Yer değiştiren seçmen üzerine gözlemler (1) | Siyasal krizlerin ortak göstereni: Mülteciler

ZFA Araştırma olarak geçtiğimiz mart ayında gerçekleşen yerel seçimlerden hemen sonra, haziran ve temmuz aylarında, Kayseri, Yozgat, Malatya, Adıyaman, Şanlıurfa, Gaziantep, Denizli, Manisa, Kütahya, Afyonkarahisar, Bursa, Balıkesir, Mersin, Antalya, Samsun ve Trabzon’dan oluşan toplam 16 şehirde seçmenin oyunun yerini değiştirmesine sebep olan faktörleri irdelediğimiz bir saha araştırması gerçekleştirdik.

Araştırmada, 150 kişi ile yapılan derinlemesine görüşmeler sonucunda vatandaşların oy tercihine etki eden çok çeşitli faktörlerin genellikle birbirinden ayrı olarak analiz edilmesine rağmen özünde birbirleri ile doğrudan bağlantılı olduğunu gözlemledik. Saha araştırmasında, yereldeki adaylaşma süreçlerinden hayat pahalılığına, mülakat ile atama yönteminin adaletsizliğinden elitleşmiş siyasiler ile geniş toplumsal kesimlerin hayat kalitesi arasındaki makasın giderek açılmasına çeşitli faktörlerin her seçmenin oy davranışında farklı derecelerde ve yönlerde etki sahibi olduğunu gözlemledik.

Bu konulardan bazıları kamuoyunda uzun uzun tartışılsa da hem bir bölümünün neredeyse hiç üzerinde durulmadı hem de birbirleriyle olan bağlantıları ve kesişen noktaları kanaatimizce isabetli şekilde analiz edilemedi. Bu nedenle bu yazı dizisinde, bu faktörlerin etki kapasiteleri, birbirleri ile olan ilişkileri ve muhteviyatının etnografik veriye dayalı analizinin kamuoyunda ve kurumsal siyaset içerisindeki tartışmalara katkı sunmak açısından faydalı olacağını düşünüyoruz.

Öne çıkan başlıklar arasında bağlantıları ortaya koyarak bir bütünsel hikayenin deşifrasyonunu sırasıyla doğru noktalara parmak basarak göstermeye çalıştığımız yazı dizisini Medyascope okurlarına sunuyoruz.  

Yazar: Ali Cebe / ZFA Araştırma

Türkiye’nin hemen her bölgesinde, geçmiş dönemlerde AK Parti’ye destek vermiş vatandaşların büyük bölümü partiye verdiği desteğe rağmen, yıllar içerisinde kendilerini ekonomik ve hukuki anlamda güvencesiz halde bulmaları sebebiyle derin bir hayal kırıklığı yaşıyor. Bu açıdan, yerel seçim sonuçlarının, her geçen gün büyüyerek yayılan toplumsal hayal kırıklığının bir tür öfke ile oy yerinin değişimine tahvil olma ihtimalinin de vaki olduğu bir an olarak değerlendirilmesi yanlış olmaz.

Fakat, seçimlerden sonra herkesi meraklandıran ve bizim de etnografik saha araştırmamız ile peşine düştüğümüz esas soru bu anın kalıcılığı ve geçiciliği hususundaydı. Çünkü sandıkla başlayan bu tepkiselliğin büyüyerek daha uzun erimli bir siyasi değişime evirilip evirilemeyeceği meselesi başta muhalif kesimler olmak üzere hemen herkeste merak uyandırmıştı. Biz analitik açıdan, küçük noktalardan başlayarak büyük iddialar üretmek yerine seçmeni oy yerinin değişimine iten faktörlerin her birinin detaylı şekilde tahlil edilmesi ile bu merakın giderilebileceğini düşünüyoruz.   

Genel seçimlerden sonra, siyasal iktidar her ne kadar uzun süre inkar etmiş olsa da nihayet ekonomi alanındaki yanlış stratejiyi zımnen kabul etmiş gibi gözüküyordu. Ancak araştırma bulguları, yalnızca ekonomi yönetimini değiştirerek genel bir rasyonelleşme niyeti gösterilmesinin, toplumun çeşitlenen dertlerinin ve beklentilerinin yeterince iyi anlaşılamadığının kanıtı mahiyetinde olduğunu gösterdi.

Sorunlar tek başına ekonomiye indirgenemeyecek kadar katmanlı olduğundan, daha kapsamlı bir çözüm önerisine ve yol haritasına ihtiyaç duyuluyor. Ekonomi sıklıkla oy tercihine en çok etki ettiği düşünülen faktör olarak değerlendirilse de vatandaşların güvensizlik sorununun büyümesine sebep olan adaletsizlikler, farklı toplumsal grupların birbirleri ile konuşmasına olanak sağlayacak kamusal alanların daraltılmasını hedefleyen merkezi politikalar ve AK Parti’nin seçmenine vadettiklerini gerçekleştirememesinden neşet eden hayal kırıklığı hissiyatı o kadar güçlü ki siyasal iktidar ekonomiyi yoluna koysa bile önümüzdeki dönemde siyasi pozisyonu sağlam olmayabilir.

Nitekim muhalefet tarafında son genel seçimlerde ekonomik krizin temel sorumlusu olarak görülen AK Parti’nin kaybedeceğine kesin gözüyle bakılırken, sonuç bunun tam tersi olmuştu. AK Parti seçmeni uzun yıllardır güçlü duygusal bağı olan partisi ve liderine olan sadakatini, biraz sarsılsa da muhafaza etme yoluna gitmişti. Yani ekonominin gidişatı ile oy tercihi arasında kurulan normatif ilişkinin aynı şekilde AK Parti için de tersine işleyebileceğine ihtimal verebiliriz.

Peki, zamana yayılarak büyüyen ve çeşitlenen bu sorunlar yumağı içerisindeki konuları nasıl ele almalıyız, seçmeni oy yerini değiştirmeye iten faktörler arasındaki ilişkilere nereden bakmalıyız ve bu, geleceğe dair bize ne gibi ipuçları verebilir?   

Gerçekleştirdiğimiz araştırmanın bulguları arasında mülteci meselesinin konuşulması zor bir konu olmakla birlikte diğer bütün sorunların merkezinde bir mesele olarak öne çıkması özellikle dikkatimizi çekti. Mülteciler ile ilgili konuların tartışılma ve kavramsallaştırılma biçimi, bize mülteci meselesinin ekonomi ve adalet alanlarını da içeren sorunlar bütününün tamamını yatay kesen bir konumda bulunması ve anlatının kesişimselliğini temin eden pozisyonu ile merkezi bir parçası haline dönüşmüş durumda olduğunu gösteriyor. Bu nedenle öncelikle mülteci meselesinin mevziisinden ve taşıdığı rolden başlayarak girizgah yapıyoruz.  

Mülteci meselesini diğerlerinden ayırt eden en temel özelliği, söz konusu başlıklardaki diğer sorunların hem içinde hem de onlardan büyük bir mesele olarak geleceğe, daha da önemlisi ülkenin iç ve dış güvenliğine yönelik bağlamsallığı itibarıyla bütünlüklü sayılabilecek daha büyük bir hikâyenin esas öznesi şeklinde gündem edilmesi. Güvenlik, bugün daha ziyade öncelikle dış politika ekseninde vuku bulan bir konu olarak iç politikadaki diğer gündemlere sirayet etse de araştırmanın etkileyici bulgularından birisi konunun dışarıdan bağımsızlaşarak tam anlamıyla bir iç politika konusu haline gelmiş olması oldu.

Örneğin gündelik tartışılma biçimi ile mülteci meselesi, seçmen tarafından yalnızca Türkiye’nin Suriye’de güttüğü askeri/siyasi/jeopolitik strateji bağlamında değil, vatandaşlar arasında güvensizliği artıran boyutu ile ele alınıyor. Yapılan görüşmelerde, yalnızca farklı toplumsal gruplar arasında değil, aynı mahalledeki komşular arasında dahi artan bir güvensizliğin olduğu fikri hemen herkes tarafından belirtiliyor.

Ortaya çıkan bu güvensizlik, bütün bireysel ilişkileri olumsuz etkilerken toplumun genelinin yöneticilere, yani demokratik süreçlerle meşruiyet elde eden aktörlerin idare ve irade kapasitelerine yönelik bağlılığını zayıflatarak tabiatıyla kurumlara yönelik güveni de zedeliyor. Dolayısıyla, toplumsal olarak merkezden çepere yayılan bir güvensizlik durumu yaygınlaşıyor. Mülteci meselesi tam da burada ‘güvensizlik’ bağlamında anlatılan küçük hikayeler arasında merkezi bir pozisyonda kendisine yer buluyor. Peki ama nasıl? 

Biliyoruz ki ekonomik ilişkiler bizzat kültürel/sosyal ilişkiler ve pratikler ile şekilleniyor. Buradaki karşılıklılık mekanizması mühürlenip işlemez hale geldiğinde, parçalar arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor. Şu anda Türkiye’de buna benzer bir uyumsuzluk durumu ile karşı karşıyayız. Her ne kadar bu uyumsuzluk artık bir tadilat ihtiyacını zaruri kılsa da göründüğü kadarıyla şimdilik bir palyatif model veya güncellenmiş bir sürüm ile sorun geçiştirilmeye, görünmez kılınmaya çalışılıyor. Bu açıdan, siyasi partilerin ve toplumun genelinin öncelikle hasarın ne olduğunu iyi tespit etmesi gerekiyor. Yani bireyleri birbirine, çevresine ve dışarıya karşı güvensiz hissettiren esas dinamik ne ve burada nasıl bir tedavi uygulanabilir?   

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi mülteci meselesi en büyük sorun olarak değil, her bir soruna bağlanan bir bütünsellik içerisinde kendisine yer buluyor. Vatandaşlar mültecilere ve siyasal iktidarın mülteci politikalarına yönelik şikayetlerinin esas sorumlularını kimi zaman taammüden, kimi zamansa sehven görünmez kılarak tevil ediyor. Bu da mültecileri bir nesne pozisyonuna koyarak, konu üzerine güvenli ve muktedir bir pozisyondan söz üretmeyi oldukça kolay ve işlevsel hale getiriyor.

Örneğin sahada mültecilerin artan hayat pahalılığı karşısında toplumun genelinin alım gücünü düşürdüğü argümanı ile sıklıkla karşılaştık. Bu düşünceye göre, mültecilerin pek çok sektörde daha ucuza çalışıyor olması maaşları düşürüyor ve vatandaş istihdama dahil olurken tercihte bulunma noktasında mesleki ve sektörel çeşitliliği azaltıyor. Öte yandan, mülteci politikalarının farklı kesimler arasında fırsat eşitsizliğine yol açtığı iddia ediliyor. Bu kanıya göre ise mülteciler hastanede muayene olmak, devlet okullarında eğitim almak gibi kamusal imkanlardan “imtiyazlı” şekilde istifade ederken, “toplumun öz evlatları” bunlardan mahrum kalıyor. Nihayetinde bu durum ulusa sadakati esas alan toplumsal sözleşmeye bağlılığı ve adalet mefhumuna olan inancı zayıflatıyor.  

Saha araştırmamızda, kültürel uyumsuzluk da sıklıkla deneyime dayalı olarak vurgulanıyor. Mültecilerin “şehirde yaşama kültürünü bilmediğinden”, “cahil” ve “eğitimsiz” olduklarından bahsedilirken, insanlar bunu mülteciler ile gündelik hayattaki karşılaşmaları üzerinden somutlaştırma yoluna gidiyorlar. Bu nedenle son yıllarda ülkenin bir ahlaki krize sürüklendiği ve kendi gelenekleri ile değerlerinden uzaklaştığı düşüncesi için de yine çoğunlukla mülteciler mesul ediliyor. Bunlarla beraber, mültecilere yönelik yükselen öfkenin karşısında durabilecek evrensel normatif çerçevenin zayıflamış olması nedeniyle mültecilerin savunmasızlığı onları her açıdan oldukça kullanışlı bir “siyasi malzeme” haline getiriyor. Bu durum, siyasal iktidar açısından sorunların geçici olarak görünmez kılınmasını sağlayacak bir şeffaf paravan, muhalefet içerisinde ise “meşru” ve “kurumsal” siyaseti güçlendiren ana akım ideolojik formasyonlara yatırım yapanların ajandalarının sürdürülmesini mümkün kılan kestirme bir siyaset yapma yolunu inşa ediyor.

Söz konusu popülist siyaset yapma yöntemleri, mülteci meselesine karşı herhangi bir rasyonel çözüm önerisi üretemeyen siyasal iktidarı meşrulaştırırken mültecilere yönelik öfkeyi de yaygınlaştırıyor ve muhalefet içerisinde “derhal gönderilsinler gibi reaktif, irrasyonel ve temelsiz önerilerin de yaygınlaşmasına sebep oluyor. Özetle mülteciler hakkındaki  kanaatler, ana akım siyasetin parçası olan hemen herkesin işine geliyor. Ancak uzun vadede toplumsal, ekonomik ve politik sorunlara merhem olacak bir tedavi fırsatı sağlamıyor.  

Bu yazıda, araştırma bulgularına dayanarak, vatandaşların mülteciler ile ilgili anlatısının muhteviyatından ve mahiyetinden bahsetmeye çalıştık. Evet, özüne baktığımızda mülteci meselesinin ardındaki sorunların gerçekte ondan bağımsız, ölçeği daha büyük, merkezi idareye içkin sorunlara işaret ettiğini görebiliyoruz.

Çünkü giderek niteliksizleşen ve ihtiyaçları karşılamak konusunda yetersiz kalan sağlık ve eğitim hizmetleri ile ekonomi yönetiminin sorumlusu elbette tek başına mülteciler değildir. Fakat bu bütünsel hikayenin parçalarına yeterince değinilmediğini, diğer faktörlerin isabetli şekilde analiz edilmemesi karşısında seçmen, çözüm getireceğine inandığı bir siyasi lider ya da parti bulamıyor. Özellikle muhalefeti de çözüm üretme konusunda yetersiz buluyor. Bu nedenle hem ekonomiye hem adalete içkin bütün sorunların merkezinde konumlandırılabilen ve oldukça tutarlı gözükebilen bir büyük hikayenin ana aksı haline gelen mülteci meselesinin ardındaki esas sorunların ve bu kapsamda siyasi partilere nasıl bir görev düştüğünün daha detaylı şekilde analiz edilmesi gerekiyor.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.