Ayşegül Doğan: “Kürt sorununun çözümü 19 Mart’ta yaşanan olayların yaşanmamasını sağlayabilir”

DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, Medyascope’ta Ruşen Çakır’a konuk oldu. Doğan, İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla başlayan süreci ve çözüm sürecindeki son durumu değerlendirdi. Doğan Kürt sorunu ve 19 Mart’ta başlayan olayları değerlendirdi.

Ayşegül Doğan, Kürt sorunu ve 19 Mart'ta başlayan olayları değerlendirdi.
Ayşegül Doğan, Kürt sorunu ve 19 Mart’ta başlayan olayları değerlendirdi.

Ayşegül Doğan, çözüm süreci ile yaşanan güncel gelişmelerin birbirinden bağımsız ele alınamayacağını belirtti: “Kürt meselesinde çözüm Türkiye’nin en temel demokrasi sorunu olduğu için Kürt sorunu 19 Mart’ta yaşanan olayların yaşanmamasını sağlayabilir ancak. Unutturması bir yana dursun. Bunlar birbirinden bağımsız ayrı ele alınabilecek konular değil”

Doğan, Çözüm süreci 19 Mart’ı unutturur mu? sorusunu cevapladı. Doğan, “Aksine… Kürt meselesinin çözümü, Türkiye’nin en temel demokrasi sorunlarından biridir. Bu nedenle Kürt sorununun çözümü, 19 Mart’ta yaşananların bir daha yaşanmamasını sağlayabilir ancak. Unutturması bir yana, bu iki mesele birbirinden bağımsız ya da ayrı ayrı ele alınabilecek konular değildir. Yıllardır bunu söylüyoruz” dedi.

DEM Parti-Erdoğan görüşmesi

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 10 Nisan Perşembe günü DEM Parti İmralı heyeti ile görüştü. Görüşmede, MİT Başkanı İbrahim Kalın ve AKP Genel Başkanvekili Efkan Ala yer aldı. DEM Parti heyetinde sadece DEM Parti İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve DEM Parti Van Milletvekili Pervin Buldan vardı.

DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, sürecin hızlı ilerlemesiyle ilgili, “Sayın Öcalan’ın özgür yaşam ve çalışma koşullarının hızla oluşturulması gerekiyor” dedi. Koçyiğit, Erdoğan ile DEM Parti heyetinin süreçle ilgili ne konuştuğunu da anlatı.

Doğan görüşme için, “Erdoğan’la DEM Parti İmralı heyetinin yıllardan sonra yaptığı bu temas aslında toplumdaki şu kaygılara bir cevap olarak da değerlendirilebilir” dedi. Doğan, “Bunun anti-demokratik uygulamaların önüne geçebilecek bir siyasi ve hukuki zemine dönüşmesini de sağlayabilmek gerekiyor” dedi.

Ayşegül Doğan videoda, “Eğer Kürt sorununu çözmek konusunda dayanıklı bir irade, siyasi bir irade ortaya çıkmazsa ve bu tarihsel fırsatı kalıcı bir hale getirmezse işte o zaman biz aslında bir 100 yıl daha heba etmiş oluruz” dedi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Evet, DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan Ankara’da. Ayşegül, merhaba.

Ayşegül Doğan: Merhaba Ruşen, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Sağ ol. Perşembe günü partinizden iki isim, İmralı Heyeti’nden iki isim Külliye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüştü ve çok olumlu açıklamalar yaptılar ve kaldığımız yerden devam ediyoruz havası oluştu. Tam olarak ne oluyor? En son Adalet Bakanı da cuma gününe randevu verdi kendilerine ve ondan sonra da İmralı’ya geleceklerini biliyoruz. Ama 19 Mart’la beraber pek konuşmadığımız bir olayı tekrar konuşmaya başladık. Kaldığı yerden mi devam ediyor, yoksa zaten devam ediyor muydu?

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ayşegül Doğan: Aslında şöyle, ‘‘Zaten devam ediyor muydu?’’ sorusunun ardında şu var galiba: Sekteye mi uğramıştı, donmuş muydu, birtakım gelişmeler vardı da bizim mi haberimiz yoktu, gibi ben birtakım alt başlıklarla birlikte okumaya çalışıyorum bunu. Devam ediyor tabii ki. Olması gereken oluyor aslında. Olması gereken ne? Siyasi partilerin temas kurması, diyalog içinde olması ve Türkiye’nin sorunlarına dair istişare etmesi. Bir küçük hatırlatma yapmak istiyorum, KJ’nizi de gördüğüm için: ‘‘Çözüm süreci 19 Mart’ı unutturur mu?’’ Aksine, Kürt meselesinde çözüm, Türkiye’nin en temel demokrasi sorunu olduğu için Kürt sorunu, 19 Mart’ta yaşanan olayların yaşanmamasını sağlayabilir ancak. Unutturması bir yana dursun, bunlar birbirinden bağımsız, ayrı ele alınabilecek konular değil. Yıllardır bunu söylüyoruz. Bunu ne zaman en son söylediğimizi de bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’la CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in 31 Mart seçimlerinden hemen sonra yaptıkları, ‘‘normalleşme’’ olarak adlandırılan görüşmelerde mesela biz bir siyasi parti olarak bu görüşmeler konusunda çok teşvik edici bir pozisyonda yer aldık. Bunu hem kamuoyuna açıkladık hem Cumhuriyet Halk Partisi ile Eş Başkanlarımızın genel başkan düzeyinde yaptığı görüşmelerde, yine sivil toplum örgütü ve siyasi partilerden sorumlu, karşılıklı iki partinin yaptığı komisyon istişarelerinde ve görüşmelerinde de bu şekilde ifade edildi. Niye önemliydi o zaman normalleşme görüşmeleri? Şu sebeple önemliydi: Türkiye’nin temel sorunlarının konuşulabilmesi için önemliydi. Ve o günlerde, mesela Haziran ayında yapılan bir görüşmeyi bugün gibi hatırlıyorum. Bizim Hakkari Belediyemize kayyum atanmıştı ve kayyum atanabilmek için de belediye eş başkanımıza 19 yıl hapis cezası verilmişti. Üstelik hiçbir hukuki dayanağı olmadan yapıldı bu. Şimdi tüm bunları hatırladığımızda şöyle değerlendirmek gerekir: Cumhurbaşkanı Erdoğan’la DEM Parti İmralı Heyeti’nin yıllardan sonra yaptığı bu temas, aslında toplumdaki şu kaygılara bir cevap olarak da değerlendirilebilir. Hangi kaygılar? ‘‘Cumhurbaşkanı Erdoğan bu görüşmelerin, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yaptığı açıklamaların, çağrıların, İmralı’yla süren görüşme trafiğinin neresinde duruyor?’’ sorusuna bir yanıt olarak da değerlendirilebilir. Niye? Çünkü ülkeyi yöneten bir isimden bahsediyoruz, Cumhurbaşkanı’ndan bahsediyoruz ve doğrudan bu konuya dair görüşmeler yürüten bir heyeti kamuoyuna açık bir biçimde, Cumhurbaşkanlığı’nda muhatap alıyor. Bu önemli bu açıdan baktığımızda. Ve yine bu açıdan baktığımızda, bunun antidemokratik uygulamaların önüne geçebilecek bir siyasi ve hukuki zemini yaratabilecek adıma dönüşmesini de sağlayabilmek gerekiyor. Bu nasıl olur? Güçlenen bir demokratik muhalefetle olabilir. Yani bir arada mücadeleyle olabilir. Asıl güveneceğimiz ve bakmamız gereken yerin temelde burası olması gerektiğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Burada tabii şöyle bir husus var. Evet, partinizin duruşunu ben biliyorum ama yine de şunu diyenler var, çok hızlıca söyleyeyim: Ekrem İmamoğlu ve arkadaşları oradayken siz Erdoğan’la nasıl masa kurarsınız?

Ayşegül Doğan: Şimdi şunu çok iyi anlıyoruz. Dünkü bu konudaki yayınını da izledim ayrıca. Şu çok anlaşılır bir şey, çünkü aynı kaygıları paylaşıyoruz: Bir yandan antidemokratik uygulamalar ivme kazanırken, öte yandan bu uygulamaların önüne geçebilmek için süren bir görüşme silsilesi var ve kamuoyu bu konuya ilişkin yeteri kadar bilgiye sahip olmadığını düşünüyor. Çok haklılar. Bu tür süreçlerin birtakım avantajları ve birtakım dezavantajları da vardır. Dezavantajları, toplumsal kaygıların, endişelerin artmasına yönelik siyasi sorumluluk sahibi insanların bunları gidermesine dönük adımları zamana yayması. Bizim isteğimiz ve beklentimiz bunun bu sebeple zamana yayılmaması, hızlandırılmış bir biçimde bir hukuki zemine kavuşturulması. Bu hukuki zeminden kastımız çeşitli ayaklarla açılabilir ama şimdi burada süremiz buna el vermeyecektir. Biz aynı kaygıları kendi tabanımızda da duyuyoruz. Aynı sorular bize de yöneltiliyor. Yani İstanbul’un iradesi, Şırnaklı’nın da Hakkari’nin de gündeminde olan bir konu. Birbirinden ayrı ele alınamaz. 3 dönemdir belediyelerine kayyum atanan bir siyasi parti olarak söylüyoruz bunu. Kayyum uygulamasına Türkiye’nin bir daha geri dönemeyecek bir şekilde son vermesi gerekiyor. Peki son vermesi için ne yapması gerekiyor? Elbette bir diyalog ve temas kurulması gerekiyor. Son vermesi için ne yapılması gerekiyor Türkiye’de? Bir kanuni düzenlemeye ihtiyaç var. Şimdi mesela Meclis’te bekleyen, tüm muhalefet partilerinin üzerinde uzlaştığı yasal bir düzenlemeyle bunun önünü alabilecek bir adım atmak mümkünken ve bunları görüşmek mümkünken, bunları yok sayan ya da bunları görmezden gelen bir yerde durmak yerine, bunlarla ilgili sorumluluk alan, pozisyonunu yıllardır bu konuda açık bir biçimde ortaya koyan bir siyasi parti olarak elbette biz bu 27 Şubat’ta gelen çağrıyla birlikte tarihsel bir fırsata kapı aralayan bu ihtimali zorlamalıyız Ruşen Çakır. Başka bir seçeneğimiz yok. Niye yok? Çünkü Türkiye’de demokratikleşebilmenin en temel adımlarından biri, Türkiye’nin demokrasi sorununu çözebilmenin en temel adımlarından biri Kürt sorununu çözmek olacaktır. Eğer Kürt sorununu çözmek konusunda dayanıklı bir irade, siyasi bir irade ortaya çıkmazsa ve bu tarihsel fırsatı kalıcı bir hale getirmezse işte o zaman biz aslında bir 100 yılı daha hebâ etmiş oluruz. Şimdi böyle bir fırsat varken bu fırsatı nasıl bütün bu gelişmeleri unutarak değerlendiriyor olabiliriz ki? Şu mümkün mü bizim partimiz açısından? Yani bunu daha önce de söyledim, yine sizin yayınınızda da söyledim, başka yayınlarda da söyledik. Gerçekten bu tartışmayı zül sayarız. Ama şunu duyuyoruz. Bu duyduğumuz şey zaten bizim gündemimizde olan bir şey. Bu kaygılar ortak kaygılarımız, endişeler ortak endişelerimiz, bu mücadele de ortak mücadelemiz. Çünkü bu Türkiye’nin demokrasi mücadelesi ve bu birbirinden ayrılamaz bir mücadele. Birbirinden ayrılamaz olduğunu yıllardır yaşadıklarımızla tecrübe ettik. Hakkari’ye kayyum atandığında biz… Ya keşke yanılsaydık, keşke böyle olmasaydı. Biz Hakkari’ye kayyum atandığında, ‘‘İstanbul’a kayyumun yolu açılmaya çalışılıyor’’ dedik. En çok İstanbullu, İzmirli yurttaşlara seslendik. Niye en çok onlara seslendik? Çünkü bir yerde halk iradesi, seçmen iradesi yok sayıldığında bu kar topu gibi büyüyor, herkesin hayatına sirayet ediyor. Bugün yaşadığımız tam da budur. O nedenle 19 Mart’ı unutturan değil, İmamoğlu’nun tutuklanmasını unutturan değil. Bizim seçilmiş pek çok belediye başkanımız, belediye eş başkanımız şu anda içeride. Seçilmiş siyasetçilerimiz içeride. Ayrıca DEM Parti şöyle yaklaşan bir siyasi parti olsaydı… Geçmiş yıllardaki performansı üzerinden de bir anımsatma yapmak isterim. Şimdi hadi oralara dönelim tekrar. İlk dokunulmazlık oylaması zamanında, ‘‘Anayasaya aykırı ama evet’’ diyen Cumhuriyet Halk Partisi liderinin bu açıklamasına rağmen ne oldu? O dönemin HDP seçmeninin özellikle yerel seçimlerde ortaya koyduğu tavrı ve performansı Türkiye demokrasisi açısından hatırlamak gerekir. Yani bizim böyle zamana, koşullara, konjonktüre göre değişen ilkelerimiz yok. Bizim ilkelerimiz, yıllardır, onlarca yıldır savunduğumuz ilkeler. Diyoruz ki biz, kime uygulanırsa uygulansın, kimden gelirse gelsin, hiçbir haksızlığın ve hukuksuzluğun karşısında ortak mücadeleden geri adım atacak bir siyasal geleneği temsil etmiyoruz biz. Biz ya demokrasi ya demokrasi diyoruz. Evet. Ya barış ya barış diyoruz. Evet. Ya çözüm ya çözüm diyoruz. Evet. Ancak herkes için kapsayıcı, kucaklayıcı, eşitlikçi bir kardeşlik hukukunu tesis edebilecek ve herkese soluk aldırabilecek bir demokratik Türkiye anlayışından bahsediyoruz.

Ruşen Çakır: Peki, tekrar çözüm süreci olayına dönecek olursak, iktidar sözcüleri değişik vesilelerle Kandil’den bir an önce fesih ve silah bırakma kongresini toplamasını istiyorlar. Kandil’den de birtakım şartlar söylenmişti. Özellikle de Öcalan’ın yönetmesi gibi bir, tam kelime bu olmayabilir ama, böyle bir beklentileri vardı. Şimdi Erdoğan’la görüşmenin ardından herhalde bu konu gündeme gelmiştir. Yapılan açıklamalarda bu yok ama… Siyasi iktidarın beklediği gibi hızlı bir şekilde Kandil’de bir kongrenin toplanmasını bekliyor muyuz?

Ayşegül Doğan: Şimdi tabii biz de Kandil’in, yani PKK yöneticilerinin açıklamalarına bakarak birtakım değerlendirmeler yapabiliyoruz. Ancak şunu görüyoruz: İktidar sözcüleri, dediğin gibi, sürekli bu konuya dair birtakım çağrılar ve açıklamalar yapıyorlar. Diğer yandan PKK’li yöneticilerden işte birtakım söyleşiler ve açıklamalar geliyor. Temel ihtiyacın şu olduğu çok açık görülüyor: Öcalan’la kesintisiz bir iletişim kurmak istiyor örgütü. Bu kesintisiz iletişimi sağlamanın formülasyonlarına da açık görünüyorlar verdikleri söyleşilerden anladığımız kadarıyla. Yani bunun nasıl olacağını istişare etmek istiyorlar. Yani ipe un seren bir yaklaşımdan ziyade, verdikleri görüntüye baktığımızda, yaptıkları açıklamalara, hızla cevaba baktığımızda, Öcalan’ın ortaya koyduğu bu inisiyatifi tartışmasız bir şekilde sahipleneceklerini ilk andan beri söylediler. Sonra bir açıklama geldi bu konuda. Biz de bunu çok memnuniyet verici karşıladığımızı ifade ettik. Biz tabii ki hızla çatışmasızlık ortamının kalıcı bir biçimde sağlanabilmesini istiyoruz. Ancak ne olacak bundan sonra? İşte toplumsal sorular bunlar ve sorunlar bunlar. Nasıl olacak? Bunun kalıcı hale dönüştürülebilmesi için hangi hukuki zemine ihtiyaç var? Bu tartışmaları yapmak ama yanı sıra da bunlarla ilgili birtakım hazırlıklar yapmak gerekiyor. İşte bu hazırlıklar Meclis’in birtakım sorumluluklar almasını gerektirir. Bu hazırlıklar ilgili bakanların birtakım hazırlıklar yapmasını ve ilgili bakanlıkların bu konuya dair çalışmalar yapmasını gerektirir. Ancak tekrar ediyorum, en başından beri söylediğimiz gibi, yani 1 Ekim öncesinde de söylediğimiz gibi, Öcalan’la sağlıklı bir iletişimin sağlanabilmesi toplum açısından da önemli. Bu toplumsal kaygıların giderilmesi açısından da çok değerli bir şey. Bu sağlıklı iletişimden kastımız şu: keyfi bir biçimde sürdürülen görüşmeler değil. Çünkü şu anda öyle sürdürülüyor. Şimdi belki farklı siyasi partilerden temsilciler de Öcalan’la görüşmek istiyorlardır ve isteyeceklerdir. Belki sivil toplum örgütleri görüşmek isteyecektir. Belki gazeteciler, ki bazılarının açıklamaları var, görüşmek istediklerini söylüyorlar, röportaj yapmak istediklerini söylüyorlar. Doğrudan temas kurmak isteyeceklerdir. Yani biz bunu şöyle formüle ediyoruz: Öcalan’ın bu sürece aktif bir biçimde katılabileceği, iletişim kanallarının açık olabileceği, özgür çalışma koşullarının oluşturulması gerekiyor. İlk çağrıyı hatırlayalım lütfen. Yani yine Bahçeli’nin yaptığı çağrıyı hatırlatmak isterim. Umut hakkıyla başladı bu tartışmalar. Umut hakkı dediğimiz konu bugün binlerce insanı ilgilendiriyor hapishanelerde. Yalnızca Öcalan’ı ilgilendirmiyor. Ama umut hakkını tartışmalıyız, konuşmalıyız, yasal çerçeveleri konuşmalıyız artık. Hatta konuşmanın bir adım ötesine geçip, çok hızlı bir biçimde ötesine geçip… ‘‘Türkiye bu soruna aşina değil’’ diyemeyiz. Türkiye bu konuyu, evet, artık konuşamıyor. Epeydir konuşma rafa kaldırılmış bir haldeydi; ama buna rağmen bedellerini göze alıp konuşanlar vardı. İşte bedellerini göze alıp konuşanlar bugün hapisteler, sürgündeler. Tüm bunları bizim hızlı bir biçimde gündem başlıkları olmaktan çıkartmamızın yolu yasal zeminler, yasal adımlar. Bu sürecin ilerlemesi de bunlarla doğru orantılı ve bağlantılı bir şekilde olacaktır ve dayanıklı hale gelmesi de ancak böyle olacaktır. O sebeple Öcalan’a yönelik tecridin tamamen kaldırılması, özgür çalışma koşullarının oluşturulması, gerekirse örgütüyle kongrenin toplanabilmesi için bu irtibatın sağlanması gerekiyor. Çok hayati bir konudan bahsediyoruz. 50 yıllık bir meseleden bahsediyoruz, en az 50 yıllık bir meseleden ve insan hayatına değen bir konudan bahsediyoruz. Ciddiyetle ele almalıyız. Sorumlu davranmalıyız. Hiçbirimizin, hiçbir siyasi partinin, hiçbir bireyin keyfi davranabilecek, bunu zamana yayabilecek ya da başka bir konuyu bunun önüne alabilecek, herhangi bir siyasi partinin çıkarını, farklı bir hesabını bunun önüne alabilecek bir yaklaşımı olmamalı. Bu doğru bir tutum olmaz. Çünkü biz her şeyden önce insan hayatını ilgilendiren bir konu olduğu için tarihe karşı sorumluyuz, topluma karşı sorumluyuz. Hepimizin bu sorumlulukla hareket etmesi gerekiyor. Kongrenin toplanması için gerekenlerin dolayısıyla yapılması, hızlandırılması, bu konuda bir siyasi iradenin cesaretle ortaya konulması gerekiyor. Bugüne kadar da ezberlenmiş bazı kalıpların artık konuşmamamız gereken konular olduğunu da düşünüyoruz biz DEM Parti olarak. Ezber bozmak gerekiyor. Şimdi hakiki bir ezber bozma zamanı. Bu da cesaret ve siyasi kararlılık ve irade gerektiriyor. Bizde bu var. Biz buna hazırız. Bunu hep söyleyegeldik, aracılığınızla yinelemiş olalım.

Ruşen Çakır: Evet, yaklaşık 50 yıllık bir şeyin kapanacak olma ihtimali çok heyecan verici. Umarım çok sorun yaşanmadan bir an önce gerçekleşir. Çok teşekkürler Ayşegül Doğan.

Ayşegül Doğan: Ben teşekkür ederim Ruşen Çakır. Kolay değil bu işler. En iyi bilenlerden biriyle konuşuyorum. Hiçbir zaman da hiçbir yerde kolay olmadı. Büyük bir toplumsal barışı sağlayabilmekten bahsediyoruz. Bu bir süreç, bir inşayı gerektirecek beraberinde. Ama hepimizin, Türkiye’de herkesin yapabileceği çok şey var. 19 Martlar yaşanmasın diye, 4 Kasımlar yaşanmasın diye, 2 Martlar yaşanmasın diye hepimizin yapabilecekleri çok çok fazla. Yeter ki bunu yeniden hatırlayalım ve bu konuda da demokratik gücümüzü anımsayalım ve kendimize güvenelim.

Ruşen Çakır: Evet, DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan’a çok teşekkürler.