Ruşen Çakır, Suriye’deki Kürt sorununun çözümü için Abdullah Öcalan’ın önerdiği demokratik entegrasyon modelinin uygulanamayacağını belirtti. Çakır, Ankara’nın tehdit diliyle güven yaratamayacağını vurguladı.
Ruşen Çakır, Suriye’deki Kürt sorununun çözümü konusunda konuştu. Çakır, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın önerdiği demokratik entegrasyon modelinin tek başına yeterli olmayacağını savundu.
Çakır, Suriye’nin karmaşık yapısına dikkat çekti, ülkede İsrail, İran ve farklı yerel aktörlerin bulunduğunu belirtti. Ayrıca Çakır, Türkiye’yi en çok ilgilendiren konuların İsrail’in güç kazanması ve Rojava bölgesindeki Kürt yapılanması olduğunu vurguladı.
“ABD temsilcisi Suriye’de aktif rol oynuyor”
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın YPG, PYD ve SDG’ye yönelik uyarılarını hatırlatan Çakır, ABD’nin Suriye özel temsilcisi Tom Barrack’ın tarafları barıştırma çabasını değerlendirdi. Barrack’ın üniter Suriye’den yana olduğunu ancak Süveyda olaylarıyla beraber durumun karıştığını söyledi.
Devlet Bahçeli’nin Suriye’deki Kürtlere yönelik sert açıklamasına da değinen Çakır, Türkiye’deki çözüm sürecinin önemli motivasyonunun Suriye meselesi olduğunu vurguladı.
Demokratik entegrasyon modeli neden işlemez?
Çakır, Öcalan’ın demokratik entegrasyon perspektifini açıkladı. Bu modelde Kürtlerin kendi işlerinde demokratik şekilde örgütlenip mevcut ulus devlete entegre olması öngörülüyor. Ancak Çakır, Türkiye’de bile bu modelin zor olduğunu, çünkü demokrasinin bulunmadığını vurguladı.
Bu formülün Suriye’ye nasıl aktarılacağını sorgulayan Çakır, kritik soruları gündeme getirdi. Kürtlerin hangi devlete entegre olacağını ve bu devletle demokrasiyi nasıl beraber telaffuz edeceklerini sordu. Çakır, Suriye’de henüz bir devlet bulunmadığını, devlet inşa etme sorumluluğunu üstlenen HTŞ lideri Ahmet eş-Şara’nın böyle bir tecrübesinin olmadığını belirtti.
“Güven artırıcı adımlar şart”
Çakır, Kürtlere yönelik güven artırıcı adımlar atılması gerektiğini belirtti, bunu Şam yönetiminin ve Şam’ı destekleyen yapıların yapması gerektiğini söyledi. Ayrıca Çakır, Ankara’dan gelen mesajların çoğunun tehdit olduğunu, böyle güven artmayacağını vurguladı.
Endişe ve kaygıların daha yumuşak şekilde söylenmesi, diyalog oluşturulması gerektiğini belirten Çakır, “Bir gece ansızın gelebiliriz” tonunda yaklaşımlarla ne Suriye’de çözüm olacağını ne de Türkiye’de barış geleceğini söyledi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Suriye’de Ankara’nın istediği çözüm için İmralı yeterli olabilir mi? | Ruşen Çakır yorumluyor
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Merhaba, iyi günler, iyi haftalar ve tabii ki iyi sabahlar. Suriye meselesi çözülebilecek mi? Çok karmaşık bir sorun. Sorunun çok boyutu var. Çok fazla aktör var. Bunlardan birisi de Türkiye ama aynı zamanda İsrail. Bir anlamda hâlâ İran. Bir de tabii ki Suriye’nin içerisinde birbirinden farklı aktörler söz konusu. Ve burada Türkiye’yi en çok ilgilendiren hususlardan birisi tabii ki İsrail’in güç kazanması, orada, Suriye’de birtakım hesaplar yapması. Bir diğeri de onunla da ilişkili bir şekilde ülkenin kuzeyindeki Kürtlerin durumu. Rojava diye adlandırılan bölgede Kürtler özerk yönetim, federasyon ya da benzer bir yapılanmaya mı gidecek? Hatta kimilerine göre bağımsız devlet ilanı gibi bir şeye mi girecek? Bu belirsizlik sürüyor. En son Dürzilerle yaşanan çatışmayla beraber hem Suriye’nin tek parça olarak kalıp kalmayacağı ama buna bağlı olarak da Kürtlerin ne yapacağı çok ciddi bir şekilde gündeme geldi.
İlk andan itibaren Dışişleri Bakanı Hakan Fidan önce adını vermeyerek sonra adını da vererek Suriye’deki Kürt yapılanmalara — YPG, PYD, SDG artık hangisini kullanırsanız — dikkatli olmalarını, fırsatçılık yapmamalarını, Türkiye’nin buna izin vermeyeceğini söyledi. Şu anda bu tarafları, Suriye’deki tarafları barıştırmak isteyen ya da bir anlaşmaya getirmek isteyen ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve aynı zamanda Ankara Büyükelçisi Tom Barrack var ve Fransa’da yapılan görüşmeler var. Tom Barrack’a gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerek Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bayağı bir güveniyorlar. Her vesileyle de bunu söylüyorlar. Zira Tom Barrack üniter bir Suriye’den yana olduğunu da net bir şekilde vurguladı. Ancak Süveyda olayları, yani Dürzilerle önce Bedevi Araplar sonra Şam arasında yaşanan olaylar ve İsrail’in buraya müdahil olmasıyla beraber Tom Barrack’ın da biraz ayarları şaştı. Öyle söyleyelim.
Şimdi geçen Devlet Bahçeli yine Suriye’deki Kürtlere yönelik sert bir açıklama yaptı; bir anlamda hadlerini bilmelerini istedi. Çünkü Türkiye’deki çözüm sürecinin önemli bir ayağı, belki de en önemli motivasyonlarından birisi Suriye meselesi ve burada Abdullah Öcalan’ın Suriye’de nüfuzunu kullanarak Ankara’nın istediği bir formüle Suriye’deki Kürtleri ikna etmesini bekliyorlar, umuyorlar ve inanıyorlar.
Öcalan da bu konuyu çok fazla doğrudan dile getirmese de yapılan görüşme notlarında bakıyoruz, bahsediyor ve Mazlum Abdi ile görüşmek istediğini söyledi. Mazlum Abdi biliyorsunuz Suriye’deki Kürtlerin lideri konumunda şu anda. Kendisi bir anlamda, daha önce de onu çok anlattım, Abdullah Öcalan’ın bir tür manevi çocuğu gibi. Küçük yaştan itibaren, Öcalan Suriye’de iken o zamandan beri gelen bir ilişkileri var. Ve daha sonra Mazlum Abdi PKK’nın Avrupa yapılanmasında görev alıyor, sonra Suriye’ye dönüyor tekrar, böyle bir öyküsü var. Şu andaki Suriye’deki yapılanmanın içerisinde çok ciddi bir şekilde Kandil bağlantısı var, PKK bağlantısı var. YPG saflarında Suriye vatandaşı olmayan çok sayıda militan var. Bunların neredeyse hepsi Kandil üzerinden oraya sevk edilmiş insanlar.
Peki burada sorun nerede çıkıyor? Sorun çok boyutlu ama en basitinden şöyle söylemek lazım. Dün bir yazı yazdım: Öcalan’ın demokratik entegrasyon perspektifi. Demokratik entegrasyon, Öcalan’ın artık özerklik, federasyon, bağımsız devlet gibi şeyler istemeyip, Türkiye başta olmak üzere bölgedeki dört ülkede yaşayan Kürtlere önerdiği bir formülasyon. O da ne? Kürtler kendi içlerinde çok ciddi bir şekilde örgütlenecekler demokratik bir şekilde ve var olan ulus devlete entegre olacaklar, onunla bütünleşecekler. Ama bu bütünleşme demokratik bir şekilde olacak, demokratik entegrasyon. Türkiye’de bile bu çok zor. Çünkü Türkiye’de demokrasi yok. Bu nedenle de zaten özellikle muhalefet içerisinde çözüm sürecine yönelik eleştiriler büyük ölçüde burada yoğunlaşıyor. Erdoğan demokrasiyi telaffuz etmiyor. Öcalan sürekli telaffuz ediyor, ‘‘barış ve demokratik toplum’’ diye telaffuz ediyor. Ve muhalefete göre bu süreç Erdoğan’ın otoriterliğini pekiştirmek ya da İmamoğlu’nun dediği gibi otoriterliğini ebedileştirmek aracı olarak görülüyor. Burada bile, Türkiye’de bile demokratik entegrasyonun sorunlu olduğunu görüyoruz. Bu formülü Suriye’ye nasıl aktaracaksınız?
Yani Öcalan’ın diyelim ki Mazlum Abdi ile görüşmesi sağlandı. Bir ihtimal görüşmüştür de. Dolaylı görüşmeler olduğunu biliyoruz, ona mektup yolladığını filan biliyoruz ama doğrudan görüşme olup olmadığını şahsen bilmiyorum. Olmuş olabilir. Olacak olabilir. Diyelim ki Öcalan ona dedi ki, “Hadi siz burada demokratik entegrasyon modelini hayata geçirin.” Ama Mazlum Abdi ona diyecek ki, ‘‘Hangi devlete entegre olacağız ve bu devletle demokrasiyi nasıl beraber telaffuz edeceğiz?’’ Çok ciddi bir sorun var ortada. Suriye’de henüz bir devlet yok. Devleti inşa etme sorumluluğunu üstlenen ya da fırsatını yakalayan ve Körfez ülkelerinin, Ankara’nın ve ABD’nin de çok ciddi desteğini alan HTŞ lideri Ahmed eş-Şara’nın böyle bir tecrübesi yok. Ve o yapı, HTŞ ve müttefikleri yapısı cihatçılıktan gelen ve belki hâlâ cihatçı perspektife sahip olan insanların kafasında bir demokrasi perspektifi var mı? Eş-Şara çoğulculuk üzerine, çünkü Suriye’deki farklı grupların bir arada yaşaması üzerine birtakım demeçler veriyor. Ama şu ana kadar çoğulculuk anlamında Şam’ın yaptığı çok fazla bir şey yok. Alevi katliamı yapıldı. Doğru dürüst bir cevap vermedi. En son olayda Dürzilerle Bedevi Araplar meselesinde Dürzilerin karşısında yer aldı. Kürtlere karşı nasıl bir tavrı olacak?
Baştan itibaren her iki taraf çatışmıyor. Ama Kürtler biliyorsunuz, bir başka cihatçı yapı olan IŞİD’le çok ciddi bir şekilde savaş verdiler Suriye’de. Yine HTŞ’nin müttefikleri olan bazı gruplarla özellikle Suriye’nin kuzeybatısında çatıştılar ve oraları terk etmek zorunda kaldılar. Çünkü o gruplar Ankara destekliydi filan. Yani şimdi böyle bir yerde Suriye’deki Kürtlere bunu nasıl dayatacaksınız? Şöyle bir hesap yapılıyor olabilir: ‘‘Öcalan der olur, onlar da uyarlar.’’ Bir, Öcalan’ın göz göre göre olmayacak bir şeyi onlara baskı yapacağını düşünmüyorum. İki, yapsa bile oradaki yapılanmanın “emriniz başımızın üstüne” deyip hemen böyle bir yola gideceğini de düşünmüyorum. Dolayısıyla burada özellikle Kürtlere yönelik birtakım güven arttırıcı adımlar atılması lazım ve bunu Şam yönetiminin ve Şam’ı destekleyen yapıların yapması lazım. Mesela Ankara. Ankara’dan gelen mesajların çoğu son günlerde tehdit.
Böyle güven artmaz. Bir şekilde görüşüyorlardır. Bir şekilde bunu, endişelerini, kaygılarını çok daha yumuşak bir şekilde söylemeleri lazım, bir diyalog oluşturmak lazım. Aksi takdirde yine “bir gece ansızın gelebiliriz” tonunda yaklaşımlarla ne Suriye’de bir çözüm olur ne de Türkiye’ye barış gelir. Çok hassas olunması gereken bir yer. Hani Öcalan’ı eskiden herkes ‘‘bölücü başı, bebek katili’’ falan diye söylüyordu. Şimdi Erdoğan adını anmıyor, ‘‘İmralı’’ diye bahsediyor ama olumlu bahsediyor. Devlet Bahçeli adını da anarak ‘‘kurucu önder’’ diyor. O zaman bu aktörün elini Suriye konusunda birazcık güçlendirmeleri gerekecek. Bu açıdan da baktığımızda Suriye’deki yönetime — geçici yönetim, artık her neyse — esas baskıyı onlara yapmaları gerekecek. Bir de işin reel bir durumu var. Şu an itibarıyla Suriye’deki Şam denetimindeki milli ordu, artık her neyse, onunla kuzeydeki Kürtlerin silahlı gücü karşılaştırıldığında arada Kürtlerle yine çok büyük bir dengesizlik var. Tabii ki şöyle bir husus var: Gerektiğinde, hani inşallah olmaz ama, bir çatışma olması durumunda tabii ki Şam destekler alacak başta Türkiye olmak üzere ama o zaman da işte işin içerisine pekâlâ başka ülkeler, başta da İsrail girebilir. Dolayısıyla çok hassas bir şey ve olay “Öcalan entegre olun diyor. Hâlâ ne ayak diriyorsunuz?” diyerek çözülebilecek bir olay olmaktan çok öte.
Bu yayını kime ithaf ediyorum? Geçen Celil Oker’den bahsettim. Polisiye yazarı arkadaşım, İstanbul Bilgi Üniversitesi’ndendi. Yine İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Kurucu Rektör ve İletişim Fakültesi’nin uzun süre dekanlığını yapmış olan Aydın Uğur’dan bahsetmek istiyorum ve bu yayını ona ithaf etmek istiyorum. Neredeyse tam 3 yıl önce 2 Ağustos’ta kaybettik Aydın’ı birdenbire. Bir süredir görmüyordum kendisini ve çok çok üzüldüm. Çok sevdiğim birisiydi. Hep o söylenir, tekrar söyleyelim tabii ki; eski CHP’li Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur’un oğlu. O da benim gibi Frankofon. Saint-Joseph’li o, Galatasaraylı değil. Bizim Aydın’la tanışmamız şöyledir: O tarihlerde, 1988 galiba, Enis Batur’un yönetiminde Gergedan diye ilginç bir dergi çıkıyordu. Galiba bir yıl çıktı. Entelektüel yönü çok kuvvetli bir dergiydi. O dergiyi ben de okuyordum ve orada Aydın Uğur diye birisinin kısa yazıları olurdu ve çok da beğenirdim. Ama kim olduğunu bilmediğim için ben bu ismin müstear olduğunu düşünüyordum, yani bir başkası Aydın Uğur ismiyle yazıyormuş diye. Ama bir süre sonra bir ortak tanıdığımızın evinde kendisiyle tanıştım ve gerçekten bir Aydın Uğur varmış. Ve ben de ona dedim ki, ‘‘Ya böyle böyle, ben sizin yazılarınızı çok seviyorum’’ vesaire, hiç unutmuyorum böyle büyük bir sevinç gösterilerine kapıldı. Çok esprili birisiydi. O andan itibaren dostluğumuz başladı. Daha sonra Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi, Fransızca Kamu Yönetimi bölümünde Tarabya’da hocalık yaparken, daha o zaman İstanbul Bilgi Üniversitesi yok, beni orada ders vermeye davet etmişti. Bir seçmeli ders verdim 1994 yılında, İslami hareket ve Türkiye üzerine. Az sayıda öğrenci vardı ama benim için çok ilginç bir deneyimdi. 94’te bunu yaptık. Özellikle onun iletişim üzerine yazıp çizdikleri, söyledikleri çok önemliydi. Medya kavramını, o zaman biz basın, gazetecilik falan olarak konuşurduk, medya kavramını ilk olarak ondan duyduğumu bilirim. Yanlış hatırlamıyorsam “Zihnimizin Yeni Efendisi Medya” başlıklı bir yazısı vardı, çok etkilemişti beni. Medyanın kendisinin, yani sadece medya sahipliğinin değil, medyanın kendisinin eleştirilmesi gerektiğini gündeme getirmişti ve bir gazeteci olarak bu aslında bir öz eleştiri anlamına da geldiği için onun o perspektiflerini çok yakından ve benimseyerek takip etmiştim. Çok iyi bir dosttu. Eşim Müge İplikçi’nin de, Bilgi Üniversitesi’nde o da bir dönem çalıştığı için orada onların da ayrı bir dostluğu oluşmuştu ve ikimiz de çok üzüldük. Eminim bizden başka da çok sayıda kişi çok üzülmüştür. Aydın’ı, Aydın Uğur’u rahmetle ve sevgiyle anıyorum. Türk düşünce hayatına ve eğitim hayatına katkıları çoktur. Allah ondan razı olsun diyelim. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.