Beşar Esad’ın düşüşünün ardından Suriye’de yeni bir dönem başladı. Ülkenin kuzeyinde Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında ilk temaslar kuruldu. İki grup arasındaki çatışmasızlık durumu ve diyalog kanalları, ülkenin ve iç savaşın geleceği için kritik önem taşıyor. HTŞ ve SDG birlikte çatışmadan var olabilecek mi? Yoksa birbirinin zıttı olan bu iki örgütün savaşması kaçınılmaz mı?

Suriye’deki iç savaşın son yıllarında ülkenin kuzeyinde iki ana güç ortaya çıktı: Batıda HTŞ (Heyet Tahrir eş-Şam) ve doğuda SDG (Suriye Demokratik Güçleri). HTŞ İdlib’den Şam’a kadar inerek Suriye hükümetini ele geçirirken SDG kuzeydoğuda bir özerklik inşa etti.Bu iki grup, yıllarca birbirinden uzak durdu ve doğrudan çatışmaya girmedi. 8 Aralık 2024’te Beşar Esad’ın düşüşüyle birlikte iki aktör arasında da yeni bir dönem başladı.
HTŞ ve SDG: İki gücün evrimi ve dönüşümü
Suriye’de şu anda en güçlü iki aktör olan HTŞ ve SDG, iç savaşın başından bu yana önemli bir dönüşüm geçirdi. Washington’daki Rusi düşünce kuruluşunun Ortadoğu uzmanı Burcu Özçelik’e göre, bu iki grubun birbiriyle ilişkisi, Suriye’nin gelecekteki yönetim yapısını belirleyecek en önemli faktörlerden biri.
HTŞ’nin yolculuğu, El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi olarak başladı. IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’nin doğrudan katılımıyla 2011’de kurulan örgüt, 2016’da El Kaide’den koptu ve diğer milislerle birleşerek şimdiki adını aldı. Askeri analistlere göre HTŞ’nin şu anda 10 bin ile 30 bin arasında savaşçısı var.
SDG ise 2015’te, ABD’nin IŞİD’e karşı mücadelede güvenilir bir yerel ortak arayışı sonucu ortaya çıktı. Çoğunluğunu IŞİD’e karşı savaşta önemli başarılar elde eden YPG’li Kürt savaşçılar oluşturuyor. Fakat koalisyon, zamanla Hıristiyan ve Arap milisleri de bünyesine kattı. SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi’nin açıklamasına göre, grup şu anda kuzeydoğu Suriye’de yaklaşık 3 milyon kişinin yaşadığı bölgeleri kontrol ediyor.
Kürtler başta olmak üzere, SDG Suriye’deki diğer etnik ve dini grupların yönetimde yer almasını istiyor. SDG Suriye’de her kimliğin kendi özerk birimleri olmasını öngörüyor. Seküler bir dünya görüşüne sahip yapıda kadın örgütlenmeleri ön plana çıkıyor.
HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Golani’nin CNN’e verdiği röportaj, grubun ideolojik dönüşümünü yansıtıyor: “Biz siyasal İslamı temsil eden Suriye’deki bir grubuz. Suriye’yi inşa etmekten bahsediyoruz. HTŞ bu diyaloğun sadece bir detayı. Ve HTŞ herhangi bir zamanda çözülebilir. Kendi başına bir amaç değil, bir görevi yerine getirmek için bir araç.”
Eski ABD Suriye Büyükelçisi Robert Ford, HTŞ’nin bu yeni söylemini “imaj sorununu çözme çabası” olarak değerlendiriyor. Ford’a göre, “HTŞ’nin şimdi yaptığı, 2015’teki isyancıların yaptığından farklı. Orta sınıf Sünniler bile o dönemde isyancılara ‘bunlar cihatçı’ diye bakıyordu.”
SDG’nin en önemli kozu ABD varlığı
SDG cephesinde ise pragmatik bir yaklaşım göze çarpıyor. ABD’nin yaklaşık 900 askerle desteklediği grup, hem IŞİD’le mücadele ediyor hem de özerk yönetimini güçlendirmeye çalışıyor. SDG sözcüsü Omar Abdullah, “Bölgemizde farklı etnik ve dini grupların bir arada yaşaması için federal bir yapı en uygun çözüm” diyor.
Her iki grubun kontrol ettiği bölgelerde farklı yönetim modelleri uygulanıyor. HTŞ, İdlib’deki hükümetini Şam’a taşırken, SDG özerk yönetim modelini benimsiyor. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı General Michael Erik Kurilla’ya göre, bu iki modelin nasıl bir arada var olacağı, Suriye’nin geleceği için kritik önem taşıyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
HTŞ ve SDG: İlk temaslar ve diyalog süreci
Beşar Esad’ın 8 Aralık’ta ülkeyi terk etmesine giden süreçte, HTŞ ve SDG arasındaki ilk resmi temas Halep’teki Kürt nüfusun güvenliği konusunda gerçekleşti. SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi, açıkça “HTŞ ile birçok kanal üzerinden temasımız var” derken iki grup arasında bir çatışma yaşanmadığını özellikle vurguladı.
HTŞ’nin Halep’i ele geçirmesinin hemen ardından, Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Şehba bölgesine saldırı başlattı. Bu durum binlerce sivilin yerinden edilmesine neden oldu. SDG ve HTŞ arasında duyurulmayan bir anlaşma yapıldı ve sivillerin Rakka vilayetindeki Tabka’ya güvenli geçişi sağlandı.
Salih Müslim: “HTŞ Suriye’nin bir parçası”
Konuya dair en kapsamlı açıklama El Arabiya’ya konuşan PYD’nin eş başkanı Salih Müslim’den geldi. Müslim, HTŞ’yi Suriye’nin bir parçası olarak gördüklerini söyledi. Geçmişte El Nusra’yla yaşadıkları çatışmaları unutmayan Müslim’e göre HTŞ ile SDG arasında bir ilişki mümkün.
Salih Müslim’e göre bu HTŞ’ye verilen bir fırsat. Müslim “Eğer bu fırsatı kullanırsa, eğer değiştiğini kanıtlarsa, eğer bu kardeşlik, kapsayıcılık söylemlerinde samimiyse biz de ona olumlu adım atarız. Ama eğer değilse de karşı karşıya geliriz.” dedi.
PYD lideri cümlelerini SMO eleştirilerinin yanısıra “beraber yaşamak istiyoruz” diyerek tamamladı.
Ancak 9 Aralık’ta Münbiç’in Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) tarafından ele geçirilmesi bölgedeki sakinliği bozdu.
Reuters’a göre SMO’nun şehri ele geçirmesi, ABD ve Türkiye’nin uzlaşısıyla gerçekleşti.
HTŞ lideri Colani’nin CNN’e verdiği röportajda kullandığı uzlaşmacı dil dikkat çekici: “Hiç kimsenin başka bir grubu silme hakkı yok. Bu mezhepler bu bölgede yüzlerce yıldır bir arada yaşadı. Herkesin haklarını koruyan ve güvence altına alan yasal bir çerçeve olmalı.”
Suriye’nin çok parçalı yapısı, bölgedeki etnik ve dini azınlıkların korunması konusunda iki grup arasında işbirliği ihtiyacını ortaya koyuyor.
Abdi, sivillerin HTŞ ve SMO ilerleyişinden kaçışı için güvenli koridor açmaya çalıştıklarını belirtiyor: “Bu durumlarda bizim için önemli olan Halep ve Şehba’daki halkımızın canı. Bu bölgelerin evlatlarından oluşan yerel güçler vardı ve halkı koruyorlardı. Gelişmeler üzerine yardıma ihtiyaç duydular ve biz Suriye Demokratik Güçleri olarak onlar için güvenli bir koridor açmaya çalıştık.”
HTŞ ile çatışmasızlığını sürdüren SDG, Şeyh Maksud ve Eşrefiye gibi Halep’teki Kürt mahallelerinin Kürt kimliğini koruma konusunda kararlı. Abdi, “Halep’teki Kürt kimliğini korumak için çalışıyoruz ve bunu diplomatik ve siyasi yollarla çözmeye çalışıyoruz” açıklamasını yaptı.
HTŞ ve SDG: Ortak tehditler ve potansiyel işbirliği alanları
HTŞ ve SDG arasındaki en önemli ortak tehditlerden biri IŞİD. Her ne kadar HTŞ’nin IŞİD ile dini ve tarihi bağları olsa da Golani, Bağdadi’nin halifeliğini hiç kabul etmedi.
ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı General Michael Erik Kurilla’nın tespitine göre, Kuzey Suriye’deki El-Hol mülteci kampı “gelecek nesil IŞİD için tam anlamıyla bir üreme alanı” haline geldi. 1991’de açılan kampta şu anda 57 bin kişi yaşıyor ve bunların büyük çoğunluğu IŞİD üyelerinin yakınları.
SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi, “Badia bölgesinde, güneyde ve Deyrizor’un doğusunda ve Rakka’da IŞİD paralı askerlerinin artan faaliyetleri var. Hareketlenmeler var ve son zamanlarda bazı bölgeleri kontrol altına aldılar” açıklamasını yapıyor. Abdi, bu tehdide karşı uluslararası koalisyonla birlikte çalıştıklarını belirtiyor.
Şam’daki rejimin çöküşüyle birlikte merkezi ordunun Deyrizor’dan çekilmesi, IŞİD’e yeni fırsatlar yarattı. ABD’nin eski Suriye Büyükelçisi Robert Ford’a göre, “Esad’ın çökmesi, IŞİD’in Suriye çölünü bir üs olarak kullanmasına yardımcı olacak, bu da IŞİD’in kalıcı yenilgisini daha da zorlaştıracak.”
Golani: “Her kesim ile işbirliğine hazırız”
HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Golani, CNN’e verdiği röportajda IŞİD tehdidine karşı işbirliğine açık olduklarını belirtti. Ancak SDG ile HTŞ arasındaki ideolojik farklılıklar, ortak operasyonları şimdilik imkansız kılıyor. HTŞ’nin İslamcı geçmişi ve SDG’nin seküler yapısı, tam bir güven ortamının oluşmasını engelliyor.
ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, son günlerde IŞİD’e karşı 75 hava saldırısı düzenledi. SDG’nin Arap aşiretleriyle bağlantılı savaşçıları, Fırat Nehri’ni geçerek stratejik öneme sahip kasabaları ele geçirdi. Ancak bu bölgelerin güvenliğinin sağlanması için HTŞ ile koordinasyon gerekiyor.
SDG şu anda yaklaşık 12 bin IŞİD üyesini (bunların 2 bini yabancı savaşçı) hapishanelerde tutuyor. Abdi’nin uyarısına göre, “IŞİD’in hala uyuyan hücreleri var ve çok aktif hale geliyorlar. Bu hapishanelere saldırıp mahkumları serbest bırakmaya çalışacaklar.”
Ekonomik zorluklar da iki grubu işbirliğine zorluyor. SDG’nin kontrol ettiği bölgelerdeki petrol tesisleri, Türkiye’nin 2024’ün ilkbahar aylarındaki hava saldırılarında ciddi hasar gördü. Bu, grubun en önemli gelir kaynaklarından biri. Öte yandan SDG bölgeleri Suriye’nin tahıl ambarı. Bölgede neredeyse bütün nüfusa yetecek tahıl üretilebiliyor.
HTŞ ise Suriye’nin geri kalanına ve dönüş yolundaki milyonlarca Suriyeli için ekonomik projeler bulmalı. İdlib’de ekonomik sıkıntılarla boğuşan HTŞ’nin Suriye ekonomisine nasıl etki edeceği merak konusu. Bu konuda SDG ile bir ekonomik ilişki geliştirme ihtimalleri artıyor.
İkili arasındaki ilişkileri dış aktörler nasıl etkileyebilir?
ABD’nin Suriye’deki yaklaşık 900 askeri, resmi olarak IŞİD’le mücadele misyonunu sürdürüyor. Ancak ABD’nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’e göre, bu askeri varlık bugün her zamankinden daha değerli: “Kendinize çok basit bir soru sorun: İran, kuzeydoğu Suriye’den tüm ABD askerlerini çekmemizden mutlu olur mu? Hepimiz cevabı biliyoruz.”
Öte yandan Washington’da HTŞ’nin terör örgütü listesinden çıkarılması tartışılmaya başlandı. Trump döneminde 2018’de terör örgütü ilan edilen HTŞ, Halep’i ele geçirdikten sonra çok etnikli ve kozmopolit yapıyı koruma sözü verdi. Hıristiyanları ziyaret eden ve Alevileri “devrime katılmaya” çağıran HTŞ, imajını yumuşatma çabasında.
SDG ise ABD desteğinin devamını garantiye almaya çalışıyor.
Türkiye’nin etki gücü arttı
Türkiye, HTŞ ile istihbarat servisi aracılığıyla bağlantı kuruyor. SDG’yi ise PKK’nın Suriye kolu olarak görüyor ve ulusal güvenliğine tehdit olarak değerlendiriyor. Bu yüzden 2016’da Suriye’ye askeri operasyon başlatan Ankara, SDG’yi sınırından uzak tutmak istiyor. 2018 ve 2019’da iki askeri harekat daha düzenledi.
Trump’ın göreve başlamasıyla yeni bir belirsizlik dönemi başlıyor. Trump 2019’da SDG’yi büyük ölçüde kaderine terk eden bir çekilme emri vermişti. Şimdi de benzer bir senaryo gündemde. Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı olarak atadığı Mike Waltz ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Türkiye ve İran konusunda sert tutum sergileyen isimler.
Reuters’a göre Trump’ın geçiş ekibinden bir yetkili, başkanın SDG’ye desteği sürdürmeye ikna edilebileceğini söylüyor. Bunun Suriye’deki nihai çözümünde ABD’ye söz hakkı verecek bir arazi kontrolü olduğunu belirtiyor. Ancak uzmanlar, ABD’nin Suriye’de artık en dominant güçlerden olan Türkiye ile çalışmak zorunda kalma ihtimalini de hatırlatıyor.
Rusya ise Ukrayna’daki savaş nedeniyle Suriye’deki çıkarlarını koruyamaz durumda. Putin’in özel temsilcisi Sergey Lavrov, Doha’daki açıklamasında “Tahmin yapmıyoruz. Biz tahmin işinde değiliz” diyerek Moskova’nın etkisizliğini dolaylı yoldan kabul etti.
İran da büyük bir kayıp yaşadı. Tahran, Esad rejiminin düşüşüyle Akdeniz’e uzanan kara köprüsünü ve Hizbullah’a silah transfer rotasını kaybetti. İsrail’le yaşanan çatışmalar ve Yemen’deki Husilerle ilgili sorunlar, İran’ın Suriye’deki etkisini minimize etti.
HTŞ ve SDG arasında bundan sonra ne yaşanabilir?
Suriye’nin kuzeyinde HTŞ ve SDG arasındaki güç dengesi, ülkenin geleceğini şekillendirecek en önemli faktörlerden biri. SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi, “Suriye’nin sorunlarını çözmek için önceki girişimler, kuzey ve kuzeydoğu Suriye yönetimi temsilcilerinin dışlanması nedeniyle başarısız oldu. Halkımızın Suriye’deki çözüm için temsilcileri olması gerektiğine inanıyoruz ve işbirliğine hazırız.”
HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Golani’nin CNN’e verdiği mesajlar da kapsayıcı bir yaklaşımı işaret ediyor.
HTŞ’nin “hayırsever diktatörlüğü” mü?
Askeri analist Profesör Michael Clarke’a göre, “HTŞ açıkça siyasal İslamı temsil ediyor. Golani bütün azınlıklara karşı hoşgörülü olacaklarını iddia ediyor. Ancak demokrasiyi açıkça reddediyorlar çünkü bu Tanrı’dan gelen meşruiyeti ortadan kaldırıyor. HTŞ’den bekleyebileceğimiz en iyi şey, Suriye’nin farklı halklarına hoşgörülü davranacak bir tür ‘hayırsever diktatörlük’ olabilir.”
Federal yapı olasılığı en çok tartışılan seçeneklerden biri. SDG sözcüsü Omar Abdullah’ın belirttiği gibi, “Bölgemizde farklı etnik ve dini grupların bir arada yaşaması için federal bir yapı en uygun çözüm.” Ancak Türkiye bu seçeneği engelleyebilecek kadar avantajlı bir şekilde masaya oturmaya hazırlanıyor.
Irak Kürdistanı’na (KRG) benzer bir model de gündemde. KRG, Bağdat’tan belirli bir özerkliğe sahip ve PKK karşısında Türkiye ile işbirliği yapıyor. Eski ABD Suriye Büyükelçisi Robert Ford’a göre, “YPG için en iyi umut, Türkiye ve Suriye muhalefeti ile Irak KRG’sine benzer minimal bir anlaşma yapabilmek.”
Çatışma riskleri de devam ediyor. Münbiç’in düşmesinden sonra gözler Rakka’da. Esad’ı düşüren harekâtta yerinden edilmiş Kürtlerin sığındığı şehir, HTŞ kontrolündeki Halep ile SDG kontrolündeki bölgeler arasında bağlantı sağlıyor. SMO’nun ilerleyişi devam ederse, yeni bir mülteci akını ve çatışma riski ortaya çıkabilir.
Washington’daki RUSI düşünce kuruluşundan Burcu Özçelik’in değerlendirmesine göre, “Suriye’nin kuzey kuşağında yaşananlar, Esad sonrası Suriye’nin istikrarı üzerinde belirleyici olacak. Bu durum gelecekteki Suriye devletinde pay sahibi olacak aktörler arasında kararlaştırılması gereken toprak ve yönetişim düzenlemelerine bağlı olacak. Bu kolay olmayacak.”