Türkiye uçurumdan yuvarlanmak üzere mi? | Ruşen Çakır yorumluyor

Ruşen Çakır, Türkiye Komünist Partisi öncülüğündeki “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” başlıklı bildiriyle ayrıştığını söyledi. Çakır, çözüm sürecinin Türkiye’yi uçuruma değil kurtuluşa götürebileceğini savundu.

Ruşen Çakır, Medyascope’taki yayınında çözüm süreci tartışmalarına değindi. Çakır, Türkiye Komünist Partisi öncülüğünde yapılan imza kampanyasıyla ayrıştığını açıkladı. “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” başlığını taşıyan bildiri, çok sayıda gazeteci, akademisyen ve aydın tarafından imzalandı.

Bildiri metni ümmetçilik, Lozan’ın gözden geçirilmesi ve yeni Osmanlıcılık gibi spekülasyonlara yer veriyor. Çakır, kampanyanın temel yaklaşımının iktidarın ülkeyi Ortadoğu’da maceraya sürükleyeceği endişesi olduğunu belirtti.

Türkiye uçurumdan yuvarlanmak üzere mi? | Ruşen Çakır yorumluyor
Türkiye uçurumdan yuvarlanmak üzere mi? | Ruşen Çakır yorumluyor

Sol kesim ikiye bölündü

Çakır, Türkiye’deki solun çözüm süreci konusunda ikiye ayrıldığını vurguladı. Bir tarafta sürece karşı olanlar, diğer tarafta sürece destek verenler yer alıyor. DEM Parti’yle seçim ittifakı yapan sol partilerden isimler süreç destekçileri arasında bulunuyor.

Türkiye İşçi Partisi’nin dört milletvekiliyle komisyona bir üye göndereceğini hatırlatan Çakır, CHP’nin de on üye vermesine rağmen her an çıkabileceğini söylediğini aktardı. Bildirinin CHP’nin kararından sonra yapılmasını “geç kalınmış” olarak değerlendirdi.

“Kürt hareketini aktör olarak görmüyorlar”

Çakır, süreç eleştirilerinin en önemli eksiğinin Kürt hareketini sürecin aktörü olarak görmemesi olduğunu savundu, “Devlet bir karar aldı, Öcalan’a bir şeyler dayattı yaklaşımı burada çok ciddi bir sorun” dedi.

Öcalan’ın kendi kitlesi tarafından kabul edilen önermelerinin ciddiye alınması gerektiğini belirten Çakır, olayı sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurguladığı bir süreç olarak görmenin dar bir bakış olduğunu ifade etti. Çakır, “Kürt hareketi var ve şimdi meclisin devreye girmesiyle mümkünse tüm Türkiye var” diye ekledi.

Türkiye uçurumdan yuvarlanmak üzere mi? | Ruşen Çakır yorumluyor
Türkiye uçurumdan yuvarlanmak üzere mi? | Ruşen Çakır yorumluyor

Gazze benzetmesi ve uçurum tartışması

Çakır, Abdullah Öcalan’ın İmralı heyetiyle görüşmelerinde Türkiye’nin “Gazzeleşme potansiyeli” olduğunu söylediğini aktardı. 7 Ekim 2023 sonrası Gazze’de yaşananların tüm bölgeye sirayet etme ihtimalini değerlendiren Öcalan’ın, bu endişeyle süreci desteklediğini belirtti.

“Ortada iki bakış var. Türkiye’nin uçuruma gitmesini engellemek için başlatılan bir süreç, diğeri de Türkiye’yi uçuruma sürükleyecek olan bir süreç” diyen Çakır, kendisinin ilk görüşü desteklediğini açıkladı.

“Zaten kötü bir yerdeyiz”

Türkiye’nin durumunun iyi olmadığını, otoriter yönetim ve demokrasi eksikliğinin ortada olduğunu söyleyen Çakır, “Zaten kötü bir yerdeyiz” değerlendirmesini yaptı. Ancak sürecin barışı sağlayarak Türkiye’de tekrar adalet ve demokrasi kavramlarının güçlü savunulabilmesinin zeminini hazırlayabileceğini savundu.

Çakır, sürecin bir fırsat olduğu düşüncesinde olduğunu ve bu nedenle bildiriyi kaleme alanlardan ayrıştığını belirtti. Tartışmanın zamanla kırıcı bir yere evrilebileceğini, ancak bunların özgür ve çoğulcu şekilde tartışılabilmesi gerektiğini vurguladı.


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Türkiye uçurumdan yuvarlanmak üzere mi? | Ruşen Çakır yorumluyor

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Süreç tartışıyoruz. Sürece dahil olanlar, sürece karşı olanlar, sürece temkinli yaklaşanlar, her kesimde bir kafa karışıklığı var. Bir birlikte hareket etmeme var ve özellikle solda bunu çok daha net bir şekilde görüyoruz. Bugün Medyascope‘ta yazdığım yazıda bunu birazcık ele almaya çalıştım. Şimdi bu yayında biraz daha geliştirmek istiyorum. Yazıda da bahsettiğim gibi, dün Türkiye Komünist Partisi öncülüğünde yapılan bir imza kampanyasından bahsettim. Bu imza kampanyası, ”Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” başlığını taşıyor ve çok iddialı bir başlık ve özellikle çözüm sürecinin son döneminde dile getirilen birtakım tartışmalara, spekülasyonlara yer veriliyor.

Milliyetçilik gibi, Lozan’ın gözden geçirilmesi gibi, yeni Osmanlıcılık gibi ve bir barış ve eşitlik çağrısı var. Ama metinde bir şekilde Kürt meselesinden doğrudan bahsedilmiyor. Süreçten de aslında doğrudan bahsedilmiyor.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Fakat anladığım kadarıyla uçuruma sürüklenen Türkiye’den kasıt, bu süreçle beraber Türkiye’nin uçuruma gittiği iddiası. Adı böyle konulmamış ama tam böyle bir dönemde böyle bir kampanyayı yaptığınızda akla bu geliyor. Yani şöyle bir yaklaşım var: ‘‘İktidar, Erdoğan başta, kısmen Bahçeli, ülkeyi Ortadoğu’da bir maceraya sürükleyecekler. Sınırları gözden geçirecekler, Cumhuriyeti tartışmaya açacaklar ve bu anlamda işte bir yeni Osmanlıcılık hayali, hatta Türkiye İmparatorluğu hayali gündeme gelecek ve bu da Türkiye’yi uçuruma sürükleyecek’’ yaklaşımı. Ve bu metne imza atan çok sayıda gazeteci… Gazeteci sayısı aşırı fazla, akademisyen ve değişik kültür sanat çevrelerinden isimler ve birtakım aydınlar, sendikacılar var ve imzalar her gün artıyor. Zaten orada ismi yazılanların bir kısmının değişik vesilelerle bu sürece yönelik eleştirilerini görmüştük. Bunların daha bir artacağını, sayılarının artacağını ve eleştirilerin de çeşitleneceğini göreceğiz.

Burada temel mesele, tekrar söyleyecek olursak, uçuruma giden Türkiye: ‘‘Uçurumdan aşağı Türkiye’nin gitmesine izin vermeyeceğiz.’’ Nasıl olacak bu? Yani diyelim ki gerçekten böyle bir uçuruma doğru gidiliyor. Bunu nasıl yapacak bu imzayı verenler? Büyük ihtimalle burada siyasetin, toplumsal muhalefetin devreye girmesi gerekecek ve tabii ki gözler esas olarak CHP’ye çevrilecek. Ama CHP de biliyorsunuz çok tartışmanın ardından ve baskıya rağmen komisyona 10 üye verdi ve her an çıkabileceklerini söylüyorlar ama anladığımız kadarıyla çok büyük bir sorun çıkmazsa bu sürecin parçası olmaya devam edecekler.

Dolayısıyla bu bildirinin, bu çağrının CHP’nin kararından sonra yapılması hem bir anlamıyla önemli hem de geç kalmış olduğunu da söyleyebiliriz. Çok daha önceden yapılmış olsaydı belki CHP’nin kararına etkili olurdu.

Peki Türkiye’de sol tamamen böyle mi düşünüyor? Değil tabii ki. DEM Parti içerisinde yer alan, daha doğrusu DEM Parti ile seçim ittifakı yapan ve Meclis’e giren birtakım sol partilerden isimler de var ya da DEM Parti ile seçim ittifakı yapmış olan Türkiye İşçi Partisi 4 milletvekiliyle, birisi cezaevinde ama 4 milletvekiliyle Türkiye İşçi Partisi var ve bunun da komisyona bir üye yollayacağını biliyoruz. EMEP’in yollayacağını biliyoruz. Başka sol gruplar da var, buna destek verenler. Ama baktığımız zaman solda kabaca iki şey çıkıyor karşımıza. Bir tarafta sürece karşı olanlar, bir tarafta sürece destek olanlar. Tabii bugünkü yazıda vurguladığım bir husus, önemli bir husus şu: Bunun ne kadar anlamı var? Burada Türkiye’de sol, özellikle Türk solu diye tanımlayabileceğimiz bir odak var mı?

Açıkçası bu her geçen gün etkisi azalan birtakım sol partilerin kendi başlarına girdikleri seçimlerde aldıkları oylar da ortada. Etkisi giderek azalan ama hâlâ kültürel anlamda, düşünsel anlamda belli bir etkisi olan bir hareket var.

Şimdi başlığa dönecek olursak, uçurum meselesine dönecek olursak, gerçekten bu süreç Türkiye’yi uçuruma mı götürüyor yoksa Türkiye’yi uçurumdan mı kurtarıyor? Bir de olayın başka bir tarafı var: Bu sürecin Türkiye’yi çok tehlikeli bir yere gitme ihtimalinin önüne geçmek için yapıldığı önermesi var, ki bunu özellikle Abdullah Öcalan’ın İmralı Heyeti’yle yaptığı görüşmelerde söylediklerinden anlıyoruz ve belli ki devletin kendisiyle görüşen kesimleriyle bu konuda bir mutabakata varılmış. O da şu: Öcalan Türkiye’nin bir ‘‘Gazzeleşme’’ potansiyeli olduğunu söylüyor. Yani Gazze’de yaşananlar, 7 Ekim 2023’ten sonra yaşananlar; bunun tüm bölgeye sirayet etmesi, Lübnan’ın, İran’ın, Suriye’nin yaşadıkları ve Türkiye’nin de böyle bir sürece girme ihtimali, bu bölgedeki altüst oluşlardan etkilenme ihtimali. Açıkça bunu telaffuz eden pek yok ama benim gördüğüm kadarıyla, şu ana kadar izlediklerimden, süreci başlatanların temel kaygısı, farklı şekillerde temel kaygısı, Türkiye’nin kötü bir yere doğru gittiği, bu bildiriden hareketle kullanacak olursak, bir uçuruma doğru gittiği tespitiyle yapılmış bir çalışmadan ve bir hazırlıktan bahsetmek mümkün.

Yani ortada iki bakış var: Türkiye’nin uçuruma gitmesini engellemek için başlatılan bir süreç ve diğeri de Türkiye’yi uçuruma sürükleyecek olan bir süreç. Burada orta yolcu bir çizgi tutturmak çok kolay değil. Tabii ki her iki tarafın da birtakım haklı argümanları var, birtakım yanlışları var, birtakım eksiklikleri özellikle süreçle ilgili var. Süreç öyle hızlı falan gelişmiyor, adım adım gidiyor. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tereddütleri sürece çok ciddi bir şekilde damga vuruyor. Dolayısıyla çok güven vermiyor.

Ama bildiriyi kaleme alanların da atladığı çok önemli bir husus var. Genellikle muhalefetten kaynaklanan süreç eleştirilerinin en önemli eksiği bu: Kürt hareketini sürecin aktörü olarak görmemek. Yani, ‘‘Devlet bir karar aldı, Öcalan’a bir şeyler dayattı ve bunu hayata geçiren bir Öcalan ve Kürt hareketi var’’ yaklaşımı burada bence çok ciddi bir sorun. Kürt hareketine özel olarak bakmak, Öcalan’ın kendi kitlesi tarafından kabul edilen önermelerini ciddiye almak gerekiyor. Tabii bu anlamda da bakıldığı zaman soldan Öcalan’a yönelik çok ciddi eleştiriler de var, ona güvenmeme de var, şu da var, bu da var. Bunların hepsi de birer realite.

Ama şunu görmek lazım: Olayı sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurguladığı bir süreç olarak gördüğünüz zaman kendinizi dar bir alana hapsetmiş oluyorsunuz. Yani Erdoğan’ın bu sürece yüklediği bütün anlamların sürecin kaçınılmaz damgaları olduğunu düşünüyorsunuz. Hâlbuki olay bundan ibaret değil. Kürt hareketi var ve şimdi Meclis’in devreye girmesiyle beraber mümkünse tüm Türkiye var. Dolayısıyla bu sürecin Türkiye’yi uçuruma sürüklediği önermesini ben şahsen yanlış buluyorum. Türkiye’nin durumunun iyi olmadığı ortada, Türkiye’de otoriter bir yönetimin varlığı ortada, demokrasinin olmadığı, hukuk devletinin olmadığı ortada. Bunun daha da kötüye gitme ihtimali var ama zaten kötü bir yerdeyiz.

Ama bu süreç barışı sağlayarak belki de Türkiye’de tekrar adalet, demokrasi gibi kavramların güçlü bir şekilde savunulabilmesini ve inşa edilebilmesinin zeminini hazırlayabilecek. Burada bir fırsat olduğu düşüncesindeyim ve bu nedenle de o bildiriyi kaleme alanlarla ayrılıyorum. Onlar da zaten bunun farkındalar ve bize yönelik olarak, oradaki bazı isimlerin özellikle bana yönelik olarak söylediklerini zaten biliyorum. Ama bu tartışma önemli bir tartışma. Bu tartışma zamanla kırıcı bir yere doğru, zaten şimdiden başladı, evrilebilir. Bu çok olağan bir şey. Fakat serinkanlı bir şekilde keşke bunları tartışabilsek. Gerçekten süreç mi uçuruma götürüyor, yoksa süreç bizi uçurumdan mı kurtarıyor sorusunu olabildiğince özgür ve çoğulcu bir şekilde tartışabilsek.

Bugünkü yayını kime ithaf ediyorum: Peter Falk. Peter Falk, ‘‘Komiser Columbo.’’ 68’de başlamış bu dizi televizyon dizisi olarak. Televizyon dizisi olarak gördüğümüz, benim kuşağım için diyeyim, ilk ciddi ve bağımlılık yaratan dizilerden birisiydi. Çok olağanüstü bir oyunculuk, olağanüstü bir karakter zaten Komiser Columbo ama Peter Falk’un olağanüstü oyunculuğu… Komiser Columbo’yla hep bilindi; ama özellikle oyuncu ve yönetmen John Cassavetes’le birlikte çevirdiği çok güzel ve popüler olmayan ama izlerken insanın çok keyif aldığı filmleri de vardır Peter Falk’un. Kendisi 2011’de hayatını kaybetmiş. Solda birisi olduğunu biliyorum. Amerika’da sol olmakla Türkiye’de sol olmak aynı şey değil ama Amerika’da sol olmanın da başlı başına zor olduğunu biliyorum. Gerçekten bambaşka birisiydi. Bugünkü kuşaklar onun yıllarca süren — 1968’de başlamış ve yanılmıyorsam 2003’e kadar sürmüş — bu dizilerini şimdi seyretseler ne derler bilmiyorum ama bizim o zamanlar, yani 70’li yıllarda hayatımıza damgasını vuran bir diziydi ve bir isimdi. Peter Falk’u rahmetle ve sevgiyle anıyorum ve bu yayını da ona ithaf ediyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.