CHP ve İmamoğlu’nu nasıl bir gelecek bekliyor? Ruşen Çakır’ın konuğu Burak Bilgehan Özpek, CHP’de yaşanan kurultay davasını, Kemal Kılıçdaroğlu’nun olası dönüşünü ve Ekrem İmamoğlu’nun siyasi geleceğini anlattı.
CHP’nin 4-5 Kasım 2023 kurultayının iptali davası son aylarda büyük tartışmalara yol açtı. Kemal Kılıçdaroğlu önce uzun süre sessiz kaldı, sonra “partimin düşmanlarını boğmaya muktediriz” mesajı verdi. Mahkeme tutanağına 26 Mayıs’ta ilk kez “mutlak butlan” ihtimali geçerken, Kılıçdaroğlu savcılık ifadesine gitmedi ve “Mutlak butlan çıkarsa partimi kayyuma terk edemem” dedi. Arabuluculuk girişimlerini reddeden eski lider, açıklama yapmayı da kabul etmedi. 3 Haziran’da iddianame kabul edildi, 30 Haziran’da mahkeme süreci devam edecek.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin 4-5 Kasım 2023’te düzenlenen 38. Olağan Kurultayı ile 6 Nisan 2025’te gerçekleşen 21. Olağanüstü Kurultayının iptali talebiyle açılan davalar 26 Mayıs’ta görüldü. Ankara’da iki ayrı mahkemede açılan davalar birleştirildi.
Ankara 42’nci Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davada ihtiyati tedbir kararlarının reddine karar verilerek duruşma 30 Haziran’a ertelendi.
“O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi için çok tarihsiz bir durum”
Burak Bilgehan Özpek, videoda 30 Haziran’da görülecek CHP kurultayı davasını değerlendirdi. Özpek, 30 Haziran’da kararın çıkıp, çıkmaması ile ilgili, “Hiçbir beklentim yok açıkçası. Hiçbir tahminim de yok. Bu meselenin nasıl sonuçlanacağına dair de bir öngörüm yok. Bu çok az sayıda insanın bildiği bir sır bence şu anda” dedi.
Özpek, “Cumhuriyet Halk Partisi’nde eski genel başkanın tekrar partiye geri dönmesi ve parti içindeki kavgalar maalesef hükümetin iki senedir üzerinde çalıştığı senaryoyu daha da esaslı hale getiriyor. O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi için çok tarihsiz bir durum” dedi.
Seçmen ne istiyor?
Özpek, “Seçmen istikrar ister. Dağılıp giden bir parti istemez. Neticede bir siyasi partinin bir bütünlük ve ahenk içinde hareket etmesini bekler. İkinci olarak, seçmen bir siyasi partiden sorunlarını çözmesini ister. Ben Cumhuriyet Halk Partisi’nin eksik olduğu konunun bu ikinci nokta olduğunu düşünüyorum.” dedi.
İmamoğlu, CHP kurultay davasında çıkması muhtemel mutlak butlan kararıyla gündeme gelen Kılıçdaroğlu’nun açıklamasıyla ilgili, “Büyük bir ihanete uğrama duygusuyla karşı karşıyayım. Bunca insan hapisteyken ve yargılama değil, direkt cezalandırma oluyorken, aileler işkence altındayken, bu söze tahammül etmem mümkün değildir” dedi.
Burak Bilgehan Özpek, Ekrem İmamoğlu‘nun Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir ihanet içerisinde olduğunu yeni idrak etmiş olamayacağını söyledi. Özpek, “Ekrem Bey, Kemal
Kılıçdaroğlu’nun bir ihanet içerisinde olduğunu yeni idrak etmiş olamaz. Bu çok samimi bir açıklama değil. Eğer yeni idrak ettiyse bu, çok daha vahim bir duruma işaret eder. Saraçhane günü İstanbul Belediyesi’nin önünde çok büyük bir kalabalık toplandı. Meral Akşener neredeyse Ekrem İmamoğlu’nun elini kaldıracaktı, hatta bunu teklif etti bildiğim kadarıyla” dedi.
Burak Bilgehan Özpek sözlerine şöyle devam etti:
“Fakat birdenbire Almanya’da bir temas için bulunan Kemal Kılıçdaroğlu ilk uçakla geldi. Altılı Masa’nın, heyecan uyandırmayan ve toplam oy oranı yüzde 1’i geçmeyen küçük partilerini otobüsün üzerine çıkarttı ve Ekrem İmamoğlu’nu adeta bir anonsçu gibi kullandı. Ekrem İmamoğlu, Gültekin Uysal’ı anons etti. Ekrem İmamoğlu’nun başkan adaylığı açıklanacak diye meydana giden insanlara Ahmet Davutoğlu dinletildi. Bunları açık konuşalım. İhanet eğer varsa, İmamoğlu’nun ihanet olarak değerlendirdiği bir süreç varsa, bu süreç şu an başlamış olamaz.”
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Merhaba, iyi günler. Pazartesi günü Ankara’da Cumhuriyet Halk Partisi ile ilgili kritik bir duruşma var. Sonuç açıklanacak mı, ertelenecek mi henüz belli değil, ama bu davaya bağlı olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nde çok şeyin değişmesi mümkün ve eski Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun yargı yoluyla partinin başına yeniden dönme ihtimali ciddi bir şekilde gündemde. Bütün bunları siyaset bilimci Prof. Burak Bilgehan Özpek’le konuşuyoruz. Burak merhaba.
Özpek: Merhaba, Ruşen Ağabey.
Pazartesi ne bekliyorsun, tahminin ne? Yani karar çıkar mı, çıkarsa nasıl çıkar?
Özpek: Hiçbir beklentim yok. Açıkçası hiçbir tahminim de yok, bu meselenin nasıl sonuçlanacağına dair de bir öngörüm yok. Bu çok az sayıda insanın bildiği bir sır bence şu anda.
Evet, çünkü sonuçta bir yargı olayından bahsetmiyoruz, siyasi bir olaydan bahsediyoruz, öyle değil mi? Sonuçta yargı üzerinden, hukuk üzerinden yapılan tartışmaların tabii ki bir değeri var, ama sonuç olarak siyasi bir şey. Şimdi ‘’mutlak butlan’’ diye bir kavramla tanıştık. Daha önce de vardı herhalde, ama biz ilk defa bu olayla beraber duyduk ve bunun sonucunda, son yapılan kongre yapılmamış sayılıp, partinin, bir önceki yönetime devri ve bir de tedbir kararı alınırsa, temyiz olmadan hemen devri söz konusu. Yani pazartesi günü akşama doğru, öğleden sonraki saatte Kemal Kılıçdaroğlu mahkeme tarafından pekâlâ genel başkan ilan edilebilir ve Kılıçdaroğlu da bunu reddetmiyor.
Özpek: Evet.
Burada ondan tam olarak ne bekleniyordu?
Özpek: Kılıçdaroğlu’ndan, kendisini bence bir önceki başkanlık sürecinde topluma takdim ettiği gibi, dünyevi hırslarından arınmış, âdeta bir aziz gibi, diğer siyasetçilere benzemeyen ve siyaseti diğer siyasetçilerden farklı yapan biri gibi davranmasını bekliyorlardı. Çünkü Kılıçdaroğlu kendisini diğer adaylar arasından ayrıştırırken, kendisini öne çıkartırken, bu özelliğini çok vurgulamıştı ve kendisine başkan adaylığı nasip olmasına rağmen bunun bir ihtirastan kaynaklanmadığını, kendi dışındaki mekanizmaların, yani Altılı Masa’nın buna karar verdiğini ve kendisinin de yine diğer adaylardan farklı olarak bazı değer setlerini temsil ettiğini iddia ediyordu. Biz zamanında bunu çok tartıştık. Bunu satın alanlar oldu, satın almayanlar oldu. Ben satın almayanlardan bir tanesiydim. Netice itibariyle Kılıçdaroğlu’nun başkan adayı olma sürecini ve Altılı Masa hikâyesini, siyaset biliminin ve rasyonel aktör modelinin temel kavramlarıyla açıklamaya çalışmıştım. Fakat anlıyorum ki o dönemde bununla yüzleşmeyen birçok insan, şu anda bu durumla yüzleşiyor. Çünkü kendisini bu dünyevi hırslarından arınmış birisi olarak takdim eden ve Erdoğan’ın çok ciddi şedit bir rakibi olarak, tek arzusunu Erdoğan yönetimini sonlandırmak olarak beyan eden bir siyasetçinin de şu anda yaşadığımız durumda bu şekilde davranması bekleniyordu. Yani Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olmayı elinin tersiyle iten, mahkeme ne karar verirse versin bunu kabul etmeyeceğini söyleyen, Cumhuriyet Halk Partisi’nin iç işlerine yargıyı karıştırmayan, özellikle son dönemde siyasi başarısı artan Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar yürüyüşünü engelleyecek hiçbir adım içerisinde olmayan bir profil çizmesini bekliyor insanlar. Dolayısıyla bu olmayınca da, yani Kemal Bey bir derviş gibi, bir aziz gibi davranmayıp, bir siyasetçi gibi davranınca da insanların morali bozuluyor tabii.
Şimdi aylardır MetroPOLL’ün araştırmalarından hareketle In-Depth, yani ‘’Derinlemesine analiz’’ diye bir analiz yapıyorsunuz ve biz de birlikte aylardır bu analizleri yorumluyoruz. Bu sizin yaptığınız derinlemesine analizlerde, 19 Mart öncesindeki süreçte, CHP içi tartışmaların çok ciddi bir şekilde iktidarın işine yaradığını ve birçok kere CHP’nin 31 Mart’taki oyunun uzağına düştüğünü söylediğini hatırlıyorum. Ama 19 Mart’tan sonra işin rengi değişmişti, en azından CHP içi tartışma diye bir olaydan uzak kalmıştık. CHP tam tersine, birlik beraberlik içerisinde toplumsal muhalefetle buluşan bir partiye dönüşmüştü. Şimdi iktidarın bu mahkeme zamanlamasını tam böyle yapmasını anlarım, ama 19 Mart’ın altında kalmış olan bir CHP olsaydı, belki bu kadar da sorun çıkmazdı sanki. Ne dersin?
Özpek: Evet, seçmen istikrar ister, dağılıp giden bir parti istemez. Neticede bir siyasi partinin, bir siyasi parti gibi, o bütünlükte, o ahenk ile hareket etmesini ister. İkincisi de seçmen bir siyasi partiden sorunlarını çözmesini ister. Ben zaten bu programda size defalarca Cumhuriyet Halk Partisi’nin eksik olduğu konunun ikincisi olduğunu söyledim. Mesela etrafımızda birçok gelişme oluyor. Bir kere, her şeyden önce ekonomi çok kötü ya da İran-İsrail Savaşı oluyor. Dünyada yeni iktidar biçimleri ortaya çıkıyor. Türkiye’nin günlük hayatını tecrübe ederken insanların yaşadığı birçok problem var ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin bunlara dair bir sözü yok. Doğrusu, cezaevlerini ziyaret etmekten, miting düzenlemekten, bir hak arayışı içerisinde olmaktan, hakikaten bunlara vakitleri kaldığını da düşünmüyorum açıkçası. Çok normal bir Türkiye’de, hayatın kendi rutini içerisinde aktığı bir Türkiye’de, ister istemez Cumhuriyet Halk Partisi de bu konudaki projelerini ya da vaatlerini dile getirecekti, ama olmadı. Bugün seçmene, “Ekonomik krizi iktidar mı daha iyi çözer, yoksa muhalefet mi daha iyi çözer? Ekonomiyi kim daha iyi yönetir?” diye sorduğunuz zaman muhalefet açık ara önde değil. Açık ara önde olan seçenek ‘’ikisi de yönetemez’’ seçeneği. Tamam, Adalet ve Kalkınma Partisi ekonomiyi kötü yönetiyor olabilir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oyları düşüyor da olabilir. Fakat bu demek değildir ki bir alternatif olarak Cumhuriyet Halk Partisi topluma güven veriyor ve Türkiye’nin meselelerini çözmeye muktedir. Şimdi bu da çözülebilecek bir sorun aslında. Bir kadro oluşturursunuz, bir proje ekibi kurarsınız, seçimlerden önce yapacaklarınızı anlatırsınız.
Ondan daha temel başka bir sorun var: Bu parti içi birlik bütünlük meselesi. Türkiye’de insanlar, birbirine giren, birbirine düşen, makam için, mevki için, siyasi çıkarları için birbirini yıpratan ve bunu da kamuoyu önünde yapan insanları, partileri pek takdir etmiyorlar ve orada çok ciddi anlamda bir istikrarsızlık olduğunu düşünüyorum. Dikkat ederseniz, hükümet medyası… Aslında hükümet medyası meselesini de biraz açmak lazım. Bunu bu programda daha önce çok konuştuk. Yeni tip bir medyanın ortaya çıktığını söylemiştim. Bu medya, merkez medya görünümünde, fakat aslında hükümetin ajandasını tatbik eden bir medyaydı. Eskiden merkez medya daha ticari bir medyaydı. Dolayısıyla ticari olarak iktidara ya da muhalefete bağımlı değildi. Merkez medya bütün toplum kesimlerinin gözünün baktığı, bütün toplum kesimlerine hitap edebilen bir platformdu aslında. Bir haberi hem muhalife hem iktidara ulaştırabilen bir medya platformu vardı.
Fakat hükümet medya stratejisi gereği merkez medyayı ortadan kaldırdı. Dolayısıyla çok ciddi bir kutuplaşma durumu ortaya çıktı. Parti medyaları ortaya çıktı ve toplum artık birbirinden haber alamaz hâlde. A Haber‘in söylediği muhalifler tarafından inandırıcı bulunmuyor, Halk TV‘nin söylediği iktidar yanlıları tarafından inandırıcı bulunmuyor. Mahalleler tamamıyla birbirinden ayrıştılar. Bunu aşabilmek için de hükümet kendi mesajlarını, kendi gündemini muhaliflere aktarabilmek için yeni bir strateji geliştirdi. Muhaliflerin de, iktidar yanlılarının da, özellikle gazeteci ve akademisyenlerin aynı anda yayına çıktığı televizyon programları, merkez medyaymış gibi gözüken, tarafsızmış gibi gözüken, fakat aslında hükümetin mesajlarını muhalefete iletmeye yarayan bir medya tipi ortaya çıktı. Ve onlar da son iki senedir sürekli olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin iç meselelerini konuşuyorlar. Sanki içeride çok büyük problemleri olan, bunları çözmesi mümkün olmayan, insanların birbirleriyle kurduğu ilişkilerin samimiyetsiz olduğu ve yeri geldiği zaman birbirlerini arkadan bıçaklamak için fırsat kollayan insanların olduğu bir parti imajını çiziyorlar ve her akşam izleyicilere bunu izletiyorlar. Dolayısıyla şimdi Cumhuriyet Halk Partisi’nde eski genel başkanın tekrar partiye geri dönmesi, cumhurbaşkanı adayının onu hainlikle suçlaması, milletvekillerinin birbirleriyle dalaşmaları, partiye sempati duyan aktivistlerin çok sert bir dil kullanmaları, maalesef hükümetin iki senedir üzerinde uğraştığı bu senaryoyu daha temellendiriyor. O yüzden istikrarsızlık hakikaten çok talihsiz bir durum Cumhuriyet Halk Partisi için.
İsmail Saymaz bugün Ekrem İmamoğlu’ndan uzun bir açıklama almış. Mansur Yavaş da kendisi bir açıklama yaptı. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş 2023’ün aday adayları olarak zikredildiler, ama Kılıçdaroğlu tarafından kenarda tutuldular. Fakat hatırlarsan, seçim gecesi Kılıçdaroğlu yerine onlar çıktı televizyonda konuştu.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Özpek: Evet, hatırlıyorum.
Şimdi ikisinin de sanki havlu atar gibi bir hâlleri var. İmamoğlu’nun ve Mansur Yavaş’ın söylediklerini çok büyük bir çaresizlik olarak okudum. Bir siyasetçinin yaşadığı sıkıntıyı bu kadar aleni bir şekilde dile getirmesi iyi bir şey mi, çok emin değilim. Ama özellikle İmamoğlu’nun söylediklerinde ‘’bu iş bitmiş’’ gibi bir hava vardı sanki. Yanılıyor muyum?
Özpek: Hayır, ben de öyle okudum. Hapishane psikolojisi kolay değil tabii. İnsanın orada maneviyatını ayakta tutması çok zordur. Hapishane, öncelikli olarak insanın psikolojisini ve hayata dair algılamasını tahrip eder. Orada ayakta durmak, metin olmak ve dengeli hareket etmek çok zordur. O yüzden, siyasi bir lider hapisteyken onun beyin takımının dışarıda olması ve onu son derece doğru hareket edecek şekilde yönlendirmesi, bilgilendirmesi gerekir. Maalesef Ekrem Bey’in beyin takımını da içeriye aldıkları için, şu anda dışarıda bu vazifeyi ifa edebilecek birileri var mı ben bilmiyorum açıkçası. En azından layıkıyla ifa edecek birileri var mı bilmiyorum. İkincisi, Ekrem Bey Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir ihanet içerisinde olduğunu yeni idrak etmiş olamaz. Bu çok samimi bir açıklama değil. Eğer yeni idrak ettiyse bu çok daha vahim bir duruma işaret eder.
Bakın, Aralık 2022’de Saraçhane’de, İstanbul Belediyesi’nin önünde çok büyük bir kalabalık toplandı hatırlarsanız. Meral Akşener neredeyse Ekrem İmamoğlu’nun elini kaldıracaktı, hatta bunu teklif etti bildiğim kadarıyla. Fakat bir temas için Almanya’da bulunan Kemal Kılıçdaroğlu birdenbire ilk uçakla geldi, Altılı Masa’nın o son derece heyecan uyandırmayan ve toplam oy oranı %1’i geçmeyen küçük partilerini otobüsün üzerine çıkarttı ve Ekrem İmamoğlu’nu adeta bir anonsçu gibi kullandı. Ekrem İmamoğlu, Gültekin Uysal’ı anons etti. Ekrem İmamoğlu’nun başkan adaylığı açıklanacak diye meydana giden insanlara Ahmet Davutoğlu dinletildi mesela. Bunları açık konuşalım. Yani ihanet varsa, yani İmamoğlu’nun ihanet olarak değerlendirdiği bir süreç varsa, şu an başlamış olamaz. Siz 70’lerin sol geleneğinden geliyorsunuz, bilirsiniz bu hikâyeyi. Aldo Moro’yu Kızıl Tugaylar öldürmedi. Tetiği Kızıl Tugaylar çekmiş olabilir, ama Aldo Moro’yu Hristiyan Demokratlar öldürdü, ölmesine müsaade ettiler. Ekrem İmamoğlu meselesi de biraz böyle. Tayyip Erdoğan yasak kararını çıkarttı, ama o karar henüz onaylanmamıştı. Cumhuriyet Halk Partisi söylemini ve Kemal Bey’i destekleyen Altılı Masa bileşenleri söylemini, ‘’Ekrem Bey’i aday yaparsak her an başına bir şey gelir’’ önermesi üzerine kurdular. Siyasette bu ne demek biliyor musunuz? ‘’Ekrem Bey’in başına bir şey gelmemesi için aday yapmamamız lazım’’ demek. Yani Ekrem Bey’e kendini korumak için aday olma iddiandan vazgeç demek. Siyasi jargonda bunun karşılığı budur.
Biliyorsun, şimdi de benzer bir şey dillendiriliyor bir süredir. Hatta bugün Nefes gazetesinin manşeti vardı: ‘’Taban ve tavanda, ‘Türkiye, CHP ve İmamoğlu dışındaki konulara odaklansın’ diyenler varmış. Zaten biliyorsun, Erdoğan sürekli ‘’Sayın Özel’’ diye hitap ettiği konuşmalarında, “Etkin pişmanlıktan yararlan, Silivri’yi bırak. Gel burada muhalefetini ya,” diye benzer bir çağrı yapıyordu. Şimdi Kılıçdaroğlu da mitinglerin doğru olmadığını söylüyormuş. CHP’nin başına geçerse, yeni Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP, 19 Mart sürecini sürdürmeyecek büyük bir ihtimalle.
Özpek: Tabii.
Ve belki de buradan Ekrem İmamoğlu’nun tutuksuz yargılanmasını sağlayabilecek. Ama Ekrem İmamoğlu’nun, CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olmasını, ki kaç milyon kişi oy kullandı biliyorsun o dayanışma sandıklarında, bir şekilde iptal etmiş olacaklar.
Özpek: Siyaset matematiği böyle maalesef. Çünkü bu genel merkezlerin güçlü olduğu, Kemal Bey’in görevde olduğu ve genel merkez hiyerarşisinin güçlü olduğu, yani Ekrem İmamoğlu’nun genel merkez hiyerarşisine tabi olduğu dönemde aslında Kemal Bey’in varlığı, Kemal Bey’in Ekrem İmamoğlu’nu kontrol etme gücü, kontrol etme yeteneği, aynı zamanda Ekrem Bey’i de koruyan bir şeydi. Biz belediyelerle ilgili ufak tefek haberlere rastlıyorduk tabii, ama böyle bir davaya konu olacak, siyasi güvenliği tehdit edebilecek bir davaya pek de rastlamadık açıkçası. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi ile meselesi olan iktidar, bunu genel başkanla konuşabiliyordu. Bunun bedeli neydi? Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı 2023 seçiminde aday oldu. Ekrem Bey gibi, sadece CHP tabanı değil, muhalefetin bütün parti tabanlarını kendisine çeken, hatta Cumhur İttifakı’ndan oy alabilen, daha partiler üstü, parti hiyerarşilerinin dışında konumlanan bir figür, daha fazla oy alabilirdi. Ekrem İmamoğlu’nun ve İstanbul Belediyesi’nin korunması karşılığında, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına giden bir yol ortaya çıktı. Bu da çok optimal olmayan, çok verimli olmayan bir stratejiydi. Biz genel başkanların güçlü olduğu sistemde, siyasetin genel başkanlar tarafından yapıldığı, belediye başkanlarının belirli çizgiler içerisinde hareket etmeye mahkûm bırakıldığı ve adaylıklarını ancak genel başkanın izni olursa açıklayabildikleri bir dönem yaşadık. Bu dönemde İstanbul Belediyesi ve Ekrem Bey son derece güvenli bir alanda hareket ediyordu, fakat bunun bedeli de seçimlerin kaybedilmesi oldu. Saraçhane’den sonra Ekrem Bey’e muhtemelen şu mesaj gitti: “Kardeşim, eğer sen aday olursan Kemal Bey artık seni koruyamayabilir. Seni koruyabilmesinin sebebi cumhurbaşkanı adaylığı sürecinde nihai kararı ona bırakman. Eğer seni korumasını istiyorsan nihai kararı ona bırakacaksın.”
Ben burada ne bekliyordum? Kemal Bey’in daha gerçekçi davranıp son ana kadar bu meseleyi biraz muallâkta bırakarak, son anda, artık Erdoğan’ın hiçbir şey yapamayacağı anda, seçimleri riske atmadan Ekrem İmamoğlu’nu aday göstermesini bekliyordum. Bu bir ihtimal olabilirdi mesela. Fakat daha sonra durup düşündüğüm zaman bu da siyasetin doğasına o kadar ters ki. Kemal Bey niçin kazanılacağını düşündüğü bir seçime Ekrem Bey’i başka birisine aday göstersin? Bence oradaki temel sorun, Kemal Bey’in oradaki asıl sorunlu noktası, rejim içerisinden, devlet içerisinden, AK Parti içerisinden, yani bir iktidar sistemi içerisinden birtakım insanların gelip onu manipüle etmiş olması. Seçimin kazanılacağına, devletin Kemal Bey’i beklediğine onu ikna etmesi. Dolayısıyla o da kazanılacağından emin olduğu bir seçim olduğu için, Ekrem Bey’e çok fazla bu payeyi vermek istemedi.
Kılıçdaroğlu’nun mahkeme yoluyla genel başkan olması hâlinde, Özel ve arkadaşlarının yeni bir parti kurmasını söyleyenler var. Ama ortada çok sorun var. Bir kere, yeni parti kurmak… Cumhuriyet Halk Partisi çok ciddi bir hazine yardımı alıyor, partinin finansmanı anlamında. Mesela faaliyetlerin, 19 Mart sürecinin finansmanı, bütün bu mitingler, şunlar bunlar, bayağı bir yüklü işler. Bundan sonra nasıl bir şey olacak? Onlar partide kalıp kurultayı bekleyecekler, ama yeni yönetim kurultayı geciktirebilir. Normal şartlarda Kasım 2025’te olması bekleniyor, ama iktidar ya da yargı her türlü şeye yanaşabileceği için uzayabilir de. Nasıl bir süreç öngörüyorsun?
Özpek: 14 Mayıs seçimlerinden sonra ben bunu Medyascope‘taki bir yayında da söylemiştim, konuyu muhataplarına da iletmiştim. Bence Ekrem Bey’in hakikaten siyasi rotası, yol haritası, 14 Mayıs seçimlerinden sonraki memnuniyetsizliği ve umutsuzluğu Cumhuriyet Halk Partisi dışında bir partide temsil etmesiydi, yani yeni partiyi kurmasıydı. Bu ne demek oluyor? Cumhuriyet Halk Partisi’ni ve İstanbul Belediyesi’ni unutması anlamına geliyor. Hatta bir yayın yapmıştık, orada da söyledim, arşivde vardır, görürsünüz. Şimdi çok saçma geliyor tabii. O zaman da muhtemelen çok üzerinde düşünmediler. Ama bir parti genel başkanını, aktif bir genel başkanı devirmek zor bir iştir. Ankara siyasi kültürünün dışında bir şeydir. Yine İstanbul Belediyesi’ni kazanmak da zor bir iştir. Üstelik ittifaksız kazanmak, yani Millet İttifakı gibi bir yapı olmadan, Demirtaş’ın aktif oyunculuğu olmadan kazanmak da zor iştir. Bunlar bazı müzakereleri gerektirir. Fakat Ekrem Bey hem Cumhuriyet Halk Partisi’nde yönetimi değiştirmeyi başardı, hem de İstanbul Belediyesi’ni aldı. Ama bence orada rollerin dağılımı açısından bir sorun oldu. Artık Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, hiyerarşik olarak ne Mansur Bey’in ne Ekrem Bey’in üzerinde konumlanan ne onları kontrol edebilen ne de onların çok da saygı duyduğu diyeyim, bir figüre dönüştü. Mesela normalleşme süreci, şimdiden bakıldığı zaman, Özgür Özel’den tam olarak Kemal Kılıçdaroğlu rolü oynamasının beklendiği, Özgür Özel’in genel başkanlığında rüştünü ispatlamasının beklendiği bir süreçti. Tayyip Erdoğan İmamoğlu ve Yavaş’la muhatap olmak yerine, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı’yla muhatap olmayı yeğlemiş, onu görüyoruz. Bunun farklı şekilde yorumlanması mümkün. Cooptation diyebilirsiniz, rejime rıza üretme diyebilirsiniz, ama neticede, bu, partiler arasında oynanıyorsa Tayyip Bey Özgür Özel’le muhatap olmak istedi. O dönem kamuoyunun tepkisine, bu belediye başkanlarına yakın medyanın tepkisine baktığınız zaman ve en sonunda CHP tüzük kurultayıyla birlikte, Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığı sürecinin devreye girmesiyle, Cumhuriyet Halk Partisi hiyerarşisi bence darmadağın oldu. Bana soracak olursanız, orada artık Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendi içinde karar aldığı ve belediye başkanlarına tebliğ ettiği bir durum yoktu; tam tersi bir durum vardı. Yani belediye başkanlarının karar alıp Cumhuriyet Halk Partisi’ne tebliğ ettiği bir durum vardı. Bu, beraberinde oldukça sorunlu bir durum, sorunlu bir yapı getirdi. Hem Cumhuriyet Halk Partisi’nin Ekrem Bey üzerindeki koruma kalkanı ortadan kalktı, operasyonlara açık hâle geldi, hem de 19 Mart sonrası dönemde Özgür Bey’in ortaya çıkışı, kendi rüştünü ispatlamak için, kendi genel başkanlık vasfını, karakterini ispatlayabilmek için son derece zor, son derece etkili, tutkulu bir profil sergilemesini gerektirdi, bunu gerekli kıldı.
Bunun da şöyle bir sıkıntısı var: bBöyle yaptığınızda, yani, mitinglerle, meydanlarla, boykotlarla gittiğiniz zaman çok fazla müzakere etme niyetini taşımadığınızı söylüyorsunuz. Muhalifleri biliyorum ben, hepsi de arkadaşım. Zaten müzakereyi istemiyorlar; müzakere yapmayı büyük bir haysiyetsizlik ve büyük bir sorun olarak görüyorlar. Ama sonuç odaklı düşünmek lazım. Müzakerenin yapılmadığı bir durumda, Ekrem İmamoğlu’nun hapisten çıkma ve siyasi hayatına devam etme ihtimali nedir? Mesela burada da sokak gibi bir tavırla karşı karşıyayız. Daha önce sizinle de konuşmuştum, ben açıkçası bu sokak hareketlerine bel bağlayarak geliştirilecek stratejilere çok itibar etmem. Hatta öyle bir noktadayım ki şu anda, şu sokak artık mitolojik bir hadiseye dönüşmüştür Türkiye’de. Neyse, insanlar ne bekliyorlarsa bir çıksınlar ne elde edebileceklerini de görsünler gibi bir noktadayım artık. Herhangi bir durum olduğu zaman tek kelime etmeyeceğime de söz verdim. Ama bütün stratejinizi sadece sokak üzerine kurarsınız, yok halk Kılıçdaroğlu’nu partiye sokmaz, Kılıçdaroğlu yolda yürüyemez, halkın tepkisi hükümete geri adım attırır’’ gibi şeyler söylerseniz, ki gerçekten merak da ediyorum bunun başarılı olup olmayacağını, böyle şeyler söylerseniz müzakere kapısını kapatıyorsunuz. Müzakerenin olabilmesi için, bugün Nefes gazetesinde yazıldığı gibi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun da söylediği gibi, Ekrem Bey’i bir süre unutacaksınız orada. Ankara’ya geleceksiniz, hükümetle pazarlık yapacaksınız. Hükümet sizden bir şey isteyecek, siz onlardan bir şey isteyeceksiniz. Bu müzakereler sonucunda Ekrem Bey’in arkadaşlarını, belki Ekrem Bey’i bir süre siyasetin dışında tutarak, ama fiziksel olarak hapishanenin dışına çıkartarak belediyelerinizi koruyacaksınız. Mesele bu aslında. Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediği şey bu. Yol haritası bu.
Peki, istersen bundan sonrasıyla toparlayalım. ‘’Kılıçdaroğlu Ekrem İmamoğlu için kılını kıpırdatır mı?’’ diye çok uçtan bir soru sorayım.
Özpek: Kıpırdatabilir. Geçen haftaki yayında https://medyascope.tv/2025/06/17/erdogan-ve-bahcelinin-yeni-yol-haritalari-video/ sizinle Ümit Özdağ meselesini konuşmuştuk. Ben, ‘’Ümit Bey dışarı çıktığı zaman ilk sözü ‘çözüm süreci mi olur, anayasa mı olur?’ çok merak ediyorum. Ama bence anayasa olur’’ demiştim. Gerçekten de anayasa oldu. İlk konuşmasında önce anayasa demiş. Şimdi Kemal Kılıçdaroğlu da parti genel başkanı olduktan sonra eski defterleri karıştıracak, partiyi daha fazla bölünmeye götürecek bir savaş mı açar, yoksa en popüler isim olan, yani dışarıda aday olabilecek durumda olan Mansur Yavaş’ı aday yapıp, Ekrem İmamoğlu’nu dışarı çıkartmayı başarmaya mı çalışır? Hangisi Kemal Bey’in genel başkanlığını destekler? Bence ikincisi destekler. Mansur Bey’in adaylığını ön plana çıkartıp, “Bana AKP’li diyordunuz. Ben AKP karşısında, anketlerde en çok oy alan ismi cumhurbaşkanı adayı yapıyorum. Demek ki AKP’li değilim. Öte taraftan vefasız da değilim. Evladım dediğim birisini hapishanede bırakmayacağım. Ama onun yöntemleriyle siyaset yapma işini de benimsemiyorum. Benimsesem zaten burada olmazdım” der.
Bu yeni parti işiyle alâkalı da, eğer Ekrem Bey siyasi hayatına devam edecekse, bence, orada tepkiyi sokaktan, halktan beklememek lazım. Elitlerin bir şeyi organize etmesi gerekiyor. Çok iyi hatırlarsınız, 2001 senesinin 22 Haziran günü Fazilet Partisi kapatıldı. 2001 senesinin 20 Temmuz günü Saadet Partisi kuruldu. Zannediyorum 21 Ağustos günü de Adalet ve Kalkınma Partisi kuruldu. Bu parti kapatma işleri İslami hareketin başına çok geldi. Ama elitler böyle yoğun halk tepkisi örgütlemekten ya da sırtlarını halkın tepkisine bağlamaktan ziyade, daha seçkin tabanlı, yani daha elitlerin kurguladığı bir siyaset üzerinden ilerlemeyi tercih ettiler, daha sonra gidip halkla konuştular. O yüzden, Kemal Kılıçdaroğlu’nun önerdiği bu yol haritasının alternatifi de bence sokak hareketleri ya da halkın tepkisi olmamalı. Bu arada parantez açıyorum, bunu da sanki engellemek isteyen adam benmişim gibi bir duruma da düşmek istemiyorum. Oluyorsa olsun, çok da umurumda değil. Ama eğer Ekrem İmamoğlu siyaseti devam edecekse, Ekrem İmamoğlu’nun temsil ettiği çizgi devam edecekse, orada dışarıdaki insanlar yeni bir siyaset kurgulamalılar. Mesela ‘’Muhafazakâr demokrasi’’ kavramını Erdoğan’a yakın aydınlar kurgulamıştı, öyle değil mi? Kadro oluşturmuşlardı o yıllarda. ‘’Milli Görüş gömleğini çıkarttık, biz yeni bir partiyiz’’ retoriği üzerinden ilerlemişlerdi. Şimdi dışarıda bunları yapabilecek bir kadro var mı? Teşkilatlanabilecek, yeni bir felsefe, yeni bir çerçeve üretebilecek, İmamoğlu’nu siyasi skalada bir nokta üzerinde konumlandırabilecek bir kadro, kaynak var m? Her şeyden önce böyle bir derinlik, böyle bir arzu var mı? Ondan da emin değilim açıkçası.
Burak çok teşekkürler. Evet, bir belirsizlik var, ama sen CHP’nin kalıp, yeni bir partinin çıkmasının daha gerçekçi olacağını söylüyorsun anladığım kadarıyla. CHP eski CHP olarak Kılıçdaroğlu ve onun çizgisindekilerle yoluna devam eder. Ama yenilikçiler nasıl Saadet’e katılmadıysa, oradan yeni bir hareket çıkabilir.
Özpek: Şunu netleştireyim: Ekrem İmamoğlu merkezli siyaset devam edecekse, bu böyle olmak zorunda. Yoksa Kemal Bey’in bize sunduğu mönü ortada; orada yeni hiçbir şey yok.
Evet ama bir taraftan da, bu 19 Mart sürecinde de çokça dillendirilen ‘’Cumhuriyet Halk Partisi Atatürk’ün partisi’’ gibi şeylerden, onun imkânlarından feragat etmek istemiyorlar. Bir de öyle bir durum var tabii. Evet, çok teşekkürler, Burak.
Özpek: Rica ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi’ni nasıl bir geleceğin beklediği üzerine Prof. Burak Bilgehan Özpek’le konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.
1 Temmuz 2025
Süre: 32,00