24 Temmuz 2025’te Fransa’nın başkenti Paris’te, Suriye ve İsrail heyetleri arasında gerçekleşen görüşme, 2000 yılında dönemin Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara ile İsrail Başbakanı Ehud Barak arasında yapılan buluşmadan bu yana iki ülke arasındaki en üst düzey resmi temas oldu. Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ile İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer’in bir araya geldiği bu toplantı, yalnızca güvenlik meselelerini değil, siyasi uzlaşmaları da kapsayan yeni bir diyalog sürecinin habercisi olarak değerlendiriliyor. Peki, bu görüşme, Ortadoğu’nun karmaşık denkleminde ne anlama geliyor? Suriye-İsrail ilişkilerinde bir dönüm noktası mı, yoksa geçici bir rahatlama mı?
1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve “Yeni Dünya Düzeni”nin şekillenmeye başlamasıyla Hafız Esad, Madrid Barış Konferansı’na katılmayı ve İsrail ile doğrudan görüşmelere girmeyi kabul etmişti. Bu süreç, 2000 yılında Faruk Şara ile Ehud Barak arasında doğrudan müzakereler yapılmasına kadar ilerledi. İki yıl süren bu görüşmeler, Şam’ın bölgesel ve küresel dönüşümlerin sancılarından korunmasını sağladı ancak Hafız Esad’ın 2000’de ölümü nedeniyle barış anlaşması imzalanamadı.
2005’te Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin suikastından sonra Suriye, ABD, Avrupa ve Arap dünyasının izolasyon politikalarına maruz kaldı. Bu dönemde Şam, izolasyonu kırmak için Tel Aviv ile gizli görüşme kanalları açtı. 2008’de Türkiye’nin arabuluculuğunda yürütülen bu görüşmeler, Beşar Esad’ın doğrudan müzakerelere yanaşmamasıyla sonuçsuz kaldı. Esad yönetiminin 8 Aralık 2024’te devrilmesinin ardından Suriye, başka krizlerle karşı karşıya. Ancak bu kez koşullar çok daha farklı: Şehirler enkaz altında, ekonomi çökmüş, ülke ABD, Türkiye ve İsrail’in nüfuz bölgelerine bölünmüş durumda. Ortadoğu’nun ve küresel sistemin dinamikleri de geçmişten farklı bir tablo sunuyor.
İsrail’in stratejik hedefleri: Tampon bölge mi, toprak genişletme mi?
Alman Başbakanı Merz’in kendilerinin güya temiz kalması için “pis işlerimizi yaptırıyoruz” dediği İsrail’in Suriye’deki temel hedefi, güneyde “stratejik derinlik” olarak adlandırdığı bir tampon bölge oluşturmak. Tel Aviv bunu mümkünse müzakerelerle değilse de yeni işgallerle gerçekleştirme peşinde.
2010’daki Arap Baharı’na kadar bu hedef bir hayal olarak görülürken, ayaklanmalarla birlikte patlak veren iç savaşın yarattığı kaos ve Esad rejiminin çöküşüyle bu mümkün hale geldi. İsrail, Suriye’nin güneyini silahsızlandırarak nüfuzunu güçlendirmeyi ve uzun vadede belki de topraklarını genişletmeyi hedefliyor. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack’ın, “İsrail, yanı başında güçlü ve merkezi bir devlet istemiyor” açıklaması, İsrail’in Güney’de bu senenin başında güneydeki bazı bölgeleri işgal etmesi ve istikrar karşıtı pozisyonu yayılmacı politikalarının en önemli kanıtı. İsrail’in 8 Aralık 2024’ten bu yana Suriye’ye düzenlediği yüzlerce hava saldırısı, Suriye’de zayıf ve tehdit altında bir yönetime dönük arzusunu yansıtan eylemler serisi.
Bu saldırılar, Suriye’nin yeni yönetimini müzakere masasına oturmaya zorlamanın da ötesinde anlamlar taşıyor. İsrail, Şam ile gerilimi azaltmaktan çok, Suriye üzerindeki kontrolünü artırmak ve güneyde bir tampon bölge oluşturmayı hedefliyor. Süveyda’daki kaotik durum, İsrail’e bu hedef için bir bahane sunuyor. Dürzi lider Hikmet el-Hecri ve Askeri Konsey’in, Suriye hükümetinin bölgedeki güvenlik ve hizmet sağlama çabalarına direnmesi, bir güç boşluğu yarattı. İsrail, bu boşluğu doldurmak için Dürzi toplumuna “koruma” vaadiyle müdahil oluyor. İsrail’deki Dürzi Mahkemesi Başkanı Muvafak Tarif’in aktif rolü, bu müdahalenin hem stratejik hem de iç politik bir jest olarak değerlendirilmesine yol açıyor.
ABD’nin rolü: İstikrar mı, kontrol mü?
ABD, Paris görüşmelerinde kilit bir rol oynuyor. Thomas Barrack, Kürt veya Dürzi özerkliğine karşı çıkarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunduğunu söylüyor. Ancak ABD’nin asıl amacı, istikrarlı bir Suriye mi, yoksa kontrol edilebilir bir rejim mi? ABD’nin bölgesel politikalarının, istikrarlı ve güçlü merkezi devletlerden çok, kendi çıkarlarına uyumlu rejimleri desteklemeye odaklandığı aşikar.
ABD, Suriye’nin İbrahim Anlaşmaları’na katılması ve İsrail ile normalleşme sürecine girmesi için baskı yapıyor. Ancak Süveyda’daki çatışmalar ve HTŞ gibi selefi grupların Dürzilere yönelik katliamları, bu süreci sekteye uğratmakta. Suriye hükümetinin ateşkesi sağlama ve mutabakat imzalama konusundaki hızlı adımları, ABD’nin endişelerini gidermeyi amaçlasa da, bu tür karışıklıkların ABD’nin Şam’a baskı yapmasını kolaylaştırdığı da bir gerçek. İsrail’in istikrar bozucu rolü, ABD tarafından tolere ediliyor gibi görünüyor; bu, ABD’nin bölgedeki kontrol öncelikli politikasını yansıtıyor.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Paris’teki İsrail-Suriye görüşmesinin sonuçları: Umut mu, hayal kırıklığı mı?
Paris görüşmesi, ilk etapta gerilimi azaltma ve iletişim kanallarını yeniden açma konusunda umut verici adımlar attı. İsrail’in saldırıları durdurması, görüşmelerin gizlilikten açıklığa ve güvenlikten siyasi düzeye taşınması, kısa vadeli bir rahatlama sağladı. Ancak nihai bir anlaşmaya varılamadı. Görüşmelerin ana ekseni, Suriye’nin güneyindeki İsrail varlığıydı. İsrail, 1974 Anlaşması’nı genişletmeyi ve yeni güvenlik noktalarını korumayı isterken, Şam orijinal anlaşmaya dönmeyi ve güvenlik koordinasyonuyla İsrail’in endişelerini gidermeyi önerdi. Bu çelişkili talepler, görüşmelerin önündeki en büyük engel olarak duruyor.
Ekonomik açıdan, görüşmelerin sonuçları Suriye için hayati önem taşıyor. ABD’nin yaptırımları kaldırma vaadi, Şam’ın manevra alanını genişletebilir. Ancak İsrail’in görüşmeleri Azerbaycan’dan Fransa’ya kaydırması, Türkiye’nin arabuluculuğunu devre dışı bırakma çabasını yansıtıyor. Suriye hükümeti, ABD arabuluculuğundan faydalanarak askeri baskıyı hafifletmeyi ve uzun vadede iç istikrarı sağlamayı hedefliyor. Süveyda’nın ekonomik ve sosyal entegrasyonu, bu stratejinin başarısı için kilit bir unsur. Ancak yerel direnç ve İsrail’in müdahale şansı, durumu belirsiz kılıyor.
Gelecek senaryoları ve toplumsal etkiler
Kısa vadede, Paris görüşmesi Süveyda’daki çatışmaların sona ermesine ve İsrail’in saldırı bahanesi kaybetmesine yol açabilir. Ancak uzun vadede kalıcı bir çözüm pek mümkün görünmüyor. Suriye hükümeti, egemenliğini koruma mücadelesinde zorlu bir yolun başında. İsrail’in stratejik hedefleri ve ABD’nin çıkarları, bu sürecin seyrini belirleyecek. Süveyda’daki iç dinamikler, hem hükümet hem de uluslararası aktörler için bir sınav niteliği taşıyor.
Toplumsal açıdan, bu gelişmeler Suriye halkında farklı duygular uyandırıyor. X platformunda paylaşılan yorumlar, halkın hem umutlu hem de şüpheci olduğunu gösteriyor. Bazıları ateşkesin bir rahatlama getirdiğini belirtirken, diğerleri hükümetin taviz verme riskine dikkat çekiyor. Genç nesillerde artan gelecek kaygısı ve göç eğilimleri, ekonomik istikrarsızlığın psikolojik yansımalarını derinleştiriyor.
Paris görüşmesi, Suriye-İsrail denkleminde yeni bir sayfa açma potansiyeline sahip. Ancak İsrail’in tampon bölge hedefi, Suriye’nin egemenlik kaygıları ve ABD’nin kontrol odaklı politikaları, bu sürecin önünde ciddi engeller oluşturuyor. Ortadoğu’da barışa giden yol, hâlâ dikenlerle dolu. Umut, ancak İsrail’in saldırganlığına son verilmesi, Suriye’de bütün tarafları memnun edecek ve azınlık haklarına sahip çıkan bir anlayışın egemen olmasının yanı sıra Filistin sorununa kalıcı çözüm bulunmasıyla da yakından ilgili. Aksi takdirde, Paris’teki müzakerelere ilişkin beslenen umut, bir kez daha hayal kırıklığına dönüşebilir.