Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Dış Politika Koordinatörü Prof. Dr. İlhan Uzgel, yeni çözüm sürecine ilişkin konuştu. Uzgel, CHP’nin çözüm sürecine bakışını, “Türk-Kürt-Arap ittifakını” ve Suriye’nin geleceğini anlatı. Uzgel, “CHP, Türkiye’nin hayrına olacak bir şeye tabii ki destek olur” dedi.
Prof. Dr. İlhan Uzgel, CHP’nin çözüm sürecine bakışını değerlendirdi. Uzgel, “PKK ateşkes ilan edecek, silah bırakacak ve en sonunda kendini feshedecek. Bu üç aşamaya Türkiye’de kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum. CHP’nin de itirazı olmaz. Türkiye’de her kesimden vatandaş da buna karşı çıkmaz.” dedi. Sürecin tek taraflı işlemesinin doğru olmadığını belirten Uzgel, “PKK’nın tek taraflı silah bırakması, kendini feshetmesi bir süreç olmaz. Bir aktörün denklemden çıkması demektir” dedi.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın 12 Temmuz’da yaptığı konuşma videoda değerlendirildi. Erdoğan konuşmasında, “Ne yaparlarsa yapsınlar, terör bitecek, göreceksiniz. Hepsi işsiz kalacak. Terör biterken terör istismarı da bitiyor. Türkiye kazanmıştır, milletim kazanmıştır. Türk, Kürt, Arap, 86 milyon her bir vatandaşımız kazanmıştır. Türkiye’nin her sokağı, caddesi ay yıldızlı bayrağımızla donatılmalı. Biz tarih sahnesine bugün çıkmış değiliz. Malazgirt zaferi, Kudüs’ün fethi, İstanbul’un fethi Çanakkale savunması, İstiklal Savaşı, Türk, Kürt ve Arapların ortak zaferleridir. Türk deyince Müslüman, Müslüman deyince de en çok Türk akla gelir.İttifak yaptığımızda medeniyetimizle de ilmimizle de kimse yarışamadı. Türk-Kürt-Arap bir aradaysa, işte o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde, uzaklaştıklarında ise mağlubiyet vardır, hüzün vardır.” dedi.
Erdoğan’ın dile getirdiği “Türk-Kürt-Arap ittifakı” önerisini de değerlendiren Uzgel, “Hangi Kürt hangi Arap diye sorayım ben de o zaman. İran’da da Kürtler var, Irak’ta da Kürtler var. Türk, Kürt, Arap… Bu çok tanımlanmamış, ucu açık bir şey. Hangi Kürtlerle, hangi Araplarla, hangi Türklerle bir ittifak kuracak?” dedi.
“Bahçeli bizi çok şaşırtıyor”
Devlet Bahçeli’nin “Bir Kürt, bir Alevi cumhurbaşkanı yardımcısı olsun” önerisini yorumlayan Uzgel, “Bahçeli bizi çok şaşırtıyor. Bahçeli’nin her açıklamasına şaşırmaya başladık. Erdoğan’ı tanıdık. Şimdi Bahçeli’yi tanıyamıyoruz. Farklı bir Bahçeli var. Şimdi ben hayatımda, Türkiye’de herhangi bir siyasi liderin, bir parti genel başkanının, bir siyasetçinin böyle bir cümleyi
kullanabileceğini sorsaydınız, ‘hayatta yok, mümkün değil’ derdim. ‘Türkiye’de hiç kimse böyle bir öneriyle çıkamaz siyaseten’ derdim. Bahçeli’nin çok yukarıdan konuşabildiği ama onun dışındakilerin konuşamadığı bir dönemi yaşıyoruz.”
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Merhaba, iyi günler. Cumhuriyet Halk Partisi Dış Politika Koordinatörü Prof. İlan Uzger’le, devletin ‘’Terörsüz Türkiye’’ dediği, benim ‘’yeni çözüm süreci’’ dediğim süreci, ama özellikle olayın dış boyutunu konuşacağız. Hocam merhaba.
İlhan Uzgel: Merhabalar.
Partinizin çözüm sürecine ya da ‘’Terörsüz Türkiye’’ sürecine nasıl baktığı konusunda birtakım tartışmalar var. Başından itibaren, gerek Özgür Özel gerek Ekrem İmamoğlu sürece pozitif destek vereceklerini söylüyorlar, ama birtakım rezervler koyuyorlar. Şu anda önümüzde de mecliste bir komisyon var. O komisyona Cumhuriyet Halk Partisi’nin girip girmeyeceği ya da girdikten sonra sonuna kadar kalıp kalmayacağı konusunda tartışmalar var. CHP nasıl duruyor bu süreçte?
Uzgel: Aslına bakarsanız, bu çok defa tekrar edildi, söylendi ama bir daha yineleyeyim. CHP tabii ki bunun önünde engel değil. Türkiye’nin hayrına olacak bir şeye tabii ki destek olunur. PKK ateşkes ilan edecek, silah bırakacak ve en sonunda kendini feshedecek. Bu üçlüye Türkiye’de zaten kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum. Dolayısıyla, CHP’nin de her kesimden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının da hani buna bir itirazı olmaz; Mantıkken doğru olmaz zaten. Fakat bir süreç varsa, zaten PKK’nın tek taraflı silah bırakması, kendini feshetmesi bir süreç olmaz. Yani bir aktörün denklemden çıkması demektir. O zaman bir sürece de gerek yoktur. Eğer bir süreç varsa, daha ötesinde bir şeyler olması lazım. Zaten Kürt tarafı da ‘’bu kadar müzakere niye oluyor o zaman?’’ sorusunu gündeme getirir. Evet, bazı beklentiler var. Tabii bunun Ortadoğu’daki gelişmelerle ilişkisi de muhtemelen var. Dediğim gibi, Türkiye’deki her kesimin, her aklı başında insanın bu kadarına zaten bir itirazı olamaz, bunu destekliyoruz. Ama arka planda yürüyen bir süreç varsa, biz buna dair bazı temel kriterleri gündeme getirdik doğal olarak. Bunun şeffaf olması, hukuk içinde kalınması, çadır mahkemeleri gibi ciddiyetsiz olmaması …Hukuk zaten yeterince yerle bir edildi. Hukuk bu kadar itibarsız hale getirilmez. İnsanlar “Ben teslim oluyorum” diyorlar, yok ‘’hayır sen teslim olmuyorsun’’ gibi hukuksuzluklar vardı. Zaten şu an genel olarak hukuk ayaklar altında olduğu için, hukuk içinde kalınsın diyoruz, bunu vurguluyoruz.
Bana sorarsanız en kritik kısmı genel bir demokratikleşmenin parçası olması, Türkiye’de bir demokratikleşme hamlesinin başlatılması ve onun bir alt ayağı olarak çözüm sürecinden bahsedilmesi lazım. Tersten gidiyor. Mesela arada sosyal medyaya da sızan bilgiler vs. Önce çözüm, sonra demokrasi gibi bir noktaya doğru gitti. ‘’Bunu çözelim, ardından belki size de bir demokrasiden tattırırız, şimdiye kadar tutuklarımızın bir kısmını geri çekeriz’’ gibi bir anlayış var gibi görünüyor ve bu kritere hükümet uymuyor. Tersinden de gidiyor, yani süreç devam ettikçe CHP’ye baskılar arttı. Böyle de bir boyutu var. Hükümet, CHP’nin verdiği desteği CHP’ye karşı kullandı, o yüzden de bu noktada çok adaletsiz. Zaten nerede adalet var diyeceksiniz ama, bu meselede de en adaletsiz davrandığı aktör aslında CHP oldu. Çünkü zaten CHP sürece destek verdi, “Engel olmuyoruz” dedi. DEM Parti ile görüştü, “Meclis’te komisyon kurulsun” diyerek Meclis’i işaret etti. Meclis’te bütün partiler bu sürece dahil edilsin. Eğer bu bir devlet projesi ve milli proje ise ana muhalefet partisi olmadan olur mu? Meclis’te grubu olan partilerin bilgilendirilmesi, sürece daha çok dahil edilmesi, kamuoyu desteğini de arttıran bir şey olurdu. Buna çok geç kalındı. Burada hükümet bunu çok fazla yaymak, genişletmek istemedi.
Bir diğer kriter de biliyorsunuz şehit ve gazi yakınlarının kabul etmesiydi, onların kabul ettiğini toplumun diğer kesimleri zaten kabul ederdi. Dolayısıyla bu yaklaşımı en başından beri sürdürdü ve bu konuda bence Cumhuriyet Halk Partisi son derece de tutarlı davrandı, DEM Parti ile de görüştü, “Komisyona da üye veririz “dedi. Mesela İYİ Parti gibi sürece sözlü olarak, kategorik olarak itiraz etmedi. CHP bu pozisyonunu halen sürdürüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kızılcahamam’da yaptığı ve süreci ilk kez siyasi olarak üstlendiği bir konuşma var. Süreci üstlenmiş olması nedeniyle tarihi, ama içinde birtakım tartışmalı hususlar var. Özellikle sizin alanınız olan dış politikaya yönelik olarak dile getirdiği Türk-Kürt-Arap ittifakını ilk başta Türkiye için söylüyormuş gibi anlaşıldı. Ama Türkiye’de Türk-Kürt-Arap’ın dışında çok sayıda başka etnisite de var. Ancak sonradan anlaşıldı ki daha çok Ortadoğu’yu ve Irak’ı, Suriye’yi içerecek şekilde bir perspektifti bu. Bir dış politika uzmanı olarak, sizce böyle bir realite var mı? Yani bölgede bir Türk-Kürt Arap ittifakı kurulabilir mi? Aktörlerin böyle bir talebi var mı?
Uzgel: ‘’Hangi Kürt, hangi Arap?’’ diye sorayım ben de o zaman. Arap dediğinizde, Fas’tan Yemen’e kadar koskoca bir Arap dünyası var. Mısır 110 milyon. Hangi Türk-Kürt, hangi Arap’la birlikte olacak? İran’da da Irak’ta da Kürtler var. ‘’Türk-Kürt-Arap’’ ifadesi, çok böyle tanımlanmamış, ucu açık bir şey. Nereye kadar? Hangi Kürtler, hangi Araplarla, hangi Türklerle bir ittifak kuracak? İttifak kuracağımız, eş-Şara mı? Irak’taki Şii Araplar mı? Sünni Araplar mı? Bu kadar ucu açık, bu kadar geniş bir ifade olabilir mi? Burası Ortadoğu. Cumhurbaşkanı çıksın, kiminle ne yapmak istiyorsa bunu net olarak söylesin. Osmanlı dönemine bir gönderme yapıyorsa, ki çok enteresan bir şey yaşıyoruz aslına bakarsanız bu söylem düzeyinde, Sayın Bahçeli, Sayın Erdoğan ve Amerika’nın Ankara Büyükelçisi senkronize olmuşlar gibi bir görüntü var. Aynı cümleleri kurmasalar da benzeri cümleleri kuruyorlar ve aynı noktayı işaret eden açıklamalar yapıyorlar. Bu, kamuoyunun tabii ki kafasını karıştırır. Kürt sorununu mu çözeceksiniz, yoksa Arapların da Kürt ve Alevilerin de içine karıştırıldığı bir etnik çorba mı yapmak istiyorsunuz? Bunların hepsini dahil ettiğiniz bir süreç daha geniş. O zaman Kürt açılımı da olmuyor bu, başka bir şeye dönüşüyor. Kürt sorununu çözmenin ötesine geçen bir tartışmayı başlatıyor. Buralarda bir netlik lazım. Bizim temel itirazlarımızdan bir tanesi, bir yol haritasını olabildiği kadarıyla kamuoyuyla paylaşmamaları. Bu süreçlerin hiçbirinin yüzde yüz şeffaf olmadığının farkındayız. Dünyadaki örnekleri de takip ediyoruz. Nihayetinde, bu iktidarın nereye varmak istediğinin netleşmesi gerekir. Çok tuhaf bir döneme girdik. Amerikan Büyükelçisi bir büyükelçi gibi davranmıyor, bir büyükelçi gibi konuşmuyor, Sayın Bahçeli bildiğimiz Bahçeli değil. Türkiye’de milletvekillerine dokunulmazlık var, bir üst dokunulmazlık alanı içinde hareket ediyor. İnsanların konuşması riskli hale geldikçe, Sayın Bahçeli daha fazla konuşuyor. En çok o konuşuyor, en riskli şeyleri o söylüyor. Ondan çok daha azını söyleyenler içeri atılıyor. Böyle tuhaf bir döneme girdik, en olmayacak şeyleri ondan duyuyoruz.
O zaman Cumhurbaşkanı yardımcıları meselesine de girelim. Hemen akla Lübnan geldi. Bahçeli doğruladı, ancak yorumlara kızdı. Ama üç dört ay önce bunu dile getirmiş. Sanki “Ne var bunda?” gibi bir şey dedi. Buradaki sorun nerede? Çok tartışmalı bir konu olduğunu biliyorum ama ilk akla gelen, özellikle Lübnan. Zaten Erdoğan ‘’Türk-Kürt-Arap ittifakı’’ dediği zaman bir Lübnan muhabbeti başlamıştı. Bahçeli’nin bunu söylemiş olduğu ortaya çıkınca, yine başladı. Bu Lübnan meselesi nedir ve Bahçeli’nin söylediği gerçekten buna gönderme yapmayı doğruluyor mu?
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Uzgel: Türkiye’de bir şey oldu mu, Erdoğan’dan bir hamle, bir söz geldiğinde şaşırmıyoruz. Bahçeli bizi çok şaşırtıyor. Bahçeli’nin her açıklamasına şaşırmaya başladık. Erdoğan’ı tanıdık, ama Bahçeli’yi tanıyamıyoruz; farklı bir Bahçeli var. Bana beş, on, yirmi yıl önce sorsalar Türkiye’de herhangi bir siyasi liderin, bir parti genel başkanının, bir siyasetçinin böyle bir cümleyi kullanabileceğini düşünemezdim, “Yok, hayatta mümkün değil, Türkiye’de hiç kimse siyaseten böyle bir öneriyle çıkamaz” derdim. Tabii ki öyle bir ihtimal yok ama bizim genel başkanımız söylese “Aman durun” derdim. Bir defa Bahçeli’nin çok yukarıdan konuşabildiği ama onun dışındakilerin konuşamadığı bir dönemi yaşıyoruz. İçerik olarak baktığımızda da bu, Türkiye için önerilebilecek en olumsuz senaryo, en olumsuz modeldir. Bu orijinal bir şey değil, dünyada uygulanan, İngilizce tabiriyle power sharing, yani iktidarın paylaşımı modelidir. Bu, bir sürü yerde uygulanmaya çalışılıyor ama çok zor bir modeldir. Çünkü en başta kimlikleri sıkılaştırıyorsunuz, yani kimlik siyasetinin en üst seviyesidir bu model. Yalnızca Lübnan’da, Irak’ta değil, mesela Bosna’da da var bu model. Bir başkanlık konseyi var, Sırp, Boşnak, Hırvat, sekizer ay Cumhurbaşkanı oluyorlar. Mesele yalnızca Cumhurbaşkanı yardımcıları da değil, orası çok sorunlu zaten. Çünkü “Cumhurbaşkanı yardımcısı olsun” diyorsunuz, ‘’cumhurbaşkanı olamaz’’ anlamı çıkar buradan ve çok riskli bir şey. Eğer modeli böyle kurarsanız, Cumhurbaşkanı Sünni Türk, ki bunu ima ediyor, yardımcıların biri Kürt, biri Alevi olacak, o zaman bütün bürokratik sistemi, bütün yönetim mekanizmasını da buna doğru uydurmaya başlarsınız. En tepesi böyle olursa, aşağısı da buna doğru gitmeye başlar, bu şekilde dizayn edilir.
Ben size Bosna’dan örnek vereyim. Mesela, Bosna’da Futbol Federasyonu’nun Başkanlığı Sırp, Hırvat ve Boşnak olmak üzere üçlü oluyor. Çünkü Cumhurbaşkanlığı üçlü olursa, diğer yönetim mekanizmalarına da sirayet ediyor. Yani böyle bir düzen kurmanız gerekiyor. Türkiye için bundan daha tehlikeli, bundan daha sıkıntılı bir şey olabilir mi? Bu ancak, Lübnan gibi, Irak gibi çok yoğun iç savaşlardan çıkmış ülkelere, Batılıların önerdiği modeller. Yoksa içeriden çıkan modeller değil. Türkiye’de iktidarın iddiası, ‘’önemli bir konuma gelebilmek, bakan olabilmek, Cumhurbaşkanı olabilmek için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanız yeterlidir. Onun dışında bir etnik kimlik ne negatif ne pozitif çalışır’’ değil miydi? Burada sanki pozitif ayrımcılık varmış gibi yaparak, aslında negatif bir yere götürüp kilitliyorsunuz. Ben, bu kadar riskli, bu kadar Türkiye’nin aleyhine işleyecek, kimlik siyasetini en olmadık yerden zorlayacak bir modeli doğru bulmuyorum. Hatta bu kesimlerin böyle bir talebi de yok. Sordunuz mu? Mesela Kürtler ve Aleviler böyle bir talepte mi bulundular? ‘’Cumhurbaşkanlığı yardımcılıkları bize verilsin’’ mi dediler? Sayın Bahçeli neden onlar adına böyle bir model önerdi? Bakın bu hükümetin, her alanda olduğu gibi Alevi açılımı vardı, o ne oldu? Belki hatırlıyorsunuzdur, 2000’lerde bir Alevi açılımı yapmak istediler. Oradan devam edin gidin, Alevilerle konuşun. Çok sıkıntılı bir model. Hele hele çözüm süreci, hele hele Cumhurbaşkanı’nın ümmetçilikten bahsettiği ve Amerikan Büyükelçisi’nin Osmanlı millet sistemini övdüğü -ki bana sorarsanız inanılmaz bir gaftır- böyle bir bağlamda, Sayın Bahçeli’nin de çıkıp Ortadoğu tarzı bir modeli Türkiye’ye önermesini son derece sakıncalı, son derece inanılmaz bir söylem ve bir siyasi öneri olarak görüyorum.
ABD Büyükelçisi Tom Barrack’tan bahsetmişken, Suriye’ye gelelim. Çünkü çok ilginç, orada Dürzilerle yaşanan çatışma nedeniyle, aslında çatışma önce Bedevi Araplarla Dürziler arasında başladı, ama sonra Dürzilerle Şam olarak devam etti ve ortalığı bayağı ayağa kaldırdı. Çünkü İsrail de Dürziler lehine müdahil oldu. Hem Barrack hem Erdoğan hem Bahçeli, ayrı ayrı tedirginliklerini dile getirdiler. Bahçeli, “Süveyda’dan kuzeye açılacak bir koridor bizi rahatsız eder” deyip, bunun, çözüm süreci ve Öcalan’la yapılan görüşmelerin ruhuna aykırı olduğunu söyledi. Dün Erdoğan Kıbrıs dönüşü uçakta gazetecilerle konuştuğunda, kendisine çözüm süreci ve Suriye birlikte soruldu. O da yine Öcalan’a gönderme yaptı, ama oradaki Kürt güçlerinin tutumlarının değişebileceğini söyledi. Anladığım kadarıyla, Kürtlerin, İsrail çizgisinde, İsrail teşvikiyle Şam’da inşa edilmek istenen merkezi yönetimin zayıflatılmasına çalışacağız gibi bir endişe var. Sadece Kürtler ve Dürziler değil, eş-Şara hükümetinden, yönetiminden çok da memnun olmayacak olan Aleviler, Hristiyanlar, hatta Sünni seküler Araplar da var. Yani orada yeni bir parçalanma ihtimali var. Erdoğan çok net bir şekilde eş-Şara’ya desteğini her fırsatta belirtti, hatta uçaktaki konuşmasında beş altı kez, Suriye’nin bölünmesine izin vermeyeceklerini söyledi. Şimdi bütün bu karışıklığın içerisinde, Suriye hâlâ en merkezi yerde duruyor, değil mi?
Uzgel: Evet. Her şeyi söyleyemeyeceğim, başka bir konumda olsam daha açık konuşurum tabii, ama bazı şeyleri söyleyeyim. Sayın Cumhurbaşkanı “Suriye’nin bölünmesini istemiyoruz’’ demiş. Bu politika bizim de politikamız. Çünkü bölünme, acı kan ve gözyaşıdır. Bu coğrafyada bölünme, hele hele Suriye gibi bir yeri dağıtırsanız, buradan iyi bir şey çıkmaz. Ortadoğu’da ülke bölünecek ve sonra çok huzurlu, barış içinde müreffeh bir hayat olacak gibi bir ihtimal yok. Bölünme, başka çatışmaları başka sorunları beraberinde getirir. Bölümle yolu bir yol değildir.
İkincisi, evet burada Suriye için bir parçalanma riski var. Burada iki yaklaşım çatışıyor. Bir tanesi, Körfez’in pozisyonu. Körfez, yani zengin Arap ülkeleri, muhtemelen Mısır da buna dâhil, eş-Şara yönetiminin, yani merkezin, güçlü olmasını istiyorlar ve Amerika’yı da bu konuda yönlendirmeye çalışıyorlar. İsrail ise daha zayıf bir merkezi hükümet istiyor. Birincisi eş-Şara’ya güvenmiyor. İkincisi, uzun vadede Kürt unsurlarına daha fazla dayanmak istiyor. Merkez, yani eş-Şara yönetimi güçlü olursa, PYD zayıflar. Merkezkaç kuvvetin işleyebilmesi için merkezin zayıf olması lazım. ‘’Ademi merkeziyetçilik’’ diyorlar biliyorsunuz, aslında bir tür özerklik. Çünkü ‘’On yıldır da böyle bir deneyimimiz var, biz buradan devam ettiririz ve bu kazanımdan vazgeçmeyiz” diyorlar. Bunu da garanti edecek olan İsrail ve arkasındaki Amerika desteği. Bundan vazgeçmiyorlar. Amerika’nın tutumu Türkiye ve Körfez ülkeleri de eş-Şara’yı güçlendirmek istiyorlar. Suriye bölünmesin ve güçlü bir Arap ülkesi olarak kalsın istiyorlar. Suriye’de bu iki pozisyon çatışıyor. O yüzden de biz bu gerilim ve istikrarsızlıkla karşı karşıyayız Suriye’de.
Trump’ın iktidara gelirken “Biden döneminde başlamış savaşları bitireceğim. Biz de olsaydık zaten başlamazdık” gibi bir iddiası var. Ukrayna’yı ve Gazze’yi bitiremedi. İran’da yeni bir cephe açıldı, şimdilik kapandı ama İsrail’de ve Suriye’de çatışma devam ediyor. Trump yönetimi, zaten Suriye’yi İsrail’e teslim etti. Hava sahasına İsrail egemen, karada istediği gibi ilerliyor. Suriye topraklarını kendisine katıyor, Golan’ı ilhak ediyor. Suriye’nin güneyini silahsızlandıracaksın diyor. Merkezi hükümetin, adına ordu deniyor ama aslında HTŞ’nin arta kalanları, onları vuruyor. Amerikan sistemi ‘’Suriye’de bariz çatışma olmasın’’ diyor. Çünkü Suriye’deki çatışmanın Amerika’ya doğrudan bir faydası da yok. Dikkat ederseniz, Suriye’deki bütün aktörler, mesela, İran gitti, Rusya’nın etkisi nerdeyse sıfırlandı, İran’ın vekili Hizbullah gitti. Suriye’de kalanlar, Amerika ve İsrail’e yakın aktörler, PYD, El-Şara, Türkiye, İsrail, Dürziler, Hristiyanlar. Aleviler zaten savunmada. Bir avuç Alevi, orada kendi hayatını kurtarmaya çalışıyor, ki her gün ufak ufak katliam ve kaçırmalarla karşılaştıkları için daha az haber oluyor artık. Dolayısıyla, Amerikan sistemi ‘’burada çatışma olmasın’’ diyor. Bir de, Türkiye’deki açılım süreciyle ilişkilendiği için de Türkiye’yi, Türk kamuoyunu da çok ürkütmemeye yönelik açıklamalar yapıyor aslına bakarsanız. ‘’Tek Suriye, tek hükümet, tek ordu’’ gibi bir açıklaması var biliyorsunuz. Amerikan sistemi, Trump ve onun Ortadoğu’daki birebir uzantısı olan Tom Barrack, İsrail’le bir zemin yokluyor. İsrail’e “Burayı çatışmasız halledelim” diyor. Ondan sonra da Kürt sorunuyla ilişkilendirmek isteyecekler.
Burada tabii şöyle bir husus var: Bir ara ‘’İran’dan sonra sıra Türkiye’ye gelecek’’ diye bir laf edildi. Hatta partiniz bu konuda açıklama istedi, bir oturum yapıldı. Sonra bu olay tekrar gündeme geldi, Bahçeli tarafından da “İsrail’in hedefi Türkiye olabilir” diye dile getirildi. Tabii bu çok gerçekçi bulunmadı. Ancak Suriye tartışmalarına baktığımız zaman, Ankara’nın eş-Şara hükümetine sonsuz desteği, vaadi var. İsrail’in de eş-Şara’nın ayakları üzerinde durmasına tahammülü yok. En son gördüğümüz gibi, en ufak bir bahaneyle Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı ve Genelkurmay Karargâhını bombalayabiliyor, hava saldırısı düzenleyebiliyor. Yarın öbür gün Suriye üzerinden Türkiye ile İsrail’in karşı karşıya gelme ihtimali, teorik olarak varmış gibi geliyor bana. İki taraf da kaçınacaktır tabii, ama İsrail Şam’daki Genelkurmay Karargâhını ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı bombaladığında, Suriye’nin buna verebilecek hiçbir cevabı yok. Yeni birtakım saldırılarda Suriye Türkiye’den yardım isterse ne olacak? Gerçekten korkunç senaryolar.
Uzgel: Türkiye ile İsrail, Suriye’de karşı karşıya gelebilir, ama Türkiye İsrail’in hedefi olmaz, ikisi farklı şeyler. İsrail ile Amerika, Suriye’de karşı karşıya da gelebilir, belli noktalarda anlaşmazlık da yaşayabilirler. Suudi Arabistan’la İsrail karşı karşıya gelebilir. Biri eş-Şara’yı destekler, biri PYD’yi destekler. Hatırlarsanız, Amerika’nın iki önemli kurumu Pentagon ve CIA, Suriye’de karşı karşıya geldi. Biri PYD’yi, diğeri radikal İslamcıları destekliyordu. Bunlar olabilir. Ama ‘’Türkiye İsrail’in hedefi olur’’ demek doğru değil. Çünkü zaten şu haliyle, Türkiye’nin İsrail’e verdiği bir zarar yok. En son Bogota’da gördük, geçen mayıs ayına kadar İsrail’le ticaret devam ediyordu. Kendisini kimlik olarak İslamcı olarak tanımlayan bir hükümet var, İsrail karşıtı bir gelenekten geliyor. Görüyorsunuz, Gazze’de korkunç bir kıyım ve katliam var. İnsanlığın utancıdır Gazze. Maalesef bizim dönemimizde yaşanıyor ve bir şey yapamıyoruz, çok üzgünüm. Ama Türkiye’nin, askerî ve ekonomik açıdan bölgenin en güçlü ülkesi olarak, yaptığı hiçbir şey yok. Gazze’ye dair hiçbir şey yapılmıyor. CHP bir gösteri yürüyüşü yapsa, onu engelliyor. Doğru dürüst gösteri yürüyüşü bile yapılmıyor Türkiye’de. Bırakın İsrail’e karşı önlemler, İslam İşbirliği Teşkilatı’nı harekete geçirme, bir yaptırım, hiçbir şey yok. Dolayısıyla, İsrail’in Türkiye’yle çatışmasını gerektirecek bir durum yok ki ortada.
Belki Suriye’de farklı pozisyonlar alabilirler. İsrail, eş-Şara’nın zayıf olduğu, PYD’nin güçlendiği bir modeli tercih eder. Burada askeri olarak Türkiye ile İsrail’in karşı karşıya gelme ihtimali çok az. Zaten Türkiye bunu denedi, vazgeçti. Hatırlayacaksınız, Palmira civarında iki tane askeri üs elde etmek istedi, muhtemelen drone yerleştirecekti. İsrail gitti o üsleri savaş uçaklarıyla vurdu ve bu işi kapattı. Zaten Türkiye ona cesaret de edemedi. Güneye doğru, coğrafi olarak etki sahibi olma girişimine, İsrail, askeri olarak sert bir cevap verdi. Bakın bir tane ses yok, konuşmadılar bile, bundan bahsetmedi bile hükümet. Gücünü yokladı. Tıpkı eş-Şara’nın Dürzi bölgesine göndermesi gibi. Kafasına yedi bombaları eş-Şara ve geri çekildi. “Tamam, burayı bırakıyorum” dedi. O havaalanları, o tesisler bombalandı ve Türkiye de geri çekildi. Türkiye’nin ‘’hayır biz o üsleri alacağız’’ gibi bir iddiası olsaydı, askeri olarak oraya yerleşmeye çalışsaydı, hava savunma sistemi getirseydi, o zaman “Evet, Türkiye’nin Suriye’de İsrail’e çatışma riski var” derdim. Ama böyle bir şey yok. Türkiye denedi, olmayınca geri çekildi. PYD’ye desteği artarsa, o başka bir şey. Zaten şu an PYD’nin ekstra bir korumaya da ihtiyacı yok. Şam yönetimi yok. HTŞ’nin PYD’yle savaşacak gücü ve kapasitesi yok. Ülkeye hâkim değil. Kendi savaşçılarını ya da militanlarını, IŞİD artıklarının hepsini kontrol bile edemiyor. Ülkeyi de ekonomiyi de kontrol edemiyor. Suriye normal bir ülke değil. Suriye normal bir ülke olmayacak zaten; bir istikrarsızlık sarmalı içinde debelenip gidecek maalesef. Bu benim gönlümden geçen bir durum değil, ama Suriye, işleyen bir hükümet, vergi toplayan, ihracat-ithalat yapan, iyi bir eğitim sistemi olan bir Suriye olmayacak. Zaman zaman farklı senaryolarla çatışmalar göreceğiz ve Suriye böyle devam edecek.
Peki Kürtler orada bir statü sahibi olacaklar mı? Şu haliyle, bu zayıf yerde, senin de söylediğin gibi mesela askeri olarak Şam’dan daha güçlü bir PYD-YPG var sanki. Desteği de az değil. Amerika’nın desteği konusu biraz karışık, ama İsrail her an sahip çıkabilir, sahiplenebilir. Ama bir yandan da Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta söylediği özerklik konusu kapandı. Kürtler için dile getirdiği ‘’demokratik entegrasyon’’ diye bir perspektifi var, ama Suriye’de entegre olunacak bir yapı yok. Kürtlerin Suriye’deki durumu nereye evrilir? Tabii ki bu Türkiye’nin gölgesinde olacak. Yani bir federasyon ya da özerklik ilan etme durumunda, Ankara’nın çok sert tepkisi olacağını da biliyoruz.
Uzgel: İlan etmesine gerek yok. Zaten 10 yıldır kendi kendisini yönetiyor orası. Şam yönetiminin yaptığı şöyle bir şey var. Bu, Türkiye’den de çok söylendi, biz de söyledik, uluslararası, Batılı ülkeler de söyledi: “Yeni bir hükümet kurarken kapsayıcı olun. Ülkedeki diğer bileşenleri, Alevileri, Dürzileri, Kürt ve Türkmenleri de alın. Bunlar hükümette temsil edilsin” dendi. Şam yönetimi bunu yapmadı. Siz Kürt almayacaksınız ama PYD’ye ‘’Buraya gelin ve bizim ordunun komutası altına girin’’ diyeceksin ve bunu içine yedireceksin. PYD “Biz Suriye Ordusu içinde yer alırız, ama komutanlar bizim olur, yani birliklerimiz aynı kalır. Bizim savaşanların yarısı zaten kadın. Cihatçının altına nasıl koyalım?” diyor. Orada böyle tartışmalar var. Zaten HTŞ de kadın militana meraklı değil, isterseniz terörist deyin. Dolayısıyla bu iş hallolmaz. Bu, çözülebilecek bir düğüm değil. Çünkü HTŞ’nin onun üzerine çıkacak gücü yok. Bir merkezi yönetim düşünün, kendisini yöneten bir birimden daha zayıf ve zayıf olan, güçlü olan tarafa “Gel sen benim komutam altına gir” diyor. Bunu kabul etmediği takdirde, yapabileceği bir araç yok elinde. Mesela bu sistem Irak’ta daha değişik. Irak’ta merkezi yönetim, Kuzey Irak’ta, Kürdistan bölgesinde maaş maaşları ödüyor. “Maaşları ödemem o zaman” diyor. Zaten Şara yönetiminin böyle bir ekonomik gücü de yok, her yerden para toplamaya, para bulmaya çalışıyor. Çöp toplayamıyor, maaş ödemekte zorlanıyor. Ne yeterince iktisadi araçları var ne diplomatik araçları var, zaten arkasına İsrail ve Amerikan sistemini almış. Ne de askeri aracı var. Eş-Şara yönetimi PYD’ye ‘’Benim koşullarımla gel, bana entegre ol” dese de bunu gerçekleştiremez. SDG’nin şu anki statünün altına inme ihtimali çok düşük. O yüzden de bu sorun çözülmez. Sorun çözülmediği için de en iyi ihtimalle statüko böyle devam edecek. En kötü ihtimalle de daha ileri bir seviyeye götürmek isteyebilirler. Ama onda da bu çözüm süreci, Öcalan’ın “Bırakın ulus devlet mantığını” gibi açıklamaları yüzünden bir bağımsızlık ilan etme noktasına geleceklerini şimdilik zannetmiyorum. Bunun ucu açıktır, ileride, mesela beş yıl sonra ne olacağını bilemeyiz. Bölgede dinamikler çok hızlı gelişiyor.
Çok teşekkürler İlhan, çok doyurucu bir yayın oldu. Evet Cumhuriyet Halk Partisi Dış Politika Koordinatörü Prof. İlhan Uzgel’le çözüm sürecini ve özellikle bölgesel yönlerini ele aldık. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.