Mehmet Şimşek programı nasıl gidiyor? | Prof. Selva Demiralp yorumladı

Mehmet Şimşek programı nasıl gidiyor? Şimşek neyi devraldı, neler yaptı? Türkiye ekonomisini ne bekliyor? Trump dünyadaki ticaret dengesini nasıl etkiliyor? Ruşen Çakır konuğu Selva Demiralp yorumladı.

Selva Demiralp , “Mehmet Şimşek’in neyi devraldığına bakarsak, kendisi de irrasyonel politikalar ve bunların ağır sonuçlarını devraldığını samimiyetle ifade etmişti. Görevi teslim alırken, ‘rasyonel politikalara dönmekten başka çaremiz yok’ demişti” dedi.

Merkez Bankası’nın yeni yönetimiyle sıkı para politikasına geçtiğini belirten Demiralp, bunun tek başına yeterli olmadığını vurguladı. “Bizim için asıl soru şuydu: Muhalefet seçimleri kazansaydı, Merkez Bankası benzer politikaları mı uygulayacaktı? Muhtemelen evet. Ama asıl fark, kredibilite ve güven noktasında ortaya çıktı” dedi.

Demiralp, bir sonraki seçime kadar Mehmet Şimşek’le devam edileceğini düşündüğünü söyledi. Demiralp sözlerine şöyle devam etti: “Diyelim ki, Şimşek görevden alındı ve tekrar eski genel seçim öncesine ekonomi politikalarına yakın bir kişi ekonominin başına geldi. O bizi çok hızlı bir şekilde, ödemeler dengesi krizi eşiğinde olduğumuz noktaya geri getirecektir” dedi. Demiralp, hükümetin bu yüzden Mehmet Şimşek’i göreve getirdiğini ifade etti.

TÜSİAD’a soruşturma açılmasını ekonomiyi nasıl etkileyecek?

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Genel Kurulu, 13 Şubat Perşembe günü yapıldı. TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ve Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Ömer Aras, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunları kapsamlı bir şekilde ele aldı ve iktidarı eleştirdi. İktidar da bu eleştirilere tepki gösterdi.

Demiralp TÜSİAD’ın açıklamalarına da değindi. TÜSİAD’ın geçmişte de eleştirilerde bulunduğunu ancak daha nötr bir dil kullandığını belirten Demiralp, TÜSİAD her zaman yapısal reformların gerekliliğini, maliye politikasının para politikasına destek vermesi gerektiğini ve vergi reformu ihtiyacını vurgulardı. Ancak bu kez eleştiriler daha net ve sert bir şekilde yapıldı. Yangın, yolsuzluk ve kayyum gibi somut örneklerle şikayetlerini dile getirdiler dedi.

Son olarak, bu gelişmelerin finansal piyasalarda dalgalanmalara yol açtığını söyleyen Demiralp, Özellikle dış sermayeye bağımlı bir ekonomi için bu tür açıklamalar ciddi bir tedirginlik yaratıyor. Son günlerde hem yerli hem yabancı yatırımcıların güveninde azalma gözlemleniyor ifadelerini kullandı.

Videonun tamamını buradan izleyebilirsiniz

Mehmet Şimşek programı nasıl gidiyor? | Prof. Selva Demiralp yorumladı
Mehmet Şimşek programı nasıl gidiyor? | Prof. Selva Demiralp yorumladı

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler. Mehmet Şimşek programı ne durumda, nasıl gidiyor? Çok şikayetler var. En son, TÜSİAD krizinin ekonomiyle ilgili boyutları da vardı. Bütün bunları Koç Üniversitesi’nden Profesör Selva Demiralp ile konuşacağız. Kendisiyle aynı zamanda biraz da Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Trump’ın dünyadaki ticaret dengelerini nasıl altüst ettiğini de konuşacağız. Hoş geldiniz.

Selva Demiralp: Hoş bulduk.

Sizin bir ayağınız Amerika’da, bir ayağınız Türkiye’de. Geldiğinizde burada yayın yapabiliyoruz. Öncelikle hoş geldiniz. Mehmet Şimşek programını konuşacağız.  Erdoğan geçen grup toplantısında Kongre’de de “Çoğu gitti azı kaldı. Biraz daha sabredelim, her şey yoluna gidecek. Bayağı başarılı gidiyoruz” dedi. Ama benim konuştuğum bu işten anlayan insanlar ve tabii ki bizler gibi sıradan insanlar, o kadar da pembe bir tablo olmadığını yaşayarak görüyoruz. 

Demiralp: Zaten Mehmet Şimşek’in kendisi de çok samimiyetle irrasyonel politikaları ve bunların ağır sonuçlarını devraldığını söylemişti ve o zamanın bakanının hemen yanında görevi teslim alırken “Rasyonel politikalara dönmekten başka çaremiz yok” demişti. Düşük faiz politikalarındaki ısrarın sonucunda Merkez Bankası rezervleri erimiş, Merkez Bankası’nın kredibilitesi kalmamış, son 5 yılda 5 Merkez Bankası başkanı görevden alınmış, yerine yenileri getirilmiş ve bir taraftan sürdürülemez, genişlemeci maliye politikalar uygulanan ve bu tahribattan dolayı artık bir ödemeler dengesi krizinin eşiğine gelmiş Türkiye’yidöndürmeye çalışan rasyonel politikalar uygulamayı vadetti. Merkez Bankası yeni bir yönetimle sıkı para politikası uygulamaya başladı. O noktada bizim iktisatçılar olarak kafamızdaki soru şuydu: Genel seçimlerde muhalefet kazansaydı da muhtemelen Merkez Bankası benzer politikalar uygulayacaktı, ama aradaki fark acaba ne olurdu? Aradaki farkın ne olacağını çok kısa bir süre sonra gördük. Aradaki fark kredibilite ve güven oldu. Aynı iktidarın, farklı politikalarla tekrar karşımıza çıkması ne vatandaşı iknaedebildi ne de o yeni politikaları uygulayan Merkez Bankası yeterli bir performans gösterebildi. Siz bir taraftan sıkı para politikası uygularken, bir taraftan da kapsamlı bir kalkınma programı ve bir taraftan yapısal reformlar uygulayabilseydiniz, yüksek faiz ya da ‘’acı reçete’’ dediğimiz ilacın süresi daha kısa olabilirdi.  Olmadı, kapsamlı bir program uygulanmadı. Tek uygulanan Merkez Bankası’na “Tamam, faizi yükselt” iznini vermek oldu. Ama bir güven ortamı, yatırım iştahı oluşmayınca, yüksek faizin hem süresi çokuzun oldu hem maliyeti çok yüksek oldu ve vatandaşlar isyan etmeye başladılar. 

Bugün geldiğimiz noktada ne enflasyon tam olarak düşebilmiş, -halen %42 seviyesinde bir resmi enflasyon var,- ne de vatandaş önünü görüp, tünelin ucunda bir ışık var diyebilecek noktada.

Merkez Bankası’nın en son yaptığı hane halkı beklentisinde de insanların umudunun iyice kırıldığı, olumlu beklentinin iyice düştüğü saptaması var. Siz de Koç Üniversitesi olarak benzer araştırmalar yapıyorsunuz. Gerçekten vatandaş yaşayarak görüyor. Belki de Mehmet Şimşek ilk geldiğinde vatandaş da ummak istedi ama o umut da azalıyor sanki. 

Demiralp: Öyle. Çünkü süreç çok yavaş işledi. İnsanlar hani belli bir kredi vermek ve “Tamam, bir neler yapabiliyorsunuz görelim” demek istiyorlar. Ama somut olarak meyveleri toplayamadığınız zaman, hele de zaten bir travmadan çıkmışız, çok ciddi ekonomik bir krizden daha normalleşmeye geçeceğiz, ama bu durumlarda siz ancak somut olarak gözünüzle fiyatların daha yavaş arttığını göreceksiniz ki o beklenti aşağıya inecek. Henüz onu göremiyoruz. Evet, çok kötüden az kötüye doğru bir iyileşme var ama onu çıplak gözle ayırt edebilmek çok zor.  Merkez Bankası piyasa katılımcıları, reel sektör ve hane halkı olarak üç ayrı sektöre soruyor. Reel sektör ve hane halkının beklentileri halen çok yüksek. Bu ne demek? Reel sektör firmalar ve üreticiler, onlar fiyatları koyuyorlar. Bir alternatif, eğer fiyat yapıcılar politika yapıcıların sözlerine güvenip Merkez Bankası “Yıl sonunda enflasyon %24 olur” diyorsa, ben de “Tamam, bunu kesin gerçekleştirirler” dersem, ürünümün fiyatını %24 arttırırım. Çünkü fazlasını yaparsam, bu sefer ürünümü rakiplerime kaptıracak ve pazarımı kaybedeceğim. Ama o %24’e kimse inanmıyorsa, ben %24 yapsam bu sefer ben zararda olacağım. Merkez Bankası anketine göre firmaların beklentileri %40 ve üzeri seviyesinde, hane halkının %50’nin üstünde. Bizim Koç Üniversitesinde yaptığımız enflasyon beklenti anketinde bunun da yaklaşık 20-30 puan üzerine çıkan bir beklenti görüyoruz.

Vatandaşa sorduğunuzda siyasi tercihlerini de soruyor musunuz? Mesela iktidarı destekleyen kişiler de şikayetçi mi?

Demiralp: Evet, Merkez Bankası’nın sektörel beklenti anketinde gösterilmeyen ama bizim mikro veriyle baktığımız, her bir katılımcıya “Yarın seçim olsa kime oy verirsiniz?” ya da “Ana haberleri hangi kanaldan izliyorsunuz?”, “Geliriniz nedir?”, “Nasıl bir evde oturuyorsunuz?” gibi sorularla o kişinin kim olduğuna dair ipuçları yakalamaya çalışıyoruz. Bu demografik kırılımlarda en net şekilde gözümüze çarpan, siyasi tercihle, ekonomiye, hayata, enflasyon beklentilerine bakış değişiyor. Mesela eğer iktidar ya da Cumhur İttifakı’na yakın olduğunu söylüyorsa, yarın o partilerden birine oy veririm diyorsa, 12 ay ileriye yönelik enflasyon beklentisi %70’lere kadar düşüyor ama daha altına düşmüyor. Eğer muhalefete yakınım diyorsa, %100-120’lere kadar çıkabiliyor. Evet, bir kutuplaşma var ama biz o beklentilerin en iyimser tabloda bile %70’in altına düşmediğini görüyoruz. 

Geçenlerde TÜSİAD’ın Başkanı ve Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Genel Kurul’da bir çıkış yaptılar ve başlarına da birtakım işler geldi. Açıklamaları esas olarak hukuk devleti temasındaydı ve birçok konuda açık net eleştiriler dile getirdiler. Ama aynı zamanda ekonomi de vardı. O açıklamaların ardından yaptığım yayınlarda konuştuğum ekonomistlerin hemen hepsi, bunu, Şimşek programına baştan itibaren en açık desteği veren büyük sermayenin, artık çok da bu programa güvenmediğinin deklarasyonu olarak okudu. Bu sadece hukuk devleti meselesi değil. Tabii ki merkezde hukuk konusu var, ama aynı zamanda onların da programın işleyişi konusunda çok ciddi şüphelere kapıldığını ve mesafe koyduklarını düşünüyorlar. Katılıyor musunuz?

Demiralp: Katılıyorum. TÜSİAD bu zamana kadar da eleştiri yapardı ama daha nötral bir dil kullanırdı. Hep yapısal reformların gerekliliğini, maliye politikasının para politikasına destek vermesi gerektiğini, bir vergi reformu olması gerektiğini, TÜSİAD’ın kamuya açık her toplantısında yapılan konuşmalarda görürdük. Ama bu sefer daha net ve daha sert bir ifadeyle eleştirdiler. Yangın, yolsuzluklar ve kayyum gibi çok somut örneklerle şikayetlerini dile getirdiler. Bence TÜSİAD’ın tepkisi, az önce bahsettiğim bu yüksek faiz sürecinin çok uzaması, Merkez Bankası’na desteğin gelmemesi ve bunun sonucunda da politikaların maliyetinin çok artması. Bu nedenle çok uzun bir süre ızdırap çeker duruma geldik. Reel sektörün şikayetleri çok arttı. Mesela tüketici kredilerinde, kredi kartlarında batık krediler arttı. KOBİ’ler keza çok ciddi bir şekilde şikâyet ediyorlar. Bunların da ötesinde, TÜSİAD büyük sermayedarların da mevcut durumda artık gemiyi yürütmekte zorlandıklarını, öngörülebilirliğin azaldığını ve mevcut sistemde Türkiye ekonomisini artık omuzlarında taşımanın bir ağırlık haline geldiğini söylüyor. Ama bir işin bu boyutu var, bir de TÜSİAD’ın bu konuşmasına gelen tepki var. Mesela Adalet Bakanı’nın “Eleştiriye açığız ama bağımsız yargıya müdahaleye karşıyız” şeklinde. Ama benzer eleştirileri TÜSİAD eskiden de yapıyordu. Eleştiriyi yapan mı burada eleştiriliyor, yoksa o eleştirinin örneklendirilmesi mi rahatsız ediyor, orada bir muğlaklık var. Tabii ki cuma gününden beri Türkiye’de finansal piyasalara da ciddi bir oynaklık getirdi, bir tedirginlik yarattı. Hele de Türkiye gibi dış sermayeye tamamen dönük olarak politikaların uygulandığı bir ortamda, bu son gelişmeler hem yerli hem yabancı sermayedarı çok ciddi tedirgin etmiş görünüyor.

Evet, o konu çok konuşuldu ama “Tamam, uluslararası saygınlık önemli ama Türkiye’nin esas içerisine bakalım” diyenler de var. Ama Türkiye’ye yabancı yatırımcının, özellikle doğrudan yatırımın, hukuk meselesinden dolayı gelmeye imtina edeceği çok açık bir şekilde hep vurgulanıyor. En son Avrupa Birliği Türkiye Raportörü de bunları Hakikaten bu işler böyle mi yürüyor? Mesela tam TÜSİAD olayının olduğu gün Mehmet Şimşek Almanya’da yatırımcılarla görüşüyordu. O görüştüğü kişiler kendisine “TÜSİAD bunu bunu söylüyor” demişler midir? Ya da en azından oturduklarında onu biliyorlardır.

Demiralp: Mutlaka demişlerdir. Özellikle de doğrudan yabancı yatırımcılar. Bir ülkeye iki tür para giriyor. Biri, kısa vadeli. Geliyor, parasını buradaki borsaya ya da bonoya koyuyor. Yüksek faizden kısa vadeli kârlara odaklanıyor, şartlar değişirse de anında tahvilini ve hisse senedini satıyor, ülkeden çıkıyor. Şimdiye kadar gelebilen buydu. Ama bizim esas arzumuz uzun vadeli gelip bu ülkeye sermaye yatırımı yapsın, bu ülkede fabrika kursun, üretim yapsın. Bunu getirmeye çalışıyorduk ve önümüzdeki örnek de 2001 sonrasındaki örnek. 2001 krizinden sonra bir kanun çıktı ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ilan edildi. Artık hükümet istediği gibi Merkez Bankası’na borçlanıp, bono ihraç edip Merkez Bankası’na dayamayacak, Merkez Bankası hükümeti istediği gibi finanse etmeyecek ve bağımsız olacak diye. Ve tabii ki IMF’nin getirdiği bir güven vardı. Çünkü eğer işler yolunda gitmezse, IMF “Ben buradayım, ben sizin bildiğiniz Batı standartlarıyla bu ülkede hükümeti de bir disiplin altına sokacağım, Merkez Bankası yapması gerekeni yapacak” demişti. IMF’nin de ne kadar doğru ya da yanlış yaptığı tartışılır, maliyeti sabit gelir gruplarına yükledi, o ayrı bir konu ama “Ben buradayım” dedi. 

Bu açıklanan plan, ki, onu OVP (Orta Vadeli Program) gibi düşünün, ama IMF damgası olan bir OVP.  IMF “Hedefler kâğıt üstünde kalamaz, tutturulmadığı anda parayı çekerim” dedi. Bunun verdiği güvenle bir yandan sıkı para politikası uygularken, bir taraftan da ciddi şekilde büyüyebildik. Çünkü yabancı sermaye rekor seviyelerde artmıştı. Hatırlayalım, Mehmet Şimşek’le beraber, “Bu IMF’nin olmadığı bir IMF programı gibi olacak” dendi. Ama gördük ki öyle olmuyormuş. IMF’nin olmadığı bir ortamda, siz istediğiniz kadar aynı şeyleri yapacağım deyin, uygulayamıyorsunuz. Çünkü Türkiye büyümeyi hep önceliklendirmiş, enflasyonu hiçbir zaman birinci planda olmamış ve en kısa zamanda, bir ödemeler dengesi krizi olmayacağından emin olduğumuz, artık köşeyi döndük rahatladık dediğimiz anda, Merkez Bankası’na “O faizleri indir” denen bir ortam. Aralık’ta biz daha Merkez Bankası faiz indirmeden, Cumhurbaşkanımızın “Artık faizler inecek, enflasyon düşecek” şekildeki söylemini gördük ve sonradan Merkez Bankası faiz indirmeye başladı. Enflasyon düşmezken, “Otomatik pilotta değiliz, gerekirse faiz indirmeyiz” diyorlar ama “Gerekirse faiz arttırırız” diyemiyorlar.

Cevdet Akçay’ı, tanırsınız herhalde.

Demiralp: Boğaziçi Üniversitesi’nde Hocamdı.

Ben de tanıştım. Boğaziçi Üniversitesi’nde benden önce mezun olmuş ama çok ortak arkadaşımız da var. Çok değişik birisi. Mesela onun çok eleştirdiği ve rahatsız olduğu söyleniyor. Çünkü anladığım kadarıyla Merkez Bankası bağımsız olamıyor ya da istediği birtakım şeyleri devletin ilgili kurumlarına yaptıramıyor. 

Demiralp: Ben tabii ki kapalı kapılar ardında neler döndüğünü bilemem, ama dışarıdan gözlemlerim şu şekilde: Geçen senenin son çeyreğinde, bize 2025 sonunda %21 enflasyon olacak diyen bir Merkez Bankası var. Bunun üzerine, aralık ve ocak aylarında arka arkaya faiz indirmiş, şubat ayına geldiğimizde o tahmini %24’e çıkarmış bir Merkez Bankası var. Siz %21’lik bir enflasyon tahmini yapıyorsunuz ve ciddi olarak düşecek diyorsunuz. O sıralarda Türkiye’de enflasyon %45 civarındaydı ve Merkez Bankası “%21’e düşecek” diyordu. Bunu deyip, bir de faiz indiriyorsanız, bu aslında Merkez Bankası dilinde “Siz hiç merak etmeyin, ben tahmine o kadar güveniyorum ki bu faizleri indirsem bile %21’e geleceğim. Onun için boş yere ekonomiyi sıkmak istemiyorum” demektir. Ama biz iktisatçılar kendi yaptığımız tahminlerde %21’i çokiyimser buluyorduk. Bu ihtimal biraz düşük geliyor, ‘’niye Merkez Bankası buna rağmen faiz indiriyor?’’ diyorduk. Siz eğer hakikaten kendi ağzınızla da %21-24’e yukarı revize edip faiz indirimlerinin de devam edeceğiniz sinyalini veriyorsanız, benim gözümde siyasi baskıyla o faiz indirimleri geliyor demektir. Birkaç ay sonra tekrar bir araya gelelim, muhtemelen o %24 de yukarı yönlü revize edilecek. Ama benim tahminim Merkez Bankası faiz indirimlerine devam edecek. Normalde siz hem hedefi yukarı revize edip hem faizindirimi yapmazsınız. Çünkü ikisi birbiriyle tutarlı olmaz.

Peki bunun bir sonu var mı?

Demiralp: Bunun sonu benim tahminimce yıl sonunu %30-35’ler civarında bir enflasyonla bitiririz. Merkez Bankası da faiz indirimlerini sürdürür. Ama şunda da haklarını verelim: Genel seçim öncesindeki gibi hızlı bir şekilde faiz indirimi yapmazlar. Reel olarak hâlâ bir pozitif faiz olur ve ciddi bir dolarizasyon olmaz. Ama o pozitif faiz, enflasyonu arzu ettiğimiz noktaya düşürür mü, düşürmez. Bence Merkez Bankası, siyasi baskıyla finansal piyasaların gerçekleri arasında sıkışmış ve mümkün olduğu kadar yukarıyı çok fazla kızdırmadan, ama Türkiye’nin makroekonomik dengelerini de çok bozmadan bir orta yol bulmaya çalışıyor. 

Türkiye’de, tarihi belli olmasa da seçim olacak ve Erdoğan’ın tekrar aday olabilmesi için muhtemelen erken olacak. En önemli gösterge de ekonomi olacak. Tabii ki siyasi birçok konu etkili olacak ama insanların gündemi ekonomi ve Erdoğan’ın da en büyük şeyi herhalde gireceği seçim öncesinde ekonomiyi olabildiğince düzeltmek ve fire vermemek. Çünkü en son seçimde gördük, tek başına ilk turda kazanamadı. Yetmiyor, yeni seçmen de alabilmesi lazım ve bu anlamda da şikâyetlerin azalması lazım. Ama anladığım kadarıyla 1-2 yıl içerisinde insanların, özellikle alt sınıfların, çalışanların ve emeklilerin ‘’biraz rahata erdik’’ diyebileceği bir düzen ufukta görünmüyor. 

Demiralp: Özellikle de düşük gelir kesimleri için görünmüyor. Çünkü bu uygulanan acı reçetenin maliyeti maalesef sabit gelirli kesimlerine kesildi. Bu yapılacak zamlar, önce, beklenen enflasyona göre yapılacak dendi. Tamam, eğer beklenen enflasyon hedefini tutturabilirseniz, zamları da beklenen enflasyona göre yapmanızda bir sakınca yok. Ama o hedefi yukarı yönlü revize etmeye başladığınız zaman, insanlar eski düşük olan hedefe göre bir zam aldıklarında, reel olarak alım güçleri düşüyor. Türkiye’de maalesef o yük sabit gelir kesimlerine yüklenmiş durumda. O açıdan, hakikaten IMF’siz IMF programı gibi oldu diyebiliriz. Çünkü IMF de ilk önce sabit gelir kesimlerine maliyeti yüklüyor.  Ama bu hızla giderse ve bu şekilde vaktinden erken gevşeme olup, maliye politikası da tam desteğini veremezse, 1-2 sene içerisinde ben tek haneye düşebileceğini zannetmiyorum. Ki mevcut görünüm onu gösteriyor. Fakat şunu da söyleyemiyorum güvenli bir şekilde: Yüzde %9’luk enflasyon Biden’a seçim kaybettirdi. Türkiye’de öyle bir hassasiyet yok. Yüzde 65’leri gördük, fakat günün sonunda, mevcut iktidar seçim kazandı.

Evet tabii tek belirleyicinin o olmadığını biliyoruz ama önemli olduğunu da biliyoruz. Bir iktidar seçime girerken insanların ekonomik nedenlerle kendisine tepki göstermesini istemez. Ya başka şeylerle onun üstünü örtecek başka şeylerle, ama bir anlamda da belli birtakım beklentileri gerçekleştirmesi gerekir. Bu programın bir ayağında kamu harcamalarının kısıtlanması telaffuz edildi ama anladığım kadarıyla bu konuda bir beklenti gerçekleşmiş değil. Ben mesela İstanbul’da Zeytinburnu’ndaki eski Abdi İpekçi Spor Salonu’ndaki (şimdi adı değişti) son AK Parti Kongresi’ni izlemeye gittim.  Ankara’daki Genel Kongre’ye gidemedim, oraya girseydim herhalde çok daha büyük şatafat vardı. İstanbul Kongresi’ndeki son model, en fazla 1-2 yıllık olan büyük ve hemen hemen hepsi de ithal olan siyah arabaların sayısı çok fazlaydı. Cumhurbaşkanının konvoyunu saymıyorum, ama onun dışında oradaki protokolün kendi ceplerinden ödemedikleri belli olan bir şatafat durumunu orada gördüm. Arada sırada birtakım görüntüler sosyal medyada oluyor. Bunu yapabilecek olan tabii ki Merkez Bankası değil, ama Mehmet Şimşek’in bu konuda biraz devreye girmesi lazım. Sürekli yeni yeni vergiler çıkıyor ama kamu harcamalarında öyle çok azalma yok. Geçenlerde bir yerde okudum, rakam tam aklımda değil ama 1000 aracın 70’ini elden çıkarmışlar gibi. Bu nasıl sürdürülebilir? Bununla baş etmenin imkânı yok mu?

Demiralp: İlk AK Parti döneminde, hatta 2015’e kadar çekebiliriz bu süreci, politikada bizim arzu ettiğimiz gibi enflasyon bir öncelik olmadı. Yapısal reformlar ötelendi ama mali bir disiplin hep AK Parti’nin önceliği olmuştu ve bütçe açığı %1-2’leri hiç geçmemişti. O zamanlar hep kredi derecelendirme kuruluşlarının raporlarında “Enflasyonunuz ve cari açığınız düşmüyor ama bütçe açığınız disiplin altında” şeklinde bir not düşülürdü. Özellikle 2018 sonrasında biz bunun değiştiğini, giderek bütçe açığının arttığını gördük. Geçmişte Masstricht Kriterleri’nden bile daha disiplinli bir bütçe açığı varken, şimdi, 5’ler, 6’larda olan seviyeyi tekrar 3’lere düşürmek çok iddialı bir hedef haline geldi. Sistem bir kere genişlemeye başlayınca onu daraltabilmek de çok kolay değil. Kamunun büyümesi, EYT’liler gibi şeyleri bir anda kısabilmek de çok zor. Bu durumda Mehmet Şimşek vergileri arttırarak ancak o bütçe açığını kapatma yoluna gidebilir. Ama orada da doğrudan vergileri artıramıyor. Gelir vergisini arttırabilmek, yazın duyduğumuz o ‘’zenginden daha çok, fakirden daha az vergi,’’ o ideal olan, hayalimizdeki vergi reformu, ama uygulayabilmesinin siyasi maliyeti çok yüksek. Onu yapamadıkları zaman dolaylı vergilerle, tüketim vergisiyle, KDV ile hem enflasyon yaratıyor hem alım gücü üzerinde çok âdil olmayan durum oluyor. Benim verdiğim vergiyle Türkiye’nin gelir dağılımındaki en üst %1’deki tabakası da aynı vergiyi vermiş oluyor. Böyle bir durumda ne oluyor? Dolaylı vergilerin yükü çok yüksek, ama doğrudan vergi alamıyorum, talebi doğrudan vergileri arttırmak suretiyle azaltamıyorum, öyle olunca da yüklen Merkez Bankası’na, yüklen yüksek faize. O maliyet de havlu attırdı. Merkez Bankası şu anda artık geri adım atmaya başladı, çünkü toplum şu ânda bu maliyeti daha fazla kaldıramıyor.

Biraz dünyayı konuşalım, ki bizi çok yakından ilgilendiriyor. Erdoğan Trump’ın seçilmesinden memnun. Tabii Gazze gibi birtakım rezervleri var ama birçok açıdan tercihinin olduğunu biliyorduk. Olayın siyasi boyutu bir yana, ekonomik olarak da çok ciddi boyutları var. Trump’ın, dünya ekonomisini alt üst edecek, hatta etmeye başlayan, mesela gümrük vergilerini arttırmak gibi birçok programı ve fikri var.  Şu anda Türkiye’yi çok ilgilendirmiyor gibi gözüküyor ama bir şekilde ucu herhalde Türkiye’ye de gelecek. Dünyadaki ekonomik durumla ilgili ne bekliyorsunuz? Özellikle son dönemlerde Dünya Ticaret Savaşları’ndan bahsediliyor. Böyle bir olay olacak ve bu birçok şeyi değiştirecek gibi. Neyi değiştirecek ve Türkiye bundan nasıl etkilenir? Böyle bir şey olursa, yeni tâbirle “Bize fırsat penceresi açılır” gibi laflar mı duyacağız yoksa biz de hakikaten bunun ağır bir şekilde faturasını ödeyecek miyiz?

Demiralp: İkisi de olabilir, çünkü Trump hiç öngörülebilir bir lider değil ve gümrük tarifelerini de bence bir pazarlık çipi gibi kullanmak istiyor. Amerika’daki üretimi artırayım, Amerika’yı tekrar muhteşem hale getireyim iddiası var, ama onun yolu bence tarifelerdengeçmiyor. Çünkü tarife koyulduğu zaman, içerideki üretimin hemen arttığını görmüyoruz. Literatüre baktığınızda, bu tür korumacılık, daha çok içeride rehaveti arttırıyor ve üretkenliği düşürüyor. Zaten Amerika’daki iktisatçılar ve sanayiciler de bu politikalara çok ciddi bir şekilde itiraz ediyorlar. Trump’ın göreve gelmesinin üzerinden yaklaşık 1 ay geçti, ayağının tozuyla ilk yaptığı şey, Kanada’ya ve Meksika’ya %25 tarife uygulayacağını söylemesi oldu. Ama ilk itirazlar, Kanada ve Meksika’nın yanı sıra, içeriden geldi.Mesela Ford’un CEO’su Farley “Bu tarifeler Amerikan sanayisine ciddi bir delik açar” dedi. Bence Trump zaten onun için geri adım attı. İlk başta “Tamam, bir ay tarifeleri öteleyeceğim” dedi, sonra Amerikan medyasında “Bakın, bu kısa vadeli bir maliyettir, bu kötü günler geçecek. Ondan sonra Amerika’daki üretim artacak” demeye başladı, ama o çok bir karşılık bulmadı. Zaten ben popülist liderlerin uzun vadeli yatırımlara odaklandığını düşünmüyorum. Kısa vadedeki seçmen gözündeki izlenim ve tabanlarını nekadar koruyabildikleri, bence onlar için daha önemli. Onun için de öteledi. Bugün, Kanada ve Meksika için tekrar başlayacağı söyleniyor. Ama ben yine öteleyeceğini düşünüyorum. Trump’ın politikaları, pazarlıkla bir şeyler koparıp “Tamam hadi size uygulamayacağım” diyerek, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi. 

Türkiye için de aynı bakış açısıyla hareket eder. Şimdilik bence gerek Suriye’deki yeniden yapılanmada Türkiye’nin kritik rolü, Amerika’nın oradan askerlerini çekmek istemesi veTürkiye’ye “Tamam, güvenliği sağlama işini sana devrediyorum” demesi, Trump’ın işine gelir ve bu nedenle de tarifeler konusunda bize daha sempatik bakabilir. Hâlihazırda Trump döneminden gelen %25’lik tarifeler var. Arttırmak şöyle dursun, belki onları düşürebileceğini bile düşünüyorum. Çünkü onun karşılığında Trump’ın, “Amerikan askerleri de yurda dönecek, artık savunma harcaması yapmayacağız” deme şansı olabilir. Ama bir şey kafasını attırırsa da çok farklı yerlere gidebiliriz. 

Bu arada bir taraftan da savaşı bitiriyor gibi ya da çok iddialı, Rusya’yı memnun edecek şekilde bitiriyor gibi. Herhalde bunun da Türkiye’ye çok etkisi olacak. Türkiye, bu savaş boyunca ortada bir yerde durmaya çalıştı. İki ülkeyle de ilişkisi olan bir ülke olarak, bazı durumlarda arabuluculuk da yaptı; birtakım esir takasları Türkiye üzerinden yapıldı. Savaşın bitmesi ekonomik anlamda birçok şeyi değiştirir herhalde. 

Demiralp: Barış ya da savaşın bitmesi kısmı tabii ki ayrı, o bizim ve tabii ki dünyanın geri kalanı için çok olumlu olur.  Bir kere enerji fiyatları üzerinde bir rahatlama olur. Bizim gibi enerji ithalatçısı ülkeler ve dünyanın geri kalanı, Avrupa için rahatlama olur. Gıda koridoru üzerinden, sonuçta Avrupa’nın ekmek sepeti, tahıl ambarı denen Ukrayna üzerinden gelecek bir rahatlama olacaktır. Henüz tam olarak bitmeden, Trump’ın müdahil olduğu bir süreç tamamlanmadan da bir rahat nefes alabilmek herhalde mümkün değil. Çünkü sürekli bir zikzaklar, U dönüşlerini görebiliyoruz.

Peki kapatırken tekrar “Nasıl gidiyor?” sorusuna dönelim. Sizden, uzman perspektifiyle, ama kişisel olarak ne düşündüğünüzü öğrenebilir miyim? Belki çok spekülatif olacak ama Maliye Bakanlığı’nda birçok kişinin başına geldi, uzun ömürlü olamadılar. Bir kısmı görevden alındı, bazıları da ayrılır gibi oldu. Mehmet Şimşek bu işi epeyce yürüteceğe benziyor mu, ne düşünüyorsunuz?

Demiralp: Ben en azından bir sonraki seçime kadar Mehmet Şimşek’le devam edileceğini düşünüyorum. Çünkü eğer yarın “Mehmet Şimşek görevden alındı, tekrar eski genel seçim öncesi ekonomi politikalarına yakın bir kişi ekonominin başına geldi” diye bir haber olsa, o bizi çok hızlı bir şekilde ödemeler dengesi krizinin eşiğinde olduğumuz noktaya geri getirecektir. Bence hükümet de bunun farkında olduğu için zaten Mehmet Şimşek geldi. Mehmet Şimşek’in arzu ettiği kadar dengeler yerine oturmasa da, enflasyon 24’lere düşmez ama 35’lerde olur, büyüme OVP’deki gibi 4’lerde olmaz, 3’lere düşer. Seçime kadar bu şekilde götüreceklerini düşünüyorum. Bizim açımızdan acılı olacaktır, çünkü düşük büyüme yüksek işsizlik demek, bir türlü düşmeyen yapışmış bir enflasyon demek. Ama bir kriz çıkar da inceldiği yerden kopsun noktasına gelmeyecektir diye tahmin ediyorum.

Yani durumu idare edecekler.

Demiralp: Evet idare edeceklerini diye düşünüyorum.

Çok teşekkürler. 

Demiralp: Ben teşekkür ederim. 

Evet Prof. Selva Demiralp’le, Mehmet Şimşek programının nasıl gittiğini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.