Cuma Çiçek, Medyascope’ta Ruşen Çakır’ın konuğu oldu. Çiçek videoda, İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla başlayan süreci, çözüm sürecinde son durumu, Bahçeli’nin rolünü ve muhalefetin pozisyonunu yorumladı. Çiçek, Nevroz meydanı ile Saraçhane meydanı buluşursa ne olur? sorusunu da cevapladı.
Çiçek videoda geçmişteki ve günümüzdeki çözüm sürecini şu sözlerle yorumladı: “Kürt meselesinde, örneğin 2013-2015 döneminde, devletin içinde bu türden bir perspektif gelişmediği için süreç çöktü. O dönem barış süreci büyük oranda siyasal iktidarla sınırlı kaldı ve buna itiraz edenlerin sesi oldukça güçlüydü. Ama bugün baktığımda, sürecin başından itibaren esas iddiam şu: Bu mesele artık Türkiye’nin orta ve uzun vadeli çıkarları, dış politikası, ulusal güvenliği ve yeni bir devlet ve rejim algısı çerçevesinde ele alınıyor. Süreci yöneten bir siyasal iktidar var ve bu iktidar, kendi varlığını sürdürme arzusu doğrultusunda barış süreciyle ilişki kuruyor. Hatta barış sürecini bir fırsat penceresine dönüştürmeye çalışıyor.
“Bütün aktörler siyaset yapıyor”
Cuma Çiçek, Türkiye’de siyasetin yeniden şekillendiği bir döneme girildiğini vurguladı. “Bence içinden geçtiğimiz dönemin en kıymetli tarafı şu. Türkiye’de siyaset alanı genişledi. Yani herkesin siyaset yapacağı bir döneme girdik. Daha fazla siyaset çağrısının olduğu bir dönemdeyiz” dedi.
Çiçek, “Benim görebildiğim aslında şu an hâlihazırda bütün aktörler siyaset yapıyorlar. Yani son buluşma elbette ki Erdoğan’ın yeni bir hamlesi ve Erdoğan’ın gündemi yeniden ele geçirmeyi, gündemi yeniden kurması için bir fırsat,” diyen Çiçek, CHP’nin bu alanda yeni bir dil kurduğunu savundu.
- İmamoğlu’na düzenlenen operasyon haberlerimizin tamamını okuyun.
- İmamoğlu’na düzenlenen operasyon videolarımızın tamamını izleyin.
Çiçek şöyle devam etti: “Eğer Kürt barışı CHP için bir siyasi rekabet unsuruna dönüşürse, ki şu an Özgür Bey’in temsil ettiği hat buna dair sinyaller veriyor. CHP’nin burada çözümsüzlüğe değil, çözüme yatırım yapacağını ve bunun üzerinden AK Parti’yle bir rekabete gireceğini söylüyor”
Çiçek, “Örneğin CHP bu tartışmaya Kürt barışıyla, demokratikleşme arasında bir bağ kurarak, buradan yeni bir söz kurarak, yeni bir siyasal ufuk inşa ederek, kitlelere yeni bir seçenek sunarak tam da Erdoğan’ın bu hamlesine karşı bir hamleyle cevap verebilir” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Cuma’yla başlıyoruz. Cuma, merhaba.
Cuma Çiçek: Hocam merhabalar, iyi yayınlar.
Ruşen Çakır: Sağ ol. Şimdi 19 Mart’la birlikte sanki çözüm süreci askıya alınmıştı. En azından görünürde bir şey yoktu. En son 19 Mart’ın öncesinde Kandil’den gelen birtakım açıklamalar vardı malum. Kongre toplamak için birtakım şartlar, güvenlikle ilgili birtakım şartlar, bir de kongrenin Öcalan tarafından toplanmasını ya da artık nasıl dersek, yani en azından kongreye bir şekilde bağlantı yoluyla herhalde katılmasını bekliyorlardı. Ama sonra 19 Mart girince Kandil’den de çok ses çıkmaz oldu. Türkiye’de de zaten, Türkiye Ekrem İmamoğlu olayına odaklandığı için unutuldu. Fakat Devlet Bahçeli hasta yatağından o üç günlük yazıların ilkinde bu konuyu tekrar gündeme getirdi ve Erdoğan da hemen ardından ‘‘Terörsüz Türkiye projemiz sürüyor’’ deyip İmralı Heyeti’ne randevu vereceğini söyledi ve perşembe günü randevu oldu. Ne diyorsun, o aradaki süre içerisinde hakikaten bir şeyler askıda mıydı, yoksa görmediğimiz bir şekilde yürüyor muydu?
Cuma Çiçek: Ben ciddi bir kriz olduğu kanaati içerisinde değilim sürece dair. Yani daha büyük krizler de oldu önceki süreçlerde. Dolayısıyla bence ne 19 Mart operasyonun kendisi çok büyük bir krizdi ne de Bahçeli’nin çekilmesi. Bahçeli’nin aslında çekilmesi biraz kaygılar yarattı çünkü uzun sürdü, 2 ayı aştı. Ama o dönemde de özellikle yazılı beyanlarla biraz sürece sahip çıktığını sürekli hatırlattı Bahçeli. Şöyle bir gerilim var; yani bu tür süreçlerde genelde ikili bir tablo ortaya çıkıyor, yani barış süreçlerinde, çünkü Kürt meselesi gibi kimlik temelli, teritoryal çatışmalar, hele uzun sürmüş, birkaç on yılı geride bırakmış çatışmalar genelde ilgili ülkenin rejimini şekillendiren meseleler ve dolayısıyla rejimin değişimine dair bir mesele, yani hem sürmesi hem de çözümü. Kürt meselesi bağlamında da bence durum buydu. Dolayısıyla bu tür barış süreçlerinde genelde ikili bir denklem ortaya çıkıyor. Bir yandan rejimin formasyonunu değiştirecek ölçüde bir yapısal dönüşüm sürecinin meselesi bu. Ki şu anki sürecin kendisi de daha açık ifadeyle biraz devletin orta ve uzun vadeli, daha dış politika, ulusal güvenlik meselesi bağlamında gündeme gelen bir çözüm süreci var. Şimdi buradan baktığımızda biraz günceli aşan, yani daha orta ve uzun vadeli bir zaman perspektifi olan ve daha makro meseleler odaklı, yani biraz hükümetleri, seçimleri, güncel aktörleri aşan bir boyutu var bu tür barış süreçlerinin. Kürt meselesi için de geçerli. Ama öte yandan pratik olarak da bu işin bir yürütücü aktörleri var. Yani bir siyasal iktidar var. Bu siyasal iktidarın kendi yönetimini koruma, sürdürme, olan seçimlerde yeniden kazanma arzusu var. Ve Türkiye’deki denklemde şu an muhalefetin taşımaya çalıştığı bir erken seçim gündemi var ve hükümetin de ertelediği bir erken seçim meselesi var. Dolayısıyla burada iktidarın kısa vadeli çıkarıyla biraz devletin orta ve uzun vadeli çıkarlarının uyumu sağlanabildiği ölçüde biraz barış süreçleri, daha yumuşak ve daha iyi ilerleyebiliyor. Burada krizlerin çıkma ihtimali var. Kürt meselesinde örneğin 2013-2015’te tam da devlet içerisinde böylesi bir perspektif ortaya çıkmadığı için, büyük oranda siyasal iktidarla sınırlı bir çerçevede kaldığı için ve itiraz edenlerin sesi de güçlü olduğu için çökmüştü. Ama bugün baktığımda benim sürecin başından beri esas iddiam şu: Bu mesele esas olarak Türkiye’nin orta ve uzun vadeli çıkarları, dış politikası, ulusal güvenliği, yeni bir devlet ve rejim algısı çerçevesinde gündeme gelmiş durumda ve bunu yürüten bir siyasal iktidar var. Ve bu siyasal iktidar doğal olarak kendi siyasal iktidarını sürdürme arzusuyla barış süreci arasında ilişki kurmaya çalışıyor, hatta barış sürecinin kendisini bir fırsat penceresine çevirmeye çalışıyor. Burada bir dönemsel kriz gibi görünüyor bana işin doğrusu. Yani burada aslında hükümetin, siyasal iktidarın önümüzdeki seçimleri kazanma, biraz muhalefeti dağıtma, oralarda krizler yaratma ve en güçlü adayı biraz bertaraf etmeye dönük yapmış olduğu bir yatırımdı. Ama bu yatırım biraz beklenenden öteye negatif sonuçlar çıkardı ve biraz süreci zorlamaya başladı ve belki Bahçeli’nin yokluğu da bu zorlamayı biraz daha artırdı. Ama bütün süreci donduran, süreci rafa kaldıran bir gelişme olduğu kanaati içerisinde değilim. Bir cümle ekleyeyim belki, öyle bırakayım sana. Yani çünkü aslında baktığımızda, örneğin Haziran takvimi Ocak-Şubat’tan beri telaffuz edilen bir takvim. Örneğin bu takvimde çok radikal bir değişme yok. Ya da örneğin, ‘‘4-5 Mayıs’ta PKK kongre toplasın Malazgirt’te’’ diye çağrıyı Bahçeli çok erken yapmış. Aslında takvime baktığımızda kabaca bir takvimin işlediğini söylemek mümkün. Yani Mayıs başından vurgulanan kongreye dair bir erteleme yok ve muhtemelen silahlı güçlerin tamamı Haziran sonuna kalmadan herhalde silah bırakacaklar. Burada takvimsel bir gecikme, bir sapma yaşanmış gibi görünmüyor açıkçası.
Ruşen Çakır: Burada şunu sormak istiyorum. Farkındasındır, muhalefetin içerisinden bazı kişiler, ama Özgür Özel ya da Ekrem İmamoğlu gibi öncü kişiler değil, ama daha siyasi aktör olmayan kişiler de Ekrem İmamoğlu ve arkadaşları içerideyken Erdoğan’la aynı masada oturmanın yanlış olduğu yolunda birtakım değerlendirmeler ve eleştiriler dile getirdiler. Görmüşsündür. Ne dersin bunlara?
Cuma Çiçek: Ben bu konuda biraz muhalefetin geçmişten ders alma kapasitesinin zayıf olduğu kanaati içerisindeyim. Bir, bu. Çünkü şunu hatırlayalım: Türkiye’deki son 10 yıllık otoriterleşme döneminde Kürt meselesinin yeniden bir terör ve güvenlik eksenine çekilmesi ana sütunlardan biriydi ve bu işin belki de başlangıcı Yenikapı ruhuydu ve muhalefet bu Yenikapı ruhuna destek verdi son 10 yılda. Yani aslında son birkaç aya kadar baktığımızda muhalefet ekranlarında Kürt siyasetinin görülmediğini hepimiz hatırlarız. Yani muhalif medya bile Kürt siyasetine yeni yeni yer vermeye başladı. Dolayısıyla son 10 yılda olan bitenlerde Kürt meselesinin çözümsüzlüğü, şiddet zemininde tutulması, Kürt siyasetinin bir bütün olarak izolasyonunda esas olarak çerçeveyi çizen Yenikapı ruhuydu ve bu Yenikapı ruhunda muhalefetin aldığı tutum, verdiği destek çok belirleyiciydi. Ya da şunu hatırlatmama izin ver; yani Demirtaş 8,5 yıla yakındır içeride. Demirtaş 8 yıldır içerideyken hükümetle konuşan, normalizasyon tartışmalarını yürüten muhalefetin tutumuna ne demek lazım? Şimdi burada bence mesele şu, yani iyi olan bir durum var, en azından ben onu söyleyeyim. Yani görebildiğim kadarıyla, CHP’nin etrafındaki akademisyen camiası ve medya camiası biraz CHP’nin kurmay aklının gerisinde bir yerde. Yani iyi bir durum var çünkü CHP’nin kurmay aklı, şu an halihazırda Sayın Özgür Özel’in temsil etmiş olduğu hat, senin bahsettiğin eleştirilere çok kulak asan, çok oraları duyan bir hat değil. Tam aksine bugün sokağa taşan, Ekrem İmamoğlu krizinde sokağa taşan kitlelerin demokratikleşme talebiyle Kürt barış süreci arasında bağ kurmayı tercih ediyor şu an Özgür Bey. Ama tuhaf bir şekilde biraz CHP’nin etrafındaki aktörlerin, biraz CHP merkezinin daha gerisinde durduğu bir tabloyla karşı karşıyayız açıkçası. Yani CHP’nin gördüğü şu fırsat penceresini biraz muhalif camia, özellikle medya ve sivil toplum ve akademi görmüyor ne yazık ki. Yani bugün Türkiye’de bir demokratikleşme dalgası olacaksa, bugün Saraçhane’de temsilini bulan bir toplumsal muhalefetle, bir çoklu mobilizasyonla Kürt muhalefetinin ilişkisinin sürmesi lazım, bu bağın kurulması lazım ve halihazırda Kürt barışı bu bağı kurmak için bir engel değil, bir fırsat. Niye bir engel olarak görülüyor? Eğer Kürt meselesinin çözümüne dair bir iddianız varsa, ‘‘Bu meseleyi biz çözeriz’’ derseniz eğer, devam eden barış sürecinin kendisi size bir engel oluşturmaz. Ama bu meseleyi ertelemeyi düşünüyorsanız, gündemin dışında tutmayı düşünüyorsanız, ‘‘Önce bir Erdoğan gitsin, önce bir hükümete gelelim, sonra bakarız’’ diyorsanız, elbette ki bir engel gibi görünür. Ama bir daha söyleyeyim, görebildiğim kadarıyla Özgür Bey’in temsil ettiği hat, Kürt meselesinin çözümsüzlüğü değil, Kürt barışı üzerinden AK Parti ile rekabet etmeyi temsil eden bir hat. Yani aslında şu an Özgür Bey şunu söylüyor: ‘‘Biz barış üzerinden de siyasi rekabete girebiliriz. Biz Türk barışını sağlayarak da hükümete gelebiliriz, Ankara’ya gelebiliriz.’’ Şu an bu hattı inşa etmeye çalışıyorlar. Ben bunun çok önemli olduğu kanaati içerisindeyim. Bu, CHP’li siyaset alanını genişleten bir hat. Bu anlamıyla kıymetli. İki; DEM Parti’nin elini rahatlatan, DEM Parti’nin siyaset alanını genişleten, DEM Parti’yi AK Parti’ye mahkûm bırakmayan bir hat. Bu anlamıyla önemli. Üç; tam da bu ikisinden dolayı hükümet üzerinde demokratikleşmeye dair baskıyı arttıran bir hat. Dolayısıyla özetle söylersem, Nevroz meydanı ile Saraçhane meydanı konuşabildiği ölçüde, bu bağ korunabildiği ölçüde bence muhalefetin demokratikleşme hattını güçlendirme potansiyeli var. Kürtlerin barışı sağlama potansiyeli var ya da halihazırdaki barışın bir demokratikleşme çerçevesine doğru genişleme ihtimali var. Bu anlamda özellikle bir daha söyleyeyim, yani bu itirazlar, CHP merkezinin bile çok gerisinde olan pozisyonlar.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Ruşen Çakır: Bu söylediklerin çok önemli Cuma. Ama şurada bir de şöyle bir soru var tabii. 19 Mart’ta Erdoğan’ın yaptığı hesaplar tutmadı. Yani bilmiyorum, katılıyor musun? Yani, daha güçlenerek çıkacağını düşündüğü bir yerde çok ciddi bir şekilde zayıfladı, gündemi elinden kaçırdı ve gündemi artık CHP ve toplumsal muhalefet belirliyor. Burada bu Külliye’deki buluşma, Erdoğan’ın gündemi yeniden ele geçirme çabası olarak yorumlanabilir mi?
Cuma Çiçek: Şimdi şöyle bir durumumuz var, bence içinden geçtiğimiz dönemin en kıymetli tarafı şu: Türkiye’de siyaset alanı genişledi. Yani herkesin siyaset yapacağı bir döneme girdik. Daha fazla siyaset çağrısının olduğu bir dönemdeyiz. Şimdi Erdoğan siyaset yapıyor doğal olarak. Yani 19 Mart operasyonu, kendisi de siyasetin göbeğinde olan bir meseleydi. Son zirve de görüşme de yine bir siyaset alanıydı. Şimdi burada bütün mesele, yani Erdoğan’ın yaptığı siyaseti muhalefetin de yapması, Kürtlerin de yapması. Benim görebildiğim, aslında şu an halihazırda bütün aktörler siyaset yapıyorlar. Yani son buluşma elbette ki Erdoğan’ın yeni bir hamlesi ve Erdoğan’ın gündemi yeniden ele geçirme, gündemi yeniden kurması için bir fırsat. Ama burada temel mesele şu: Eğer Kürt barışı CHP için bir siyasi rekabet unsuruna dönüşürse – ki dediğim gibi şu an Özgür Bey’in temsil ettiği hat buna dair sinyaller veriyor, yani CHP’nin burada çözümsüzlüğe değil çözüme yatırım yapacağını ve bunun üzerinden AK Parti ile bir rekabete gireceğini söylüyor – şimdi aslında burada yine bir fırsat penceresi var CHP için. O da şu: Şimdi benim görebildiğim kadarıyla bugün Bahçeli’nin liderliğini yaptığı, Erdoğan’ın desteklediği sürecin içerisinde büyük oranda bir silahsızlanma meselesi var ve çok sınırlı düzeyde muhtemelen bir reform paketi olacak ama bir kapsayıcı demokratikleşme perspektifi yok halihazırdaki sürece baktığımızda. Büyük oranda biraz Türkiye’nin dış politikası, Suriye meselesi, Rojava meselesi üzerinden yürüyen tartışmalar var. Şimdi örneğin CHP bu tartışmaya Kürt barışıyla demokratikleşme arasında bir bağ kurarak, buradan yeni bir söz kurarak, yeni bir siyasal ufuk inşa ederek, kitlelere yeni bir seçenek sunarak, tam da Erdoğan’ın bu hamlesine karşı bir hamleyle cevap verebilir. Yani şu an halihazırda, muhtemelen siyasal iktidarın Kürt barışına sahip çıkmasının en önemli sebeplerinden bir tanesi, önümüzdeki seçim süreci. Bu çok bariz, bu çok açık ve Erdoğan’ın çok açık bir şekilde yeniden seçilme arzusu var. Ama dediğim gibi, bir yandan da çok zayıf bir pozisyonu var Erdoğan’ın. Yani burada CHP, tekrar altını çizeyim, Saraçhane’de ortaya çıkan demokratikleşme perspektifini Kürt barışını içerecek şekilde yeni bir hat, yeni bir söylem, yeni bir ufka dönüştürebilirse… Yani daha somut söyleyeyim, Kürt meselesinde bir sürü başlık var; silahsızlanma, ana dil meselesi, yerelleşme, dış politika, AB ile ilişkiler, bütün bu başlıkları kapsayan bir siyasal ufku, bir siyasal programı bugün CHP hızla geliştirip kamuoyuna sunabilir. Tam da gündemi yeniden Erdoğan’ın elinden alabilir. Yani burada ben bunun bir siyasi rekabet ve mücadele dönemi olduğu kanaati içerisindeyim. Ama bir daha altını çizeyim, bence Özgür Bey bu konuda bugüne kadar en azından iyi bir performans sergiliyor.
Ruşen Çakır: Peki, şunu soracağım; şu an itibarıyla sürecin yakın geleceğini nasıl görüyorsun? Kongre toparlanacak, vesaire… Bir yandan da biliyoruz ki, Suriye’de işler Rojava ile, yani Kürtlerle Şam arasındaki ilişkiler şaşırtıcı derecede iyi gidiyor. Yani verilen mesajlar… En son Mazlum Abdi’nin Amberin Zaman’a verdiği röportajı okudum mesela, Halep’te yaşananları falan çok olumlu olarak anlatıyor ve birçok konuda işlerin tıkır tıkır işlediğini söylüyor. Onu bir kenara koyalım. Ne diyorsun, bütün bu kriz ortamında — 19 Mart çünkü hala sürüyor ve muhalefetin söylemi ele geçirmiş olması hala sürüyor — böyle bir ortamda bu işlerin olması daha mı mümkün, yoksa daha mı zor? Ne bekliyorsun, yani umutlu musun? Özellikle barış konusunda, silahların bırakılması konusunda beklentiler olumlu anlamda gerçekleşeceğe benziyor mu?
Cuma Çiçek: Ben, muhtemelen Haziran sonuna doğru bu silah meselesinin gündemden çıkacağını düşünüyorum. Bu konuda biraz sürecin çok büyük bir kazaya uğramayacağı kanaati içerisindeyim. İki temel veriden dolayı biraz bunu söylüyorum. Bir tanesi şu; en azından 1990’lardan bu yana Kürt meselesinin seyrine baktığımızda, bugün Türk devleti, Türk siyaseti ve Türk sermayesi, esas olarak jeopolitik denklemde bir kırılma meydana geldiği zaman barıştan bahsediyor, barışı konuşuyor. Yani bu, 1990’lı yıllarda hatırlarsan Körfez Savaşı ve sonrasında ABD’nin Irak’a müdahalesiydi ve o dönem, bugünkü Irak-Kürdistan Bölgesi, bir de facto bölge olarak kuruldu. 2003-2005 döneminde ABD’nin yine Irak’a müdahalesi ve ardından Irak-Kürdistan Bölgesi’nin bir de facto bölgeden bir de jure bölgeye dönüşmesinden sonra biz esas olarak İmralı sürecini ve ardından Oslo sürecini konuştuk, 2007 ve 2011 Oslo sürecini. Ve 2011-2012’deki Suriye İç Savaşı sonrasında biz 2013-2015 çözüm sürecini konuştuk ve yine halihazırda mevcut süreç de esas olarak yine Suriye’de olan bitenlerle ilgili ve Esad rejiminin düşmesiyle ilgili bir durum. Şimdi bütün bu tabloda, yani Türkiye’deki Kürt meselesinin çözümünü esas olarak tetikleyen ana dinamik iç dinamiklerden ziyade dış dinamikler, yani özellikle Kürt meselesinin sınır ötesi bağlamda meydana gelen radikal kırılmalar, radikal değişimler. Bugün halihazırda, yani Irak-Kürdistan Bölgesi’nin yanı sıra İran’ın pozisyonunda çok radikal bir değişim var ve Suriye’de yıkılmış bir rejim var ve yeniden inşayı gerektiren bir devlet ve toplum tablosu karşımızda. Şimdi dolayısıyla buradan dolayı dış politikanın, dış siyaset alanının belirleyici gücünden dolayı biraz iyimserim. İkinci olarak bir radikal fark var. Hatırlarsan, 2013-2015 sürecinin çökmesinin en önemli sebeplerinden bir tanesi, Rojava konusunda o dönem Türkiye ile PKK arasında, KCK arasında bir uzlaşının sağlanamamasıydı. Hatta iki tarafın da kırmızı çizgisine dönüşmüştü Rojava. Ama bugün görebildiğim kadarıyla, Suriye’de ve Suriye içerisinde Rojava bölgesinde iki aktörün de dışında daha çok ABD merkezli kurulan bir konsensüs var, bir mutabakat var ve biraz aktörler bu mutabakat çerçevesine uyum sağlamaya çalışıyorlar. Dolayısıyla burada, yani hem tarafların dışında, yani Kürt siyasetiyle devletin dışında başka aktörlerin olduğu bir denklemden bahsediyoruz, Suriye dediğimiz alanda. Yani ABD ana aktör halihazırda, Rusya hala oradaki aktörlerden bir tanesi, Fransa, Almanya gibi güçlü ülkeler orada, İsrail hakeza orada ve Körfez ülkelerinin tamamı halihazırda Suriye’de en azından negatif barış, yeni bir devlet ve toplum inşasında çatışmayı geride bırakma konusunda uzlaşmış durumda. Şimdi bu çerçevenin kendisi işin doğrusu Türkiye’deki barış sürecinin ana güvencesi. Ya da başka türlü biraz formüle edeyim. Yani 2013-2015 döneminde sürecin önündeki en büyük engel olan Rojava, bugünkü barış, yeni barış sürecinde aslında ana fırsat penceresine dönüşmüş durumda. Çünkü aslına baktığımızda Türkiye’deki olası Kürt barışının potansiyel siyasi riskleri ve siyasi maliyetleri biraz dışsallaştırılmış, biraz sınır ötesine kaydırılmış ve biraz Suriye’ye aktarılmış gibi görünüyor. Dolayısıyla bu da Türkiye’deki çözümün zeminini çok yumuşatan bir dinamik. Bütün bu tabloya baktığımda açıkçası ben muhtemelen önümüzdeki bir iki ay içerisinde silah meselesinin çözüleceğini düşünüyorum ve Rojava’da da var olan sürecin biraz daha ilerleyeceği kanaati içerisindeyim.
Ruşen Çakır: Cuma, son olarak şunu sormak istiyorum: Kürtler nasıl bir hissiyat içerisinde? Bunu ilk Ekim’den beri tartışıyoruz, sana da sordum, bütün herkese, hatta Diyarbakır’a gidip orada yaptığımız açık oturumda da sordum. İlk başta hep şu vardı, biliyorsun, ‘‘temkinli bir iyimserlik’’ deniyordu. O eşik aşıldı mı? Yani temkin kısmı hala sürüyor mu? Çünkü Erdoğan’a tam bir güven yok. Bir de işin içerisine Bahçeli’nin girmesi iyice kafaları karıştırmıştı. Belki Bahçeli’nin girmesi daha fazla bu işin olacağı duygusunu doğurmuş da olabilir, değil mi? En uçtaki kişinin bunu sahipleniyor olması… İnsanların hissiyatını nasıl görüyorsun? Tabii bu, hani anket filan yaptığından değil de ama çevrende konuştuğunuz zaman, Diyarbakır’da vesaire insanlar nasıl bir ruh halindeler?
Cuma Çiçek: Genel olarak iyimserlik artıyor, bunun altını çizeyim ve temkin biraz daha azalıyor. Yani o yüzden hani son 3-4 aya baktığımızda iyimserliğin biraz daha arttığını ve artık sonuca yakın olduğumuza dair hissiyatın, duygunun, en azından bakış açısının genişlediğini söylemek mümkün. Ama temkin bir bütün olarak ortadan kalkmış değil ya da iyimserlik bütün sokağa yayılmış değil. Ama öte yandan bu büyük bir heyecana da dönüşmüş değil. Yani bir heyecansızlık da var. Bunun da ana meselesi, şu an elimizde esasında çok fazla veri yok. İki temel veri var benim görebildiğim kadarıyla kamuoyunda. En azından benim çevremde birebir görüştüğüm insanlar da üç aşağı beş yukarı benzer noktalardalar. Bir süreç PKK’nin silahsızlanmasını kapsıyor. Yani bu konuda zaten Kürt sokağında uzunca bir zamandır bir kapsayıcı konsensüs var. Yani HÜDA PAR’ından CHP’sine, işte AK Parti’sinden DEM Parti’ye kadar Kürtlerin farklı siyasi gruplarının tamamı zaten barış konusunda bir uzlaşı sağlamış durumdalar. Ama bu negatif barış, yani silahsızlanmanın kendisine dair de çok fazla belirsizlik var. Yani silahsızlanma nasıl olacak, silah nereye bırakılacak, silah bırakanlar eve geri gelebilecekler mi, gelirlerse ceza alacaklar mı, yurt dışındaki sürgünler, sürgündeki insanlar eve dönebilecek mi gibi… Hani tek başına meseleyi sadece silahsızlanmaya bile indirgesek, ki mesele o değil, burada çok fazla belirsizlik var. Yani şu an halihazırda 10.000’den fazla insan cezaevinde. Birkaç katı kadar insan şu an sürgünde. Bir o kadarı şu an dağda. Yani nereden baksanız belki yüz binlerce insan, somut olarak çocukların geleceğine dair merak içerisindeler ve şu anki tartışmalar buna dair bir çerçeve sunmuyor. Yani genel bir prensipte çerçeve inşa edilmiş durumda ama detaya dair çok fazla kaygılar var. Ama bu heyecansızlığın ana kaynağı sonrasına dair. Yani Kürt meselesi son kertede PKK meselesine indirgenecek bir mesele değil. Bir hak ve hukuk meselesi. Ve insanlar bütün bu sürecin Kürtlerin hakları ve hukukunda ne getireceğine dair şu ana kadar ne hükümetten bir şey duyabilmişler ne de ana akım Kürt siyasetinden bir şey duymuşlar. Ama öte yandan yani biraz desteği sağlayan ikinci dinamik, hani bu bahsettiğim negatif barış ve silahsızlanmanın yanı sıra Rojava konusunda bir uzlaşının olduğunu insanlar iyi kötü algılayabiliyorlar. Yani bu uzlaşının çerçevesi nedir, somut olarak neyi kapsıyor; buna dair çok somut bilgi yok ama Rojava’da Türkiye Devleti’nin pozisyonunun değiştiğini, değişeceğini ve burada bir uzlaşı çerçevesinin iyi kötü ortaya çıktığını görebiliyorlar. Ama bütün bu tabloya rağmen dediğim gibi biraz iyimserlik artıyor, temkin biraz daha azalıyor ve burada belki, öyle bitireyim, Bahçeli’nin liderliği bence hala çok kritik. Ben birkaç programda söyledim. Burada biraz formüle edip tekrar söylemek isterim. Hani Bahçeli’nin sürece liderlik etmesi esas olarak Kürt toplumunda şu algıyı yaratıyor: Bu işin sahibi devlet. Yani hükümeti aşan, Erdoğan’ı aşan daha geniş bir konsensüs var. Ve dolayısıyla bu konsensüsten dolayı başarıya varma, hani süreci tamamlama ihtimalimiz çok yüksek. Şimdi Bahçeli’nin liderliği bugüne kadar baktığımızda neyi sağladı, belki bunu hatırlatıp hani bu güvenin ya da bu temkinin azalmasının dinamiğini biraz daha algılayabiliriz. Birincisi, yani Kürt meselesinde en sert tepkiyi gösterebilecek olan Türk milliyetçi sokağını Bahçeli ikna edemese bile en azından nötralize etti. Yani oradaki itirazı en azından susturdu, bir itiraz çıkmasının önünü aldı. İkincisi, Türk milliyetçiliği sokağı da mobilize edebilen bir hareket. Yani bir sokak yüzü de olan, sokakları da harekete geçirme potansiyeli olan bir gelenek. Oraları belli ölçüde demobilize etti. Yani bu siyasal mobilizasyonu sokağa taşıma potansiyelinin de önünü aldı Bahçeli’nin liderliği. Üçüncü olarak, son 10 yıldır bürokrasi Kürt meselesine çok sert bir tutum almıştı. Yani çünkü Kürt meselesi neredeyse konuşulamaz hale gelmişti. Dolayısıyla bürokrasinin dönüşümü, yeni pozisyona adaptasyonunu kolaylaştırdı, zemini yumuşattı Bahçeli’nin liderliği. Dördüncü olarak, muhtemelen Erdoğan sürece liderlik etseydi bugün muhalefet içerisinde çok daha sert bir tepki ortaya çıkacaktı. Ama son 5-6 aya baktığımızda, muhalefet içerisinde İYİ Parti dışında neredeyse sürece karşı çıkan hiçbir parti yok. Yani muhalefetin itirazını yumuşattı ve sürece dahil olmasını kolaylaştırdı. Ve sonuncu olarak biraz AK Parti’nin elini rahatlattı. Yani tam da böylesi radikal bir sürecin olası siyasi maliyetlerini hükümetin sırtından alarak Bahçeli biraz siyasi iktidarın da alanını genişletti. Şimdi bu 5 aylık, yani Bahçeli’nin liderliğinin operasyonel düzlemdeki yansımaları, bahsettiğim sokaktaki iyimserliği de artırıyor ve temkini biraz daha azaltıyor. Çünkü toplamda dediğim gibi bu mesele bir devlet meselesi ve mevcut süreç devletin bir yatırımı algısını biraz Kürt sokağında güçlendirmiş durumda. Ama dediğin gibi, bu büyük bir heyecana dönüşmüş değil ve belli ölçüde temkin bir bütün olarak da ortadan kalkmış değil.
Ruşen Çakır: Evet, iyimserlik artıyor ama heyecan henüz yok. Ve sen Haziran sonu diyorsun, ki Pervin Buldan da benzer bir tarih verdi biliyorsun İtalya’daki bir toplantıda. Evet, bakalım, inşallah bu meseleyi Türkiye olarak, tüm Türkiye olarak bir şekilde hallederiz. Cuma Çiçek, çok teşekkürler yayınımıza katıldığın için, iyi günler.
Cuma Çiçek: Ben çok teşekkür ederim davet için Ruşen, iyi yayınlar.
Ruşen Çakır: Sağ ol.