İran’ın cevabı ne olabilir? | Ruşen Çakır & Arif Keskin

İran uzmanı Arif Keskin, ABD’nin savaşa katılmasıyla Hürmüz Boğazı’nın kapatılma ihtimalinin arttığını belirtti. Keskin, İran halkının rejimi desteklemediğini ve ülkenin etnik gruplarının merkezi yönetim zayıflarsa ayrılabileceğini söyledi.

İran uzmanı Arif Keskin, Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşa katılmasıyla Hürmüz Boğazı’nın kapatılma ihtimalinin arttığını değerlendirdi. Keskin, İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırılar sonrası değişen dengeleri analiz etti.

Keskin, ABD’nin devreye girmesinden önce Hürmüz Boğazı’nın kapatılması konusunda ihtiyatlı yaklaşım sergilenmesi gerektiğini belirtmişti, “Amerika’nın devreye girmesi, Hürmüz Boğazı konusunu daha ciddi bir biçimde gündeme getiriyor” dedi.

“İran Meclisi Hürmüz Boğazı kararı aldı”

İran Meclisi’nin Hürmüz Boğazı’nın kapatılması kararı aldığını ancak bunun Ali Hameney tarafından onaylanması gerektiğini belirten Keskin, iki farklı seçenekten bahsetti: “Bir kapatılma ihtimali var. Bir de kontrollü geçiş izni modeli üzerinde tartışıyorlar.”

Keskin, kontrollü geçiş modelinde İran’ın hangi gemilerin geçebileceğine karar verebileceğini söyledi, “Çin’e giden gemilere izin verirler, başka yere gidenlere izin vermeyebilirler” örneğini verdi.

İran'ın cevabı ne olabilir? | Ruşen Çakır & Arif Keskin
İran’ın cevabı ne olabilir? | Ruşen Çakır & Arif Keskin

“Amerika’nın üsleri tehlikede”

İran’ın Amerika’ya karşı “bedel ödeyecek” uyarılarını hatırlatan Keskin, ABD üslerinin büyük bölümünün Basra Körfezi’nde bulunduğunu vurguladı. “Amerika’nın büyükelçiliği dahil her şey tehlikede” diyen Keskin, Basra Körfezi’nin büyük ihtimalle gerginlik alanına dönüşeceğini öngördü.

Gemi şirketleri ve sigorta şirketlerinin bu gerginliği hesap ederek yeni rotalar aradığını belirten Keskin, çatışmanın bölgeselleşme ihtimaline dikkat çekti.

“İran’ın yalnızlığı belirgin”

Keskin, İran’ın hem bölgesel hem uluslararası düzlemde yalnız kaldığını vurguladı. “İran İslam Cumhuriyeti büyük ihtimalle pek fazla istenilen bir rejim değil” diyen Keskin, bölge devletleri açısından İran’ın 1979’dan günümüze kadar hep problem oluşturduğunu söyledi.

Çin ve Rusya’nın da İran’ın yanında yer almayacağının çok önceden belli olduğunu belirten Keskin, İran’ın vekil güçlerinin eski etkinliklerini kaybettiğini ifade etti, “Hizbullah zayıflatıldı. Suriye’den çıktı ve eski gücü yok” dedi.

İran nükleer programı
İran’ın cevabı ne olabilir? | Ruşen Çakır & Arif Keskin

“İran halkı bölünmüş durumda”

İran halkının kenetlenmiş olmadığını vurgulayan Keskin, toplumun üç farklı grupta toplandığını açıkladı. Birinci grup monarşi yanlıları olarak İsrail’i açıkça destekliyor. İkinci grup İslam Cumhuriyeti taraftarları olarak Amerika ve İsrail’e karşı direnmekten yana. Üçüncü grup ise “ne İsrail ne de İslam Cumhuriyeti” diyen demokratik güçler.

“Ne Netanyahu ne Hameney” diyen bu üçüncü grubun, bombayla demokrasi gelmeyeceğini savunduğunu belirten Keskin, halkın büyük çoğunluğunun rejimi istemediğini vurguladı, “Rejimin halk tabanı yok. Hatta rejimin İsrail’le savaşının bile meşru bir zemini yok” dedi.

“Devrim muhafızları nefret objesi”

İran halkının devrim muhafızlarına derin kin beslediğini belirten Keskin, bu güçlerin toplumun tüm sorunlarının başlıca nedeni olarak görüldüğünü söyledi. “Çok büyük cinayetlere imza attılar” Keskin, halkın onların öldürülmesinde üzüntü duymayacağını vurguladı.

Nükleer programın yüzde 80’i yok edildi

İran’ın nükleer kapasitesinin büyük ölçüde tahrip edildiğini belirten Keskin, artık müzakere kavramının anlamsız hale geldiğini söyledi, “İran’ın zaten en azından yüzde 80 nükleer teknolojisi yok edildi. Fordo gitti, Natanz gitti, İsfahan gitti” dedi.

Trump’ın niyetinin İran’ın kayıtsız şartsız teslim olması olduğunu belirten Keskin, “Neyin müzakeresini yapacaklar ki?” sorusunu yöneltti.


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

İran’ın cevabı ne olabilir? | Ruşen Çakır & Arif Keskin

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi akşamlar. Bölgemiz çok kötü kızıştı. Amerika Birleşik Devletleri de savaşa dâhil oldu. Bakalım gelişmeler bizi nereye getirecek ama çok gergin günler bizi bekliyor, bu kesin. Burada çok soru var ama en önemli sorulardan birisi İran’ın ne yapacağı, ne yapabileceği, ne yapmak isteyeceği, bunu ne kadar yapabileceği. İşte bunları ülkemizin önde gelen İran uzmanlarından araştırmacı Arif Keskin’le konuşuyoruz. Arif Bey, iyi akşamlar.

Arif Keskin: İyi akşamlar Ruşen Bey, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Sağ olun. En son Amerika Birleşik Devletleri de 1-2 hafta dedi ama Trump elini çabuk tuttu ve üç önemli nükleer tesisi Amerikan uçakları bombaladı. Şimdi burada değişik rivayetler var; uranyumlar başka yere götürülmüştü, şuydu buydu ama her hâlükârda Amerika Birleşik Devletleri İsrail’in yapamadığı bir şeyi yaptı ve buralara özel olarak operasyon düzenledi ve savaşa dâhil oldu. ‘‘İran ne yapacak?’’ sorusu var. Şimdi bugün meclis, Hürmüz Boğazı’nın kapatılması kararı almış ama bu kararın üst düzey devlet tarafından, özellikle de Hamaney tarafından onaylanması bekleniyor. Öncelikle oradan başlayalım; Hürmüz Boğazı’nı İran kapatır mı, kapatırsa ne olur?

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Arif Keskin: Tabii ki, aslında şöyle, Hürmüz Boğazı konusunda başından itibaren ben bu konularda ihtiyatlı davranılması gerektiği veya ihtiyatlı yorum yapılması gerektiği düşüncesindeydim. Çünkü Hürmüz Boğazı’nın kapatılması İran-İsrail çatışmasının boyutunu ciddi oranda değiştirebilir. Şimdi ne demek istediğimi biraz sonra anlatırım ama gelinen noktada Amerika’nın devreye girmesi Hürmüz Boğazı konusunu daha ciddi bir biçimde gündeme getiriyor ve aslında sadece Hürmüz Boğazı’nı değil, Basra Körfezi’ni de daha ciddi gündeme getiriyor. Çünkü İran şöyle bir şey söylüyordu: “Çok etkin yanıt vereceğim, ciddi yanıt vereceğim.” Hamaney son konuşmasında Amerika’yı net olarak uyardı, “Girerse çok ağır bedeller ödeyecek” şeklinde uyardı. Bütün devlet yetkilileri, askerî komutanlar hep Amerika’yı uyarıyorlardı, “Gelirseniz bedel ödeyeceksiniz, çok ağır bedel ödeyeceksiniz” diye söylüyorlardı ve özellikle de bu bir yönüyle de yönetimi yani rejimi destekleyenler tarafından da kabul edilmiş ve bir anlamda satın alınmış bir durumda ve onlar da çok açık ve net bir biçimde daha sert ve radikal özellikle de Hürmüz Boğazı gibi şeylerin gündeme gelmesini istiyorlar. Yani bu açıdan bakıldığında Amerika Birleşik Devletleri’nin devreye girmesinden önceki dönemle karşılaştığımızda Hürmüz Boğazı’nın kapatılma ihtimali daha yüksek bir ihtimal olarak geliyor. Burada farklı iki şey var: Bir, kapatılma ihtimali var, bir de kontrollü geçiş izni modeli üzerinde de tartışıyorlar. Yani evet, orayı kontrol ederler, belli gemilerin çıkışına izin vermeyebilirler; yani örnek veriyorum Çin’e giden gemilere izin verirler, başka yere gidenlere izin vermeyebilirler. Yani büyük ihtimal farklı formüller üzerinde olabilir, yani tam anlamıyla kapatmak da var veya bir tür girişte hangi gemi geçsin hangi gemi geçmesin şeklinde de olabilir. Ve ayrıca başka bir şey daha var burada, tabii ki bunlar nasıl ve neyle sonuçlanabilir, onları da söyleriz. Burada önemli olan diğer bir şey var, İran “Bedel ödeyecek” diyordu yani Amerika için. Şimdi Amerika’nın üslerini vurma ihtimali var, hatta Amerika’nın Büyükelçiliği dahil her şey tehlikede, ‘‘askerleri tehlikede’’ diyorlardı, ‘‘can güvenlikleri tehlikede’’ diyorlardı. Şimdi Amerika’nın üslerinin önemli bir bölümü zaten Basra Körfezi’nde yerleşiyor. Diyelim, Hürmüz Boğazı’nı kapatmasalar bile bir tür yanıt vermeye kalkıştıkları takdirde Basra Körfezi’ndeki güvenlik denklemi yine değişebilir. Yani yine gerginlik ve gerilim olabilir. Yani aslında Basra Körfezi, ister Hürmüz Boğazı kapatılsın ister kapatılmasın, büyük ihtimal önümüzdeki süreçte bir gerilim ve gerginlik alanı olabilir. Ve bu nedenden dolayı zaten şu an itibarıyla gemi şirketleri, sigorta şirketleri, devletler bu anlamda da özellikle de Basra Körfezi’nin bu gerginliğini hesap ederek yeni rotalar, yeni süreçler de tartışıyorlar. Ama eğer Basra Körfezi gerginleşirse ve Hürmüz Boğazı kapatılırsa, ben biraz sonra söyleyeceğim, notlarımda da var, aslında meselenin boyutunu, boyutu belli oranda değiştirir. Yani mesele sadece İsrail-İran ve Amerika-İran olmaktan çıkar ve bu nedenden dolayı bir tür bölgeselleşmeden bahsedebileceğimiz bir döneme girebileceğimiz bir zemin olur. Yani Basra Körfezi’nin gerginleşmesi, Hürmüz Boğazı’nın kapatılması çatışmayı belli bir derecede bölgeselleştirme anlamını ifade eder, özellikle de üslerin vurulması vesaire. İkincisi ve en önemlisi, Basra Körfezi’nin vurulması, özellikle de Amerika’nın devreye girmesiyle birlikte İran’a karşı bölgesel ve küresel boyutları tartışılabilir ama bir ittifakın oluşmasına da sebebiyet verebilir.

Ruşen Çakır: Burada küresel ve bölgesel dediniz, şimdi çok çarpıcı bir durumla karşı karşıyayız. İran’ın yanında yer alan kimse yok. Yani İsrail’i kınayan var, Amerika Birleşik Devletleri’ni kınayan var, uyarı yapanlar var; ama İran’ın yanında duran kimse yok gördüğüm kadarıyla.

Arif Keskin: Doğru.

Ruşen Çakır: Eski vekâlet savaşı yürüten örgütler de Hizbullah gibi ya da Hamas gibi ya da Suriye’deki rejim gibi, onlar da ortada yok. Böyle bir durumda, İran’ın bu yalnızlığı durumunda bölgeselleşen bir savaşta İran neye güvenebilir? Yani bir de şöyle de bir husus var tabii, onu birazdan daha ayrıntılı konuşuruz; kendi halkını da büyük ölçüde memnun edemeyen bir rejimden bahsediyoruz.

Arif Keskin: Tabii ki, şimdi bu bağlamda İran hem bölgesel olarak hem uluslararası düzlemde yalnız bir ülke. Yani İran İslam Cumhuriyeti büyük ihtimal pek fazla istenilen bir rejim değil ve özellikle de bölge devletleri açısından bakıldığında, Ortadoğu devletleri açısından bakıldığında İran İslam Cumhuriyeti 1979’dan günümüze kadar hep onlara problem olmuştur, hep onları tehdit etmiştir. Ve bu anlamda bakıldığında İran İslam Cumhuriyeti’nin yanında olmak isteyen herhangi bir devlet yok. Diğer taraftan Çin ve Rusya’nın da İran’ın yanında yer almayacağı çok uzun zaman önceden de zaten belliydi. Şimdi böyle olunca İran’ın işi çok daha zor ve bu zorluğun da net olarak farkındalar. Şimdi bunu bazıları şöyle diyorlar: ‘‘Zaten İran-Irak Savaşı’nda 1980-1988’de de zaten yalnızdık, o zaman da bizi destekleyenler yoktu, o zaman da birçok devletler Irak’ın, Irak ve Saddam’ın arkasındaydılar, onu destekliyorlardı ama sonuç itibarıyla o yalnızlığımıza rağmen başardık.’’ Ve en azından tam bir yenilgi yaşamasalar da diyorlar ki, ‘‘Toprağımızı geri almayı başardık, bugün de başarabiliriz’’ diyorlar. Çünkü onlara göre aslında devrimin temel dayanağı, İran İslam Cumhuriyeti’nin temel dayanağı zaten dışarıda değil; Avrupa değil, Amerika değil, Rusya değil, Çin değil. İslam Cumhuriyeti’nin temel dayanağı halktır, onu destekleyenlerdir ve onların imanlarıdır, onların şehadete olan bağlılıklarıdır veya bazılarına göre de Tanrı’dır, Allah’tır onları koruyan. Böyle farklı yorumlar geliştiriyorlar. Onlara göre aslında bu uluslararası yalnızlık çok önemli ama eğer içeride birlik ve beraberlik olursa, halk desteği olursa veya eğer İran-Irak Savaşı gibi bir halk seferberliği yapılabilirse direnebilirler. Bunu iddia ediyorlar ama bakıldığında bu iddia da ciddi şekilde sorunlu çünkü bu savaş İran-Irak Savaşı’na benzeyen bir savaş değil. Çünkü herhangi bir kara ordusu İran içerisine girmiş değil ve şu an itibarıyla istediğiniz kadar halkı seferber edin ve doğal olarak o seferber edilmiş halkın Amerika’nın veya İsrail’in uçakları karşısında, Amerika’nın bombaları karşısında yapabilecekleri pek fazla bir şey yok. Ve bu nedenden dolayı aslında o İran-Irak Savaşı dönemiyle bugünkü savaş modeli arasında ciddi bir fark var. Ciddi bir teknoloji, siber ve istihbarat savaşı var. Herhangi bir kara harekâtı söz konusu değil, bu nedenden dolayı öyle bir şeyde sonuç vermesi çok zor. Şimdi bu bağlamda bakıldığında İran’ın elinde vekil güçleri var. Vekil güçlerinin, daha önce sizinle de konuştuk, eski etkinlikleri yok, zaten Suriye’den çıktı ve eski bir gücü yok. Ama şöyle bir durum var Ruşen Bey, şimdi İran’ın Hizbullah’ı zayıflatıldı, Hizbullah zayıflatıldı ama diyelim ki mesela Irak’ta İran’a yakın vekil güçler pek fazla zarar görmediler, pek fazla hasar görmediler, orada herhangi bir şey olmadı; ama onlar da sessizler, onlar da bir şey yapmıyorlar. Yani Hizbullah’ın bir şey yapmaması, belki diyebiliriz ki zayıflık nedeniyledir. Ama Irak’taki Haşdi Şabi’nin bileşenlerinden ve İran’a yakın milislerin de bir şey yapmaması bir zaaf mıdır, yoksa başka bir strateji mi var? Aslında İsrail, Devrim Muhafızları İstihbarat Kurumu’nu bombaladığı zaman o bombalamanın nedeni de aslında bununla bağlantılıydı, çünkü orada aslında bunun üzerinde çalışıyorlardı büyük ihtimal çünkü İsrail ordusu öyle açıklama yaptı. Şimdi şöyle bir durum var; aslında bu pasiflik, bu sessizlik bir stratejinin ürünü mü, yoksa bir zaafın ürünü mü? Eğer zaafın ürünüyse Irak’takiler niye herhangi bir hareketlilik içinde değiller? Yani İran’ın dışarıdaki tüm güçleri sıfırlandı mı? Ve öyle bir zaaf var ki hiçbir şey… O nedenden dolayı burada bir soru işareti var. Yani şöyle de belki yorum yapanlar var: Aslında evet, bir zaaf var, eski gücü yok ama bu sessizlik belki başka bir stratejik kurgunun ürünü olabilir. Yani bu stratejik kurgu nedir? Ki biz o aşamaya girmişiz şu anda, o da nedir; İsrail-İran savaşı değil de Amerika devreye girdikten sonraki bir dönem için belki ondan sonra bir hareketlenme ihtimali var. Yani İran, Amerika devreye girdikten sonraki süreçte belki Irak da veya diyelim Lübnan da, Husiler zaten devrede olacaklarını söylediler, belki bundan sonra veya belki Hamaney öldürüldüğü takdirde bunlar devreye girecekler gibi şeyler de var.

Ruşen Çakır: Evet, söyledikleriniz çok önemli. Siz anladığım kadarıyla bunun bilinçli bir şey olduğunu düşünüyorsunuz, öyle anladım. Şunu soracağım, halk konusunda… Şu anda ben bayağı bir sosyal medyadan falan takip etmeye çalışıyorum, yabancı medyadan da takip etmeye çalışıyorum. Halkın rejimin yanında durma gibi protesto gösterileri vesaire anlamında çok etkili, çok çarpıcı görüntüler ben şu ana kadar görmedim, kaçırmış olabilirim. Aynı şekilde muhalif olan kesimler de bunu bir fırsat gibi görüp sokaklara falan dökülmediler. Sanki böyle İran halkı olayı merak ve endişeyle izliyormuş gibi bir intibam var. Ne dersiniz, yanılıyor muyum?

Arif Keskin: Şimdi Ruşen Bey, aslında bir kenetlenmiş halktan, İsrail’e karşı, Amerika’ya karşı kenetlenmiş halktan bahsetmemiz mümkün değil. İran halkı bölünmüş, parçalı, çok farklı ve birbiriyle zıt yerlerde duruyorlar. Ve bir grubu da aslında özellikle de Rıza Pehlevi’de ve monarşi yanlılarında simgeleniyor, kristalize olunuyor. Onlar açık şekilde İsrail’i destekliyorlar ve İsrail’in yanında yer alıyorlar ve bunu bir tarihi fırsat olarak görüp yararlanılması gerektiğini ve İran İslam Cumhuriyeti’nin devrilmesi gerektiğini söylüyorlar ve onlar halkı da açık şekilde sokağa davet ediyorlar. Bir grubu ise İran İslam Cumhuriyeti taraftarları ve onu destekleyenler açık şekilde İsrail ve Amerika’ya karşı bir savaştan ve direnişten yanalar ve teslim olmayı doğru bulmuyorlar ve bu nedenden dolayı sonuna kadar direnilmesi gerektiğini söylüyorlar, “Zaman birlik zamanıdır” diyorlar. Siyasi tüm ihtilafların bir tarafa bırakılması ve birlikte İsrail’e ve Amerika’ya karşı mücadele edilmesi gerektiğini söylüyorlar. Ama bir grup daha var ki bunlar sosyalistler, liberaller ve aslında demokratik güçlerden oluşan insanlar, ki bu İran’ın içerisinden yurt dışına kadar uzanan geniş yelpazeyi kapsıyor ve çok farklı gruplar ve şahıslar bunun içerisine giriyor. Onlar ne İsrail ne de İslam Cumhuriyeti, ne Netanyahu ne Hamaney. Onlara göre aslında Netanyahu’nun amacı demokrasi getirmek değil, zaten kendisi bir savaş suçlusu ve böyle bir insanın demokrasi getirmesi mümkün değil, zaten ‘‘bombayla demokrasi olmaz’’ diyorlar. Ayrıca 1979’dan günümüze kadar İran İslam Cumhuriyeti’nin durumu da ortada, ne yaptığı da ortada ve o rejimin de bundan sonra yaşaması da doğru değil, yaşamaması gerektiğini söylüyorlar ve o nedenden dolayı ‘‘Biz bu iki kötülüğün arasında birinin yanında durmak zorunda değiliz, Netanyahu’ya karşı çıkmamız Hamaney’i desteklemek anlamına gelmiyor’’ diyorlar ve aslında onun gücünü de pekiştirecek, ona da katkı sağlayacak bir şey olmaması gerektiğini söylüyorlar ve savunuyorlar. Aynı şekilde İslam Cumhuriyeti’ne karşı olmanın da bir tür Netanyahu’ya hizmet etmemesi gerektiğini söylüyorlar. Onlara göre farklı bir süreç veya üçüncü bir güç ortaya çıkmalı ve hem Hamaney hem Netanyahu’nun dışında duran ve aslında bu demokratik güçler, ki geniş yelpazeyi de oluşturabilirler, bu demokratik güçler İran’ın demokratik bir dönüşümünü sağlayabilirler. Bütün siyasal süreçle bunu yapabilirler, çatışma olmadan, müdahale olmadan bunu yapabilirler. Bunun zamanı geliyor ve belki de gelmiştir. Ve böyle bir ittifakın oluşması ve bu ittifakın aslında İran’daki yeni rejimin kurulmasına öncülük etmesi gerektiğini söylüyorlar. Bunun yanı sıra geniş bir halk var aslında, yani bu sürecin dışında. Halk, sizin söylediğiniz çerçevedeler aslında. Yani ne yönetimi destekliyorlar, bu çok açık. Çünkü şöyle de bir durum var; aslında İran halkı, daha önce de defalarca sizin yayınınızda da söyledim, Türkiye’ye bunu çok anlatmaya çalıştım, teessüfle birçok kişi görmek de anlamak da istemedi, İran halkı o rejimi istemiyor ve kahir ekseriyeti o rejimi istemiyor. Rejimin halk tabanı yok, hatta rejimin İsrail’le savaşının bile meşru bir zemini yok çünkü zaten uzun süredir halk bu siyasetin doğru olmadığını, nükleerin doğru olmadığını, Ortadoğu siyasetinin doğru olmadığını, İsrail-Amerikan karşıtlığının doğru olmadığını, Hizbullah’ın veya diğer grupların desteklenmesinin doğru olmadığını, bunun yol olmadığını, yani yıllardır zaten söylüyorlar. Üniversite hocalarından tutun da gazeteden, herkes bunu zaten söylüyordu ve doğal olarak bu kavganın kendisi onlar açısından meşru değil, zaten onlar uzun süredir bunun doğru olmadığını söylüyorlardı ve gelinen noktada bu nedenden dolayı bir avuç azınlığın ülkeyi bu noktaya getirip şimdi “Hadi gelin savaşalım” şeklinde bir şeyi var. Ruşen Bey, öyle bir güvensizlik var ki İran yönetimine, bu savaş halinde bile. Mesela örnek veriyorum, şimdi sığınak yapmış değiller halk için ama diyorlar ki mesela, ‘‘Sığınak için nereye gidebilirsiniz?’’ Örnek veriyorum, ‘‘camiye gidebilirsiniz, okullara, camiye, metroya gidebilirsiniz sığınak olarak.’’ Mesela insanlarla konuşuyorsun, insanlar gitmiyorlar. ‘‘Neden gitmiyorsunuz?’’ diyorlar. ‘‘İsrail’e değil, İran yönetimine güvenmiyorum. Yarın gelip oraya bir bomba attı da dedi ki ‘Bak görüyorsun İsrail, Amerika sivilleri vurdu’ ne olacak?’’’ Mesela Ukrayna uçağı vurmuştu hatırlıyorsunuz 2020’de, yani o nedenden dolayı onu insani hata olarak dediler, şimdi insani hata insanların dilindeydi, İran’da herkesin dilindeydi. Şimdi yeniden gelip insani hata deyip de başımıza yeniden kendileri bu bombayı atabilirler. Yani o nedenden dolayı böyle bir süreçte bile, bu noktada bile yönetime güvenlerinin olmadığını görüyoruz.

Ruşen Çakır: Peki, bir de etnik gruplara parantez açalım, özellikle Kürtler biraz gündemde. PJAK’tan birtakım açıklamalar geldiği söylendi, tam netleşmedi. Bu arada Belucilerin öteden beri bir örgütlülüğü olduğunu biliyoruz. Başka etnik gruplar da olabilir. Bu savaş atmosferinin İran’daki bu mozaik yapısını çatlatma ihtimali var mı?

Arif Keskin: Var, yani şu şekilde var: Eğer merkezi yönetim, yani devlet yönetimi kontrolünü kaybederse bu merkezkaç güçler, bu İran’daki Türkler, Araplar, Beluciler veya Kürtler kendilerine farklı bir yol seçebilirler. Yani bu İran tarihinde de olmuştur ve hatta İran’da tarihçilerin çoğu bunda hemfikirler. İran’da merkezi devlet sarsıldığında İran’ı oluşturan etnik gruplar hepsi kendine farklı bir yönetim arayışında olmuşlardır. Mesela Türkler üzerinden örnek vereyim buna, mesela 1920’de Kaçarlar yönetimi sarsıldığında bugün Güney Azerbaycan olarak bilinen İran’ın içerisindeki Azerbaycan’da Tebriz’de Azadistan Devleti kuruluyor, Şeyh Muhammed Hiyabani liderliğinde. Sonra II. Dünya Savaşı’nda müttefikler tarafından İran işgal ediliyor. İran işgal edildiği dönemde Seyid Cafer Pişeveri liderliğinde Tebriz’de Azerbaycan Milli Hükümeti kuruluyor. Aynı dönemde de Mahabad Cumhuriyeti kuruluyor. Ve 1979 İran Devrimi’nden sonra da benzer şeyler gerçekleşiyor. 1979’dan sonra Azerbaycan’da, Kürdistan’da, Türkmen Sahra’da, Türkmenlerin yaşadığı bölgelerde, Arapların yaşadığı bölgelerde farklı arayışlar doğuyor. Mesela örnek vereyim, mesela bu pek fazla bilinmiyor, İran’da Halkın Fedaileri vardı, hala da var. Marksist bir örgüttü. 1979’un hemen akabinde mesela Türkmen Sahra’da, Türkmen Sahra bölgesinde farklı bir yapı kurmaya gidiyorlar ve çok sert bir biçimde de bastırılıyorlar. Aynı şekilde mesela Azerbaycan’da Tebriz’de Kazım Şeriatmedari’nin destekçileri Halk Müslüman Harekâtı olarak bilinen, onlar da merkezi yönetiminden farklı bir yapılanma, bütün Encümen eyaleti vilayeti olarak bilinen 1906 Meşrutiyet Hareketi’nde ortaya çıkan bir yapı istiyorlar. Aynı zamanda Kürtler de bu tür muhtariyet arayışının içine giriyorlar 1979’daki devrimden hemen sonra. Yani şu oluyor: Merkezi devletin zayıfladığı, sarsıldığı bir dönemde özellikle de İran’da etkili olan gruplar, yani mesela kimler diyelim; Beluciler, Araplar, Türkmenler, Azerbaycan Türkleri ve Kürtler, bunlar kendilerine özgü farklı bir yol seçiyorlar ve aslında önümüzdeki süreçte de böyle bir benzer hareketlenme olabilir. Ama ne zaman olabilir bu? Bu merkezi devlet tam anlamıyla çöktüğü takdirde. Şu an itibarıyla merkezi devlet o coğrafyayı tam anlamıyla kontrol ediyor, yani karayı kontrol ediyor diyelim, havayı kontrol edemiyor ama karayı kontrol edebiliyor. Özellikle de ordu, yani Erteş hala sapasağlam duruyor. Kara ordusu sapasağlam duruyor ve gönüllülerden oluşan Besic olarak bilinen, bunlar sapasağlam duruyorlar. O nedenden dolayı hala kentleri, şehirleri ve diğerlerini kontrol edebiliyorlar.

Ruşen Çakır: Şimdi burada tabii ama şöyle bir husus var, hep konuşulan husus: Kendi toplumuna karşı çok ceberut olabilen bir rejim ama en üst düzey komutanlarını bile koruyamayan, önemli tesislerini koruyamayan ve yabancı güçlere karşı çok da etkili olamayan bir rejim. Bu herhalde insanları da bayağı bir etkiliyordur. Çünkü ölenlerin içerisinde, öldürülenlerin içerisinde halkın yakından tanıdığı ve çok da fazla hoşlanmadığı isimler var bildiğim kadarıyla. Devrim Muhafızları’ndan ya da başka yerlerden birtakım acımasız, kendi halkına karşı acımasızlığıyla bilinen isimler var. Yanılıyor muyum?

Arif Keskin: Doğrudur Ruşen Bey. Aslında mesela İranlılar şunu söylüyorlar, yani İsrail örnek veriyorum, Devrim Muhafızları’nı ve diğerlerini öldürdüğü zaman çoğu çok sevinçle karşılıyorlar, mutlu oluyorlar. Çünkü şöyle bir durum var: Aslında Devrim Muhafızları ve Besic gönüllüleri, İran istihbarat ve güvenlik kurumları, Devrim Muhafızları 1979’da kurulduğunda ve Besic gönüllüleri onunla birlikte kurulduğunda, bunlar İran’ın genelinde yayılmışlardı. Ruşen Bey şöyle bir durum oluşuyordu: Mesela Besic’deki insanlar, diyelim ki mesela biri bakkaldır, biri bankada çalışıyor, o bankacı, bakkal gece geliyordu, kendi mahallesinde silah alıp kendi mahallesini ve kendini koruyorlardı ve böyle bir yapı vardı. Ama Devrim Muhafızları’nın ve diğerlerinin sahip olduğu bu toplumsal güç zamanla nefrete ve kine dönüştü. Çünkü Devrim Muhafızları toplumun tüm yıkımlarının en başlıca sorumluları olarak biliniyorlar ve çok büyük ve belki de hala bizim bilmediğimiz çok büyük cinayetlere imza attılar. Ve bütün bu cinayetleri ve bu kötülükleri, bu katliamları belki de saymak da mümkün değil. O nedenden dolayı İran toplumu ister mollaya, ister de Devrim Muhafızları’na çok derin bir kin ve öfke güdüyor ve onların öldürülmesinin toplumun önemli bir kesiminde bir tür üzüntü yaratmayacağı kesin. Yani bir tür üzüntü yaratmayacağı kesin. Sevinenler olabilir, daha böyle bir kutlama yapanlar olabilir ama üzüntü duymayacakları kesin. Onlarla bir duygudaşlık yapmayacakları kesin. Çünkü İran İslam Cumhuriyeti çok farklı ideallerle ortaya çıktı ama çok çeşitli düzeyde bir baskıcı yönetim oluşturdu. Yani sadece siyasal alanı kontrol etmekle kalmadı, sadece ekonomik alanı kontrol etmekle kalmadı; toplumsal hayatı kontrol etmeye de başladılar 1979’dan sonra. İnsanların giyim kuşamından tutun da ne yiyip içeceğine kadar, nerelerde kimlerle gezip gezmeyeceğine kadar müdahale eden, insanları döven, kırbaçlayan, işkence eden, kaçıran, yok eden ve hatta belli özel dönemlerde, bu Kehrizek olayında da yaşandı, son Mahsa Amini sonrası protestolarda da yaşandı, tecavüz vakalarına kadar, azılı suçlu mahpusların içerisine siyasi suçluları atıp onlara farklı muameleyi organize eden topyekun bir kötülük organizasyonu Devrim Muhafızları. Herkes bunu öyle görüyor ve onun başındaki kişileri de öyle görüyorlar. Bakınız mesela en son Mahsa Amini protestosunda kaç kişiyi kör ettiler, kaç kişiyi felç ettiler ve kaç kişiyi öldürdüler? 200’den fazla kişiyi öldürdüler ve hala da idamlar devam ediyor. Bu nedenden dolayı onlar bir nefret objesi. Çok doğru bir şey söylüyorsunuz. Genellikle otoriter rejimler dışarıya zayıf, içeriye gaddarlar ve hep bunu biz böyle gördük, Saddam’ı da böyle gördük, Kaddafi’yi de böyle gördük ve birçok diktatörleri hep böyle gördük. Yani diktatörler aslında bütün devlet aygıtını halkı ezmek için, kontrol etmek için, yönlendirmek için, halkın bütün hak ve iradesini elinden gasbetmek için kurulan bir yapıdır ve doğal olarak böyle olunca da halk ondan zamanla yabancılaşıyor, uzaklaşıyor ve zamanla da bu yabancılaşma, uzaklaşma nefrete, kine ve en önemlisi hınca dönüşüyor. Hınç, önemli bir toplumsal duygudur. Yani hınca dönüşüyor ve bu hınç böyle dönemlerde kendini gösteriyor. Aslında hınç hem Nietzsche’nin hem de diğer felsefi tartışmaların önemli unsurlarından birisidir. Ve aslında bu hınç şu an itibarıyla İran toplumuyla yönetimin arasındaki en iyi kavramdır ve burada da kendisini gösteriyor ve bu hınç ayrı bir ahlaki ikilemi de doğuruyor onlar açısından. Bir tarafta vatan olarak adlandırdıkları toprak yabancı bir güç tarafından vuruluyor, buna karşı etkin bir şey üretemiyorlar ve diğer taraftan da ortada başka bir kötülük duruyor. Yani bu hınç başlı başına onları pasifize ediyor, dışarıda duruyorlar, ne sokağa geliyorlar o nedenden dolayı, çünkü sokağa da gelmek istemiyorlar. Çünkü bir yabancının bombalarının altında sokağa gelme noktasına da gelmiyorlar; ama o yönetimi de desteklemek istemiyorlar.

Ruşen Çakır: Evet, Arif Bey, gerçekten çok dehşetli bir şey çizdiniz. Hınç kavramı gerçekten çok açıklayıcı. Son olarak şunu sormak istiyorum. Çok belirsiz ama olayın göbeğinde nükleer program var ve ABD ile bir pazarlık vardı, bir masa vardı, kalkılan, oturulan vesaire. Evet, Trump da 1-2 hafta deyince tekrar bu masa kuruluyor gibi düşündük ama Trump tabii yapacağını yaptı, saldırı oldu. Bu masa artık tamamen dağıldı mı?

Arif Keskin: Yani Ruşen Bey ben başından itibaren, ilk günden itibaren şunu söylüyorum: Henüz bizim nükleer müzakere diye bir müzakereden bahsetmemiz anlamsız. Aslında müzakere kavramının kendisi, anlaşma kavramının kendisi, onlar bir kod ismidir, aslında bir tür onurlandırıcı kavramdır. Aslında temel mesele teslimiyet. Yani şu an itibarıyla Trump’ın niyeti, İsrail’in niyeti İran İslam Cumhuriyeti’nin kayıtsız şartsız teslim olmasıdır. Buna anlaşma diyorlar, buna müzakere ismi kullanabilirler; ama özü itibarıyla bir müzakere diye bir şey yok, özü itibarıyla masa diye bir şey yok çok net olarak. Yani Trump şu anda şunu söylüyor; Nükleer konusunda, füze çalışmaları, Ortadoğu siyaseti, İsrail karşıtlığı, artı Hizbullah ve diğer örgütleri destekleme konusunda İran’ın vazgeçmesi gerekiyor ve bu konuda kayıtsız şartsız teslim olması gerekiyor. Şimdi ne nükleer müzakere olacak ki, İran’ın zaten en azından %80 nükleer teknolojisi yok edildi. Fordow gitti, Natanz gitti, İsfahan gitti. Neyin müzakeresini yapacaklar ki, neyi konuşacaklar ki? Yani bu anlamda baktığımız zaman aslında tartışmanın boyutu değişmiş durumda. Biz başka bir evredeyiz şu an itibarıyla, o başka bir evre. Daha İsrail’in saldırdığından önceki dönemle hiçbir benzerliği yok. Oradan bir kopuş yaşıyoruz şu anda. Orayı bir tarafa bırakmamız lazım. Bu yeni dönemde masa olacaksa da, anlaşma olacaksa da, müzakere olacaksa da İran İslam Cumhuriyeti orada kalsın, kalabilir; ancak bunun karşılığında söylenen şeylerden vazgeçme üzerinde konuşabilir. O nedenle de Hamaney nasıl bir terim kullandı: “Dayatılan barış.” Yani, ‘‘biz dayatılan barışı istemiyoruz.’’ Yani dayatılan barış benim söylediğim bu çerçeve ve aslında Trump da şunu söylüyor ve bunun psikolojik etkisi de çok yüksek İran’da, çünkü Amerika’nın devreye girmesinin, bunun çok büyük psikolojik etkisi var İran’da, hem toplum üzerinde hem de yönetim ve onu destekleyenlerin üzerinde ve bu önemli bir unsurdu. Yani şu an itibarıyla ABD’nin devreye girmesi, yaratacağı psikolojik etkisiyle İran yönetiminin içindeki bazı kopmaları da sağlayabilir. Yani İran yönetimi tabii ki hep bir ideolojik bir bütünlük değil. Bazıları ideolojik nedenlerle ona bağlılar ama bazıları çıkar nedeniyle ona bağlılar, ekonomik ve diğer çıkarları nedeniyle. Amerika’nın devreye girmesi İran İslam Cumhuriyeti’nin başarı ihtimalini ciddi oranda düşürdüğü için şimdi orada toplum öyle düşünüyor: ‘‘Amerika geldi, bundan sonra İran yönetiminin başarı ihtimali ciddi oranda düştü. Zaten başarmamız pek fazla mümkün değil.’’ Bundan sonra direnç bir tür “yanık toprak modeli” demektir, “zemin-i suhte” diyorlar Farslar, yanık toprak. Yani bundan sonra direniş, İran’ı yanık toprağa çevirmek anlamına gelebilir ve bu nedenden dolayı oradan bir kopmalar olabilir bu açıdan, bu da yönetimi ciddi bir biçimde etkileyebilir, yani en azından o bağlamda. Yani şu anda farklı bir evrede olduğumuz için İran İslam Cumhuriyeti’nin eli eskisi kadar güçlü değil. Biraz önce de söyledik. Evet, İran’ın vekil güçlerinin belli rahatsızlık yaratabilecek, belli şeyler yapabilecek imkanları var mı? Var, sınırlı da olsa var. Yani buna tam anlamıyla sıfırlandı diyemiyoruz, ama belirleyici pozisyonda olmaktan çıkmış durumdalar. Yani İran Ortadoğu’da belirleyici pozisyonunu kaybetmiş durumda. Evet, rahatsız edici ve başka şeyler yapabilir, o ayrı bir konu; ama belirleyici, etkileyici, orada kendisine yönelik bir caydırıcılık üretebilecek bir olanağı söz konusu değil. Hava sahası İsrail’in kontrolüne geçmiş durumda, Amerika’a da devreye girmiş durumda ve doğal olarak dengeler değişti. Ve bu süreçte şu an itibarıyla gelen haberlere de bakıyoruz: Avrupalılar, İran İslam Cumhuriyeti sonrası dönemi tartışmaya başladılar, kim gelsin, kim gelmesin? Yani devletler düzeyinde Hamaney’in ölümünü, öldürülmesini, devletler düzeyinde İran İslam Cumhuriyeti sonrası dönemin tartışmasının başlandığı bir evredeyiz. Ve böyle bir dönemde diyelim ki müzakerenin de, anlaşmanın da, tartışmanın da boyutu değişti. Yani şu anda nükleerdir, füzedir, falanlardır bunlar olacak; ama esas mesele İslam Cumhuriyeti’nin kalıp kalmaması, bunun karşılığında İran’ın bunları kabul edip ve bir tür kayıtsız şartsız teslimiyeti.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Arif Bey, gerçekten çok önemli tespitler. Bu süreç boyunca sizin kapınızı çalmaya devam edeceğiz, ben ve diğer arkadaşlarımız da.

Arif Keskin: Memnuniyetle.

Ruşen Çakır: Çok sağ olun. Çok kritik bir süreçten geçiyoruz ve bizi çok yakından ilgilendiriyor. Her ne kadar biz kendi ufak dertlerimizle uğraşıyor olsak da savaş kapıyı çalıyor diye bitirelim. Çok teşekkür ediyorum tekrar. Evet, ‘‘İran’ın cevabı ne olacak?’’ sorusunu İran uzmanı araştırmacı Arif Keskin’le konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.