İsrail’in 13 Haziran’da İran’ın nükleer tesislerine ve füze üslerine düzenlediği kapsamlı saldırıların ardından başlayan gerilim sürüyor. İsrail- İran savaşına ABD dahil olacak mı? Türkiye ne yapacak? Transatlantik’te Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar yorumladı.
İsrail ile İran arasındaki savaş altıncı gününe girerken, çatışmalar hava saldırıları, füzeler, tahliye çağrıları ve karşılıklı tehditlerle şiddetlenerek sürüyor. 18 Haziran sabahının erken saatlerinde İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Tahran’daki hedeflere yönelik yeni bir saldırı dalgası başlattığını duyurdu. IDF, Tahran’ın 18. bölgesindeki sivillerden bölgeyi derhal tahliye etmelerini istedi. Sosyal medya üzerinden yapılan Farsça açıklamada, “Hayatınızı riske atmayın, bölgeyi acilen terk edin” ifadeleri kullanıldı.
İsrail’in hedeflerinden biri de Devrim Muhafızları’yla bağlantılı İmam Hüseyin Üniversitesi oldu. Ayrıca başkent yakınındaki Hucir balistik füze tesisi de tekrar vuruldu. Bu tesis Ekim 2024’te de İsrail tarafından hedef alınmıştı.
İran, çatışmalarda şu ana dek 224 kişinin hayatını kaybettiğini, büyük bölümünün sivil olduğunu açıkladı. İsrail ise 24 sivilin öldüğünü duyurdu. Her iki ülkede de halk sığınaklara inerken, başkentlerden kitlesel tahliyeler yaşanıyor. Özellikle Tahran’dan batıya giden otoyolların kilitlendiği, akaryakıt istasyonlarında panik yaşandığı bildiriliyor.
İran ve Katar tarafından paylaşılan dünyanın en büyük doğalgaz sahası Güney Pars da vurulan stratejik bölgeler arasında yer aldı. Küresel enerji piyasalarında petrol ve doğalgaz fiyatlarında yükseliş sürüyor.
Trump: “Hamaney’in nerede olduğunu biliyoruz ama şimdilik öldürmeyeceğiz”
ABD Başkanı Donald Trump, sosyal medya hesabı üzerinden İran’a yönelik açıklamalarda bulundu. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in konumunun bilindiğini belirten Trump, “Onu şimdilik öldürmeyeceğiz. Ancak sabrımız tükeniyor” ifadelerini kullandı. Aynı gün, “Koşulsuz teslim olun!” mesajını paylaşan Trump’ın bu söylemleri, ABD’nin olası müdahalesine dair belirsizlikleri artırdı.
Uluslararası tepkiler: Berlin’den destek, Ankara’dan kınama
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, G7 Zirvesi’nde yaptığı açıklamalarda İsrail’in İran’a yönelik operasyonlarına destek verdiğini açıkladı. İran’ın uzun yıllardır dünyaya ölüm ve yıkım taşıdığını belirten Merz, “İsrail’in cesaretine saygı duyuyorum” dedi ancak İran’ın nükleer programının tamamen sona erdirilmesi için yalnızca ABD’nin askeri kapasitesinin yeterli olabileceğini vurguladı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ise oybirliğiyle kabul ettiği bir tezkere ile İsrail’i kınadı. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş imzalı metinde, “Uluslararası kurumları ve hükümetleri sorumluluk almaya çağırıyoruz” denildi.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız ve tabii ki konumuz İsrail-İran Savaşı. Washington’da Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’la bu olayı birçok yönüyle ele alacağız. Arkadaşlar merhaba.
Gönül Tol: Merhaba Ruşen
Ruşen Çakır: Gönül, seninle başlayalım. Tabii size ilk sormam gereken şey, tüm dünyanın merak ettiği, Trump’ın, papatya falı açıyormuş gibi savaşa doğrudan dâhil olup olmama konusunda ne yapacağına dair beklenti. Kanada’daki G7 Zirvesi’nden ayrıldı, sonrasında birtakım açıklamalar yaptı. ABD’nin olaya dâhil olup olmayacağı meselesinde hâlâ bir beklenti var. Zaten bir şekilde dâhil, ama aleni bir şekilde dâhil olup olmayacağı, Amerikan Ordusu’nu kullanıp kullanmayacağı konusunda soru işaretleri var. Özellikle bir nükleer tesisin bombalanmasında, İsrail’in ABD’nin imkânlarına ihtiyacı olduğu söyleniyor. Ama onun ötesinde tabii genel olarak Amerika’nın ordusuyla bu savaşa dâhil olup olmayacağı. Ne dersin?
Gönül Tol: Bilmiyoruz Ruşen, hiç kimse bilmiyor. Bu savaş başladığından beri bizim kurum sürekli art arda toplantılar yapıyor. Dün benim de katıldığım kapalı bir toplantıda, Amerikan Dışişleri’nden, Amerikan Savunma Bakanlığı’ndan insanlar vardı ve katılımcıların “Trump ne yapacak? Trump katılacak mı, Amerika savaşa dâhil olacak mı?” sorularına, “Biz de Trump’ın tweetlerini okuyarak anlamaya çalışıyoruz” diyorlar. Dolayısıyla, Trump katılıp katılmayacağı konusunda çok büyük bir soru işareti var. Trump G7 zirvesinden hızlıca ayrıldı, sonra bir tweet attı ve ilk kez İsrail’in başlattığı savaşı sahiplendi. “Biz İran’ın hava sahası üzerinde %100 kontrol sağlamış durumdayız. Kesinlikle nükleer bir İran istemiyoruz ve bunun önlenmesi için adım atacağız. Nükleer bir İran’a gidilmemesi için adım atılacak” dedi. Ve bunun gibi çok daha radikal şeyler söyledi. Bütün bunlar insanlara, Amerika’nın savaşa giriyor olduğunu düşündürdü.
Birkaç şey söylemek istiyorum. Birincisi, Netanyahu bu savaşı başlattığında aslında aktif Amerikan desteğiyle başlatmadı. Fakat kısa bir süre sonra Amerika müdahil oldu. İlk önce onu söylemek gerekiyor. İkinci aşamada Netanyahu ne yapmak istiyor? Netanyahu için artık mesele sadece nükleersiz bir İran değil. Rejim değişikliğini isteyen bir Netanyahu söz konusu ve şimdi bunun için birkaç şey yapılması gerekiyor. Birincisi, İran’ın nükleere doğru gitmemesi için, yerin 80 ila 100 metre altında Fordo denilen bir uranyum zenginleştirme tesisi var ve İsrail bunu tek başına bombalayamayacağını, Amerika’nın devreye girmesi gerektiğini söylüyor, İkincisi, olası bir rejim değişikliği operasyonu için sadece nükleer tesisleri değil, aynı zamanda rejimin kalbi olan farklı yerleri de bombalaması gerekiyor. Netanyahu bütün bunlar için Trump’ı savaşa çekmeye çalışıyor. Trump savaşa girer mi bilmiyoruz, ama eğer girerse, bu Trump açısından şöyle riskler barındırıyor: Birincisi, diyelim ki girdi. Netanyahu’nun amacı rejim değişikliği. Trump ne istiyor? Trump nükleer müzakerelere oturmuş bir İran istiyor. Çünkü ancak bunu bir başarı olarak satabilecek. Başından beri kampanyasında “Obama 2015’te çok kötü bir anlaşma imzaladı. Ben muhteşem bir anlaşma imzalayacağım” diyordu. Dolayısıyla hâlâ Trump’ın kafasındaki şey, nükleer müzakere masasına oturmuş bir İran. Amerika savaşa girse dahi, diyelim ki bu Fordo nükleer tesisleri bombalandı, uzmanlar şunu söylüyorlar: Bu, sonsuza kadar nükleer silah edinemeyecek bir İran hâline getirmiyor. Bunu belki bir süre geciktirebilir. Ama bu tür bir saldırı, belki İran’ın nükleer fiziksel kapasitesine, silah üretme kapasitesine çok zarar verir, fakat silah üretme azmini güçlendirir. Nitekim son günlerde, İsrail’in saldırılarından itibaren İran halkı, pek çok kesim, “Biz bütünüyle nükleer silah edinmenin arkasındayız” diyor. Yani nükleer silah programına halk desteği de artıyor. Dolayısıyla eğer siz siyasi iradeyi ortadan kaldırmamışsanız, aksine, bu bombalarla güçlendirmişseniz, Fordo’yu bombalamakla sorununuzu çözmüyorsunuz. Bu arada çok verilen benzer bir örnek var. İsrail, galiba 1981’de Irak’ta Saddam Hüseyin’in nükleer tesislerini bombalamıştı. Bu saldırı, Saddam Hüseyin’i nükleer silah edinmek için daha çok cesaretlendirmişti aslında. Yani bu sorun bu tür bir bombalamayla çözülmüyor.
İkinci sorun rejim değişikliği. Trump Hameney’i öldürmekten bahsediyor. “Biz nerede olduğunu biliyoruz. İstesek öldürürüz. Şimdilik öldürmeyeceğiz, ama istesek öldürürüz” diyor. Peki, diyelim ki dini lideri öldürdünüz. Bunun rejim değişikliği getireceğinin bir garantisi yok. Çünkü kurumlar hâlâ orada. Devrim Muhafızları, yeni bir teokratik ya da bir askeri rejim kurabilir ve çok daha radikal bir rejim kurabilir, böyle bir risk var. Tabii senaryolar içerisinde şu da var: Diyelim ki Hamaney’i öldürdünüz. Bu, bütün rejimi devirir, şahane bir seküler demokrasi ortaya çıkar. Bunun böyle olmayacağını, Irak’tan, Libya’dan tutun, Suriye’ye kadar bütün vakalarda görüyoruz. Bu işler bu kadar kolay olmuyor. O yüzden, ‘’bu bombalamayla hem nükleer silah edinmesini engelleyeceğiz hem rejimi devireceğiz’’ diyerek Netanyahu’nun peşine takılırsa, bu bir sürü risk barındırıyor.
Bir başka risk de şu: Bugün Körfez ülkeleri 2010’da olduğu yerden çok farklı bir yerde. Obama nükleer müzakerelere giderken, İran’la nükleer müzakereleri imzaladığında, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri bundan hiç memnun olmamış, bunu çok eleştirmişti. Fakat bir süre sonra bir strateji değişikliğine gitti. 2023’ten itibaren İran’la ilişkiler normalleştirildi, İran’ı angaje etmeye başladı. Bugün geldiğimiz noktada, daha bu hafta bir Kongre üyesi ekibi Körfez ülkelerindeydi ve geldiklerinde şunu paylaştılar: Dediler ki: “Biz Körfez’deki Suudilerle, Birleşik Arap Emirlikleri yetkilileriyle konuştuk. Bize söyledikleri şey şu: ‘Evet, biz İran’ın nükleer silah edinmesini istemiyoruz. Fakat şu anda bölgenin istikrarına en büyük tehdidin İsrail olduğunu görüyoruz. Trump ilk ziyaretini buraya yaptığında, bir sürü anlaşma imzaladık ve bir vizyon getirdik bölgeye.” Neydi o vizyon? Mümkün olduğunca ticaretle, yatırımla entegre olmuş stabil bir bölge vizyonu vardı ve Trump bu vizyona ‘evet’ ‘dedi. Ama şimdi yaptıklarıyla bu vizyonun altını oyuyor. Bir diğer risk, eğer Amerika bu savaşa katılırsa, Trump’ın bölgede yapmaya çalıştığı şeyin altını kendisinin oymuş olması. Bu da, Arap müttefiklerini, Körfez müttefiklerini öfkelendirmeye neden oluyor.
Ruşen Çakır: Ömer, Gönül’ün bıraktığı yerden sana şunu sormak istiyorum. Bölgedeki ilişkilerine zarar vermenin ötesinde, benim bildiğim kadarıyla Trump’ın destekçileri savaş istemiyor. Yani MAGA’cıların, yani ‘’Yeniden Büyük Amerika’’ diyenlerin de, ABD’nin doğrudan savaşa girmesi konusunda rahatsız olduğu yolunda çok şey duyuyorum. Çünkü geçmişe dönüp baktığımızda, Trump birçok yerde demokrat başkanları savaşa dâhil olmak, savaş istemek, savaşı kışkırtmakla suçlamıştı. Şimdi doğrudan savaşa girmesi hâlinde, kendisi de kamuoyu desteğini de yitirebilir deniliyor. Bu abartılı bir şey mi?
Ömer Taşpınar: Amerikan ekonomisini etkileyebilir bu savaş. Orada seçmen desteğini daha çok yitirir. Ben Amerika’da halkın ne derecede dış politikayla ilgilendiği konusunda emin değilim. Tabii ki şu anda ne olacağına bakıyorlar. Fakat bir savaş olsa bile, bu, petrol fiyatlarını etkiler mi etkilemez mi bağlamında Amerikan halkını etkiler. Fakat Başkan Yardımcısı JD Vance’in başını çektiği izolasyonist kesim, tabii ki savaşa girmeyi istemiyor. Medyada önemli isimler de istemiyor. İsteyenler daha çok geleneksel Cumhuriyetçiler. Yani Lindsay Graham gibi Neocon’lara daha yakın tipler. Fakat burada Trump’ın istediği yerde değiliz. Bence Trump’ın kendi refleksleri de savaş istemiyordu. Zaten Riyad’da yaptığı konuşmada da Neocon’ları ve geçmişteki Amerikan dış politikasını suçladı ve ‘’bir devir kapandı’’ dedi. Ama ne oldu? Daha önceki programlarda söylediğimiz gibi, İsrail ayağına takıldı. Yani İsrail zorla, bir şekilde bunu dayattı ve öyle bir yere getirdi ki Trump yönetimini, adeta gıdım gıdım zorlayarak, sonuçta Trump’ı yeşil ışık vermese bile, ‘Tamam, bunu yapın ama biz yokuz. Bir görelim nasıl gidecek?’ demeye getirdi. Burada Netanyahu’ya şapka çıkarmak gerekiyor.
Geçen hafta 9 Haziran’da Camp David’de önemli bir strateji zirvesi oldu Amerika’da. Bunu Axios gazetesi anlattı zaten detaylarıyla. Bütün kurmayları, yani Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, hava kuvvetlerinin üst düzey yönetimi, CIA, hepsi o zirvede toplanıp bir strateji belirlemeye çalıştılar. Netanyahu’nun da oraya telekonferansla katıldığı ve kendi stratejisini anlattığı söyleniyor. Ve onun orada da açık açık, “Biz rejimi değiştirmek için giriyoruz buraya. Fakat nükleer projeyi yok edecek gücümüz yok” dediği söyleniyor. İsrail’in nükleer projeyi yok etme gücü yok, çünkü nükleer proje Fordo Dağı’nın altında ve en yoğunlaştırılmış silah derecesine getirilebilecek olan uranyum da orada. İsrail’in oraya girmesi için Amerika’ya ihtiyacı var. Netanyahu yaklaşık 2 aydan beri, “Size ihtiyacımız var. Sizinle bunu yapmak istiyoruz” mesajını zaten veriyordu. Trump’ın Netanyahu’ya 60 gün beklemesini söyledi. Netanyahu 60 gün bekledi. 61. günde zaten İsrail’in saldırısı geldi. Bana göre ilk günden itibaren İsrail’in saldırısı, -ki Trump bunu veto etti- Hamaney’i öldürmek, rejimi bütünüyle bitirmek, yani rejimi çökertmek, Devrim Muhafızları’nı, Kudüs Güçleri’ni, Genelkurmay Başkanlığı’nı, bütün askeri yapıyı çökertmek üzerineydi. Bir bakıma, halkın bu ortamda ‘’Bu rejim çöktü. Kahrolsun Mollalar’’ diyerek sokağa çıkacağını hesaplıyorlardı belki de. Zaten Netanyahu’nun verdiği mesajlar da, bu operasyonun ismi bile bunları andırıyor. İran halkının %80’i bu rejimi sevmiyor. ‘’Eğer bu rejim çökerse, özellikle dini lider Hamaney’i vurursak, bu rejim çöker’’ hesabı yapıyorlardı.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Ama Netanyahu’nun en çok istediği rejimin çökmesi senaryosu olmadı ve şu anda İsrail için Amerika’yı savaşa sokmaktan başka bir başarı durumu olmayacak. Çünkü İsrail tek başına bu savaşı bitiremeyecek. İsrail’in elinde tabii ki çok daha üstün bir askeri güç var. Fakat amaç burada nükleer projeyi yok etmekse, İsrail’in tek başına nükleer projeyi yok edecek gücü yok. Amerika’nın var. Amerika’nın da nükleer projeyi yok ettikten sonra, tekrar nükleere doğru bir gidişat olup olmayacağı konusunda kafası karışık. Yani bu nükleer projeyi yok edersin, bir yıl sonra, iki yıl sonra eğer bu rejim yerindeyse, daha rövanşist, daha öfkeli bir şekilde gelmeye çalışır. O, Gönül’ün anlattığı kısım. Bir de şu var; Trump şu anda karar vermeye çalışıyor, ama karar verirken büyük risklerle karşı karşıya: İran’ın elinde 2000 balistik füze vardı ve İsrail’in bunların üçte birini vurduğu söyleniyor, geriye 1500 kaldı diyelim. Bu geçtiğimiz bir hafta içinde, bu 1500’ün 500’ünü kullanmış olsa, 1000 tane balistik füzesi vardır elinde. Eğer Amerikan B2 uçakları havalanıp Fordo’yu vurursa hâlâ elinde balistik füze imkânı olan İran bu balistik füzeleri nereye kullanacak? Eğer sen İran olsan, nükleer projen vurulsa, rejim çökme aşamasına gelse, Amerika’ya bir cevap vermek için ne yaparsın? Tabii ki her şeyden önce Amerika’nın bölgedeki güçlerine bakarsın. Bahreyn burnunun dibi, Katar burnunun dibi, Birleşik Arap Emirlikleri burnunun dibi. Buralara balistik füzenin gitmesi 12 dakika almıyor. İsrail’e 12 dakika alıyor. Buralara balistik füzenin gitmesi 2 dakika alır. Hele ellerinde hipersonik füze varsa, daha da çabuk vurabilecekleri yerler var. Yani Amerikan üsleri tehlike altına girer. Hürmüz Körfezi tehlike altına girer. Ben şu anda petrol fiyatlarının hâlâ 70’lerde olmasına hayret ediyorum. Petrol fiyatları 100 dolara çıkar. Bütün bunları da hesaplamak zorunda. Bir de tabii ki Suudi Arabistan’la, Birleşik Arap Emirlikleri’yle ekonomik ilişkileri var Amerika’nın. Amerika bu savaşa girdiğinde Muhammed bin Salman ne diyecek? “Aferin, Donald. Seni çok destekliyoruz” mu diyecek Suudi Arabistan? Yoksa, “Bölgeyi ateşe verdin, şu anda bize bile saldırabilirler” mi diyecek? Dubai’ye ne olacak, Abu Dabi’ye ne olacak? Muhammed bin Zeyid ne diyecek? “Aferin, Trump” mı diyecek? Yani şu anda Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan da Amerika’nın savaşa girmemesi için müthiş bir lobi içinde.
Bu arada tabii ki İran da Amerika’nın savaşa girmemesi için son derece mantıklı davrandı şu ana kadar. Vekil güçleri aktive etmedi. Haşdi Şabi’den bir saldırı görmedik Irak’taki Amerikan’ın üslerine. Husiler’den bir saldırı görmedik. Çünkü bu vekil güçler devreye girerse, bunların Körfez’de Amerikan üslerine veya Körfez’de, Suudi Arabistan’a, Birleşik Arap Emirlikleri’ne veya Amerikan üslerine vereceği bir zarar, Amerika’nın savaşa girmesine neden olur. İran’ın şu ana kadar “Biz masaya geliriz. Diplomasiye bir şans daha tanıyın. Ama diplomasiye şans tanımak istiyorsanız, silahlar sussun. İsrail’e hâkim ol, biz de masaya gelelim’’ mesajını verdi. Sorun, İran masaya gelirse, Trump’ın, İran’ın ne yapacağını artık çok iyi biliyor olması. İran masaya gelip pazarlık etmek isteyecek. “Bizim nükleer bomba projemiz filan yok, ama nükleer sivil projemiz var. Bu nükleer sivil projeye karışmayın” diyecek. Yani işi buraya getirmeye çalışacak. Bu da İsrail’in kabul edeceği bir şey değil. Trump o nedenle 2015’teki anlaşmaya geri dönmeye şu anda razıyken, İsrail, “Artık aradan çok zaman geçti. Nükleer eşikte bir İran var. İran’ın nükleer eşikte olmasına, İran’ın nükleere doğru gitmesine, bunu silah hâline getirmesine tolerans göstermeyeceğiz. Biz bu savaşı başlatıyoruz” dedi. Netanyahu kendi stratejik mantığı açısından, bu savaşı başlatarak hem kendi siyasi hayatını kurtardı hem de Amerika’nın elini çok sert bir şekilde zorlamaya başladı. Şu anda Trump ne yapsa çok zor bir durumla karşı karşıya. Bombalasa, kendi Amerikan üsleri, ekonomisi, Körfez, bir dalgalanma yaşayacak; büyük bir tehdit olacak. Bombalamasa, bu savaş devam etse, bu savaşın devam etmesi, bu rejimin iktidarda kalması demek ve bu rejimin eninde sonunda nükleer güce doğru gitmesi, yani silahlanmaya doğru gitmesi demek. Ve elinde nükleer silah olacak bir İran, Amerika’nın da tolere edebileceği bir şey değil.
O yüzden ben bir analist olarak bir yüzde verecek olsam, Amerika %60 oranında bu savaşa girecek derim. Amerika %60 oranında yani daha büyük ihtimalle Amerika önümüzdeki haftalar, günler içinde Fordo’yu bombalayacak gibi gözüküyor ve İran’a da rejime de, “Eğer misilleme yaparsan ülkeyi altüst ederim” diyecek. Yani, “İsrail’in şu ana kadar bombalaması hiçbir şeye benzemez. Biz çok daha kötü bombalarız seni. Dikkat et, benim Amerikan üslerime bir tane bile balistik füze düşerse veya Körfez’de böyle kapatmaya çalışırsan, İran’ı altüst ederiz” mesajını verecek. Yani çok daha derinlemesine bir savaşa doğru gidiyor. Trump’ın refleksleri bu değildi. Trump burada olmak istemiyordu, ama Netanyahu kendi çapında akıllıca bir stratejiyle Amerika’yı buraya getirdi.
Ruşen Çakır: Peki, Gönül ‘’Bu arada Türkiye ne yapıyor?’’ diye soracağım. Ankara’dan İsrail’e yönelik tepkiler tabii ki çok. İran’a destek veriyor, ama bu destek tamamen sözlü bir destek ve anladığım kadarıyla da Erdoğan Trump’ı bir şeylere ikna etmeye çalışıyor herhalde. İkna etmeye çalıştığı şey ABD’nin savaşa girmemesi mi?
Gönül Tol: Evet, Ruşen. Ondan önce bir şey söylemek istiyorum bu konuyla ilgili. Dün Financial Times‘da, Netanyahu’nun bölge politikası ve Amerika’yı nasıl sürekli o yanlış bölge politikasının içine çekmesiyle ilgili çok güzel bir yazı çıktı. Kim Ghattas benim de çok yakından takip ettiğim Lübnanlı bir gazeteci. Şunu söylüyor ve bu Washington’da da çok sık söylenen bir şey. Kim Ghattas, “Netanyahu, savaş başlatma konusunda çok ehil bir isim. Savaşları bitiremiyor. Asıl önemli olan, savaşı başlatırsın, fakat savaşı bitiremiyor. Netanyahu 80’lerden bu yana hep düşman inşa etti” diyor ve 80’lerden bu yana izlediği politikaya örnek veriyor. Mesela 80’li yıllardaki İran-Irak savaşı örneğinde, Netanyahu o zaman İsrailli bir diplomat ve İsrail’i sürekli şuna ikna etmeye çalışıyor: ‘’Irak buradan zaferle çıkmasın. İran’a biz silah verelim.’’ Nitekim, İran İslam Cumhuriyeti hayatta kalıyor. Sonra, Filistin yönetimine karşı Hamas’ı güçlendiriyor ve 7 Ekim’den önceki süreçte de Hamas’a giden milyonlarca dolarlık yardım, Netanyahu’nun izni ve desteğiyle gitti. Dolayısıyla Kim Ghattas şunu söylüyor: ‘’Netanyahu onlarca yıldır, hep, daha sonra yerle bir etmek üzere düşman inşa ediyor ve bütün bu politikaların içine her zaman Amerika’yı çekiyor.’’ Bugün MAGA tabanındaki tartışma da bu aslında. Yani Trump’ın koalisyonunda ‘’Önce Amerika’’ diyen grup, ki bunun içerisinde hem ona oy verenler var hem kabinesinden önemli isimler var, şunu söylüyorlar: “Biz daha ne kadar İsrail’in peşine takılıp bu bölgede bizi ilgilendirmeyen savaşların içine gireceğiz?” ve bu çok net bir tartışma.
İkincisi, Körfez’le ilgili birkaç şey söyleyeyim. Ömer, ‘’Eğer Trump savaşa girerse Muhammed bin Zayed ne diyecek? Muhammed bin Salman ne diyecek?” dedi. Aslında bu durumdan ne kadar hoşnutsuz olduklarını ve Amerika’nın savaşa girmemesi için nasıl lobi yaptıklarını gördük. Son günlerde, Muhammed bin Zayed, savaş başladıktan sonra Birleşik Arap Emirlikleri’nde vizesi geçen İranlıların vizesini uzattı. Muhammed bin Salman çok net bir mesaj yayınladı ve “Kardeş İran halkının yanındayız, bunu kınıyoruz” dedi. Bütün bunlar aslında Körfez’den, Trump üzerinde gerçekten bir baskının da olduğunu gösteriyor.
Türkiye’ye gelirsek… Erdoğan’ın panik olduğu çok açık. Kırk sekiz saat içerisinde üç kez Trump’la telefon görüşmesi yaptı. Bunun daha bölgesel bir savaşa evrilmesi, hele Amerika’nın bu savaşın içine girmesi, Erdoğan’ın bölgede yapmaya çalıştıklarının altını çok oyan bir şey. Erdoğan ne yapmaya çalışıyor bölgede? Söylemiştik bunu. Artık ideolojik motivasyonu falan yok. Erdoğan, bütünüyle para kazanmaya çalışıyor ve etrafındakiler para kazansın diye uğraşıyor. Bunun için de istikrarlı bir bölge gerekiyor ve Körfez ülkeleri de bu vizyonu paylaşıyor. Yani ‘’ticaret yapalım, yatırım yapalım, altyapıyı yenileyelim, hepimiz para kazanalım, mutlu olalım.’’ Böyle bir vizyonu paylaşıyorlar. Tabii bu savaş bu vizyonu tehdit ediyor. Fakat daha da önemlisi, bu savaşın büyümesi, Erdoğan için iç siyasette daha büyük bir tehdit oluşturuyor. Birincisi ekonomi. Bu kadar enflasyon düşürülmeye çalışılıyor vesaire. Ömer’in bahsettiği gibi, enerji fiyatları beklenilen kadar fırlamadı. Fakat İran Hürmüz Kanalı’nı kapattığında, enerji fiyatlarının fırlaması durumunda, bu, gerçekten Mehmet Şimşek’in ekonomi programını çok zorlayacak bir gelişme olacaktır. İkincisi enerji fiyatları konusu. Bugün Enerji Bakanı “Petrol fiyatlarındaki dalgalanmadan tabii ki çok negatif etkilenilecek’’ açıklamasını yaptı. “Doğalgaz konusunda biz önlemlerimizi almıştık,” dedi. Biliyorsun Türkiye çok akıllıca bir şekilde LNG altyapısına çok büyük yatırım yaptı. Ama yine de İran, Türkiye için doğalgaz tedarikinde önemli bir aktör ve bu, enerjiyi de etkileyecek bir gelişme olacak.
Ekonomik ve enerji boyutunun dışında Erdoğan’a endişe duyuran bir diğer konu, İran’daki istikrarsızlığın Türkiye’ye yeni bir göç dalgası başlatabileceği. Bu çok büyük bir endişe gerçekten. Washington Post dün yayınladı bunu. Bir diğer endişe, Öcalan’la başlatılan bu sürecin sekteye uğraması. Zaten bölgesel dinamikler orada hep bir komplikasyon yaratan faktördü. PKK’nın İran kolu PJAK “Biz Öcalan’ın silahları bırakın çağrısını tanımıyoruz, uymayacağız” açıklamasını yapmıştı. Ama şimdi PJAK’ın içinde, bu kaostan da faydalanarak, ‘’Rejime karşı ayaklanalım’’ çağrısı yapan fraksiyonlar var. Buna şunu da ekleyeyim; İsrail tarihi olarak hep Kürtlere destek oldu, bu, dış politika doktrinin bir parçasıydı. İsrail’in de kaşımasıyla birlikte, PJAK orada palazlanırsa, bu, Öcalan’la yürütülen süreci de sekteye uğratacak bir gelişme olacaktır.
Bir diğer endişe konusu da Kürecik meselesi. Sen bana ‘’ Türkiye İran’ın yanında, yapar mı, girer mi?’’ diye sordun. Onu bırak, Türkiye Kürecik radarlarına ev sahipliği yapıyor. Fahrettin Altun’un son günlerde dezenformasyonla mücadele konusunda Twitter hesabından paylaştıklarına bakın. Kürecik çok büyük bir yer ediniyor orada. Bununla ilgili sürekli dezenformasyon olduğunu savundukları şeyler paylaşıyorlar. Belli ki Kürecik mevzuunun iç siyasette kaşınması Erdoğan’ı rahatsız ediyor. Neden? Çünkü evet, o bir NATO üssü ve NATO dışında, İsrail gibi şeylerle direkt olarak paylaşılmıyordur oradan gelen veriler. Ama bu veri gayet tabii ki Amerika’yla paylaşılıyor ve Amerika’nın da o füzelerin düşürülmesinde nasıl bir rol oynadığını düşünelim. Dolayısıyla, Türkiye’nin burada endirekt bir rolü var İsrail’in operasyonuna şey yapma konusunda. Dediğim gibi, bütün bunlar iç siyasette Erdoğan için komplikasyon oluşturacak gelişmeler.
Ruşen Çakır: Ömer, sana şunu sorayım: ‘’Sırada Türkiye var’’ sözünü Erdoğan 2024’te Meclis açılışında açıkça söylemişti. Daha sonra çok güçlü bir şekilde Bahçeli de bunu söyledi. Hatta en son saldırının ardından da söyledi. Ama biliyoruz ki Abdullah Öcalan da aynı şeyi söylüyor. İsrail’i hegemon kılmak için bölgede sırayla gidiyor; Suriye düştü, İran sırada ve sonra Türkiye. Dün Cengiz Çandar’la yaptığım yayında https://medyascope.tv/2025/06/17/israil-iran-savasi-turkiyeyi-neden-ilgilendiriyor-video/ Cengiz Ağabey çok net bir şekilde, “Türkiye NATO ülkesi. Bunun lafı bile edilemez. Böyle bir şey olmaz” dedi. Ama hâlâ daha emin olmayanlar var ve resmi söylem bunun üzerinde kuruluyor. Sen ne dersin?
Ömer Taşpınar: Trump iktidara geldiğinden beri Erdoğan için anti-Amerikanizm yapmak zorlaştı. Çünkü Trump’la iyi bir diyalog içinde. Allah’tan karşısında hâlâ Erdoğan’a, “Büyük Ortadoğu Projesi Başkanı mısın?” diyen bir muhalefet var da, Erdoğan’ın elini Amerika’yla ilişkilerde çok fazla zorlamıyorlar. Çünkü hâlâ bu Büyük Ortadoğu projesinin ortaklığından bahsetmek, abuk sabuk bir eleştiri. Amerika’nın Türkiye ile ilişkilerinde yeni bir dönemdeyiz. Suriye düştü, Hizbullah düştü, Hamas düştü diye bütün bu bahsettiğimiz şeylerde, sanki Suriye’nin düşüşünde Türkiye’nin bir rolü olmamış gibi, sanki Türkiye’nin kendisi Ortadoğu’da bir aktör değilmiş gibi bir zihniyet var Türkiye’de. Şu anda ikinci bir Soğuk Savaş yaşanıyor Amerika’yla Rusya ve Amerika’yla Çin arasında ve Türkiye bu ikinci Soğuk Savaş’ta, birinci Soğuk Savaş’taki yerine sahip değil. Türkiye, zihinsel olarak kendisini NATO’nun üyesi olarak görmüyor. Bu çok ilginç bir dönem. Birinci Soğuk Savaş döneminde dibimizde Sovyetler Birliği olduğu için ve Türkiye’de de güçlü bir antikomünist damar olduğu için Türkiye kendisini transatlantik ittifakın, NATO’nun içinde görüyordu. TSK’sıyla böyle görüyordu, siyasi partileriyle böyle görüyordu. Komünizm dediğimiz düşünce çok marjinaldi.
Bugün bana göre Türkiye’nin ruh hâlini en iyi anlatan düşünce, seninle sık sık konuştuğumuz Avrasyacılık, Ulusalcılık ruh hâli. Yani bir şekilde Türkiye’yi emperyal güçler tarafından bölünmek istenen bir ülke olarak görme. ‘’Kürt meselesini Türkiye’nin en yumuşak karnı olarak görüp, burada güçlenmeye çalışalım’’ üzerinden giden bir söylem var. Eğer Ulusalcılık, Türkiye’de Kürt meselesinde demokratik adımların atılmasını getirecekse ne âlâ, ne güzel, gelsin Avrasyacılık da gelsin. Ama Avrasyacılık, Ulusalcılık öyle bir zihniyet ki Amerika’yı tehdit olarak görüyor, Türkiye’yi tam bir NATO ülkesi olarak görmüyor. Bağlantısız olmak istiyor, tam bağımsız bir dış politika istiyor. Atatürkçü dış politikayı da bunun beraberinde getirerek, ‘’tam bağımsızlık’’ gibi bir slogan üzerinden gitmeye çalışıyor ve bağımlı olduğu yer de NATO olduğu için, NATO’dan daha bağımsız olmaya çalışan bir Türkiye zihniyeti, böyle bir stratejik kültür oluştu. NATO’dan bağımsız olabilecek bir Türkiye ne olur? Bölgede kendisi hareket edebilir. Bu kimi rahatsız eder? Türkiye’nin NATO’dan çıkması Türkiye’nin NATO’ya sadık olmaması, Amerika’yı rahatsız eder, İsrail’i rahatsız eder. Dolayısıyla’’ bize saldırabilirler’’ gibi bir tehdit algılaması, Amerika’dan gelen bir tehdit algılaması var. O şimdi bir köşede, çünkü Trump Türkiye’ye saldırmaz. Kürt meselesinde Amerika’yla bir anlaşma içine giriyoruz, Suriye’yi bir şekilde hallediyoruz, Suriye Demokratik Güçleri silah bırakacaklar filan… Orada Amerika’yla çok ciddi bir çatışma içine girmiyoruz. Ama İsrail’le ciddi bir çatışma içine girebiliriz ruh hâli var ve burada o ruh hâli tabii ki ‘’sırada biz varız’’ diye MHP tarafından kullanılıyor, Erdoğan tarafından da kullanılıyor. Anti-Amerikanizm’in olmadığı bir yerde anti-İsrail, anti-Siyonizm tabii ki çok daha güçlü. Bir de, bütün dünyada önemli ülkelerin soykırım olarak kabul ettiği, Türkiye’nin de soykırım olarak kabul ettiği Gazze’deki görüntülere baktığımızda, halk da zaten bir bakıma İsrail’e çok düşmanlaşmış durumda. Böyle bir durumda Erdoğan’ın bunu sömürmemesine imkân yok.
Fakat birazcık strateji bilenler -ki umarım hâlâ asker olsun, diplomat olsun, bürokrat olsun strateji bilenler vardır-, Türkiye’ye bir saldırı olacaksa şu savaş döneminde, yani önümüzdeki günlerde, bu saldırının İran’dan geleceğini hesaplar. Çünkü saldırı şu şekilde gelişebilir: Eğer önümüzdeki birkaç gün içinde Amerikan B2 uçakları Fordo’yu bombalarsa ve İran’a verilen mesaj, “Hiçbir şekilde balistik füze atmayın, yoksa bütün ülkeyi bombalarız” olursa, İran da buna rağmen balistik füze atmak isterse, Körfez’de vuracağı noktaların dışında vurmak istediği bir nokta da tabii ki bu radarların nereden çıktığını gören Kürecik Radar Üssü olacaktır. O Kürecik radar üssünü vurmak isteyen ülke herhalde İsrail olmayacak, İran olacaktır. İran zaten bunun tehdidini de daha önce yaptı. İran, bundan birkaç hafta önce Dışişleri ve Savunma Bakanı seviyesinde bütün bölgeyi uyardı. “Eğer İsrail bize saldırırsa, Amerika buna girerse, hepiniz savaşın içine gireceksiniz” dedi ve Türkiye’ye de bu mesajı verdi. Türkiye de bir NATO üyesi olduğu ve Kürecik radarları da tabii ki İsrail’in, Amerika’nın işine yaradığı için, normalde İran açısından Kürecik radarlarını vurmak son derece mantıklı bir adım olacaktır. Dolayısıyla Türkiye’de birazcık strateji bilenler, aslında bu Kürecik nedeniyle İran’ın Türkiye’ye saldırma ihtimalinin, İsrail’in saldırma ihtimalinden daha yüksek olduğunu anlıyor olmalılar ve bu durumdan da çok rahatsız olmaları lazım.
İran’ın Türkiye’ye saldırdığını düşünün. Şimdi siz iç politikada bunu nasıl çevireceksiniz? Yani ‘’ümmet birliği,’’ ‘’İsrail düşmanlığı,’’ ‘’Amerikan düşmanlığı’’ ne olacak? Diyelim ki İran bir balistik füzeyle orayı vurmaya çalıştı. Eminim Kürecik’te füzesavarlar vardır, yani bir hava savunma sistemi vardır. Ama Kürecik’in vurulmaya çalışıldığı bir ortamda, Türkiye kendisini savaşın içinde görür mü, görmez mi? Eğer İran Bahreyn’e, Katar’a, Birleşik Arap Emirlikleri’ne, buradaki Amerikan üslerine saldırırsa, Kürecik’e de bir balistik füze atabilir. Bunun hesabının yapılması gerekiyor Türkiye’de. O yüzden, ‘’İran’dan sonra sırada biz varız’’ gibi anlaşılması imkânsız, ancak, Türkiye’nin Batı ittifakı içinde olmadığı bir dünyadan çıkıp, gerçeklere bakan bir strateji dünyasına girmek gerekiyor. O gerçeklere bakan strateji dünyasında, İran şu anda bir yaşamsal beka mücadelesi veriyor. İran’daki rejim ölüm-kalım mücadelesi veriyor ve bu saldırılar kendisine İsrail’den geliyor. Amerika da girdiği anda, NATO bu işin içinde olacak. Türkiye bir NATO üyesi. ‘’Türkiye bu savaşın neresinde duruyor?’’ dersek, Türkiye bu savaşta tabii ki tarafsız olmak isteyecektir, tabii ki diplomasi isteyecektir. Türkiye’nin amacı şu anda Amerika’nın bu savaşa girmemesi olmalıdır. Erdoğan da Trump’a mutlaka, Muhammed bin Salman’ın yaptığı gibi, Muhammed bin Zayed’in yaptığı gibi, “Aman gözünü seveyim, girme bu savaşa. Sen bu savaşa girersen bütün bölge dağılır. İran bize bile saldırabilir” demek olmalı. Ama tabii ki halkın karşısına geçtiğinde, A Haber’i dinlediğimizde, Türkiye kamuoyu ve Türkiye’deki televizyonlarda gördüğünüz, bana göre bazı Ulusalcı, Avrasyacı ve tabii ki İslamcı zihniyetindeki analistler, sanki bize İsrail saldıracakmış gibi bir hava içinde.
Ruşen Çakır: Onların elinde çubuklar filan var. Bir dahaki ‘’Transatlantik’te hepinizden birer Vileda rica edeceğim. Arkanızda da haritalar olsun, yorumlarınızı öyle yapın. Adı lazım değil, bir keresinde büyük bir haber kanalındaki bir yayında, büyük ekranda bir tane havaalanı görüntüsü var. Birisi elinde çubukla onu analiz ediyor, ki bu çok eski değil ama eski bir olay, bunu Suriye’nin kuzeyindeki bir havaalanı, Kürtlerin, YPG’nin elindeki bir havaalanı olarak tarif ediyor. İşte şurada cephanelik var, burada bilmem ne var. Sanki dün oradan gelmiş gibi tarif ediyor. Sonra dünyanın en küçük havaalanı Nepal’de mi neymiş, o olduğu çıktı ortaya. Videoları buldular gösterdiler. Ama yayını izlediğin zaman hakikaten olayı yerinden bildiriyormuş gibi görüyorsun. Ama o havaalanının Nepal’de olduğu ortaya çıktı sonrasında. Fakat bu kişi elinde sopayla hâlâ anlatmaya devam ediyor. Arkadaşlar, biz bu olayı daha çok konuşacağız. Şimdilik noktayı böyle koyalım. İkinize de çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Transatlantik’i burada noktalıyoruz. Haftaya buluşmak üzere. İyi günler.