Prof. Dr. Gökhan Bacık, Medyascope’taki yazısında, devletin PKK ile başlattığı çözüm sürecine benzer bir sürecin Fethullahçılarla da yapılması gerektiğini savundu. Bacık’ın yazısının ardından daha önce yolu cemaat ile kesişmiş pek çok isim, konuya dair yazılar yazdı-çizdi. “Devlet faturayı sıradan Fethullahçılara kesmekten ne zaman vazgeçecek?” başlıklı yayınının ardından Ruşen Çakır’a Fikret’ten gelen ve “vatanperverlikten vatansızlığa başlığını attığı “e-postayı sizinle paylaşıyoruz. İşte Fikret’in yaşadıkları.
Ben küçük bir Anadolu şehrinde dünyaya geldim. Babam devlet memuruydu, annem ise ev hanımıydı. Üniversiteye hazırlık aşamasında şehirdeki birkaç dershaneden biri olan, sonradan cemaatle bağlantısı ortaya çıkan bir dershaneye kayıt oldum. Oradaki ortam beni gerçekten içine çekmişti. Sanırım beni çeken şey, geleneksel katı muhafazakârlıktan arındırılmış, modern dünyaya uyum sağlamış bir muhafazakârlık modeliydi. Bu yapı içinde kendimi daha rahat hissediyor, ikilemler yaşamıyordum.
Sonunda bir devlet üniversitesinin mühendislik fakültesini kazandım. Hem dershanedeki hocamın yönlendirmesiyle hem de başka bir şehirde kendimi yabancı hissedeceğim endişesiyle, konfor alanım olan cemaat evlerinde kalmayı tercih ettim. Orada beni rahat hissettiren şey, benim gibi dini hassasiyetleri olan ama dünyayla bağını koparmamış insanlarla bir arada olmaktı. Yalan yok, o dönemde Fethullah Gülen’i severdim. Fakat her videosunu izleyen, sıkı takipçisi biri değildim. Eski, fonlu vaazlarını zaman zaman izlerdim.
Oradaki “abiler” bana görev vermek için çabaladı ama ben derslerime odaklanmak istediğim ve bazı şartlarını ağır bulduğum için hep uzak durmaya çalıştım. Bazen kendimi o kadar baskı altında hissederdim ki okuldan arkadaşlarıma, “Ev arkadaşı arıyor musunuz?” diye sormaya başlamıştım.
Son seneye geldiğimde, yaz okuluna kalmıştım. Derslerin başlayacağı hafta sonundan önce, arkadaşlarla erken gitmek için sözleşmiştik. Biletimi aldım ve uzun bir otobüs yolculuğunun ardından şehre vardım. Evet, o malum geceydi. Kafede otururken insanlar arasında bir uğultu yükseldi. Sosyal medyada olan biteni görünce donup kaldık.
Arkadaşlarım benim bir dönem cemaat evinde kaldığımı biliyordu. Ama ilk saatlerde kimse bu kadarını tahmin etmiyordu. Eve döndüğümde sabaha kadar uyuyamadım. Dışarıda kalabalıklar vardı. Ev sahibim de arayıp kiraları istiyor, ayrıca evden çıkmamı söylüyordu. Meğer “abiler” aylardır kirayı ödememiş. Anahtarı teslim etmeye gittiğimde kapıda bir işaret gördüm, içime soğuk bir ürperti doldu.
Birkaç gün dışarıda sabahladım. Gündüzleri derse giriyor, akşamları okulun bilgisayar laboratuvarında kalacak yer arıyordum. Sonunda bir ailenin işlettiği özel yurtta yer buldum. Derin bir nefes almıştım. Fakat içimde hayal kırıklığı vardı. “Ben ne yaptım ki bu kadar ağır bir bedel ödüyorum?” diye sormaya başlamıştım.
Aylar sonra yurttan kimlik bilgilerimizi istediler. Hiç tereddüt etmeden verdim. Final haftasıydı. Geceleri ders çalışıyor, sabahları sınavlara giriyordum. Bir gece sabaha karşı iki polis gelip beni gözaltına aldı. Meğer kimlik bilgilerim üzerinden yerim tespit edilmiş. Bylock’la ilişkilendirilmiş bir telefon numarası nedeniyle aranıyormuşum.
Gözaltında her şeyi anlattım. O numara, yıllar önce modem hattımı devrettiğim “abilerden” birine aitti. Daha sonra o hatla bağlantılı olarak işlem yapılmış. Savcı bana inandı ve serbest bıraktı.
Mahkeme süreci başladı. Tabii o zamanlar mezun olmuştum ve kendimi de mesleki olarak geliştirmeye devam ettim. İç dünyamda da büyük dönüşümler yaşadım. Dücane Cündioğlu’nun dediği gibi bu dönüşümü yaşamam için sanırım inandıklarımın ölmesi zorunluydu. Öyle de olmuştu. Beni var eden belki de var ettiğini sandığım her şey ölmüştü. Bütün her şeyi sorguladım. İnandığım dini bile sorguladım. Bu bana daha çok acı verdi. Önceden konuştuğum, dertleştiğim Allah, birden bire yok olmuştu benim için. Bir nevi ıssız bir ormanda kendimi yalnız hissediyordum. Bireyselleşme adına büyük bir dönüşüm yaşadım. Bu zamana kadar sadece yerel değerlerde yoğurulmuş bir insan olduğumu farkettim. Bir dünya insanı olma adına ciddi bir bilinci o zaman kazanmıştım.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Modemi verdiğim kişiyi bulmam kolay olmadı çünkü sahte bir isimle tanıtılmıştı bana. Uzun süre sonra bir gazetede çıkan bir haber sayesinde o kişinin gerçek kimliğini öğrendim. Mahkemeye sundum. Hakim bana inandı ama yine de 2 yıl 1 ay ceza verdi.
O dosya hâlâ Yargıtay aşamasında. 8 yıl geçti. Kendi kültürüme ait hiçbir kutsalım yok, değerlerim de yok. Dolayısıyla herkesin şu an konuştuğu “FETÖ’cüleri çıkarmamak için PKK’lıları da çıkarmayacaklar” cümlesine de çok alınamıyorum. Devletin beni vatandaşı olarak görmediğine çoktan alıştım. Artık kendimi bu ülkenin vatandaşı gibi hissetmiyorum. Hain damgası da artık umurumda değil.
Evliyim, çocuğum var. Onun vicdanlı ve dünya vatandaşı biri olmasını isterim. Tek dileğim ailemle birlikte huzurlu bir hayat yaşamak. Sanırım bu ülkede ancak beklentilerimi minimumda tutarak bunu başarabilirim.
*Güvenlik nedeniyle bazı ifadeler değiştirilmiştir.