Ruşen Çakır ve Kemal Can Haftaya Bakış’ın Çözüm sürecinde yeni aşama | 19 Mart sürüyor başlıklı videoda haftanın öne çıkanlarını konuştu.
19 Mart sürüyor
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla başlayan 19 Mart operasyonlarında yeni gözaltı kararları verildi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında “rüşvet vermek, rüşvet almak ve ihaleye fesat karıştırmak” suçlamalarıyla 18 kişi hakkında gözaltı kararı verildi.
Gazete Pencere’den Tolga Balcı’nın haberine göre Muzaffer Hacımustafaoğlu, İBB’de Ulaştırmadan Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısıydı.
İmamoğlu’nun 23 Haziran 2019’da yeniden kazandığı seçim sonrası, 28 Haziran’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri ve beş yardımcısı istifa etti. Hacımustafaoğlu da istifa eden isimler arasındaydı. “Yeni yönetimin önünü açmak için istifa ettik. Ayrıca emekliliğimi de istedim” açıklamasında bulunan Hacımustafaoğlu, sadece beş gün sonra KCT Yol Yapı şirketine ortak oldu.
İmamoğlu’na Akın Gürlek davasında karar açıklandı
Tutuklu İBB Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun 7 yıl 4 aya kadar hapis ve siyasî yasak talebiyle yargılandığı Akın Gürlek davasında üçüncü duruşma bugün yapıldı. Mahkeme, Akın Gürlek davasında kararı açıkladı ve “hedef gösterme” suçundan beraat; kamu görevlisine hakaretten 1 yıl 5 ay ve tehdit suçlamasından da 2 ay 15 gün hapis cezası verdi.
İmralı Heyeti’nden partilere ziyaret
DEM Parti İmralı Heyeti, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile barış süreciyle alakalı olarak 1 saat görüştü. Pervin Buldan, Mithat Sancar ve Faik Özgür Erol’dan oluşan heyet, CHP Genel Merkezi’nde kabul edildi. Görüşmede komisyondan beklentiler ve ortak mutabakat konuları detaylı değerlendirildi.
DEM Parti İmralı Heyeti, 16 Temmuz’da Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile görüştü. Yaklaşık 45 dakika süren görüşmenin ardından heyet, görüşmenin “önemli ve verimli” geçtiğini açıkladı. DEM Parti Van Milletvekili Pervin Buldan, “Görüşmede Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi konuşuldu mu?” sorusuna “Her konu konuşuldu” yanıtını verdi.
Daha sonra heyet üyeleri Pervin Buldan ve Mithat Sancar ile Öcalan’ın avukatı Faik Özgür Erol, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret etti.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Haftaya Bakış’ta karşınızdayız. Yine Kemal Can’la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal merhaba.
Kemal Can: Merhaba, Ruşen.
Ruşen Çakır: Öncelikle çözüm sürecini ya da ‘’Terörsüz Türkiye’’yi konuşalım. Bu sabah Numan Kurtulmuş partilerin grup başkanvekilleriyle komisyon için bir araya geldi. Zaten DEM Parti’nin İmralı heyeti MHP, Gelecek Partisi ve CHP ile de buluşmuştu. Adalet Bakanı’yla da buluştular. Devletin şöyle bir yaklaşımı var. Süreci beş aşamaya ayırmışlar biliyorsun. Öcalan’ın çağrısıyla ikinci aşama bitti. Üçüncü aşama silah bırakma meselesi ki cuma günü bunun startı verildi. Dördüncü aşama, hukuki düzenlemeler. Beşinci aşama toplumsal restorasyon. Şimdi burada ilginç olan husus şu: Üçüncü ve dördüncü aşamaların birlikte gitmesi gerekiyor. Yani ‘’önce silahları bıraksınlar, sonra hukuki düzenlemeye geçeriz’’ gibi bir sıra olamayacak galiba. Zira sen de görmüşsündür, silah bırakanlar, daha doğrusu yakanlar, yapılan röportajlarda ‘’şimdi sıra devlette’’ dediler. Böyle karşılıklı adımlar var. Devletin atacağı adımlar da esas olarak bu yasal düzenlemeler olacak. Tabii bu arada yasa değiştirmeden ya da yeni yasa yapmadan yapılabilecek işler de var; başta Demirtaş ve arkadaşlarının tahliyesi ya da kayyumların iadesi gibi. Bu, her an olabilir. Bu da herhalde Erdoğan’ın bir talimatıyla olacak işler. Çünkü tutulmaları ya da kayyumlar Erdoğan istediği için oldu. Erdoğan vazgeçtiği anda bunlar düzelecek.
Ama komisyon meselesi biraz daha zor. Çünkü partiler, özellikle muhalefet tarafından olayın meclis merkez alınarak yapılması talep ediliyor. Ama mesela İYİ Parti komisyonda yer almayacağını söylüyor. CHP de birtakım rezervler koydu, Kabaca şöyle özetlenebilir: Anladığım kadarıyla, bu komisyonun çalışmaları bir demokratikleşme perspektifi içermezse, biz yokuz demişler. Ve o zaman, Erdoğan’ın Cumartesi günkü konuşmasının sonunda söylediği, “Biz AK Parti olarak MHP ve DEM Parti ile bu süreci yürütüyoruz” gibi bir yere gelebiliriz, ki öyle bir noktaya gelindiği zaman, bence süreç yürümez. Yürür ama sonuç alması çok mümkün olmaz diye düşünüyorum. Bir şekilde CHP’yi ne yapıp ne edip katması gerekir. Ama Erdoğan bu konuda çok da hevesli değil. Yani CHP’nin rezervlerini görüp, ‘’zaten onlar istemiyor’’ diyerek CHP’yi dışarıda bırakmak isteyebilir. Ama anladığım kadarıyla Bahçeli CHP’nin bir şekilde olmasını istiyor. Şu anda bence bir belirsizlik var. Yani komisyon kuruluyor. Bu sabahki toplantıdan bir şey çıkmadı, yine haftaya kalmış bir şeyler. Temmuz sonuna kadar komisyonun kurulması söz konusu. 35-40 kişilik bir komisyon deniliyor. Ama şu hâliyle baktığımda biraz sorunlu sanki. Ne dersin?
Kemal Can: Birazdan fazla derim. Biraz sorun demek için fazla başlık var. Erdoğan, “Üçümüz yürürüz” derken, bir tane biz tarif edip, bir üçlü işaret etti. O çıkışın iki yönü vardı. Birincisi, bir oldubitti yaratmak. Muhalefette de zaten onun heveslileri olduğu için, “Tamam, ittifak üçlü hâle geldi. DEM Parti’yi muhalefetten aforoz edelim. Bu sürecin de karşısında pozisyonumuzu alalım. Cumhuriyeti kuran partinin de zaten yapması gereken bu” diyen bir kesim hemen harekete geçti. Zaten söylemekte olduklarını daha kuvvetli söylemeye başladılar. Ama en çarpıcısı, Tülay Hatimoğulları’nın, çok geçmeden Halk TV‘de yaptığı konuşma. Ama pek çok DEM sözcüsü doğrudan, meselenin kendi taraflarından böyle algılanmadığını, hatta bunun böyle bir oldubitti gibi ortaya konulmasından duydukları rahatsızlığı gösterdiler. Pervin Buldan da açıklama yaptı. Zaten daha sonra Ömer Çelik de birtakım tevil çabalarına girdi. İşin bir tarafı buydu, ama Erdoğan açısından amaç hâsıl olmuştu. Yani Erdoğan zaten kafalarda olan bir şüpheyi kışkırtarak muhalefet cephesinde bir dalgalanma yaratmayı başardı.
İkinci tarafı ise senin biraz önce işaret ettiğin gibi. Şimdi bu üçlünün iki tanesi MHP ve kısmen devlet ve DEM Parti pek öyle düşünmüyor. Eğer öyle bir üçlüden bahsedilecekse, bu yolun üçlü olarak yürünmesi konusunda bir mutabakat yok. Ama Erdoğan, süreci hem biraz bir tür nifak tohumu olarak kullanarak, hem de ‘’zaten iş oraya varacak, CHP şu ya da biçimde yan çizecek, öbür partiler zaten karşı duruyorlar’’ diye düşündüğü için, ki benim burada öbür partilerden kastettiğim, Zafer Partisi ve İYİ Parti, zaten muhafazakâr demokrat olduğu iddiasındaki küçük partileri çok önemsemiyor. Dolayısıyla ‘’zaten bu iş buraya bağlanacak’’ diye düşündüğü için, ‘’ben malumu baştan ilan ettim gibi bir havaya girdi ve sanki olacağı işaret etmiş gibi yaptı. Ama senin söylediğin gibi hem işin realitesi hem tarafların talepleri, böyle ‘’bizimle olanlar bizimledir. Kalanlar da başının çaresine baksın, ne yaparsa yapsın, bizi ilgilendirmez’’ biçiminde yürütülebilir bir süreç değil. Yani sadece DEM parti değil, hem sızan birtakım görüşme tutanaklarından, hem daha önce yaptığı açıklamalardan, hem de Özgür Özel’le görüşme talebinden biliyoruz ki, doğrudan Öcalan da bu sürecin birilerini, özellikle de CHP’yi dışlayarak yapılabileceği konusunda ikna olmuş değil. Zaten onu ikna eden ve komisyon konusunda ısrarcı olmaya iten de bu. Şimdi iş geldi bu noktaya kilitlendi. Senin söylediğin gibi komisyonun hazırlayacağı yasal düzenlemeler tarafı var.
Ama aslında bu silah yakma, bırakma ya da her neyse, o prosedür veya o mizansenle eşzamanlı olarak bazı adımların atılması bekleniyordu. Hatta hatırlarsın, bayramdan hemen sonra bazı tahliyeler söz konusu olabilir denilmişti. Onların hiçbiri olmadı. Yani yasal düzenleme gerekiyor bahanesine sığınılmayacak adımlar da atılmış değil. Senin söylediğin gibi bunun da tek müsebbibi var. Erdoğan bu konuyu nereye taşımak istiyor? Pazarlığı nerede kilitlemek istiyorsa ya da bağlamak istiyorsa ona ilişkin ayrı bir takvimi var. Yani o senin saydığın beş aşama dışında, Bahçeli’nin tarif ettiği takvim dışında, bir de Erdoğan’ın bir takvimi var. Erdoğan’ın bir öncelik listesi var. Dolayısıyla orada nereye oturduğuna bağlı olarak gelişmeler değişiyor. Şimdi komisyon meselesi de böyle bir yere kilitlenmiş durumda.
Şimdi bir taraf silahları sembolik olarak da yakarak aslında, ‘’bu eşzamanlı mı olacak, kim önce yapacak?’’ tartışmalarında bir anlamda ön aldı. Yani, “Tamam, biz öncelik meselesini dert etmiyoruz. Madem öyle görüntü istiyorsunuz, alın, size silahları yakma görüntüsünü veriyoruz. Hiç de bunun için bir ısrarda bulunmayacağız.” Çünkü hatırlarsan, Öcalan görüntülü açıklamasında, “Hangisi önce, hangisi sonra tartışması yapmayın, hadiseyi yapın,” diye, tabir yerindeyse bir çağrı yapmıştı ya da zaten talimat bildirmişti. Onun gereğini yaptılar. Ama onun gereğini yaparken, “Tamam, iyi. Siz önce yapmanız gerekenleri yapmadınız, hatta eşzamanlı bile yapmadınız. Biz üzerimize düşeni yaptık. Hadi, şimdi sıra sizde,” deme hakkını elde ettiler aslında. Buraya, Bahçeli’nin ilginç biçimde o gün hemen, “Öcalan sözünü tuttu” lafını da not olarak koyalım. Dolayısıyla tutulması gereken başka bir söz olduğunu hatırlatan bir göndermesi var o lafın. Sonra senin söylediğin gibi, Bese Hozat’ın, tıpkı Sırrı Süreyya Önder gibi metin dışı bir dip notu var. Sonra da DEM Parti’nin çeşitli sözcülerinden gelen ve zaten hayatın doğal akışında da beklenen, “İyi, tamam. İşte bir aşamaya geldik, çok acayip şeyler yapıyoruz. Erdoğan da son konuşmasıyla üstlenmiş. ‘’Tamam, bunların hepsini anladık da, peki ne oluyor?” sorusu her kesim için artık geçerli bir soru hâline geldi. Burada ayak direyen, yavaştan alan ve işi hızlandıracak bir komisyon faaliyetine değil de, süreci yavaşlatacak bir komisyona havale hâline ya da bunu bir pazarlık bahanesine çevirmek çok problemli sonuçlar doğurabilir.
Burada kritik nokta, CHP’nin takınacağı tavır. CHP, şimdiye kadar yaptığı gibi, özellikle CHP demeyeyim, belki CHP’yi bir bütün olarak kastetmeyeyim, ama genel merkez ve Özgür Özel’in özelinde, Erdoğan’ın niyet ettiği o nifak hamlesine hemen uygun davranılmaması pozitif bir şeydi. En azından Özgür Özel’in resmi söylemine, ‘’Cumhur İttifakı artık üçlü olarak yola devam ediyormuş, biz de işimize bakıyoruz’’ gibi bir hava yansımadı. Ama komisyon oluşturma meselesinde önemli bir faktör olarak, CHP’yi dışarıda bırakmak ya da dışarıda kalmaya zorlamak, yani iterek dışarıda bırakmak değil, onu dışarıda durmaya mecbur etmek gibi bir tutumun yoğunlaşması söz konusu olursa, bu, süreci de sıkıntıya sokar, Bence bu hamleyi yapıp, avantaj sağlamaya kalkan Erdoğan’ı da sıkıntıya sokar. Çünkü geldiği nokta itibariyle, sürecin getirildiği nokta itibariyle de burada oluşacak sıkıntılar, siyasi bir getiri sağlanıp sağlanmayacağından bağımsız olarak, pozisyon zorlukları yaratır. Çünkü şimdi çok konuşmuyoruz ama çok daha belirleyici başka bir unsur daha devrede. O da Suriye.
Ruşen Çakır: Tam ona girecektim.
Kemal Can: Karışmış durumda. Şöyle bir pasla geçeyim ona; şöyle söyleyeyim. Şimdi bir grup insan Türkiye’de meseleyi sadece iç dinamikler açısından değerlendirip, hatta iyice daraltıp, bunu siyasi bir aritmetik meselesi, DEM Parti’nin oyunu ve meclisteki sandalye sayısını kullanmak için kurgulanmış bir şey olarak anlattılar ve geriye kalan her şeyi bunun dekoru saydılar. Bir grup ise, “Büyük bir emperyalist oyun var. Zaten seneler önce planlandı. O tıkır tıkır işliyor. Gerisi her şey palavra. Aslında İsrail’in Büyük Ortadoğu projesinin gerekleri yapılıyor” deyip, bu sefer iç dinamiklere ilişkin her şeyi önemsiz saydılar. Şimdi görüyoruz ki bugün gelinen noktada, bu meseleler hiç de öyle tek bir başlık altında her şeyi açıklayan, diğer her şeyin de sadece detay ve dekor ya da kenar süsü gibi kullanıldığı yahut da sadece siyasi iletişim meselesi olarak algılanılabileceği şeyler değil. Bunlar katmanlı ve birbiriyle ilişkili meseleler.
Ruşen Çakır: Suriye meselesi gerçekten çok önemli. Şöyle bir hava vardı ki, Erdoğan da geçen hafta yaptığı konuşmada tam böyle bir pozisyondaydı. Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ın sözlerine bakarsak, Amerika da zaten Suriye’de tek devleti dayatıyor gibi bir hava ortaya çıktı. Tabii bu, Kürtlerde bir tepkiye yol açtı. Aslında Öcalan’ın perspektifinde Suriye’deki Kürt hareketinin Şam’a entegrasyonu sorun değil. Tam tersine, Öcalan’ın perspektifi, demokratik entegrasyondan bahsediyor.
Kemal Can: Evet. Her ülkede entegrasyonu savunuyor aslında.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Ruşen Çakır: Evet. Ama ortada şöyle çok ciddi bir sorun var. Aslında en son tam Erdoğan’ın konuşmasından bir gün önce başladı, ama sonra büyüdü. Süveyda denilen, Dürzîlerin çoğunluk olduğu yerde, Bedevi Araplarla çıkan çatışmada, Şam yönetiminin Bedevi Arapların lehine müdahalesini gördük. Sonra İsrail devreye girdi. Bunun üzerine Şam güçlerini geri çekti ve orada Şam’la diyalogu olan bazı Dürzî yöneticilerle anlaştılar diyelim. Fakat bu sefer de, ‘’şimdi Dürzîler Bedevi Araplara saldırıyor’’ gibi haberler gelmeye başladı. Çok karışık bir olay. İsrail, doğrudan Dürzîlerden yana taraf oluyor, ama Dürzîlerden yana taraf olurken, Şam’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayını ve Genelkurmay binasını hava harekâtı ile bombalıyor. Şimdi böyle bir ortamda Kürtlerin durumu çok belirsiz. Yani şöyle belirsiz: Açıkçası orada Sünni Araplar ülkenin çoğunluğunu oluşturuyor, ama Sünni Arapların hepsi Şam yönetimini desteklemiyor. Daha seküler olanlar da var tabii ki. Onun dışında Hristiyanlar var, Aleviler var, Dürzîler var, Kürtler ve başka küçük gruplar da var, ama esas olarak bunlar var ve bunların en örgütlüsü Kürtler. Hatta Kürtlerin silah gücünün, Şam yönetiminden daha etkili olduğu yorumları da yapılıyor. Ve Türkiye’deki çözüm süreci perspektifinde, işler, Abdullah Öcalan’ın perspektifiyle kolaylaşacaktı; Ankara’nın da desteklediği Şam yönetimine bir şekilde entegrasyon olacaktı. Hatta bunun birtakım ön mutabakatları da yapıldı, ama orada bir arıza çıktı. Bir yerde iş yürümedi, tıkandı. Üstüne, Dürzîlerle olan çatışma girdi. Şimdi işler çok karıştı. Zaten daha önce yaşanmış olan bir Alevi katliamı var orada. Ve böyle bir durumda, Suriye’de azınlık gruplar deyince aslında güç olarak ilk akla gelen Kürtler. Sayı olarak bilmiyorum, sayı olarak değil belki ama güç olarak Kürtler. Şu anda Suriye’deki bu belirsizliği, yeni kaosu çok ciddi bir şekilde etkileyebilecek bir gücü var Kürtlerin. Şimdi bu güç nasıl hareket edecek?
Aslında şöyle bir şey var: Suriye’deki Kürtler, Öcalan’ın Türkiye’de yürüttüğü sürece paralel olarak birtakım adımlar atıyor. Genellikle öyle bakıyoruz. Türkiye Suriye’yi belirliyor, ama Suriye’de işler çatallaşırsa, iyice karmaşıklaşırsa, Suriye Türkiye’yi belirleyebilecek. Yani Suriye’de yaşanacaklar, pekâlâ Türkiye’deki süreci birinci derecede etkileyebilir. Geçen seferki süreç esas olarak Suriye yüzünden koptu biliyorsun. Çünkü orada Kürtler çok büyük bir güç kazandı. Bayraklarını çıkarttılar, Öcalan posterleriyle çıktılar ortaya. Esad rejimiyle belli bir anlaşma yapmışlardı. Ve bunun üzerine Ankara, Erdoğan alarm hâline geçti ve sonra çözüm süreci yattı. Tek başına ondan yatmamıştır ama çok ciddi bir etkisi oldu. Şimdi baktığımızda, Türkiye’deki çözüm süreci Suriye’de de işleri kolaylaştıracak diye düşünürken, Suriye’deki işler Türkiye’deki süreci zorlaştırabilecek bir noktaya doğru gidiyor. O noktaya vardığına çok emin değilim. Ama biliyorsun, Öcalan’ı ziyaretinden sonra, kardeşi Suriye ile ilgili bir açıklama yaptı. Hemen yalanladılar onu. Ama Öcalan’ın da, ‘’hiçbir şeye karışmayın, silahları bırakın, Suriye’de ne olursa olsun’’ diyeceğine açıkçası pek emin değilim açıkçası. Biliyorsun Amerika, Şam’a, eş-Şara’ya yatırım yapıyor. Yaptırımları kaldırdı, Terör listesinden çıkarttı, şu oldu, bu oldu. Ama İsrail’i tam kontrol edemiyor gibi bir hava var. Eğer o işi toparlayamazlarsa, Suriye karışırsa güneyde, başka yerlerde de olabilir. Aleviler tekrar gündeme gelebilir, şu olur, bu olur. O zaman işler hakikaten Türkiye’deki süreci de baltalayacak bir yere doğru evrilebilir sanki.
Kemal Can: Kuşkusuz. Zaten şöyle bir şey var. Hatırlıyorsan, Bahçeli bu süreçle ilgili o ilk sürpriz çağrıyı yaptıktan sonraki hafta, grup toplantısında ve onun öncesinde de hadiseyi büyük ölçüde bölgesel ve küresel yeni dinamiklerle ilişkilendirmişti ve bunun bir güvenlik meselesi olduğunu söylemişti. O zaman bununla dalga geçildi. Çünkü hep bildiğimiz bir şey. Bu iktidar defalarca denedi bunu. Dış tehdit algısını, iç politikada kendisini koruyacak ya da kendisini rahatlatacak bir araç olarak kullandığı defalarca görüldü. Onun için yine benzer, “Aman, bölgesel tehditler artıyor. Dere geçerken at değiştirilmez’ gibi argümanlarla bunu kullanacak. Böyle bir şey yaratıyor” dendi. İşin böyle bir tarafı var. Reel politikte bunun defalarca örneği görüldü. Ama hadisenin bundan ibaret olmadığı çok kısa bir zaman sonra anlaşıldı. Suriye’deki gelişmeler ve hâlâ devam etmekte olan ve kesinleşmemiş yeni denge arayışları, burada hem bölgesel hem küresel düzeyde ciddi bir problem potansiyeli taşıyor. Bunun hâlâ, böyle söylenildiği gibi tıkır tıkır işleyen, iyi planlanmış ve plana sadık biçimde yürüyen bir mesele olup olmadığı ile ilgili tartışmalı görüşler var. Bu konuda kendinden çok emin olanlar da var. Ortadoğu söz konusuysa, her zaman zaten çeşitli dinamiklerin çeşitli etkilerle bambaşka bir hâle dönmesi de söz konusudur. Dolayısıyla Suriye dosyası kapanmış bir dosya değil. Dolayısıyla Türkiye’deki süreçle doğrudan ve birinci elden bağlı olan şeyin de hem senin söylediğin gibi Suriye’de olup biteceklerin Türkiye’deki süreci etkilemesi, hem Suriye’deki sürecin pek çok aktörünün bir gözünün, bir kulağının oradaki gelişmelerde olması çok anlaşılır bir şey.
Zaten Bahçeli dışında, Öcalan da daha ilk temasların hemen sonrasında, meseleyi bir güvenlik meselesi olarak gördüğünü işaret etti. Yani ‘’Bahçeli hadiseyi güvenlik sorunu olarak görüyor, Öcalan da özgürlük ve kimlik sorunu olarak görüyormuşçasına, bir elmanın iki yarısı’’ gibi bir tablo yoktu. İkisi de açıklamalarında meselenin bir güvenlik meselesi olduğu, Kürtlerin güvenliği ve entegrasyonunun da hem Kürtlerin güvenliği, hem de Türkiye’nin güvenliği anlamında bir karşılığı olduğu tezini savundular. Dolayısıyla burada oluşabilecek bütün güvenlik riskleri, doğrudan oradaki Kürtler için oluşacak güvenlik riskleri de, Türkiye için oluşabilecek güvenlik riskleri de, bu sürecin gerekçeleri seviyesinde kaynağında zaten etkili. Yani bunun mesnedi, dayanağı orada. Süreç, tamamen dış politika gerekleriyle biçimleniyor demiyorum. Hatta iç politika gereklerinin etkisinin hâlâ önemli ölçüde fazla olduğu kanaatimi değiştirmedim. Ama bu ilişkinin çok daha girift, karmaşık ve katmanlı olduğunu da kabul etmek lazım.
Bir başka faktör de şu: Evet, yaptırımlar kaldırıldı. Sanki Şara’ya bir yatırım yapılıyor havası görüldü. Hatta senin hatırlattığın gibi, Barrack ‘’bu federasyon işlerini unutun’’ çıkışları yaptı. Ama şu anda muhatap olarak hâlâ Şara’yla mı devam edileceği, İsrail’in dahli tartışması bile gündemde. Hatta Şara’nın Türkiye’nin korumasında olduğu, şu anda Şam’da bile bulunamadığı konusunda bir sürü spekülasyon dolaşıyor. Dolayısıyla şimdiye kadar görünen resmin her şeyi açıklayıp açıklamadığını tartışmamız gerekir. Yine Öcalan’ın yansıyan bazı görüşme notlarından ve daha önce yaptığı bazı açıklamalardan çıkartıyoruz ki, bu güvenlik meselesi şöyle bir entegrasyonu içeriyor. Yani entegrasyon, birbirinin faydasına olabilecek ortak bir konsept geliştirmekle iktifa edemez. Karşılıklı güven, güvenin ötesinde, birbirinin güvenliğini garanti altına alacak pozisyonları zorunlu kılıyor. Dolayısıyla Hakan Fidan’ın, “Son gelişmelerde hareketleniyorsunuz, kulağımıza geliyor. YPG ayağını denk alsın” açıklamaları, uzunca bir süredir ‘’bu YPG de buradan gidecek’’ tavrının hiç gündeme gelmediği bir düzlemde, yeni bir eşik olarak düşünülebilir. Eşik bir değişim anlamına gelmeyebilir ama burada yeni bir unsur devrede. Çünkü Suriye’nin bambaşka bir bölgesinde olaylar cereyan ediyor. Ama o olayların Suriye’nin bütününe ve Suriye’nin nasıl biçimleneceğine ilişkin yapacağı etkiler, kaçınılmaz olarak Rojava’yı ve sürecin Türkiye’deki boyutunu da doğrudan çok ilgilendirecek.
Ruşen Çakır: Bu arada, şimdi tekrar göz attım, Öcalan, 30 Mayıs’ta yaptığı söylenen İmralı görüşmesinde, çok sık ‘’öz savunma’’ diye bir şeyden bahsediyor. Yani hem silah bırakmadan bahsediyor, ama hem de öz savunmanın da bırakılmaması gerektiğini söylüyor. Bu çok anlamlı. Herhalde Suriye için de aynı şey geçerlidir. Yani yarın öbür gün Dürzîlerle yaşanan sorunun bir benzeri, ülkenin kuzeyinde Kürtlerle de yaşanabilir ihtimalini akılda tutmak lazım.
Kemal Can: Bir de şunu unutmayalım. Alevi katliamı sırasında Suriye gene birtakım müdahale girişimlerinde bulundu, ama bu sefer doğrudan Şara’yı hedef alıp, genelkurmayı ve başkanlık binasını vurmak başka bir mesaj içeriyor. Yani orada çatışmaya taraf olmaktan başka, çatışmaya taraf olurken kimi hedefe koyduğu ve kiminle ilgili bir mesaj gönderdiği önemli.
Ruşen Çakır: İsrail’in daha önceki açıklamalarından da yıllardır izlediği tutumdan da biliyoruz; Suriye’de Kürtleri de kendisine bir tür stratejik müttefik olarak görüyor ya da görmek istiyor. Ve önümüzdeki dönemde İsrail’in Suriye ile ilgili birtakım hesapları devam edecekse, ki edeceğe benziyor, Kürtleri bir şekilde kendi yanında tutmak isteyecektir.
Neyse, CHP’ye geçelim. Operasyon hâlâ sürüyor. Bugün yine 18 kişi gözaltına alınmış. Fatih Altaylı “Silah yakmanın etkisini gölgelemek istemedikleri için geçen hafta sonu operasyon olmadı” dedi. Ama mesela yarın sabah yine bir operasyona tanık olabiliriz. Artık Cumartesi sabahları yapıyorlar biliyorsun ve ortada hâlâ iddianame yok, olacağa da benzemiyor. Bir diğer husus, İmamoğlu duruşmalarının TRT’de yayınlanma meselesi. Bahçeli’nin açıklamasından sonra, Erdoğan grup toplantısı çıkışında kendisine sorulan o soruyu anlamadı. Dün bu konuyla ilgili bir yayın https://medyascope.tv/2025/07/17/erdogan-imamoglu-davasinin-trtde-yayinini-istemez-video/ yaptım, görmüşsündür belki. Geçen günkü duruşmada ki bir önceki duruşmaya gitmiştim, Ekrem İmamoğlu salonu bir tiyatro sahnesi gibi kullanıyor. Önce mahkeme heyetine bakıyor. Sonra sağa dönüyor avukatlara bakıyor. Sonra geriye dönüyor izleyicilere bakıyor. Sonra sola dönüyor protokol ve ailesinin olduğu yere bakıyor. Bir de suçlamalardan ziyade, siyaset konuşuyor. En son yaptığı savunmada çözüm sürecini konuştu mesela. Başsavcıyı hedef göstermekle ne alakası var? Herhalde benzer bir olayı Büyükşehir iddianamesi hazırlandığı zaman da yapacak. Tabii ki tek sanık o değil, ama başka sanıklar da yapacak büyük bir ihtimalle. Özellikle tutuklu olan sanıkların benzer ifadeler vermesi, benzer konuşmalar yapmasını bekleyebiliriz. Bunun bu şekilde TRT’de yayınlanacağını hiç sanmıyorum. Erdoğan böyle bir şeye izin vermez.
Kemal Can: Şimdi yandaş medyada ve birazcık muhalefet medyasında da ‘’bu iyi fikir mi?’’ diye yorum yapanların dayandığı bir şey var. Birtakım itirafçı tanıklar, şunlar bunlar, bir sürü insan konuşacak ve bir saldırı yapılacak, ama İmamoğlu’nun performansı dışında, buna karşı cevap verecek son derece kuvvetli avukatların çok ciddi savunmalar yapacağını, hatta o savunmaların aslında bir tür tersinden bir yargılamaya dönüşebileceğini de tahmin edebiliriz.
Ruşen Çakır: Çarşamba günüydü değil mi Ekrem İmamoğlu’nun duruşması? Avukatı Fikret İlkiz’i ikimiz de tanıyoruz. Fikret Ağabey’in orada savcılara söylediği şeyler çok açık ve net. Hiç sözünü sakınmayan ve hakikaten nokta atışı çıkışlar yaptı. Bunlara çok yanaşacaklar mı bilmiyorum. Ama şunu artık net olarak söylemek mümkün sanki. Soruşturmayı yürütenler büyük dal koparamadılar bu süreçte. Yani bu etkin pişmanlık, şu bu; bu konuda bayağı bir çalışma yaptılar, çok uğraştılar belli ki. Ama etkin pişmanlıktan yararlananların verdikleri ifadelere bakıyoruz, Oralarda böyle, “A, neymiş, vay canına!” filan dedirtecek bir şey yok. İstedikleri kadar ifadelerini canlı yayında anlatsınlar. Ama Ekrem İmamoğlu’nun kalkıp da birden, “Benim esas rakibim Erdoğan’dır” demesi, ki hep diyor, işin rengini çok değiştirecek ve CHP hâlâ çok net bir şekilde direniyor, geri adım atmıyor. Mitingler sürüyor. En son yapılan Kartal mitingini izleyemedim, sonradan baktım. Çok etkileyici büyük bir kalabalık var. Bir önceki hafta 5 gün üst üste miting yapmışlardı biliyorsun. Bu cumartesi günü, yani yarın Trabzon’a gidiyorlar. Trabzon’u çok merak ediyorum, bakalım ne olacak? Trabzon Ekrem İmamoğlu’nun memleketi ve Erdoğan da bunlardan sonuna kadar rahatsız oluyor. Ama hâlâ CHP’nin belini kıracak bir hamle yapamadı. 8 Eylül’deki o mahkeme ne olacak, o ayrı bir konu. Ama şu hâliyle, CHP, 19 Mart’ı kendi lehine bir silaha dönüştürmeyi sürdürüyor. Bana öyle geliyor.
Kemal Can: Doğru söylüyorsun, katılıyorum. Çünkü belki taktik bir hata yaptılar, belki başka bir şeyi hesapladılar ama hesapladıkları gibi gitmedi. Zaten bu siyasi mühendislik işleri, bu komplolar, böyle siyasi manevralar, hamleler her zaman planlayıcılarının istediği gibi işleyecek demek değil. ‘’Ne yani, bunlar süper akıllı, her şeyi planlıyorlar ve her şey onların istediği gibi mi oluyor?’’ diye zaman zaman eleştiriliyoruz. Hayır, öyle olmuyor. Sadece burada anlamaya çalışmak gereken şey, ne yapmaya çalıştığını görmek. Dolayısıyla, rakibinizin ya da herhangi bir siyasi aktörün ne yaptığını anlamaya çalışmak, sizin kendi atacağınız adımlar ve yapacaklarınız için de bir yol gösterici olur. O yüzden bakmak gerekir. Yoksa onun aklından her geçenin ya da uygulamaya koyduğu her şeyin başarılı olacağı anlamına gelmez. Şimdi bu hikâyede de bir sürü problemli nokta var ama galiba en önemli nokta, senin dediğin gibi, onu denediler, bunu denediler, itirafçı buldular, şunu buldular, bunu buldular, sonuç değişmiyor. Çünkü daha birinci aşamasında, bunu böyle bir yığma, bir topyekûn saldırı gibi gösterdikleri için, kamuoyu, bu torbadan çıkacak turplara tek tek, ayrı bir şeymiş muamelesi yapmadı; bu torbanın bütününe bir değerlendirme yaptı: “O torbadan ne turpu çıkarsa çıksın, bu torbanın niyeti açık. Burada bir siyasi hamle yapılıyor, bir siyasi operasyon yapılıyor. Bunun gerekçesi hukuki değil. Bu bir siyasi hamle. Rakibini güçten düşürmek ya da oyundan çıkartmak için yapılmış hileli bir hamle’’ dedi. Ondan sonraki bütün çabalar, medya gayreti, Erdoğan’ın turpları, savcıları, polisleri derken, ortalama kamuoyunda oluşan bu kanaat değişmedi. Çünkü baştan böyle etiketlendi. Sadece muhalefet kamuoyu değil, onun için özellikle ‘’ortalama kamuoyu’’ diyorum. Muhalefet kamuoyunda zaten kuvvetli biçimde bu kanaat var.
Ama yapılan çeşitli araştırmalarda görüyoruz ki, iktidar kamuoyunda ve genel kamuoyunda da %60’larda, kimi araştırmalarda %70’lerde, en hafifinden %50’nin üzerinde, bu hadisenin siyasi bir hamle olduğu konusunda bir şüphe yok. Şimdi bu yerleştikten sonra artık ne yaparsanız yapın, nasıl takla atarsanız atın, beş değil, elli tane tanık bulun, on belediyeye değil, yüz belediyeye saldırın, sonuç değişmeyecek. Çünkü başından itibaren olayı öyle kodladınız. Yani öyle bir zincir kurdunuz ki… Önce diploma iptali, peşinden operasyon, ondan sonra tutuklama, ondan sonra diğer belediyeler, bir mizansen gibi her hafta sonu ayrı bir operasyon. Sadece eğitim görmüş, hukuku bilenin değil, ortalama seviyede, aklı baliğ herhangi bir insanın da bunun hayatın akışına uyan normal bir şey olmadığını anlaması zor değil. Böyle bir şey olabilir mi? Türkiye’nin bilmem kaç tane belediyesi var. Sadece CHP’li belediyelerde ve her hafta bir tane patlayacak biçimde bir şey oluyor. Yolsuzluklar olmuş ve birdenbire hepsi iki, üç ay içerisinde savcılık soruşturmalarına dönmüş. Herhangi biri bunu zihnen kabul eder mi? En azından bunu kabul etse bile kendi aklına, kendi zekâsına saygısızlık olur. Dolayısıyla işin buradan döndürülebilir tarafı yok.
Zaten bunu defalarca konuştuk, bence artık kamuoyunu ikna gibi bir gayretleri de yok. Senin söylediğin gibi, artık bu konunun kamuoyundaki hareketliliği, iktidarın aleyhine geçiyor ve muhalefet bundan faydalanıyor. Canlı yayın da aynı sonucu doğurur, mitingler de aynı sonucu doğuruyor. Mesela şimdi iktidar çevrelerinde, ‘’siyasetçiler, milletvekilleri, bakanlar bu konuyu niye gündeme getirmiyorlar tartışmaları var. Üç beş gazetecinin elinde kaldı. Erdoğan, yalnız bırakıldı. Kimse bu konunun üstüne varmıyor’’ deniyor ya, çünkü ortalama siyasetçi, AKP’li siyasetçiler şunun farkındalar: Bu kurcalandığında buradan bir fayda temin etmenin mümkün olmadığının farkındalar. Tam tersine, bu konuyu siyasi bir kampanya olarak devam ettirmek, külliyen zarar demek. Dolayısıyla bence buradan bir siyasi fayda temin etmeyi, buradan yıpratmayı bıraktılar.
Ama öbür tarafa dönünce, kurultay tartışması, bu uzayan sürecin yaratacağı yılgınlık ya da iç tartışmalar gibi meseleleri hâlâ kurcalamaya devam ediyorlar. Şimdi bunun içerisine yavaş yavaş süreç de giriyor. Yani birbirinden ayrı gibi giden bu üç süreç, yakın bir dönemde birbirinin içine daha fazla girecek, birbirini daha fazla etkilemeye başlayacak. Bundan bir şey umuyorlar ve güçten düşmedikleri, senin hep beklediğin o frene basma ya da geri adım atmayı yapmama konusundaki direncin adresi, artık doğrudan Erdoğan. Bence onun perspektifinden zayıflık alameti sayıldığı için bu hamle yapılmıyor. Frene basılması ve geri adım atılması gerektiği çok açık. Hatırlarsan, bu, Gezi zamanında da ona giden heyetlerin anlattığı bir şeydi, ama o geri basmayarak, kutuplaştırmayı arttırarak kazanacağını düşündü. Kendince de kazandığını varsaydı. Şimdi de benzer bir şey yürütüyor. Bence onun kafası değişmediği sürece, onun pragmatik öncelikleri değişmediği sürece ya da onu bu politikalarda destekleyenlerin açık tavır almaması durumunda, ben yakın vadede bir değişiklik beklemiyorum. İşte seninle iyimserlik- kötümserlik farkımız burada zaten.
Ruşen Çakır: Neyse. Toparlarken, biliyorsun Altan Öymen, Altan Ağabey yoğun bakımda,
Kemal Can: Evet, rahatsızlanmış.
Ruşen Çakır: En son entübe edilmiş. 93 yaşında. Tabii ki gazeteci, ama aynı zamanda da Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanlığını da yapmış bir isim.
Kemal Can: Acil şifa diliyoruz.
Ruşen Çakır: Evet. Kemal, burada noktayı koyalım. Haftaya tekrar buluşmak üzere. Hepinize iyi günler.
Kemal Can: İyi günler.