İbrahim Özdemir yazdı: Leman karikatürü ve sekülerliğin üç yüzü

Leman dergisinin yayınladığı karikatür, yalnızca bir mizah unsuru olmanın ötesinde, toplumumuzun ne kadar kırılgan ve kutuplaşmaya açık olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Leman karikatürü ve sekülerliğin üç yüzü

Bir anda ikiye bölünen bir toplumda, eleştiriyle başlayıp tehdit ve linçe varan tepkiler arasında sıkışıp kaldık. Bu olay, yüz yıllık Cumhuriyet birikimimizi, laiklik anlayışımızı ve kamusal alanda dinin rolünü yeniden düşünmemiz gerektiğini acilen hatırlatıyor.

Cumhuriyetimizin temel ilkelerinden biri olan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü, bilimin rehberliğini savunurken aynı zamanda kamusal alanı evrensel bir akılla düzenleme ülküsünü dile getiriyordu. Ancak bugün yaşananlar, İslam’a, birbirimize ve farklı düşünenlere dair taşıdığımız ön yargıların ve cehaletin bizi sadece mahcup etmekle kalmayıp geleceğe dair ciddi kaygılara da sürüklediğini gösteriyor.

Tam da bu nedenle, bir yıl önce yayınlanan Charles Taylor’ı Anlama Rehberi: Cumhuriyetin 100. Yılında Laikliği Yeniden Düşünmek kitabımda işaret ettiğim temel teze tekrar dönme ihtiyacı duyuyorum: Laikliği, sekülerliği ve inancı bir çatışma zemini olmaktan çıkararak, içinde bulunduğumuz çağın karmaşıklığıyla yüzleşecek yeni bir anlayış geliştirmek zorundayız.

Sekülerliğin üç anlamı

Kanadalı filozof Charles Taylor’ın Seküler Çağ (The Secular Age) adlı eseri, “seküler” çağda yaşamanın ne anlama geldiğini üç temel tanım üzerinden tartışır. Bu tanımlar, bugün Türkiye’de laiklik-şeriat, inanç-özgürlük, gelenek-modernlik eksenlerinde yaşadığımız çatışmaların arka planını anlamak açısından son derece aydınlatıcıdır.

  1. Klasik Sekülerlik: Bu anlayışa göre sekülerlik, kutsal olmayan dünyevi işleri ifade eder. Dindar bireyler, seküler işlerde çalışabilir; kutsal alanla dünyevi alan ayrışmıştır ancak çatışma yoktur.
  2. Sekülarizm: Tarafsızlık mı, Dışlayıcılık mı? Aydınlanma sonrası şekillenen sekülarizm anlayışı, kamusal alanın dini etkilerden arındırılması gerektiği düşüncesine dayanır. Bu yaklaşıma göre devletin ve eğitimin tarafsız kalması esastır; bireylerin dini inançlarını ise özel alanda yaşamaları beklenir. Ancak bu anlayış, zamanla katı bir biçime bürünerek çoğu zaman “militan laiklik” olarak da tanımlanan din karşıtı bir tutuma dönüşebilir. Bu tutum da, dindar bireylerin kamusal görünürlüğünü ve katkısını tehdit eden dışlayıcı bir uygulama halini almaktadır. Nitekim Fransa örneğinde olduğu gibi, bu anlayış dini sembollere ve genel olarak “dini” olana karşı adeta bir mücadeleye dönüşerek, inanç özgürlüğünü değil, inançsızlığı dayatan bir modele evrilme riski taşımaktadır.
  3. Modern Sekülerlik: Taylor’ın asıl üzerinde durduğu bu tanım, bizim çağımıza daha uygun görünmektedir. Burada sekülerlik, bireyin Tanrı’ya inanmanın artık sorgulandığı ve inançsızlığın da meşru bir seçenek haline geldiği bir dünyayı ifade eder. İnanç, artık “doğal” değil, “seçilen” bir konuma gelmiştir. Bu çağda herkes ister dindar ister inançsız olsun, kendini sürekli bir sorgulamanın içinde bulur.

Laiklik: Bir çatışma zemini mi, ortak zemin mi?

Bugünkü tartışmalarda sıkça rastladığımız sert laiklik ya da militan sekülarizm anlayışı, dinin kamusal alandaki görünürlüğünü tehdit olarak görmekte ve dindarlığı bireysel bir vicdan meselesine indirgemektedir. Öte yandan bazı dini kesimler de sekülerliği tümüyle dinsizlikle eşdeğer tutmakta ve Cumhuriyetle hesaplaşma üzerinden bir tür rövanş arayışına girmektedir.

Bu iki uç tutumun arasında kalan geniş bir toplum kesimi ise, hem inançlı kalmak hem de özgür, çoğulcu ve eşitlikçi bir kamusal yaşam içinde var olmak istemektedir. İşte bu noktada Charles Taylor’ın Kanada’da uygulanan üçüncü sekülerlik tanımı, bize uzlaşmanın ve birlikte yaşamanın imkanlarını hatırlatıyor.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Seküler bir çağda yaşamak, artık bir çatışma hali değil, ortak bir insanlık durumudur. Dindarlık da, sekülerlik de bu çağda anlamını yeniden kazanmakta ve dönüşmektedir. Bu çağda laiklik, bir bastırma ya da dayatma rejimi değil; farklı inançların, yaşam biçimlerinin ve kanaatlerin yan yana var olabileceği çoğulcu bir zemini inşa etme çabası olmalıdır.

Leman karikatürü, laikliğin yeni bir yorumuna, toplum olarak daha olgun bir inanç-özgürlük ilişkisine duyduğumuz ihtiyacı bir kez daha gösterdi. Şimdi mesele, laikliği yeniden düşünerek hem dindarları hem de sekülerleri kapsayan çoğulcu, saygılı ve diyalog temelli bir ortak yaşam vizyonu geliştirmektir.

Taylor’ın da işaret ettiği gibi, “seküler çağ”da yaşamanın özü, neye inandığımızdan çok neyin artık inandırıcı olduğudur.

Bugünün Türkiye’sinde laiklik, bir savaş alanı olmaktan çıkmalı, birlikte yaşamanın etik ve felsefi çerçevesi haline gelmelidir.