Haftaya Bakış (273): Fatih Altaylı’nın tutuklanması | CHP kurultay davası | İsrail-İran Savaşı ve Türkiye

Ruşen Çakır ve Kemal Can, bu hafta Fatih Altaylı’nın tutuklanmasını, CHP kurultay davasında neler olacağını gelişmeleri ve İsrail-İran savaşı ekseninde Türkiye’nin pozisyonunu değerlendirdi. Fatih Altaylı’nın tutuklanması | CHP kurultay davası | İsrail-İran Savaşı ve Türkiye başlıklı videoda Çakır ve Can gündemde yaşananları yorumladı.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 4-5 Kasım 2023’te düzenlenen 38. Olağan Kurultayı ile 6 Nisan 2025’te gerçekleşen 21. Olağanüstü Kurultayının iptali talebiyle açılan davalar 26 Mayıs’ta görüldü. Ankara’da iki ayrı mahkemede açılan davalar birleştirildi.

Ankara 42’nci Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davada ihtiyati tedbir kararlarının reddine karar verilerek duruşma 30 Haziran’a ertelendi.

Mahkeme tutanağında “4-5 Kasım 2023’te yapılan kurultayın yok hükmünde olduğunun tespitiyle iptali, mutlak butlanla sakatlandığı gerekçesiyle Özgür Özel ve MYK, PM üyelerinin görevden uzaklaştırılması ve Kemal Kılıçdaroğlu’yla önceki parti meclisi üyelerinin görevlerine iadesine ilişkin dava olduğu anlaşıldı” ifadeleri yer aldı. Böylece “mutlak butlan” sözü ilk defa tutanağa geçmiş oldu.

Kılıçdaroğlu “mahkeme kararıyla dönmem” demedi

Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 30 Mayıs’ta kurultay soruşturmasına ilişkin sessizliğini bozdu. CHP’nin 38. Olağan Kurultayı’nın iptali istemiyle açılan dava ve hakkındaki eleştirilere ilişkin ilk kez konuşan Kılıçdaroğlu, X hesabından yaptığı açıklamada, “Benden bir mesaj bekleyen herkese buradan açıkça sesleniyorum: Herkes bilsin ki; bu partinin düşmanlarını, yine bu partinin harem-i ismetinde boğmaya muktediriz” dedi.

Kurultay soruşturmasının ardından can güvenliğe yönelik tehditler altını ifade eden Kılıçdaroğlu, “Beni elektrik direğine asmakla tehdit edenler de var, silahla vurulmamı isteyenler de” dedi.

“Tehditler, iftiralar ve kirli kampanyalar bir araya gelmiş” diye sözlerine devam eden Kılıçdaroğlu, “Hepsi bir ağızdan, hiçbir bilgi sahibi olmadığım, hiçbir dahlimin bulunmadığı bir konuda konuşmamı talep ediyorlar” diye yazdı.

Fatih Altaylı: “Mansur Yavaş’tan Kılıçdaroğlu’na hiç beklemediği bir tepki gelmiş”

Cumhurbaşkanını tehdit suçlamasıyla 21 Haziran’da gözaltına alınan gazeteci Fatih Altaylı beş gündür cezaevinde. Silivri’deki Marmara Cezaevi’nde tutulan Altaylı’nın hafta içi her gün sunduğu programı durdu.

Altaylı’nın cezaevinden gönderdiği mektuplar “Fatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: Silivri Günlüğü” serisinde paylaşılıyor. Bugün serinin dördüncü videosu yayınlandı.

Altaylı, cezaevinden gönderdiği mektupta, “Kılıçdaroğlu partinin başına geçmeye hazır olduğunu söyleyince, Mansur Yavaş’tan hiç beklemediği bir tepki gelmiş” dedi.

Haftaya Bakış (273): Fatih Altaylı'nın tutuklanması | CHP kurultay davası | İsrail-İran Savaşı ve Türkiye
Haftaya Bakış (273): Fatih Altaylı’nın tutuklanması | CHP kurultay davasında neler olacak? | İsrail-İran Savaşı ve Türkiye

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Yine Kemal Can’la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.

Kemal Can: Merhaba, Ruşen. 

Ruşen Çakır: Haftanın öne çıkan olayları aslında hafta başında yaşanacaklara endeksli. Pazartesi günü sabah 10.00’da Ankara’da Cumhuriyet Halk Partisi ile ilgili duruşma var. Karar çıkma ihtimali yüksek. Ertelenme ihtimali de var tabii. Kararın nasıl çıkacağı konusunda da değişik birtakım iddialar var, ama en yüksek ihtimal, mutlak butlan kararı çıkıp, mahkemenin, partiyi Kemal Kılıçdaroğlu’na, yani eski yönetime teslim etmesi yolundaki beklenti ve zaten Kemal Kılıçdaroğlu da bunu istediğini açık açık beyan etti. CHP yönetimi de Kılıçdaroğlu’nun buna yanaşmayacağını beyan etmesini bekledi. Değişik görüşmeler oldu, Ekrem İmamoğlu’yla. Sonra Vahap Seçer, Mansur Yavaş ve bir CHP yöneticisi gittiler, ama Kılıçdaroğlu, “Ne var bunda?” deyip onları tersledi ve sonuçta, en son bugün Mansur Yavaş’ın bir açıklaması var. En acısı diyeceğim, hakikaten orada Ekrem İmamoğlu’nun İsmail Saymaz’a söyledikleri. Ekrem İmamoğlu artık Kemal Kılıçdaroğlu’nun ikna olmayacağı konusunda tam anlamıyla ikna olmuş ve bundan çok büyük rahatsızlık duyuyor. İhanet olarak tanımladı bunu. Bir gün önce de “Bizi burada canlı canlı öldürmek istiyorlar” diye yargıya seslenmişti. Hepsi beraber ele alınca garip bir döneme doğru gidiyor CHP. 

Bu olanlar, iktidarın çok işine yarıyor tabii. Zaten farkındaysan bu olayı, yani ‘’Kılıçdaroğlu geliyor, Bay Kemal geliyor’’ propagandasını iktidar yanlıları ya da muhalif gibi görünen ama iktidar yanlısı kanallarda boy gösteren isimler yapıyorlar. Kılıçdaroğlu yanlısı olan mevcut ve eski milletvekilleri de yavaş yavaş seslerini çıkartmaya başladılar. Yani şu anda CHP tam bir kör dövüşü şeklinde gidiyor ve belirsizlik var tabii. Kılıçdaroğlu mahkeme tarafından atanırsa, öyle diyelim, Özgür Özel ve diğerleri ne yapacak? 19 Mart’a yönelik direniş nasıl seyredecek? Şimdi ‘’CHP’nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’dur’’ diye resmi bir karar alınırsa, bu sefer Özgür Özel ve şimdiki diğer yönetim mitingleri nasıl yapacak, hangi hakla yapacak? Orada çok ciddi sorunlar çıkacak. Bir de tabii birçok şeyin yanında çok kritik bir husus da hazine yardımı. Eğer Kılıçdaroğlu atanırsa, devlet hazine yardımını tabii ki ona aktaracak ve diğerleri birçok açıdan çok zor durumda kalacaklar. Hem parti kimliği yok, hem ayrı parti kurmaları yolunda bir beklenti var. Hatta partinin hazırlandığını söyleyenler de var. Ama bu Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu için ne kadar doğru bir yöntem olur, açıkçası çok emin değilim. Yani CHP’yi var olan hâliyle ve son 19 Mart sürecinde sürekli olarak ‘’Atatürk’ün partisi, yüz yıllık miras’’ diye sahiplendikleri bir partiyi mahkeme kararıyla Kılıçdaroğlu’na bırakmaya razı olacaklar mı? Tamam, Kılıçdaroğlu geldi diyelim ama kongre olacak. O kongrede ki Kılıçdaroğlu aday olmayacağını söylüyormuş galiba, ama onun işaret edeceği kişi yerine, Özgür Özel’in kazanma ihtimali çok yüksek. Son yaptıkları Olağanüstü Kongre’de çok net bir başarı elde etmişti biliyorsun. Ama bu kongre ne zaman olur, nasıl olur ve bu arada neler olur? Çünkü cezaevindeki insanların en büyük motivasyonu dışarıdaki direnişti, dışarıdaki mücadeleydi. Dışarıda bir direniş, mücadele olmayıp, CHP yine kendi içerisinde mücadeleye girince, o tutuklu belediye başkanları, belediye bürokratları nasıl bir ruh hâline girecekler? Açıkçası çok kötü bir dönem bekliyor CHP’yi sanki. Tek senaryo, mahkemenin reddetmesi ve bu yönetimin devam etmesi. Ama böyle bir şeye ihtimal veren, böyle düşünen çok kişi yok. Ben de düşünmüyorum açıkçası. Çünkü mahkeme hukuki değil, siyasi bir mahkeme.

Kemal Can: Evet. Birtakım hukukçular hukuki mülahazalarla zaten bu davanın reddedilmesi gerektiğini söylüyorlar. Ama senin de söylediğin gibi, bu mahkeme hukuki bir karar vermeyecek. Dava hukuki bir gerekçeyle açılmadı, mesnedi de böyle değil zaten. Onun için hukuki olarak ya da teknik olarak bu işin nasıl olması gerektiğine dair çıkarımların tabii ki bir kıymeti var, ama bizi nereye gittiğimizi anlamaya taşımıyor. Neredeyse bir, bir buçuk ay önce, bu ilk mutlak butlan ihtimali ya da bu kurultay davasının yeniden canlandırılması hadisesi önümüze geldiğinde konuşmuştuk ve ben kendi söylediğimi hatırlıyorum. Ama seninle de ortak görüş olarak ortaya koyduğumuz şey, en azından bu bir türbülans, bir çalkantı hâline dönüşmeden bunu durdurabilecek hamleyi yapabilecek insanın Kemal Kılıçdaroğlu olduğuydu. Çıkıp bu spekülasyonların önünü kesecek çok net bir irade beyanında bulunabilir. Bazı gazetecilerin iddia ettiği gibi, savcının bu yüzden davayı açmaktan vazgeçip vazgeçmeyeceği ayrı bir şey, ama her ne sonuç olursa olsun en azından CHP içerisinde bir tartışmaya evrilmesini engelleyebilir, bu fırsat elinde vardı. Zaten insanlar da bunu daha sonra da pek çok kez dile getirdiler. Kılıçdaroğlu’nun çıkıp, bu davanın kendisinin mesnetsiz olduğunu, dolayısıyla bu davadan çıkacak her türlü sonuçla ilgili bir pozisyon almayacağını, mevcut yönetimin ve şu anda süren mücadelenin arkasında duracağını ifade eden, kendi cümleleriyle nasıl ifade edecekse, bunu ifade eden bir tutum alması ve bu spekülasyonların önünü kesecek erken bir açıklama yapması herkesi rahatlatacaktı. Herkesin talebi de bu yöndeydi. Kılıçdaroğlu bunu yapmadı. Etrafından dolandı, başka şeyler söyledi. Sonra, onun çevresinden yayılmaya başlayan işaretler, zaten böyle bir şey yapmaya pek de niyetli olmadığını gösteren bazı açıklamalar, davranışlar gördük. Şimdi işin bir tarafı bu. Bu konuda gayet net bir mesele vardı ve Kılıçdaroğlu, pek çok kez olduğu gibi, genel kamuoyunun, CHP kamuoyunun, muhalefet kamuoyunun beklediği ya da yapması durumunda memnun olacağı şeyi yapmaktan kaçındı. Ama bundan sonra son bir ayda, özellikle son üç haftada işin olağanüstü köpürdüğünü görüyoruz. 

Şimdi buraya şöyle bir parantez açarak bir nokta koymak gerekirse, o da şu: Şimdi fikrini değiştirdi mi bilmiyorum, ama hatırlıyorsan Özgür Özel yakın zamana kadar bu dava ile ilgili olarak, bu davanın bir sonuç için değil, bir süreç için icat edildiğine ve bu davadan bir karar çıkmasından daha çok, bu davanın sürmesi sırasında yarattığı problemlere dikkat çekerek, açıkçası, birazcık bu topa girmemek, bunun dışında kalmak, bu konudaki spekülasyonların parçası olmamak tutumunda ısrarlı oldu. Ben de Özgür Özel’in bu tutumunu doğru bulduğumu hem daha önce söyledim, hem de şu anda da yaşanan gelişmeler itibariyle baktığımda, doğru bir tutum olduğunu düşünüyorum. Çünkü Kılıçdaroğlu bekleneni yapmadı ya da bazılarının söylediği gibi tam da beklenen şeyi yaptı. Tamam, bunu bir kenara koyuyoruz. Pek çok gazetecinin, yorumcunun, kimi zaman kulis haberlerle, kimi zaman değerlendirmelerle, kimi zaman duyumlarla, neredeyse her gün, ‘’o onu demiş, o ona bunu demiş, o da bunu yapmaya niyet ediyormuş’’ spekülasyonları büyütmeleri ne sonucu değiştirdi ne Kılıçdaroğlu’nu doğru ya da yapılması gerekene doğru itmeye, ne de gerilimi yatıştırmaya yaradı. İktidar medyası tuhaf biçimde, birtakım kulis haberleriyle, hele son haftalar içerisinde doğrudan açık haberlerle, hatta bizzat Erdoğan’ın devreye girerek ‘’Kılıçdaroğlu’na haksızlık ediliyor’’ gibi laflar etmesine varacak kadar işin içine girdi, tartışmanın sertleşmesini köpürttü. Ama köpürtmenin bu tarafı da aynı hızda buna dâhil oldu. Yani tabir yerindeyse kimse Özgür Özel’in durmaya çalıştığı ya da tartışmayı durdurmaya çalıştığı yere riayet etmedi. Herkes bu şeye biraz su taşıdı ya da harladı. 

Pazartesi günü birkaç olasılık var. Eğer Özgür Özel’in dediği doğruysa ve bu, uzatılması istenen bir sürecin parçasıysa, belki dava ertelenecek ve bu tartışma iyice harlanmışken, iyice de tırmanmışken, senin biraz önce işaret ettiğin gibi, iktidarın biraz daha tadını çıkartacağı bir süreç hâlinde devamına karar verilecek ya da açıkça bir sonuca doğru ilerleyecek bir karar çıkacak. Eğer mutlak butlan çıkarsa ve Kılıçdaroğlu gelirse… Şimdi resme baktığımızda, bu tartışmanın geldiği noktada iktidarın memnun olacağı sonuç, evet, böyle bir sonuç. Çünkü bu sonuç, devamında da sürecin bitmemesine, tartışmanın da devam etmesine, senin biraz önce sıraladığın ve özetlediğin gibi yeni tartışmaların açılmasına neden olacak. Yani iş, ‘’CHP’nin durumu ne olacak, başka parti olasılığı, mevcut direniş ve mücadele alanı nasıl tanzim edilecek, bunu kim yürütecek?’’ gibi iyice daha zorlu bir tartışmanın konusu hâline gelecek. Pazartesi günü, iktidarın niyetinin, bu tartışmanın iyice alevlenmesi, iyice devam etmesi, daha da demlenmesi ve bu zaman zarfında mücadele refleksinin sönümlenmesi olup olmadığını göreceğiz. Evet, Özgür Özel mitinglerine devam ediyor, bir sürü başka faaliyet de yapılıyor. Ama kaçınılmaz olarak, özellikle kulis haberlerinin yoğunlaşmasıyla birlikte bu konu gündemde çok ön sıralara çıktı ve neredeyse üç haftadır, hadi diyelim iki haftadır hiç durmadan bu konuşuluyor.

Ruşen Çakır: Pardon, burada şunu bir not olarak düşmek istiyorum. Biliyorsun salı günü İmamoğlu’nun tutuklanmasının 100. günü olması vesilesiyle gündüz Saraçhane’de olacaklar. Akşam da Saraçhane’de miting var. Özgür Özel ona ‘’eylem’’ diyor, o olacak. Diyelim ki pazartesi günü ‘’CHP’nin genel başkanı Kılıçdaroğlu’dur’’ kararı çıktı ve varsayalım tebliğ edildiyse, başta söylediğim gibi, salı günü hangi kimlikle bunu yapacak? Salı günü Saraçhane’de, gündüz olmasa bile akşam mitingde çok ciddi sorunlar çıkabilir. Orada o mitingi nasıl yapıyorlar, onun prosedürü nasıl yürüyor bilmiyorum, ama mitingi CHP adına mı düzenleyecekler? Yani İstanbul Valiliği daha ilk günden kalkıp CHP değil diyebilir, şu diyebilir, bu diyebilir. 19 Mart operasyonu neden oldu? Bence erken oldu en azından. Sen tamamen katılmıyorsun galiba, ama Ekrem İmamoğlu’nun adaylığını açıklamasıyla ön seçim startı verildi ve bence Erdoğan onun tepkisiyle aldı. Şimdi de salı günkü olayı baştan sorunlu kılmak için, pazartesi günü böyle sert bir karar çıkabilir. Ne olacak? Yani öyle bir durumda Kılıçdaroğlu, “Arkadaşlar ilan etmişti, yapsınlar” mı diyecek ya da mitinge mi gelecek? 

Kemal Can: Evet, bu dava hukuki değil, ama hukuki prosedürler açısından bakarsak, mutlak butlan çıksa bile, pazartesi günü çıkan kararın, kararın çıktığı gün Kılıçdaroğlu’nun gidip genel merkeze oturması gibi bir prosedür yok, açık bir şey yani. Sonuçlanmadan olmuyor. 

Ruşen Çakır: Ancak orada ‘’tedbiren’’ diye de bir karar alıyor. 

Kemal Can: Evet. 

Ruşen Çakır: O zaman hemen başlıyor. Yani şimdi hem mutlak butlan, hem de tedbiren kararını birden alırsa, o zaman o prosedürler sürse bile o sırada ‘’tedbiren’’ deyip eski yönetimi tekrar başa geçirebiliyor. Yani tek başına mutlak butlan değil, mutlak butlan yanında bir de tedbiren böyle bir karar alma ihtimali olduğunu da söylüyorlar. O zaman daha ilk günden bunun etkilerini pekâlâ yaşayabiliriz; tabii eğer böyle bir sonuç alınırsa. 

Kemal Can: Pazartesi günü hepimiz şunu göreceğiz: Dediğin gibi bir karar ya da dediğin gibi iyice altını çizerek artık ne istediğini iyice açığa çıkartan bir tutum alırsa, davanın asıl sahibi olan iktidarın bundan sonrasına ilişkin ne planladığını görmüş olacağız. Eğer öyle olmaz ertelenirse, aslında yine sorun bitmiş olmuyor. Çünkü hatırlarsan, daha önce kayyumun önünü kesmek için olağanüstü kurultay yapılmıştı. O zaman kapandı gibi düşünülmüştü, ama öyle olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Dolayısıyla süreç olarak devam ettirilmesi niyetinin de nereye varılmaya çalışıldığına ilişkin yine yeni sorular oluşturması mümkün. Yani dolayısıyla ertelenmesi de genel olarak bizi ya da muhalefet kamuoyunu rahatlatmaya yetmeyecek. Karar çıkması, iki türlü karar çıkması, dediğin gibi tedbiren hemen sonuç alıp iyice işi hızlandıran bir tutum alırsa da başka türlü, bunun itirazlar ve davalar süreci hâlinde devam etmesine karar verilirse de başka bir anlamı var. Çünkü o zaman, şimdiye kadar kulislerle, arka kapı açıklamalarıyla dönen şey, daha açık ve aleni hâle gelecek. Yani açık bir kapışmaya dönüşecek. Şu anda pek çok insanın hâlâ şunu söyleme şansı var ki bazıları hâlâ bunu söylemeye çalışıyorlar: “Şu anda bir mücadele yok, parti içinde bir mücadele yok. İktidarın bizim partimizin içine doğru hamle ettiği bir operasyonla karşı karşıyayız” deniliyor. Şimdi karar çıktığı zaman bu operasyon tıpkı 19 Mart’ta olduğu gibi fiili bir duruma dönüşmüş oluyor; yani operasyon artık bir sonuç meydana getirmiş oluyor. Taraflar açık ve net bir mücadelenin içine sürüklenebilirler. 

Burada özellikle iktidar medyasına baktığımızda, ben oradaki son birkaç haftanın tutumunda ve Erdoğan’ın da tekrar konuya dâhil olma biçiminde şunu görüyorum: İktidar açısından, çok açıktan Kılıçdaroğlu’nu göreve getirme hevesini bu kadar aşikâr göstermek, manşetlerle, açıklamalarla, bu kadar tarafını belli etmek, bir anlama geliyor aslında. Burada yine Özgür Özel’e referansla söylüyorum: Bu da süreci işaret eden bir tutum gibi geliyor bana. Çünkü eğer bu sonuca dönük bir hamle olsaydı, Kılıçdaroğlu’nu göreve getirip istediklerini yaptırmak, bu kadar gürültü çıkartmadan hızla sonuca ulaşmak ve açıkçası kendi gizli hesaplarını da bu kadar aşikâr hâle getirmek ihtiyacı olmazdı. Bunu bu kadar aşikâr hâle getirip, CHP içerisinde, ‘’kim iktidarın yanında, kim iktidarın aparatı?’’ tartışmasını da beraberinde köpürtmeye çalışıyorlar. Bu son birkaç haftanın gündeminde, özellikle ortalığa saçılan, her taraftan yağan bilgilerde böyle bir ton görüyorum. Yayından önce seninle konuşuyorduk ya, operasyonlar hafta başına ve hafta sonuna geldiği için, ‘’Haftaya Bakış’’ genellikle bir hafta geriden takip etmek zorunda kalıyor. Ama bu birkaç haftanın izinden baktığımızda, pazartesi günü çıkacak tablo, bana hâlâ süreci biraz daha önde tutuyor gibi görünüyor. 

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ruşen Çakır: O konuda için ferah olsun. Pazartesi günü eğer mahkeme karar verirse yapacağımız canlı yayına seni de konuk alacağız. Cuma’ya kadar beklemen gerekmeyecek. Şimdi bu meseleyi burada kapatalım. O kadar çok şey dilimin ucuna geliyor ki. Mesela sen ‘’iktidar yanlısı medya’’ diyorsun. Ben geçenlerde ‘’Bir hayâl kırıklığı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’’ başlığıyla bir yayın yaptım. Orada adlarını vermek istemediğim birtakım insanlar, ki çoğunu sen de tanıyorsun, ‘’Bay Kemal geliyor”, “Geliyor Kılıçdaroğlu’’ diye sahiplenip destek veriyorlar. Kardeşim, bu kadar seviyordunuz madem, niye daha önce destek vermediniz? Mesela Kemal Kılıçdaroğlu’na o saldırı olayını hatırla. O dönemde zil takıp oynayan insanlar, şimdi birdenbire bambaşka bir şey oldular. Yani ne alâkası var, CHP ile sosyal demokrasiyle? İktidar medyasının şimdi açık destek vermesi hususu da önemli. Bu aslında normal şartlarda Kılıçdaroğlu’nun aleyhine bir durum değil mi? 

Kemal Can: Evet. Ben de demin onu söylüyordum. Bunu bu kadar göstere göstere yapmanın başka bir anlamı var.

Ruşen Çakır: Tabii oradaki anlam şu: “Sen gel. Aslında birbirimize ihtiyacımız var” yayınları bunlar. Neyse, biraz şunu konuşalım. ‘’Savaş büyüyecek, sıra bize gelecek’’ derken ateşkes geldi, biraz yatıştı sanki. Ama hâlâ bir gerginlik ihtimali hep var. Çözüm süreci ile ilgili birtakım hareketler var. Meclisteki komisyon kurulması meselesi var. Şimdi Sırrı Süreyya Önder’in yerine Mithat Sancar girdi heyete ve galiba haftaya Özgür Özel’le, Bahçeli’yle, Erdoğan’la görüşecekler. İmralı’ya da gidecekler. Bugündü yanılmıyorsam, BBC Türkçe’de Ayşe Sayın’ın haberinde vardı: Temmuz ayının ortasına doğru silah bırakma görüntüleri de gelmeye başlayacak deniliyor. Tabii hem bölgedeki savaş hem de Türkiye’deki bu garip savaş nedeniyle çok fazla konuşulmaz oldu. Bu arada, Hollanda’da soru sorulduğunda Erdoğan’ın olayı bayağı sahiplendiğini görüyoruz. Artık eskisi kadar daha tereddütlü değil galiba. Çözüm sürecinde bir hızlanma görecek miyiz? Kemal Kılıçdaroğlu bu sürece destek verir mi, ne dersin? 

Kemal Can: Sürecin uluslararası boyutu, başta, bunun gerekçesi olarak doğrudan Bahçeli tarafından işaret edilmişti; iç cephe, dış tehditler filan meselesi. Daha sonra, ‘’bu nereden icap etti, bu niye önümüze geldi?’’ yorumları içerisinde dış konjonktürün, bölgesel dinamiklerin etkisinden bahsedildi. Daha sonra Suriye’deki gelişmeler olunca, ‘’demek ki bu konuyla çok ilgiliymiş’’ yorumları yapıldı. Ama bir süredir ilginç biçimde işin dış boyutu, bölgesel ve küresel anlamdaki dış dinamiklerle ilgisi, sanki özellikle kenarda tutuluyor, gözden uzak tutuluyor ve bunun üzerine çok fazla konuşulmuyor. Çözüm süreci denilen sürecin şu ya da bu tarafında olan herkes benzer davranıyor. İlginç biçimde, konunun uluslararası bağlamı, Suriye ile ilişkisi, İran meselesiyle bağlantısı biraz gölgede tutuluyor, biraz kenarda tutuluyor, çok üzerine konuşulmuyor. Ama bu son gelişmeler, İran, İsrail filan tekrar alevlenince, tabii kaçınılmaz olarak mesele yeniden gündeme geldi. Hatta Bahçeli bunu doğrudan tekrar böyle işaret etti. Sonra da Erdoğan, epey önceden, en başta kullandığı, daha doğrusu Bahçeli’nin kullandığı ve onun da devraldığı ‘’iç cephe’’ meselesini tekrar ısıttı. Ama iç cephe hikayesi, e biraz daha pragmatik, muhalefeti de bir tür hizaya sokan bir genel siyasi dizaynın parçası olarak lafı edilen bir şey oldu. Fakat şunu gördük ki İran meselesi dolayısıyla, şimdi herkes zafer ilan ediyor. Yani İran kazanmış, İsrail kazanmış, Amerika kazanmış, Türkiye kazanmış, herkes kazanmış. Nasıl bir savaş idiyse bu? Belki tam da böyle kotarılmış bir iştir, o ayrı bir tartışma, ama ben şu anda ateşkesle,’’ herkes de en az riskle bir tür istediğini aldı ve yeni bir denge durumu oluştu’’ diye görmüyorum hadiseyi. Çünkü Suriye hadisesi de böyle olmadı, İsrail’in daha önceki hamleleri de böyle olmadı, Trump’ın attığı adımlar da böyle olmadı. 

Şu anda, herkesin ilk yoklamadan aldığı sonuçları sindirerek, yeni bir pozisyon üretmesi sürecindeyiz, bir bekleme sürecindeyiz. Bu kaçınılmaz olarak, bizim bu ‘’süreç’’ dediğimiz mevzunun tam da içinde yer aldığı bir tablo aslında. Bu işin neredeyse takvimi bile belirlenmiş bir tarafı var, zaten o kendi kendine yürüyor. Ama ben,  bu işin hızlanıp hızlanmayacağını biraz bu İran, Suriye, İsrail ve Amerika denklemiyle bağlı görüyorum. Oradaki belirsizliğin henüz kalkmadığını, yeni bir denge durumunun oluşmadığını düşünüyorum. Belki yeniden bu tür bir sert çatışma hâli görülmeyecek bir süre, ama bence herkes pozisyonunu yeniden değerlendirme aşamasında. Bunun içeriye yansıması ise, iktidarın, özellikle Erdoğan’ın beklediği iki sonuçla bağlantısı var. Birincisi, Erdoğan’a kredi açabilecek ve Erdoğan’ın da onu içeride bir siyasi çek olarak bozdurabileceği, bir avantaja çevireceği ‘’yakın dostum Trump’’ söylemine bir geri dönme hevesi var iktidar medyasında, onu görüyorum. Ama henüz bunun tam karşılığını almış değiller. 

Ruşen Çakır: Korkuyorlar Kemal. 

Kemal Can: Evet, çünkü bunun getirisi kadar götürüsü var. Bu çok problemli bir şey. Ayrıca, tam öyle açık bir şey de yok. Mesela önceden Trump, davetler lafları edilmişti. Onlar birdenbire kesildi. 

Ruşen Çakır: Mesela şimdi bu son yaşanan olayda, biliyorsun Trump bir iki hafta dedi, İran’a saldırdı. Sonra ateşkesin bozulması üzerine ikisine birden küfretti. Yani neyi ne zaman yapacağı belli olmayan biri olduğu için aklına geleni rahatça söylüyor. Hani bazen birileri bir şey olduğu zaman tweet atar ve yanlış da olsa gündemi belirler. Ama adam doğrudan Amerikan Başkanı olarak bunu yapıyor, kimsenin bir şey yapmasına gerek yok. Bir de zaten konuşmaya çok meraklı. Onun öylesine söylediği birtakım laflar, burada iç kamuoyunu çok rahatsız edebilir. Zamanında Trump’ın Erdoğan’a gönderdiği o mektuptaki ifadeleri hatırlarsın, bir şekilde burada Erdoğan’la ilgili ‘’kendince normal’’ o tür bir ifade kullansa, Erdoğan’ı zor durumda bırakabilir. Yani öyle çok güvenilebilecek biri değil. Erdoğan ona hâlâ hep ‘’dostum’’ diyor ve dikkat edersen İran’a saldırısını kınamadı.

Kemal Can: Tabii, tabii, hiç. Kınamayı bırak, küçük eleştirel bir şey bile söylemedi. İsrail’e retorik düzeyinde de olsa bir sürü şey söylendi ama…

Ruşen Çakır: ‘’Gerginliğin tırmanma ihtimalinden duyulan kaygı’’ gibi bir laf vardı.

Kemal Can: Evet, şimdi bu işin bir tarafı. Yani Trump’tan alınacak desteği burada bir ‘’dünya lideri’’ kartına çevirmek. İkincisi bu iç cephe meselesi. İç cephe meselesi şimdi hem komisyon hem anayasa tartışmalarıyla yeniden önümüze gelecek. Ama biraz önce konuştuğumuz mevzu, CHP’ye yaptığı operasyon, 19 Mart hikâyesiyle ilgili devam eden tutum, bunun medyada daha da genişleyerek hem tek insanlar bazında hem kurumlar bazında artarak devam etme ihtimali, bu ‘’iç cephe’’ söyleminin birilerini hakikaten sıraya sokacak Yenikapı gibi bir hava yaratabilmesi, yani muhalefeti bir anlamda kilitleyecek bir araca dönüşmesi kolay görünmüyor. Mesela CHP’yi daha sorunlu bir hâle getirme konusunda kendince istediği sonuçları alsa bile, ki şu anda tartışma seviyesinde, bunu başarmış görünüyor, ama daha da ciddi şeyler, birtakım spekülasyonlar realize olsa bile, genel olarak kendisine ilişkin itirazı ve bu itirazın bir arada sonuç alma iradesini değiştirebilmiş değil. Dolayısıyla bu iç cepheyi de çok kullanışlı, daha önce çok kolay kullanabildiği bir şey gibi tekrar ısıtıp gündeme getirmesi hiç kolay değil. Dolayısıyla bu İran meselesinden sağlanabilecek kısa vadeli pragmatik faydalar konusunda, o kadar da heves ettiği kadar çok imkâna sahip olmayabilir.  

Ruşen Çakır: Son olarak Fatih Altaylı’yı konuşalım. Biz geçen hafta ‘’Haftaya Bakış’’ yayınımızı yaptık ve ertesi gün Fatih’i gözaltına aldılar, pazar günü de tutukladılar. Ben o konuda bayağı bir şeyler söyledim. Hatta kendisiyle epey ses getiren bir röportaj da yaptım. Biliyorsun Cübbeli meselesi başlı başına bir olay oldu. Fatih cezaevine girdiğinden beri sürekli içerik üretiyor. Onlar ‘’boş koltukta’’ yayınlanıyorlar ve bayağı bir ilgi görüyor. 

Kemal Can: Hatta daha fazla galiba. Sayıları bilmiyorum ama olabilir. 

Ruşen Çakır: Ne kadar böyle sürecek bilmiyorum ama şu haliyle orada da gazeteciliğe devam ediyor. Bir de kulis haberler, yapıyor biliyorsun.

Kemal Can: Evet, evet. 

Ruşen Çakır: Bir de, Fatih veya Ekrem İmamoğlu ya da diğerleri sürekli avukatlarla görüşüyorlar. Onun dışında, siyasetçiler, özel izin alan kişiler geliyor belli ki ve sürekli onlara birtakım bilgiler akıyor. Bu vesileyle gündemi senden benden daha yakından takip ediyor olabilirler. Ne diyorsun Fatih olayına? 

Kemal Can: Gerçi artık avukatlar da gözaltına alınıp, tutuklanıyor. Dolayısıyla hem bu tür bilgi akışı anlamında hem de yine o kanalı tersinden kullanarak, o kanalla başkalarına bilgi ulaştırma konusunda belki hayatı zorlaştıracak şeyler de yapmaya niyet edebilirler. Çünkü bunun işaretlerini de görüyoruz. Mesela avukat tutuklaması meselesi. Şimdi birtakım medya kuruluşlarına ilişkin, öyle artık cezalarla yıldırma değil, belki de hayatlarını devam ettirmeyi bayağı zorlaştıracak adımlar da gelebileceği söyleniyor. Bunların hepsi, biraz önce konuştuğumuz konularla da bağlantılı aslında. İktidar, bu tür hazırlığı, bu tür tahkimatı, insanları yoğun biçimde gözaltına aldığı, tutuklamaları artırdığı, birtakım ceza sağanakları başlattığı dönemlerde iki türlü şey yapıyor: Ya kendi sıkışmasını rahatlatacak bir başka baskı gündemi yaratıyor ya da hazırlandığı bir şey için bir tür yol temizliği yapıyor. Şimdi yine aynı şeyi söyleyeceğim. Bunlardan hangisini yaptığına ilişkin değerlendirme, bizi başka yerlere götürür. Yani bir hazırlığın unsuru mu yoksa tıpkı 19 Mart’tan beri hep konuştuğumuz gibi, 100 küsur gündür devam eden ve aslında bir türlü çözemediği o direnç potansiyeline ilişkin çaresizliğinden mi bu hamleleri yapıyor? 

Hatırlarsın, bu tartışmalarda seninle benim hep farklı düşündüğümüz nokta şu: Evet, bunun bir yerinde çaresizlik var, ama yaptığı her şeyin amaçsız bir çaresizlikle, bir mecburiyetle yapıldığı değil, bir amaca hizmet etmek için olduğu fikrindeyim hâlâ. Bu amaç, evet, genel bir çaresizlik. Çünkü iktidarın kendi gücünü yeniden toparlaması, iddia edildiği gibi eski gücünde bir konsolidasyon üretmesi imkânsız olduğu için, rakipleri bozmak gibi hamlelere mecbur kaldığı doğru. Bunun bir çaresizlik içerdiği de doğru. Ama bu beni, sadece çaresizlik, ‘’ne yapalım, yapacak bir şey yok, korktuğu için bunları yapıyor, dolayısıyla bunun sonu geldi’’ sonucuna götürmüyor. Bunları yaparak bir yere varmak istiyor. Dolayısıyla bu yaptıklarına, sadece ‘’korktu, öyle yapıyor, çaresiz kaldı, öyle yapıyor’’ diyerek karşı strateji geliştirilemiyor. Onun yapmak istediği, yapmaya çalıştığı, çaresizlikten de olsa yapmaya çalıştığı şeylere doğru stratejilerle karşılık vermek gerekiyor. Tıpkı biraz önce konuştuğumuz CHP meselesinde de öyle. Aylardır ‘’CHP’nin içini karıştırmak istiyor’’ deniyor. Karıştırıyor işte, birileri de bu karıştırmaya karışıyor. Yani onu engellemeyi başarmak gerekiyor. 

Bu baskılar meselesinde de, bu direnç mekanizması için sen Fatih Altaylı’dan örnek verdin. Yani hapiste de yapmakta olduğuna devam etmesi, mesela İmamoğlu’nun da yine aynı şekilde yoğun biçimde, neredeyse düzenli olarak dışarıya ve kamuya açık mesajlarla varlığını hissettirmesi, yani kendisinin oraya gömülmesine izin vermemesi, bireysel politik mücadelesini devam ettirmesi, daha önce Selahattin Demirtaş’ın’’ kettle’’ mesajları gibi. Bunlar birtakım direnme biçimleri. Bu direnme biçimlerini çeşitlendirmek ve yükseltmek gerekiyor. Geçen hafta da konuştuk. Aynı şeyleri yaparak değil, daha yeni ve daha güçlü, daha etkili direnme biçimleri geliştirerek devam etmesi gerekiyor. Ben hâlâ muhalefet potansiyelinin buna imkân verdiğini düşünüyorum. Çünkü 100 günde, çözülmemiş, gerilememiş, yılmamış, vazgeçmemiş bir potansiyel varsa, o zaman bunun üstüne daha bir şeyler koymanın imkânı da var demektir. Biraz buradan düşünmeye başlamak, buradan çabalamak gerekiyor. Tamam, iktidarın becerebildiklerine takılmayalım, ama onun karşısına strateji koymak için, sadece onu küçümsemek, yaptıklarını küçümsemek yeterli cevap olmuyor. Evet, küçümsemek gerekiyor. Evet, onun her şeyi becerebileceğine, her şeye muktedir olduğuna olan inancı besleyecek bir tutum almamak gerekiyor. Ama tersini de yapmamak lazım. Yani bu bir ifrat-tefrit meselesi. 

Muhtemelen önümüzdeki günlerde başka şeyler de olabilir. Dediğim gibi, medyaya ilişkin baskı, böyle tek tek insanlar dışında kurumlara da yönelebilir. Kurumlara yönelirken de, tıpkı Ayşe Barım hadisesinde olduğu gibi, birtakım sembol isimlere bambaşka bir yerden soruşturma açıp, sanki bir sektör içindeki gerilimler dolayısıyla onun destek bulmamasını sağlayacak önden bir enformasyon faaliyetinin peşinden tutuklamanın gelmesi. Tıpkı Gezi hadisesinde, ‘’neredeyse ilk üç gün iyiydi, ama ondan sonra Gezi’yi desteklemeyi bıraktım’’ denilmesini sağlamak ve yıllardır içeride tutulan insanlarla ilgili hassasiyetin geriye bırakılması, unutulması. Yine mesela Demirtaş meselesinde gördüğümüz gibi. Birazcık bu direncin zayıf noktalarını da açığa çıkartacak hamleler yapıyorlar. Bunlara çok uyanık davranmak lazım. Burada çare, bilançolar çıkartmaktan, muhasebeler yapmaktan, lüzumsuz yüzleşmelere girmekten çok, ilkesel tutumlar almanın gerekiyor olması. Bu konuda özellikle siyasi mülahazalarla hapishaneye atılan insanlar konusundaki tutumun ya da her türlü yargısal müdahaleye uğrayan insanların veya kurumların durumunu kesinlikle tamamen ilkesel zeminde ele almak, onların kim olduğuyla ilgili tartışmalara girmemek, girmemeyi bırak, bunlara asla prim vermemek gerektiğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Dün Ahmet Şık’la bir yayın https://medyascope.tv/2025/06/26/ahmet-sik-chp-kurultay-davasini-yorumluyor-video/ yaptık görmüşsündür. Ahmet ‘’ama’lı haç’’ diyor bunlara, biliyorsun. Gamalı değil, ‘’ama’lı haç.’’ ‘’Ama o da şöyle yaptı,’’ ‘’ama o da bunu dedi’’ gibi. Bunlar otoriter rejimlerin en çok kullandığı, teşvik ettiği şeyler. Neyse, Kemal noktayı koyalım. Mahkeme sonucuna göre pazartesi günü tekrar kapını çalabiliriz, bakalım. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere. İyi günler. 

Kemal Can: İyi günler.