Ruşen Çakır ve Ömer Taşpınar Transatlantik’in yeni bölümünde Türkiye ve dünyada son yaşananları yorumladı. Videoda İmamoğlu’na düzenlenen operasyon, İsrail’in Gazze’ye yine saldırmasını, Yemen’de son yaşananları ve Trump-Putin ilişkisini yorumladı.
İmamoğlu’na düzenlenen operasyon
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na bu sabah saatlerinde operasyon düzenlendi. İmamoğlu ve İmamoğlu’na yakın çok sayıda isim gözaltına alındı. Gözaltına alınan İmamoğlu, Vatan Caddesi’nde bulunan İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü.
Pek çok haber kaynağı, bu adımı AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli siyasi rakiplerinden birini seçim yarışından dışlama girişimi olarak değerlendirdi.
Londra merkezli Reuters, gelişmeyi “Türk okulu muhalefete darbe olarak Erdoğan’ın rakibinin diplomasını iptal etti” başlığıyla duyurdu. Haberde, kararın Cumhurbaşkanlığı adaylığı için ismi geçen İmamoğlu’nu yarış dışı bırakabileceği belirtilerek, “Bu hamle, başta İmamoğlu olmak üzere muhalif isimlere yönelik yasal baskıların arttığı bir dönemde geldi” ifadeleri kullanıldı. Reuters ayrıca, daha önce muhalefetin kazandığı belediyelere kayyum atanması ve İmamoğlu hakkında açılan davalara da dikkat çekti.
Uluslararası basında çıkan haberlerin ortak noktası, diploma iptali kararının yalnızca akademik bir mesele olmadığı, siyasi bir sürecin parçası olarak görüldüğü yönünde.
Muhalefet partileri ve uluslararası gözlemciler, bu kararın yargının siyasallaşmasının bir göstergesi olduğunu savunuyor. CHP ve İmamoğlu cephesinden yapılan açıklamalarda, diploma iptali kararına karşı yasal süreç başlatılacağı belirtilirken, uluslararası basında bu gelişmenin Türkiye’deki demokrasi açısından kritik bir sınav olacağı değerlendirmeleri yapılıyor.
Trump-Putin ilişkisi
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, yaptıkları uzun telefon görüşmesinin ardından Ukrayna ve Rusya’nın enerji altyapılarına yönelik saldırıları 30 gün süreyle durdurma konusunda anlaştı.
Trump ve Putin arasındaki görüşmenin ardından diplomatik süreç hız kazansa da savaşın tamamen sona ermesi için büyük engeller bulunuyor. Rusya, toprak taleplerinden vazgeçmeden müzakerelere tam anlamıyla başlamaya yanaşmazken, Ukrayna da toprak bütünlüğünden ödün vermeyeceğini vurguluyor.
Yemen’de neler oluyor?
Kızıldeniz, son aylarda artan gerilimlerle dünyanın en sıcak çatışma bölgelerinden biri haline geldi. Yemen’deki İran destekli Husiler ile ABD arasındaki karşılıklı saldırılar, hem bölgesel güvenliği hem de küresel ticareti tehdit ediyor.
ABD’nin hafta sonu Yemen’e düzenlediği hava saldırılarında en az 53 kişi hayatını kaybetti, yaklaşık 100 kişi yaralandı. Bunun ardından Husiler, bir ABD savaş gemisine saldırdıklarını duyurdu ve Washington’dan daha sert bir yanıt geldi.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Gönül son anda gelemedi, nedeni, bizim şimdi konuşacağımız ilk konu. Yani, Ekrem İmamoğlu’na bu sabah düzenlenen operasyon. Haber tabii ki oraya da gitti ve insanlar anlamaya çalışıyorlar. Ömer, sen anlayabildin mi?
Ömer Taşpınar: Korkulan oldu diyelim. Böyle bir şey olabilir mi diye endişeyle bekleniyordu. Zaten dünkü diploma meselesi yeterince olabileceklerin habercisiydi, fakat ben açıkçası diploma meselesi olduktan sonra, teknik bir şekilde ve hukuki nedenlerle, yargı baskısıyla, İmamoğlu’nu aday olmaktan caydırabilir veya yasak getirebilirler diye düşünüyordum. Ama açıkçası, hemen arkasından bir gün sonra böyle bir gözaltına almayı bu kadar çabuk beklemiyordum. Bu gösteriyor ki, zaten planlı bir şekilde ilk aşama ve ikinci aşama olarak bunlar düşünülmüş. Bu olay, Erdoğan’ın, karşısında İmamoğlu’nun olduğu bir seçime gitmekten ne kadar korktuğunu gösteriyor. Buradaki gazeteciler veya Türkiye’yi merak edenler ‘’Bunları neden diğer liderlere yapmıyor? Niye Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a yapmıyor? Niye CHP’nin başkanı Özgür Özel’e yapmıyor da bütünüyle İstanbul Belediye Başkanı’na odaklanıyor?” diye sorduklarında, buna iki türlü cevap veriyorum: Bu kadar korkmalarının birinci nedeni, İmamoğlu’nun diğer iki isme göre daha kazanacak aday olması, halkın nabzını diğer ikisinden çok daha iyi tutuyor oluşu, siyasetçi kumaşının olması, Erdoğan’a benzer bir hatip olması, iyi bir siyasetçi olması, siyaseti anlaması ve Erdoğan’ı, AK Parti’yi dört kez yenilgiye uğratmış olmasından da anlayabileceğimiz üzere, Erdoğan’ı yenebilecek bir lider oluşu en önemli sebepler.
İstanbul Belediye Başkanı’nın üzerine bu kadar gitmelerinde ikinci bir faktör de var. O da tabii ki kayyum atamak istemeleri ve AK Parti’nin şu aşamada İstanbul’u kaybetmişken, İstanbul’u maddi nedenlerle tekrar kazanmak istemesi. İstanbul, Türkiye’nin en büyük rantının, patronaj ilişkilerinin döndüğü yer. Haritaya baktığımızda, bugün Türkiye’nin Gayri Safi Milli Hasılasının en önemli kesimlerinin şehirleri CHP’nin elinde. Bunların başında da tabii ki İstanbul geliyor. İstanbul’u sandıkta kazanamamak, ama böyle bir baskıyla, otoriter bir şekilde kayyum atayarak ve terör bağlantısı da kurarak bunu yapmak, bir bakıma AK Parti’ye tekrar para kazandırabilecek bir şey. Bu patronaj ilişkileri parayla dönüyor biliyorsun.
Bu konuyla ilgili son olarak da şunu söyleyeyim: Son zamanlarda Türkiye’den gelen iyi bir haber vardı. O iyi haber de PKK’nın silah bırakıyor olması ve bu silah bırakmanın da bir barış getireceği beklentisiydi, Türkiye’de bir toplumsal huzur, bir demokratik çözüm, hükümetin de bunun karşılığında bir şeyler yapacağı konusundaki beklentiydi. Eğer bir beklentisi olmasa, PKK durup dururken silah bırakmazdı. Her ne kadar Abdullah Öcalan’ın metninde bu beklenti kaleme alınmış olmasa da Sırrı Süreyya Önder’in son olarak “Türkiye’de, demokratik hukuk devleti çerçevesinde bir süreç bekliyoruz” demesi, yurt dışında da ‘’Türkiye’de bu çözüm süreci bir demokratikleşme getirir mi? diye bir ümit yaratmıştı. Bu konuda kötümser olduğumuzu ben ve Gönül uzun uzun anlattık. Kötümser olmamızın başlıca nedeni, eğer bu mesele Kürt meselesini çözmek içinse, bu çözümün ana damarının demokratikleşme olması gerektiği belliydi. Demokratikleşme olmayan bir Türkiye’de, barış, huzur ve demokrasi için heyecanlanmak çok yersizdi ve bu, bir bakıma buraya son noktayı koydu. ‘’Türkiye’de bir demokratikleşme, bir huzur, bir barış süreci olacak mı, bu süreçten bir şey çıkar mı?’’ konusuyla ilgili yurt dışında yapılan değerlendirmelerde, Erdoğan’ın, bunu bütünüyle taktiksel beklentilerle DEM Parti’yi yanına alarak ve sanki bir çözüm süreci varmış gibi bir hava yaratarak devam edeceği ve temelde, muhalefeti bölmek, DEM Parti’yi ve Kürt muhalefetini nötralize etmek ve en önemlisi de CHP ile Kürt muhalefeti arasında bir organik koalisyonun kurulmasına engel olmak amacıyla bunu yaptırdığı konuşuluyordu. Şu anda bence dışarıdaki basın da DEM Parti’nin nasıl bir tepki vereceğini bekleyecek. Otoriterleşmenin en üst seviyelere ulaştığı, neredeyse diktatörleşme aşamasına gelmiş bir Türkiye’de, DEM Parti’nin bu çözümden ne beklediği konusunda, iç basında olduğu gibi, dış basında da soru işaretleri artacak. Türkiye için çok zor bir gün. Dediğim gibi beklenen ama korkulan da bir gündü ve nitekim korkulan oldu.
Ruşen Çakır: Ömer, ABD’de Demokratlar iktidardayken, böyle bir olay olduğu zaman ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan hemen kaygı açıklamaları gelirdi, değil mi? Bu sefer sanki kaygı değil de tebrik açıklaması mı bekliyoruz? Bu herhalde Trump’ın hiçbir şekilde umurunda olmayan bir şeydir diye düşünüyorum. Doğru mu söylüyorum?
Ömer Taşpınar: Tabii ki şaka yollu tebrik diyorsun, o kadar değil. Ama Trump’la Erdoğan daha iki gün önce telefonda konuştular. İkisinin arasında gerek telefonda gerek karşı karşıya yapılacak görüşmelerde gündeme gelmeyecek olan bir konu varsa, o da Türkiye’deki insan hakları ve demokrasi meselesidir. Bunu gayet net olarak söyleyebilirim. Trump’ın, bu konuda ağzını açacak ve iki kelime edecek bir lider olmadığını biliyoruz. Senin de sarkastik bir dille bahsettiğin gibi, bugün iktidarda Biden ya da Kamala Harris olsaydı da çok büyük bir değişiklik olmazdı. Sarkastik bir şekilde buna yanaşmakta haklısın, çünkü Amerika’nın, endişe dışında belirtebileceği fazla bir şey olmazdı: “Endişelerimiz var, Türkiye’deki gidişat iyi değil. Türkiye bir NATO ülkesi ve sonuçta Türkiye’nin Batı standartlarında bir demokrasiye sahip olmasını istiyoruz” şeklinde açıklamalar olacaktı. Bugün Amerika’da öyle bir ortamdayız ki, Trump Amerika’yı Türkiyelileştirmeye çalışıyor diyeyim. Amerika’da otoriter bir sistem kurmaya çalışıyor. Tek adam sistemi kurmuş durumda. Kendisi bir kral, Türkiye’de nasıl bir reis, bir sultan varsa, burada da bir krallık rejimi kurmuş durumda ve karşısında, isimleri hiç önemli olmayan bakanlar var. Bir de sevgili Elon Musk var. Ülkeyi bu isimlerle, meclise, parlamentoya, Kongre’ye pek bağımlı olmadan yönetiyor. Şu anda Amerika’da tek fark şu: Türkiye’dekinin tersine, yargı ve mahkemeler Trump’a karşı son derece ciddi bir şekilde direniyor. Ne kadar başarılı olacağı bilinmez, Trump mahkemelerle uğraşıyor. Şu ana kadar “Mahkemeler beni bağlamaz” demedi. Temyize gidiyor, hukuki bir süreçte yönetmeye çalışıyor, en azından böyle bir hukuki kılıf sağlamaya çalışıyor.
Türkiye’de ise hukuk bütünüyle zaten yürütmenin, Erdoğan’ın, otoriter rejimin emrinde. Türkiye’de hukuktan adalet beklemek bir fantezi, mümkün değil. Ama Amerika’da hâlâ en azından kurum olarak bir ümit var. Her ne kadar yasama, kongre, etkisiz hale gelmiş olsa da, hâlâ Amerika’da yargının, basının ve sivil toplumun öneminden bahsetmek mümkün. Burada Bence, dünya ve Batı’nın Türkiye’den beklediği önemli gelişme, ‘’Böyle ciddi bir hamleden sonra, yani, Türkiye’nin en önemli ve iktidara yürüyebilecek muhalefet liderini tutuklama kararından sonra, halktan bir tepki gelecek mi?’’ beklentisi. Tabii ki İmamoğlu’nun da “Kendimi önce Allah’a sonra halkıma emanet ediyorum” diyerek söylediği şey de buydu. Halktan bir tepki gelecek mi? Bence, Amerika olsun, Avrupa Birliği olsun, halktan bir tepki gelemeyeceğini birazcık hissedebiliyor. Çünkü Türkiye’de en son halktan bir tepki geldiği dönem, Gezi dönemi oldu ve Gezi’nin, Erdoğan üzerinde hâlâ ne kadar travmatik olduğunu görüyoruz.
Ruşen Çakır: Bugün İsmail Saymaz’ı da Gezi bahanesiyle gözaltına aldılar biliyorsun. Hâlâ bir bahane olarak kullanılıyor.
Ömer Taşpınar: Evet yıl 2025, ama 2013 yılındaki Gezi olayını hâlâ bahane ederek Türkiye’de İsmail Saymaz gibi gazeteciler, Osman Kavala gibi sivil toplum liderleri, Selahattin Demirtaş gibi siyasi liderler, bir şekilde hep bir Gezi bağlantısıyla tutuklanıp hapiste tutulabiliyorlar. Dolayısıyla, toplumsal bir tepki, hükümet tarafından hemen bir kalkışma ve terörizmle mücadele çerçevesi içinde ele alınacağı için, bu olayda toplumsal tepki de beklemek çok zor. Benim aklıma gelen tek sivil direniş, pasif direniş. Halkın bir şekilde CHP’ye üyeliğinin artması. CHP’nin bugün Türkiye’de 1,5 milyon üyesi var, AK Parti’nin 11,5 milyon üyesi var. AK Parti’nin, CHP’den 10 misli daha fazla üyesi var. Eğer Türkiye’de bir toplumsal tepki olacaksa, en azından, halkın gidip CHP’ye üye olması, CHP’nin üye sayısının 1,5 milyondan 3, 4, 5 milyona çıkması önemli bir tepki olabilir. Bu bir sivil direniş ve pasif tepki olur. Sokağa çıkma değil, gidip CHP teşkilatlarında, yerel bürolarında halkın katılması ve imza atması ve “Ben CHP’ye katılıyorum” demesi gerek. Herhalde Türkiye’de CHP’nin üye sayısının 1,5 milyondan daha fazla olması gerekiyor bugün ve bunu da yapmaları gerekiyor.
Son olarak dış konjonktürle ilgili şunu söyleyeyim: Erdoğan bu adımları Türkiye’nin jeostratejik öneminin çok arttığı bir dönemde atıyor. Gerek Avrupa’da olsun gerek Amerika’da olsun, Türkiye’nin etrafı bir ateş çemberi olarak görülüyor. Türkiye’nin Avrupa’da oluşabilecek bir savunma projesine daveti söz konusu. Türkiye, ordusu güçlü ve ağırlığı olan bir ülke ve Erdoğan açısından şu anda istese belki de Türkiye’nin Avrupa Birliği macerasını ve sevdasını tekrar canlandırabilecek adımların atılabileceği bir dönem. Avrupa buna açık. Şu anda Türkiye “Ben Ukrayna’nın Avrupa Birliği’ne girmesini destekliyorum ve ben de Avrupa Birliği’ne girmek istiyorum” dese, Avrupa Birliği’nde belki bir ivme yakalanabilir. Erdoğan bunları söylüyordu. Ama Türkiye’nin en önemli siyasi muhalefetinin liderini hapse atan bir Türkiye’nin, Avrupa Birliği ile bir şansının olmayacağı, hatta NATO içinde de gücünün siyasi olarak azaldığı bir ortamda, Erdoğan bu adımları atıyor. Dış politikada elini güçlü hissediyor. Bu adımları, içeride zayıf olduğu kadar, dış politikada güçlü olduğu bir dönemde atıyor ve o nedenle, belki de haklı olarak, dışarıdan bir tepki gelmeyeceğini zannediyor.
Ama maalesef dışarıdan bir tepki sessizce geliyor. Türkiye bildiğimiz Türkiye. Bu ülkenin, Avrupa Birliği’nde, Batı ittifakı içinde siyasi ve demokratik olarak fazla bir yeri yok. “Olsa olsa askerî açıdan muhtaç olduğumuzda, gerektiğinde Türkiye’den askeri yardım isteyebiliriz, ama karşılığında, Türkiye’yi Avrupa Birliği’nde masaya oturtmayız” diyen bir sessiz tepki, tabii ki Almanya’da ve Fransa’da oluşacak. Amerika açısından ise, zaten Trump’ın iktidarda olduğu bir Amerika’da, Erdoğan’ın bu tür adımlar atması gündeme bile gelmeyecektir. Bugün de baktım, New York Times, Washington Post gibi gazeteler, bu konuyu birinci sayfadan bile önemli bir haber olarak vermiyorlar. Zaten malumun ilanı gibi, o gazetelerin gözünde Türkiye’de Putin tipi bir otoriter rejim vardı. Biz burada elimizden geldiğince Türkiye’nin Rusya olmadığını, Türkiye’nin Rusya kadar otoriter olmadığını, Türkiye’de en azından seçimlerin yapılabildiğini, muhalefetin iktidara gelme şansının olduğunu, Putin Rusya’sında muhaliflerin ya hapse atıldığını ya da Boris Nemstov örneğinde olduğu gibi sokakta öldürüldüğünü görüyoruz. Türkiye’de bu olmuyor. ‘’Türkiye’de muhalefet, muhalif liderler iktidara gelme şansına hâlâ vakıf’’ diyorduk. Bugün onu da diyemeyeceğimiz bir yere geldik. Zira ben İmamoğlu’nun maalesef aday olamayacağını düşünüyorum. Artık bir şekilde onu aday yaptırmayacak ve CHP’den başka bir lider seçimlere gitmek zorunda kalacak. Bu seçimlerin de ne kadar demokratik olduğu, Batı tarafından bu sefer iyice sorgulanacak. Eskiden seçimleri çok kıl payı kaybeden bir Erdoğan’a karşı “Bir diktatör seçimi böyle kazanmaz, yüzde 80’le kazanır” diyebiliyorduk. Şimdi, Türkiye’de bir daha seçim olacaksa eğer, Erdoğan’ın o seçimlerin meşruiyetini de ortadan kaldırdığı bir ortama giriyoruz. Bütün bunların Batı’yla ilişkilerde tabii ki bir izdüşümü olacaktır.
Ruşen Çakır: Ömer, Rudaw’dan bir son dakika haberi geldi. SDG’nin başındaki Mazlum Abdi, Ahmet eş-Şara’nın oluşturduğu komite ile bir araya gelmiş, anlaşma sürecini görüşmüşler. Orada bir taraftan bir şeyler yürüyor. Bu sabahtan itibaren çok kişi bana “Ne oldu senin süreç, hadi bakalım” diye dalga geçiyorlar. Ama bir taraftan mesela cuma günü Diyarbakır’da Nevruz var. Aslında her yerde var da esas Diyarbakır’da. Bu da bu sabahki operasyonun gölgesinde olacak. Tabii biz Transatlantik’in duyurusunu yaparken Yemen, Gazze diye yazınca izleyiciler “Sizin başka işiniz mi yok?” diyorlar ama İmamoğlu meselesini konuştuk zaten. Zaten bugün öğlen 3 saat boyunca konuklarla yayın yaptım. Ama dünyayı ihmal etmek de olmaz. Hızlı hızlı gidelim Ömer. Yemen’de ne oluyor? Husiler olayı var, Amerika bombalıyor, onlar bombalıyor. İran yanlısı olduklarını duyuyoruz. Yemen büyük bir ülke değil am hakikaten stratejik önemi olan bir ülke. Ortadoğu’da dengeleri etkileyebilecek şeyler mi yapıyorlar? En son galiba Amerika’nın bir savaş gemisine saldırmışlar.
Ömer Taşpınar: Evet Ruşen. Yemen, Kızıldeniz, Babülmendep Boğazı ve Umman Denizi bölgesinde, Batı’ya giden petrolün ve petrol tankerlerinin geçtiği, İsrail petrolünün geldiği önemli bir jeostratejik alanda. İsrail’in Hamas’la yaptığı Gazze Savaşı sırasında, Husiler, Hizbullah’ın yaptığı gibi İsrail’e savaş açtılar. “Bu gemiler İsrail’e gidiyor” diyerek oradan giden ticari gemileri ve petrol tankerlerini vurmaya çalıştılar. Şu anki savaş teknolojisinde insansız hava araçlarıyla, dronlarla çok ciddi zaiyat vermek mümkün. Husiler, Zeydi ve Şii kökenli ve İran tarafından stratejik olarak desteklenen bir azınlık. Tabii ki Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin gözünde de bir terör örgütü. Amerika’nın gözünde de bir terör örgütüydü. Biden bunları terör örgütü olmaktan çıkardı. Çünkü Yemen 50 milyonluk bir ülke ve 2015’ten beri devam eden bir savaş var. Suudi Arabistan’ın başını çektiği, Birleşik Arap Emirlikleri’nin de içinde olduğu bir grup, güneyde Husiler’le bir savaş halindeydi ve insani yardıma muhtaç bir ülkeydi. Sudan’da bugün en büyük insani dram yaşanıyor, orada yüz binlerce kişi açlık sınırında. Yemen’de de öyleydi, Yemen’de de Sudan öncesi iç savaş nedeniyle yüz binlerce kişi açlık sınırına kadar gelmişti ve insani yardımın yapılabilmesi için, Biden yönetimi şartlı olarak Husileri terör örgütü kategorisinden çıkarmıştı. Fakat son yılında Biden yönetimi de askeri yöntemlere başvurdu, Husileri tekrar terör örgütü listesine aldı ve Biden yönetimi altında da CENTCOM, oradaki Amerikan gemileri hem kendilerine de saldıran Husilere karşı çok ciddi misilleme saldırıları yaptı.
Bugün geldiğimiz noktada, Trump, Husilere karşı çok daha kapsamlı, çok daha sert bir askeri tepki veriyor. Buna şaşırmamak lazım. Çünkü Trump geçmişte, ilk döneminde Suriye’de yaptığı gibi askeri yöntemlere daha çabuk başvurup, sivillerin ölmesi konusunda daha az endişe duyan bir lider. Trump’ın gözünde, eğer Husilere karşı yürütülen askeri kampanya yüzlerce sivilin ölümüne neden oluyorsa bunun çok önemi yok. Son 48 saattir sivil ölümlerin de olduğu, fakat aynı zamanda çok daha kapsamlı bir şekilde, insansız hava araçlarının olduğu bölgelere Husilerin roket atabildiği, elektrik ve enerji santrallerinin vurulduğu bir askeri kampanyadan bahsediyoruz. Bunun bir boyutu da tabii ki İran’a verilecek mesaj. Trump, İran’la masaya oturmak için, 10 gün önce İran’ın dini lideri Hamaney’e bir mektup yollamıştı. Tahminimce, kendisiyle görüşmek istediğini ve masaya oturmak istediğini söylemiştir. Zira Amerika İran’a karşı şu anda bir azami baskı uyguluyor. Trump, ekonomik olarak yaptırımların artırılacağı, İran’ın, Çin’e petrol satışının bir şekilde kelepçe altına alınacağı, zorlanacağı ve İran’ın nükleer projesinin kontrol edileceği bir anlaşmaya doğru gitmek istiyor. İran’la savaşmak yerine, bölgedeki direniş cephesini, Hamas’ı, Hizbullah’ı, Husileri ve Irak’taki Haşdi Şabi dediğimiz Şii milisleri zayıflatarak, İran’ı hem ekonomik hem stratejik olarak zayıflatmış bir şekilde masaya çekmeye çalışan bir Trump yönetimi var. Husiler’le mücadelenin bir boyutu da budur. Husileri bir şekilde kontrol altına almak, İran’ın hâlâ kontrol edebildiği, destek verebildiği direniş cephesindeki unsurlardan bir tanesini de nötralize etmek anlamına geliyor. Biliyorsun, Hamas ve Hizbullah büyük bir oranda nötralize oldu. Nötralize olmayan iki tane direniş cephesi unsuru var. Bunlar, Irak’taki Şii Haşdi Şabi milisler ve Husiler. Trump döneminde bunlar üzerine de daha ciddi bir askeri baskının olacağını söyleyebiliriz.
Ruşen Çakır: Ömer, Gazze’den de hızlıca bahseder misin? İsrail tekrar saldırmaya başladı ve genellikle şu tür yorumlar yapılıyor: İçeride Netanyahu üzerinde bir yine bir yargı tehlikesi var. Netanyahu’nun, içeride düştüğü zor durumdan kurtulmak için tekrar buna yöneldiği söyleniyor. Herhalde Trump da buna çok fazla itiraz etmiyor. Gazze’de savaş tekrar başlayacak mı?
Ömer Taşpınar: O bahsettiğin iki konuda da haklısın Ruşen. Netanyahu’nun savaşa ihtiyacı var ve bunu zaten bütün dünya biliyor. Savaş bittiği zaman yargıyla hesaplaşma dönemi başlayacak, seçimlere gidilmesi gerekecek ve Netanyahu’nun popülaritesi hem eskisi kadar yüksek değil hem de yargıyla başı belada. Dolayısıyla savaşa dönmek işine geliyor. Çünkü savaş olmazsa, bir yandan da en azından Batı Şeria’nın Filistin Kurtuluş Örgütü, yani Fetih’i temsil ettiği bir barışçıl Filistin yapısıyla masaya oturma ve iki devletli çözüm için Suudi Arabistan’ın baskı yapacağı bir ortama gideceğiz. Savaş devam ettiği sürece, Netanyahu Filistin meselesinde iki devletli çözümden değil, savaştan bahsedecek. Yani Hamas karşısında olacak. Bir şekilde kendine muhatap olarak hep Hamas’ı almak istiyor. “Hamas olduğu sürece çözüm olmaz” diyor. O boyutu da var.
Biden, sivil ölümler konusunda İsrail’i, en azından kozmetik bir şekilde bile olsa dizginlemeye çalışıyordu. Askeri yardıma belirli çekinceler koyarak, küçük de olsa, askeri yardımda bazı aksamalar yaratarak, etkisiz de olsa İsrail’i biraz olsun frenlemeye çalışan bir Biden yönetimi vardı. Bugün frenlemek değil, kamçılayan bir Trump yönetimi var. Az önce senin şaka yollu “Dışişleri Bakanlığı tebrik eder herhalde” dediğin gibi, Marco Rubio şu anda gerçekten Netanyahu’yu tebrik edebilir. Çünkü “Hamas’ın anlayacağı tek dil budur” diyecek. Trump da bunu diyecek. Dolayısıyla, Amerika arkasında. İşin detay ve teknik tarafları biraz daha karışık. Çünkü biliyorsun Hamas’la İsrail arasında bir ateşkes vardı. Bunun birinci aşamasında, Hamas tarafından belirli sayıda rehine serbest bırakıldı. İsrail de hapishanelerde elinde bulundurduğu Filistinlileri serbest bıraktı. Filistinli rehineleri diyelim. Çünkü İsrail’in gözünde, onlar hukuki yöntemlerle içeride bulunan insanlar değil, teröristlerdi. Onları serbest bıraktı, insani yardımın bir şekilde Gazze’ye girmesine izin verdi. Gazze son iki aydır, en azından bir insani yardım gören, açlık meselesinin halledildiği, şartların biraz olsun düzeldiği diyemiyorum, ama en azından o eski yerlerde sürünülen durumdan birazcık daha iyi bir haldeydi.
Bu ateşkes sürecinin ikinci aşamasında İsrail’in Gazze’den çıkması ve Hamas’ın da elindeki rehinelerin hepsini bırakması gerekiyordu. Uluslararası toplum ve uzmanlar, bu ikinci aşamanın zaten çok zor olacağını, Netanyahu’nun, demin konuştuğumuz nedenlerle Gazze’den çıkma niyetinde olmadığını, savaşı bir şekilde devam ettirmek istediğini söylüyorlardı. Aynı şekilde, objektif olmak gerekirse, Hamas’ın da elindeki bütün rehineleri bırakmayacağı tahmin ediliyordu. Çünkü Hamas elindeki rehinelerin hepsini bıraktığında, bir şekilde elindeki en önemli kozu kaybetmiş olacaktı ve İsrail, rehine yokken şu ankinden de daha rahat bir şekilde (o nasıl olacaksa) Gazze’yi daha da rahat bombalayacaktı. O nedenle bu ikinci aşamaya gelemeyeceği biliniyordu. Nitekim, bugün geldiğimiz noktada, Ukrayna’da barışa, teşkese doğru bir gidişat varken, Gazze’de ateşkes sona erdi ve savaş tekrar başladı. Savaş bu sefer daha sert başladı diyebiliriz. Çünkü “Netanyahu daha bu işin başındayız” dedi. Daha iki gün içinde 500-600’e çıkan sivil ölüm sayısı var. Zaten 50 bin sivilin öldüğü bir Gazze’den bahsediyoruz. Bu gidişatla, maalesef daha da ciddi sivil zayiatın olacağı bir Gazze’ye, bir Hamas’a doğru gidiyoruz.
Bu arada ortada şöyle de bir gerçek var: Bunu zaten Biden yönetimindeki Dışişleri Bakanı Tony Blinken da dile getirmişti. Amerika İsrail’e “Siz Hamas’ı bu kadar bombalıyorsunuz, yok etmeye çalışıyorsunuz, ama Hamas, kaybettiği militanlardan daha fazlasını kazanıyor’’ demişti. Geçtiğimiz yıl, ölen Hamas militanlarının misli misli fazlası Hamas’a katılmıştı. Hamas şu son bir ay içinde rehineler serbest bırakılırken bir güç gösterisi yaptı Gazze’de. Hamas militanlarının ne kadar rahat bir şekilde silahlarıyla ortada gözüktüğünü bütün dünya gördü. Dolayısıyla, Hamas’ı yok etmenin de ne kadar zor bir şey olduğu ortada. Bu savaş maalesef daha devam edecek gibi gözüküyor. Trump, ‘’İsrail’le barışın, İbrahim Anlaşması imzalayın’’ diye Suudi Arabistan üzerinde bir baskı kurmaya çalışıyor. Suudi Arabistan’ın bu gidişattan memnun olduğunu söylemek mümkün değil. Suudi Arabistan’ın lideri Veliaht Prens Muhammed Bin Salman’ın Trump üzerinde birazcık etkisi varsa, şu anda Suudi Arabistan’ın silah alımlarını engelleyebilir, Trump’a baskı kurmaya çalışabilir. Gerek Suudi Arabistan’ın gerek Birleşik Arap Birlikleri’nin endişe duyduğu ikinci mesele ise biraz önce de konuştuğumuz Husiler meselesi. Çünkü Husiler, Amerika kendilerine saldırdıkça, Amerika’ya saldıramayacakları için Birleşik Arap Emirlikleri’ne ve Suudi Arabistan’a, onların petrol kuyularına, petrol santrallerine saldıracaklardır. Bu da Trump’ı rahatsız etmeli. Tabii ki başta Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ı rahatsız eder ama petrol kuyularını vuracak Husiler, önümüzdeki haftalar içinde petrol fiyatlarının da artmasına neden olacaktır. Bu da zaten enflasyonla mücadele eden Amerika’nın ve Trump yönetiminin işine gelmez. O boyutları da düşünmek lazım Ortadoğu’da.
Ruşen Çakır: Ömer, sanki Ukrayna’yı Putin’le Trump aralarında paylaşıyorlar gibi bir hava çıkıyor ortaya. Sonuçta ne oluyor? Putin bir şeylere yanaşacak gibi, ama Avrupa’nın desteği Zelensky’e hâlâ yetmiyor, çok net değil mi?
Ömer Taşpınar: Evet. Ortada neredeyse Yalta pazarlığı gibi bir pazarlık söz konusu. Biliyorsun, Yalta’da II. Dünya Savaşı sonrasında Stalin’le Roosevelt bir araya gelip, nerede kimin daha etkili olacağı konusunda, bir bakıma sınırları çizmişler. Burada da bana göre Putin Zelensky’e oranla daha akıllıca bir oyun oynuyor. Zelensky dürüst ve cesur bir lider olduğu için, Oval Ofis’te bir skandal yaşadı; Trump’la bayağı bir kafa kafaya çatıştı. Onu geçen haftalarda detaylı anlatmıştım. Putin kesinlikle buraya gelmiyor. Zaten Putin’in barış yapmaya hiç niyeti yok. Ateşkes konusunda da bir sürü çekincesi var ama Putin’in ağzından çıkan ilk kelime, Trump’ı, barış konusunda gösterdiği çabalar nedeniyle tebrik etmek ve bir şekilde kendisinin de sanki barış istediği konusunda bir iki cümle ettikten sonra bütün rezervasyonlarını koymak. Nitekim, dün Trump’la Putin arasında 2,5 saat süren telefon konuşmasından sonra Trump, basına tabii ki “Çok iyi bir görüşme oldu. Şu anda Putin’le Ukrayna’da barışı ve ateşkesi konuşuyoruz” dedi. Ama işin aslı hiç de öyle değil. Çünkü Putin ateşkesin daimî bir şekilde olması ve barışa doğru gidilmesi için üç tane şart getirdi. O üç şart şunlar: “Ukrayna hiçbir zaman NATO’ya üye olmayacak” diyor. Buna zaten Amerika en baştan “eyvallah” dedi ve kabul etti. İkinci ve üçüncü şarta Amerika “evet” diyemiyor. Çünkü ikinci şart Ukrayna’nın silahsızlandırılması, yani, Ukrayna’nın seferberliği bırakıp şu anki askerlerini de demobilize etmesi. Putin Ukrayna’nın neredeyse teslim olmasını istiyor. Üçüncü şartı, NATO içine girmemiş Batı Ukrayna’da Avrupa veya uluslararası Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerleri de olmayacak. Ne NATO’dan veya başka yerlerden Avrupalı asker olacak ne de Birleşmiş Milletler Barış Gücü Askerleri olacak” diyor. Putin’in ne kadar maksimalist bir talep içinde olduğu ortada. Ama nedense bu sanki ateşkese de ‘’evet’’ diyormuş gibi söyleniyor. Ateşkese ‘’evet’’ dediği yer de şu: “Otuz gün süresince Ukrayna’nın enerji santrallerini vurmayacağım” dedi. Diğer sivil yerleri ve askeri hedefleri vurabilir. Ama Putin’in verdiği tek taviz, sözümona ateşkes çerçevesinde enerji santrallerini vurmayacağını söylemesi. Ukrayna bunun karşılığında ne yaptı? Ukrayna, geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan’da Amerika’yla masaya oturdu ve barışa ve ateşkese koşulsuz “Evet” dedi. “Eğer Putin buna ‘evet’ diyorsa, ben de ‘evet’ diyorum” dedi ve şu anda Zelensky ‘’evet’’ dediğiyle kaldı. Trump Putin’le konuştuktan sonra Zelensky’e telefon etme zahmetini bile göstermedi ve bilgilendirmedi. Zelensky bir konuşma olduğunu ve Putin’in taleplerini basından öğrendi. Dün de kameralar karşısına geçip “Trump’tan telefon bekliyorum, benim adresimi ve telefonumu biliyor” dedi. Benim bildiğim kadarıyla Trump kendisini henüz aramadı.
Ruşen Çakır: Evet Ömer, Türkiye çok yoğun bir döneme giriyor. Siz de Türkiye’yi taklit etmeye çalışan bir ülkedesiniz. Amerika Birleşik Devletleri, bizim bugün vardığımız noktaya ne zaman varır bilmiyorum, ama iyi bir şey değil, tavsiye etmem. Dün diplomayı konuşamadan, bugün gözaltıları konuşmaya başladık, yarın Allah bilir önümüze ne çıkacak. Bu arada demin de bahsettim, İsmail Saymaz gibi Türkiye’nin bence en önde gelen gazetecilerinden birisinin sudan bir bahaneyle gözaltına alındığı bir ülkeyiz. Her an her şeyin olabileceği, artık şaşırmanın kalmadığı bir ülkedeyiz.
Ömer Taşpınar: Amerika’nın Türkiyelileşmesi konusunda bir şey söyleyerek bitireyim Ruşen. Bence Amerika Türkiye olmaz. Amerika’nın Türkiye tipi bir otoriter yapıya girmesini engelleyecek kanımca üç faktör var. Bir tanesi, yargı. Yargı burada hâlâ bağımsız ve direniyor. İkincisi, basın, medya, hâlâ direniyor. Her ne kadar medya patronları, mesela Amazon‘un başındaki Jeff Bezos, Washington Post‘un yönetimini bir şekilde Trump’a daha yakın olmaya doğru evirmeye çalışsa da CNN, New York Times gibi yerler hâlâ direniyor. Üçüncüsü ve en önemlisi sivil toplum. Amerika’da halk, İsrail’de olduğu gibi sokağa çıkabilir. Biliyorsun Netanyahu yargıyı kontrol etmeye çalıştı ve aylarca devam eden, yüz binlerin sokağa çıktığı bir İsrail gördük. Burada da eğer Trump yüksek mahkemeyi, yargıyı Netanyahu’nun İsrail’de yapmaya çalıştığı gibi kontrol etmeye çalışırsa, o zaman halk sokağa dökülebilir diye düşünüyorum.
Tek korkum şu: Netanyahu gibi bir otoriter bile İsrail’de askerlere, polise ‘’halkın üzerine ateş edin’’ demedi, diyemedi. Ama Trump, bundan 4-5 yıl önce George Floyd olaylarında gördüğümüz gibi davranabilir. Floyd olaylarında Black Lives Matter grubu sokaklara indiğinde, Trump Savunma Bakanı’nı ve Genelkurmay Başkanı’nı çağırdı ve “Neden askerleri sokağa çıkarmıyoruz, neden askerler plastik mermilerle bunların bacaklarına ve vücutlarına ateş etmiyorlar? Silah kullanın ve bunları bastırın’’ diye emir verdi. Amerikan Eski Savunma Bakanı Mark Esper ve eski Genelkurmay Başkanı Mark Milley “Bu, Anayasaya aykırı olur” diyerek direndiler. Sonuçta Savunma Bakanı istifa etti, Mark Milley de bir şekilde direndi ve görevde kaldı. Bugün geldiğimiz noktada beni korkutan, Trump, Savunma Bakanını ve Genelkurmay Başkanını istediği yere çekti. ‘’Onlar halkın üzerine ateş eder mi?’’ konusunda bir soru işaretim var. O yüzden de inşallah o günleri görmeyiz. Burada halk sokağa çıkabilir. Ama Türkiye’de bunun olacağını düşünmüyorum. Öyle bir sivil toplum kalmadı, Gezi’den bu yana çok şey geçti. Erdoğan rejiminin, Türkiye’de sokağa çıkmak isteyen halkı çok daha sert bir şekilde kontrol edebileceğini düşünüyorum maalesef.
Ruşen Çakır: Ömer, çok teşekkürler. Gönül’e de buradan selam yollayalım ve bu haftayı böyle noktalayalım. ‘Transatlantik’te Ömer Taşpınar ile birlikteydik. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.