Ruşen Çakır yorumladı: Türkiye ile İsrail Suriye’de karşı karşıya gelebilir mi?

Ruşen Çakır, yeni çözüm sürecinde Kürtlerin bulundukları bölgelerdeki devletlere entegrasyonu konusundaki çekinceleri anlattı. “Türkiye ile İsrail Suriye’de karşı karşıya gelebilir mi?” başlıklı yayınında Çakır, Suriye’de devletin olmadığını, dolayısıyla Kürtlerin oradaki entegrasyonunun zor olduğunu söyledi, “Suriye meselesi daha çok Türkiye’nin gündeminde olacağa benziyor ve yine İsrail’in bu konuyu kışkırtacağı çok açık” dedi.

İsrail ile Suriye arasında gerilim devam ediyor. Mevcut durumda ateşkes devam etse de gerilimin dindiğine dair işaret yok.

Ruşen Çakır, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, “İsrail Suriye’yi bölmek istiyor. İsrail bölgede istikrarlı ülke istemiyor. Suriye’nin de istikrarlı bir ülke olmasını istemiyor. Ama biz buna izin vermeyeceğiz. Bölmeye ve istikrarsızlaşmaya giderseniz Suriye’yi, Suriye’deki gruplara müdahale ederiz” açıklamasını hatırlattı.

Fidan’ın buradaki kastının Suriye’deki Kürtler olduğunu belirten Ruşen Çakır, “Kritik bir noktaya geldik. Mazlum Abdi’nin lideri olduğu SDG ile bir şekilde Şam hükümetine entegrasyonu oldu, ön bir mutabakat sağlandı. Amerikan yönetimi net bir şekilde Suriye’deki Kürtlerin Şam’a bağlanması gerektiğini de söyledi. Türkiye’nin de takdirini kazandı. Ama bu gerçekleşmedi. Gerçekleşme ihtimalinin çok kuvvetli olduğunu söylemek mümkün değil” dedi.

Bunun birçok nedeni olduğunu belirten Çakır, Her şeyden önce Suriye’de Ahmet eş Şara yönetiminin istikrarlı bir yönetim olmadığı gerçeği var. Devlet inşasını beceremediği ve becermekte çok zorlanacağı gerçeği var” diye konuştu.

Türkiye ile İsrail Suriye'de karşı karşıya gelebilir mi?
Türkiye ile İsrail Suriye’de karşı karşıya gelebilir mi?

Ruşen Çakır şöyle devam etti:

“Bu yapının her ne kadar eş Şara bunu sık sık tekrarlasa da çoğulcu bir Suriye’ye çok teşne olduğu söylenemez. Daha önce yaşanan bir Alevi katliamı var. Daha sonra Dürzilerle Bedevi Araplar arasında yaşanan çatışmada Şam yönetiminin Bedevi Araplarla birlikte Dürzilere karşı tavır almış olması var. Bütün bunlar şüpheyle yaklaşmayı beraberinde getiriyor. Diğer bir önemli nokta da şu: Suriye’de Kürtler, Şam hükümetinden daha örgütlü, daha güçlü, içinde yer aldıkları toplumla daha iyi kaynaşmış ve askeri açıdan da daha ileri bir noktadalar. Yani daha güçlüler. Şimdi o güce sahip olan yapının kendisinden güçsüz olan ve birçok konuda Kürtlerin güvenini kazanması zor olan bir yapıya tabi olmasını istemek şu aşamada çok gerçekçi değil.”

İsrail’in Dürziler’den yana tavır aldığını da hatırlatan Ruşen Çakır, “Gitti Şam’ı bombaladı. Genelkurmayı, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı ve istediği zaman istediği her şeyi yapabileceğini gösterdi. Zaten bunu daha önce Lübnan’da, İran’da, Filistin’de yaptıklarından gördük. Orada bir İsrail tehdidi var” dedi.

Türkiye’deki çözüm süreci ile bölgede yaşananların ayrı tutulamayacağını vurgulayan Ruşen Çakır, “Devlet Bahçeli’nin bu süreci istemesindeki temel nedenlerden birisi Suriye’ydi. Burada şöyle bir hesap yapıldı: Abdullah Öcalan Suriye’deki Kürtleri Ankara çizgisine çekebilir. Evet, bu mümkün. Çünkü oradaki yapı bizzat Öcalan tarafından inşa edildi. Böyle bir yerde Öcalan aracılığıyla Kürtleri Ankara’yla barışık kılmak, Ankara’yla barışık kılınca da Şam’la barışık kılmak gibi bir politika var” dedi.

Bunun yüzde 100 olacağını söylemenin inandırıcı olmadığını belirten Ruşen Çakır, şöyle devam etti:

Ankara’daki devletle pazarlık etmek ile Suriye’deki Kürtlerin Şam’daki yönetimle pazarlık etmesi arasında çok büyük fark var. Çünkü her şeyden önce Suriye’de bir devlet yok. Yani Öcalan’ın tabiri, yeni bir gündeme soktuğu demokratik entegrasyon, Kürtlerin bulundukları yerlerdeki yönetimlere entegre olması. Ama Suriye’de böyle entegre olanılabilecek bir yapı yok. Dolayısıyla Suriye meselesi daha çok Türkiye’nin gündeminde olacağa benziyor ve yine İsrail’in bu konuyu kışkırtacağı çok açık.”


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır yorumladı: Türkiye ile İsrail Suriye’de karşı karşıya gelebilir mi?

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. İzleyenleriniz vardır. Dün Profesör İlhan Uzgel’le, CHP’nin dış politika koordinatörüyle çok geniş kapsamlı bir yayın yaptık. Çok önemli konuları ele aldık ve orada kendisine Türkiye ile İsrail’in Suriye’de karşı karşıya gelip gelemeyeceğini sordum. Şimdi aslında şöyle sordum: ‘‘Daha önce söylenen ‘İsrail’in İran’dan sonraki hedefi Türkiye’ önermesi gerçekleşebilir mi?’’ diye sorduğumda Uzgel çok usta bir şekilde şunu söyledi: “İsrail Türkiye’yi hedef almaz. Ancak Suriye’de iki güç karşı karşıya gelebilir.” Evet, bu çok ciddi bir ihtimal olarak önümüzde duruyor. Dün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bir açıklaması var, daha doğrusu bir basın toplantısında söyledikleri var. Diyor ki: “İsrail Suriye’yi bölmek istiyor. İsrail bölgede istikrarlı ülke istemiyor. Suriye’nin de istikrarlı bir ülke olmasını istemiyor. Ama biz buna izin vermeyeceğiz.” Ama ayrıca bir de şunu ekliyor, ki bu çok önemli: “Bölmeye ve istikrarsızlaştırmaya çalışırsanız müdahale ederiz. Bunu milli güvenliğimize tehdit olarak alırız ve müdahale ederiz.”

Burada tabii ki esas kasıt Suriye’deki Kürtler. Çünkü ilginç bir noktaya geldik, ilginç diyorum ama kritik bir noktaya geldik. Suriye’de bir ön mutabakatına varılan Kürtlerin SDG yani Suriye Demokratik Güçleri, YPG, PYD hangi ismi kullanırsanız kullanın, Mazlum Abdi’nin lideri olduğu hareketin bir şekilde Şam hükümetine entegrasyonu söz konusu oldu. Ön bir mutabakat sağlandı. Amerikan yönetimi, Ankara Büyükelçisi ve aynı zamanda Suriye Koordinatörü Tom Barrack net bir şekilde Kürtlerin Şam’a bağlanması gerektiğini de söyledi. Türkiye’nin de takdirini kazandı. Ama bu gerçekleşmedi. Gerçekleşme ihtimalinin çok kuvvetli olduğunu söylemek mümkün değil. Bunun birçok nedeni var.

Her şeyden önce Suriye’de Ahmed eş-Şara yönetiminin istikrarlı bir yönetim olmadığı gerçeği var. Devlet inşasını beceremediği ve becermekte çok zorlanacağı gerçeği var. Ekonomik sorunlar, birçok sorun ama en önemlisi o hareketin, yani hükümeti oluşturan hareketin içerisinde yer alan cihatçı perspektif. Ahmed eş-Şara — Amerikalılar tarafından eğitildiğini biliyoruz yakın dönemde — birtakım şeylerden taviz verebilir. Ancak altındaki isimlerin, ki bunların içerisinde Suriye vatandaşı olmayanlar da var, gönüllü olarak orada savaşa gelmiş olan, cihada gelmiş olanlar var, bunların yıkılmış bir ülkeden yeni bir ülke inşa etme becerisi çok belirsiz. Çok destek var. ABD’den, Türkiye’den, Körfez ülkelerinden çok destek var. Ama bunlar bir yerden sonra ‘‘taşıma suyla değirmen dönmez’’ olayını bize gösteriyorlar. Olayın bir yönü bu.

Bir diğer yönü, bu yapının — her ne kadar eş-Şara bunu sık sık tekrarlasa da — çoğulcu bir Suriye’ye çok teşne olduğu söylenemez. Daha önce yaşanan bir Alevi katliamı var. Daha sonra Dürzilerle Bedevi Araplar arasında yaşanan çatışmada Şam yönetiminin Bedevi Araplarla birlikte Dürzilere karşı tavır almış olması var. Bütün bunlar şüpheyle yaklaşmayı beraberinde getiriyor. Ve diğer bir önemli nokta da şu: Suriye’de Kürtler Şam hükümetinden daha örgütlü, daha güçlü, içinde yer aldıkları toplumla daha iyi kaynaşmış ve askeri açıdan da daha ileri bir noktadalar. Yani daha güçlüler. Şimdi o güce sahip olan yapının kendisinden güçsüz olan ve birçok konuda Kürtlerin güvenini kazanması zor olan bir yapıya tabi olmasını istemek şu aşamada çok gerçekçi değil. Ortada zaten bir sorun var.

Ama bunun içine bir de İsrail devreye girdiği zaman sorunlar katmerleniyor. İsrail çok net bir şekilde Dürzilerden yana tavır aldı, bunu bahane etti belki, Dürzilere yönelik saldırıları ve gitti Şam’ı bombaladı, Genelkurmayı, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı ve istediği zaman istediği her şeyi yapabileceğini gösterdi. Ki zaten bunu daha önce Lübnan’da, İran’da, Filistin’de yaptıklarından gördük. Orada bir İsrail tehdidi var Hakan Fidan’ın dediği gibi. Ve İsrail özellikle azınlık gruplara çok ciddi bir şekilde zeytin dalı uzatıyor. Onlarla iş birliği yapıyor ya da yapmak istiyor. Bu potansiyeli koruyor. Aylar öncesinde İsrail’in yetkililerinin Suriye’deki Kürtlere yönelik söylediklerini, Kürtleri bir stratejik ortak olarak gördüklerini, deklare ettiklerini biliyoruz. Hakan Fidan’a da zaten bu açıklamayı yaptırtan bu.

Ama işin içerisine bir de Türkiye’deki çözüm süreci giriyor. Çözüm sürecinde biliyoruz ki ana nedenlerden birisi, devletin bunu, özellikle Devlet Bahçeli’nin bu süreci istemesindeki temel nedenlerden birisi Suriye’ydi. Ve burada şöyle bir hesap yapıldı: Abdullah Öcalan Suriye’deki Kürtleri Ankara çizgisine çekebilir. Evet, bu mümkün. Çünkü oradaki yapı bizzat Öcalan tarafından inşa edilmiş bir yapı. Doğrudan Mazlum Abdi Öcalan’a çok yakın, onun bir tür manevi oğlu olan birisi. Ve Öcalan devreye girerse, yani bunu talep etti kendisi, belki gerçekleşmiştir ya da gerçekleşecektir bilemiyorum ama aracılar üzerinden mesajlar gittiğini biliyoruz. Mazlum Abdi’ye sürecin ilk aşamalarında Öcalan’ın mesajı gitti. Mazlum Abdi de bunu söyledi. Böyle bir yerde Öcalan aracılığıyla Kürtleri Ankara’yla barışık kılmak, Ankara’yla barışık kılınca da Şam’la barışık kılmak gibi bir politika var.

Fakat bunun %100 olacağını söylemek bana inandırıcı gelmiyor. Çünkü, Öcalan da herhalde farkındadır, Ankara’daki devletle pazarlık etmek – ki pazarlık etmediğini söylüyorlar ama ettiği ortada – ile Suriye’deki Kürtlerin Şam’daki yönetimle pazarlık etmesi arasında çok büyük fark var. Çünkü her şeyden önce Suriye’de bir devlet yok. Yani Öcalan’ın tabiri, yeni gündeme soktuğu ‘‘demokratik entegrasyon’’, Kürtlerin bulundukları yerlerdeki yönetimlere entegre olması… Eyvallah, ama Suriye’de böyle entegre olunabilecek bir yapı yok. Dolayısıyla Suriye meselesi daha çok Türkiye’nin gündeminde olacağa benziyor ve yine İsrail’in bu konuyu kışkırtacağı çok açık.

Her ne kadar Amerikan yönetimi İsrail’i Suriye politikası nedeniyle eleştirse de aynı zamanda eleştirilerinde, Tom Barrack’ın eleştirilerinde mesela — nasıl söyleyeyim — sorunu çözememe, çaresizlik hali de var. Yani ‘‘İsrail böyle yapıyor ve biz buna izin vermeyiz’’ diyemiyor. İsrail’i bir yere ikna etmeye çalışıyorlar. Fakat en son yaşanan Bedevi Araplarla Dürziler olayında olduğu gibi Suriye’de yaşanabilecek azınlıkları hedef alan her türlü gelişmede bir şekilde İsrail’i göreceğiz, ya perde arkasında ya aleni bir şekilde ve yapılacak olan değerlendirmelerin, analizlerin büyük bir kısmı İsrail’i içermek zorunda kalacak. Ve şunu da biliyoruz ki Suriye’deki yönetimin, daha Kürtlerle denk olamayan yönetimin İsrail’e cevap verebilmesi, İsrail’e karşı kendisini savunabilmesi mümkün değil. O zaman ne olacak? Ki gerek Erdoğan gerek Hakan Fidan her seferinde bunu tekrarlıyorlar; eş-Şara yönetimine her türlü desteği vereceklerini söylüyorlar. O zaman ortaya bir potansiyel tehlike çıkıyor: Suriye’de İsrail’le Türkiye’nin karşı karşıya gelmesi. ABD’nin bunu istemeyeceği muhakkak. Çünkü Trump her iki ülkeyle de özellikle Türkiye’de Erdoğan’la yakın bir ilişkiye sahip. Ama İsrail’in daha önce yaptıklarına, bölgede yaptıklarına baktığımızda kendi kafasına göre hareket eden, tabii ki ABD ile birtakım koordinasyonlar yapıyordur ama bir yerden sonra kendi bildiğini okuyan, okumaktan çekinmeyen bir durumda. Çünkü özellikle teknolojik üstünlüğü olan, istihbarat üstünlüğü olan bir İsrail söz konusu. İran’a karşı bunu çok açık bir şekilde gösterdi. Her an her şeyin olabileceği bir noktadayız. Ve bu anlamda Hakan Fidan’ın ismini vermeden de olsa ‘‘Kürtlere yönelik bir şeyler yapmaya kalkarsanız bunun cevabını veririz’’ açıklaması bir yerde anlaşılır ama bir yerde hiç de yapıcı bir açıklama değil.

Şu anda Ankara’nın Kürtleri hedef alıcı şekilde — biliyorsunuz Erdoğan yakın bir zamana kadar “bir gece ansızın gelebiliriz” diyordu Suriye’ye yönelik de — tekrar aynı dile dönmesi hem Suriye’de çözümsüzlüğe ya da sorunların derinleşmesine yol açar, üstüne Türkiye’deki süreci çok ciddi bir şekilde baltalar. Ankara’nın Suriye’deki Kürtlere bir şekilde saldırması halinde, şu ya da bu nedenle saldırması halinde Türkiye’de siz bir çözüm süreci adı altında ya da terörsüz Türkiye, adına ne derseniz deyin, böyle bir süreci sürdüremezsiniz. En azından Kürtleri bu konuya razı edemezsiniz. Dolayısıyla çok kritik bir eşikteyiz, hem Suriye için hem Türkiye için hem de genel olarak bölge için.

Bugünkü yayınımı, geçen Pınar Kür’den bahsettiğimde bahsetmiştim, Sevgi Soysal’a ithaf etmek istiyorum. Sevgi Soysal benim Türkiye’de kadın yazar olgusunu tanımama, gerçek anlamıyla tanımama yardımcı olan, neden olan ilk isimdir. Bakıyorum, 76 yılında ölmüş, 40 yaşında. Çok erken. Yani onun hayatı gerçekten çok acı. Üç çocuk var ve İngiltere’de tedavi gördü ama meme kanserinden hayatını kaybetti. Benim Sevgi Soysal’la tanışmam cezaevinde oldu. Onun tüm kitaplarını çok büyük bir hızla ve çok severek okudum. Hatta bazılarını birkaç kez okuduğumu da hatırlıyorum. Gerçekten çok iyi bir yazar, çok duyarlı bir yazar. Politik konularda da çok duyarlı bir yazar. Ama her şeyden önce kadın kimliğine sahip çıkan, edebiyatı bilen ve yapan bir isim olarak hep takdir ettiğim ve sevdiğim bir isim ve yaşadığı o trajik son için çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Aklıma Sevgi Soysal geldikçe hâlâ erken yaşta hayatını kaybetmesi, göz göre göre bir kansere yenilmesi var. Kitaplarını okuyarak – ki hâlâ okunuyor biliyorum – Sevgi Soysal’ı unutmamaya devam edebiliriz ve sizden bu konuda katkı rica ediyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.