ergen” eliyle yazılmış şeyler. Yani öyle cümleleri kurmak… Kılıçdaroğlu background’undaki birisi için çok yadırgatıcı. Kendisinin yazmadığını tahmin ediyorum, ama kendisi onay veriyor belli ki. Yani o yaklaşım, o dil bir kere asla olabilecek bir şey değil. Dolayısıyla, haklı olsa dahi kendisini haksız bir duruma düşürüyor. Şimdi orada Fatih Altaylı ile ilgili söylediği, geçmişine yönelik çok şey var. Bunları yeni kuşaklar bilmez, birçoğunu biz yaşadık, değişik olaylara tanık olduk. Mesela Eren Keskin hakkında söyledikleri çok ayıptı ve hâlâ bunun hesâbını vermedi, özeleştirisini de yapmadı. Ve burada çok net bir şekilde Eren Keskin’in haysiyetine yönelik bir saldırı yaptı. O zamanki ana akım medyadaki pozisyonuna güvenerek, oradan güç alarak bunu yaptı. Buna benzer başka şeyler de yaptı, eyvallah. Ama bunlara rağmen Kılıçdaroğlu, Fatih Altaylı’yı muhâtap aldı. Yani onun yayınlarına çıktı, vs.. Zâten Fatih Altaylı da diyor ki: “Mesajları gösteririm”. Şimdi burada, geçmiş taramaları vs..; tabiî ki bunların hepsinin bir anlamı olabilir. İşte, “Gezi’’de şunu yaptın, şurada bunu yaptın, Levent Kırca sana şunu dedi” falan; ama bunlar artık belli bir yerden sonra, Kılıçdaroğlu’nun pozisyonundaki birisi için, hele hâlâ siyâsî iddiası varsa, ki var. Siyâseti bırakmış olsaydı, derdik ki: “Tamam, hesaplaşıyor, artık tek başına kaldı, herkesle tek tek hesaplaşıyor” diyebilirdik belki. Buna karşılık diğer yandan Fatih Altaylıénın daha sonra verdiği cevap, mahkemeye vermiş falan. Ve orada şöyle şeyler gördüm, şimdi tam cümleler aklımda değil ama; “Kongrede kazansaydı, Ekrem İmamoğlu’nu aday göstermeyecekti” vs. vs., “Bunu engelledik, engellenmesine yardımcı olduk” ya da buna benzer şeyler var. Tabiî ki kimse kimseye gazetecilik öğretecek değil. Benim anladığım, gazetecilik dediğim, yani benim yoğurt yiyişimde böyle şeyler olacak şeyler değil. CHP’nin kongresinde, demin de bahsettim, ben Kılıçdaroğlu kazanacak herhalde diye düşünüyordum. Özgür Özel ile yayın yaptık, Kılıçdaroğlu kabul etmedi. Zâten Kılıçdaroğlu ilginç bir şekilde daha önce de, 2023 seçiminden önce de bize söz vermiş olmasına rağmen yayına çıkmamıştı, bu öyle arada kaynamıştı vs.. Yani böyle taraf olmak… “Şu seçilsin, şu olsun, bu olsun” gibi bir şeyimiz olmaması lâzım. Yani bir gazetecinin, hele bir medya kuruluşunun böyle bir şey yapmaması lâzım. Ama belli ki bâzı medya mensupları diyelim, CHP içerisindeki meselelere, iç meselelere dâhil olmayı kendilerine bir vazîfe görüyorlar. Yanlış yapıyorlar, ama onların bildiği öyleyse öyle yapmaya devam etsinler. Sonuç olarak, Kılıçdaroğlu o üslûpla, o metinle, bütün tartışmayı baştan bitirmiş oldu. Onu özellikle vurgulamak isterim.
Son bir not: Alevîlik meselesi. Şimdi dönüp dolaşıp Kılıçdaroğlu tartışılınca Alevîlik husûsu tekrar gündeme geliyor. Bu beni şahsen çok yaralıyor, çok rahatsız ediyor. Kılıçdaroğlu’nun 2023 seçiminden önce yaptığı Alevî videosu beni çok heyecanlandırmıştı, onu da yorumlamıştım, çok olumlu bulmuştum vs.. Ama bir şekilde seçimi kazanmasına yardımcı olmadı. Burada Kılıçdaroğlu’nu desteklerken ya da Kılıçdaroğlu’na karşı çıkarken onun Alevîliğini en öne çıkartanları gerçekten yadırgıyorum ve bir anlamda ayıplıyorum. Yani tabiî ki Kılıçdaroğlu’nun Alevî olmasının etkisi var. Burası Türkiye. Burada Türk sağının özellikle Alevîlik konusunda ne kadar kötü olduğunu, ne kadar istismarcı olduğunu, ne kadar yalancı olduğunu, ne kadar provokatör olduğunu biliyoruz. Târihi2miz Alevî katliamlarıyla dolu, yakın târihimiz de. Şimdi böyle bir realite var. Ama CHP’nin başında olmasının ya da CHP’nin başında olmamasının ana gerekçesi olarak Kılıçdaroğlunun Alevîliğini göstermeye çalışanlar bence çok yanlış yapıyor. Bunu özellikle vurgulamak isterim. Kılıçdaroğlu seçimi Alevî olduğu için kaybetmedi bence. Bundan geçen Evren Balta ve Behlül Özkan’la yaptığımız yayında da bahsettik. Behlül’ün orada söylediğine ben de katılıyorum: Kılıçdaroğlu beceremedi, yani seçimi kazanmayı beceremedi. Kazanabileceği bir seçimi şu ya da bu nedenle kaybetti. Esas sorun ondan sonra geliyor; kaybettikten sonraki pozisyonu. İşte şimdi bunu tartışıyoruz. Tekrar başlığa dönecek olursak; Kılıçdaroğlu ne yapmak istiyor? CHP’nin başına geçmek istiyor. Geçer mi? Bu gidişle geçebileceğe benzemiyor. Geçerse CHP daha iyi bir noktaya gelir mi? Hele onu hiç sanmıyorum. Eğer CHP’de tekrar Kılıçdaroğlu ile bir dönem başlayacak olursa, şu ya da bu şekilde, şu ya da bu nedenle bu, CHP’nin şahlanması değil, iyice kabuğuna çekilmesi ve belki de bölünmesi anlamına gelir. Bu, şu andaki CHP yönetiminin çok başarılı olduğu, tek başına iktidâra geleceği vs. gibi şeyler değil, böyle bir şey söylemiyorum. Şu andaki CHP yönetimi 31 Mart’ta belirgin bir başarı elde etti, o başarıyı büyük ölçüde muhâfaza ediyor. Ama Türkiye siyâseti çok kırılgan. Her an her şey olabilir. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman, CHP’de bir yönetim değişikliği ihtiyâcı olduğu kanısında değilim. Tabiî ki birileri böyle düşünüyor olabilir ve bunu değiştirmek isteyebilirler. Ve anlaşıldığı kadarıyla bu birileri Kılıçdaroğlu etrâfında toparlanıyorlar. Ama şu hâliyle bakıldığında, hele bu üsluûpla, bu kavgacı dille ve bu kavgacı dili belli ki Kılıçdaroğlu’na empoze eden danışmanlar ya da kurmaylarla olabilecek bir iş değil. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.